30 Aralık 2013 Pazartesi

POLİSTE ÇAPRAZ UYKU


 
Bilim insanları yaşamın devam edebilmesi için gerekli olan yeme içme ihtiyacının yanına uyku faktörünü de ilave etmektedirler.  Öte yandan modern tıbbın, çalışma süresini sekiz saat olarak belirlediği de bilinmektedir.

Her iki durum polisi doğrudan ilgilendirmektedir. Çünkü güvenlik konusu hassasiyet ister. Uykusuzluk ve yorgunluk, görevde baş ağrıtan sonuçlar doğurabilir. Ayrıca hâlâ 12 saat çalıştırma modeli çağdaşlıktan uzak bir uygulama şeklidir.

Polisin gece uyuması, ertesi gün ya da bir gün sonra gündüz uyuması, ardından tekrar gece uyuması kimyasını bozmaktadır. Bu tür çapraz uyku modeli polise bir nevi işkence gibi gelmektedir. Uzun yıllar böyle devam eden bir yaşam biçimiyle sağlığı altüst olduğu gibi kutsal saydığımız aile birliği ve düzeni de bozulmaktadır. Yani sağlıkla birlikte sosyal yaşam da zarar görmektedir. Sağlığı ya da sosyal yaşamı bozuk olan birinin güvenlik hizmeti sunması ise yangına bir çap çırayla gitmeye benzemektedir.

Bugün polislikte sekiz saat sistemine göre çalışanlar da vardır. Ne var ki bu durum, oniki saat çalışanların kendilerini ikinci sınıf görmelerine yol açmaktadır.

24 saat süreklilik arz eden görevlerde polisin dört gruba ayrılarak sekiz saat çalıştırılmasının mümkün olabildiği örnek vardiya sistemi Asayiş Dairesi Başkanlığınca çıkarılmıştır. Buna göre iki hafta 07-15 ve 15-23 saatleri arasında çalışan polis, ondört günün dördünde tamamen serbest kalabilmektedir. Buna karşılık üçüncü hafta boyunca 23-07 saatleri arasında çalışmaktadır.

Böyle bir çalışma sistemi ile hem işe gidiş geliş dahil 13-14 saate ulaşan görev yorgunluğu asgari düzeye inecek, hem de kendisine ve yakınlarına zaman ayırabilecektir.

Polisin kendi kişisel ihtiyaçlarının yanında çocuklarının eğitim sorunuyla, aile bireylerinin sağlığıyla ve ev ekonomisinin düzeniyle ilgili zamana ihtiyacı vardır. 12-13 saat çalıştırılıp robotlaştırılması ne kendisine, ne de teşkilatına fayda getirir.

Oysa sekiz saat sistemi ile hiçbir mazeret üretmeden bu tür ihtiyaçlarını giderebilir ve moral ve motivasyon ile hizmette daha verimli olur.

Sekiz saat sistemi az sayıda emniyet müdürü tarafından uygulanmakta ise de bu durumun genele yansıtılması gerekmektedir.

2000'li yıllar öncesinin polisleri olan şimdiki üst yöneticiler, artık 21'inci yüzyıl düşüncesiyle hareket ederek hayati önem taşıyan bu konuda hemen ileri adım atmalıdırlar. Çağın gerisinde kalmamalıdırlar. Polisi çapraz uykuya tabi tutarak sersemletmemelidirler.

Polis üst düzey yöneticileri en alt basamaktan başlayarak merdivenleri ağır ağır çıkarak yükselmişlerdir. Alt kademenin sorunlarını çok iyi bilmektedirler. Dernek ya da sendika kurmalarına izin verilmeme nedenlerinden biri de budur. Bu itibarla üst düzey yöneticilere, bu boşluğu da doldurmak adına önemli sorumluluklar düşmektedir.

Güvenlik, çağımızda bu kadar önemli görülürken üst yöneticilerin tıp bilimine aykırı olan oniki saat sistemine bir an önce son vererek sekiz saat sistemine geçilmesi yönünde karar almaları, teşkilat mensuplarımızın en büyük beklentileridir. 2013

23 Aralık 2013 Pazartesi

KURAN'IN TÜRKÇE MESAJLARI




Derleyen Erol ÖZDEMİR







Allah Celle celaluhu

          O’nun şanı ne yücedir!



Kuran Azimüşşan

Şanı pek büyük Kuran!



Peygamber Sallallahu aleyhi ve sellem

Allah'ın selamı O'nun üzerine olsun!




 Allah

Her şeye gücü yeten tek Tanrı...

Kâinatı ve canlıları yarattı.



Kuran

114 sure, 6236 ayet…

Allah’ın uyarı ve öğütlerini sundu.



Peygamber 

Allah’ın elçisi Yüce Muhammed...

Doğdu, büyüdü, iletti, öldü.




Allah net emirler sundu:

Suç işlemeyin!

Kötülükten uzak durun!

Toplumsal kurallara uyun!

İbadete yönelin!

Ortak koşmayın!

Yetim hakkı, kul hakkı yemeyin!

Yoksula yardım edin!



Kuran uyardı:

Kişi, kendi kuyusunu kendi kazar!



Peygamber iletti:

Yoksa cehenneme gidersiniz!


 


ÖNSÖZ




Ülkemizde kimi insanlar Yüce Kuran’ı Arapça metniyle okurlar. Arapça okumayı bilmeyenler ise parmağıyla sürerler. Kutsal Kitabımızı böyle okumanın daha çok sevap olduğunu düşünürler. Okunurken hissedilen ahenk de bunda etkendir.

Yüce Allah ise “Oku” emrini vermiş ve uyarılarının Yüce Muhammed tarafından insanlara iletilmesini istemiştir.

Dolayısıyla “Ben Müslüman’ım” diyenlerin Yüce Allah’ın emirlerinden haberdar olmama gibi bir lüksleri olamaz. (Günümüzde ‘Kanunu bilmemek mazeret sayılmaz’ diye yaygın ve geçerli bir söylem vardır.) Haberdar olmak için de Yüce Kuran’ı kendi diliyle okumaları gerekir. Okumak, anlamak ise insan, en iyi ana diliyle öğrenir.

Bugün hem piyasada, hem de internette çok sayıda Türkçe Kuran çevirisine ulaşmak mümkündür. (http://www.Kuranmeali.org/ Kuran_meali.aspx) Kişi, anlamadığı Arapçası yerine, kendi diliyle okuyarak kendisine verilmek istenen mesajı öğrenmelidir.

Anlaşılmasında güçlük çekilen ayetler, birden fazla çeviriden okunduğunda daha kolay anlamlandırılabilmektedir.

Bu çalışmanın amacı Yüce Kuran’ı daha iyi anlamaya katkıda bulunmaktır. Hacmin dar tutulmasına özen gösterilmiştir. Okuyucuya kolaylık olması için birden fazla sayıda yapılan uyarılara bir kez yer verilmiştir. Örneğin dört ayrı yerde geçen domuz eti yasağı sadece bir kez kullanılmıştır. Aynı şekilde Musa’nın asasının yılan olması beş yerine bir kez yazılmıştır.

Kutsal Kitabımızın özünü teşkil eden “Allah”, “Kuran” ve “Peygamber” kavramları bölümler haline getirilmiştir. Ayrıca Yüce Allah’ın uyarı ve öğütleri ayrı bir bölümde ele alınmıştır.

Gerek Yüce Peygamber Muhammed Mustafa döneminde, gerekse öncesinde işlenen suçlar ve bu suçlar için öngörülen cezalar ile önceki nesillerin yaşadıkları ibretlik olaylar ek bir bölüm halinde sunulmuştur.

Bölüm başlıkları ve yan başlıklar, anlamayı kolaylaştırmak için düzenlenmiştir. Metne dâhil edilmemelidir.

Hatalar ve eksikler yalnızca bana aittir. Erol ÖZDEMİR
                                                                                            
                                                                                                   



BİRİNCİ BÖLÜM

ALLAH



Esirgeyen ve bağışlayan Allah’ın adıyla..!


Allah birdir


Allah birdir. Benzeri ve dengi yoktur. Arş üzerinde egemenlik kurmuştur. Doğurmamıştır, doğurulmamıştır.

Bütün insanlar Allah'a muhtaçtır. Fakat Allah hiç kimseye muhtaç değildir.

Geçmişin ve geleceğin bilgisi yalnız Allah'tadır. Allah, insanların kalbinin içinden geçenleri bilir. Bir şeyin olmasını istediğinde ona sadece "Ol" der, o da hemen oluverir. 

Allah dilerse o andaki insanları yok eder. Yerine yeni bir halk getirir. Ölen insanı ahiret gününde yeniden diriltir. Zira gökleri ve yeri yorulmadan yaratan Allah’ın, ölüleri de diriltmeye gücünün yeteceği bilinmelidir.

Canlı ve cansız her şeyi Allah yaratmıştır. Gökler ve yer yıkılsa, onları, Allah'tan başka kimse tutamaz.

Mademki her şeyin Allah'ıdır. O halde O’ndan başka Tanrı aranmamalıdır.

Eğer yeryüzündeki ağaçlar kalem olsa, deniz de arkasında yedi deniz daha katılarak mürekkep olsa, Allah'ın kelimeleri tükenmeden önce deniz tükenir.

Allah tarafından insanlara gönül gözleri verilmiştir. Kim görürse kendi yararına, kim körlük ederse kendi zararınadır.

Allah'tan başka tanrı edinenler kınanır ve yalnız başına oturmak zorunda kalır.

Allah'a giden yolda Meryem oğlu İsa'nın yardımcıları havarilerdir. Allah'ın yardımcıları da inanç sahipleridir.


Allah kâinatı yarattı


Allah; yeryüzünü, gökyüzünü ve ikisi arasındakileri altı günde yaratmıştır. Sonra arşa kurulmuş, mülkünü oradan yönetmektedir. Geceyi, gündüzü, güneşi, ayı, yıldızı, şimşeği, bulutu, rüzgârı ve yağmuru yaratmıştır. Bütün bunlar Allah'ın kudretini göstermesi açısından önem arz eder.

Dağlara bakıldığında yerinde durur gibi görülür. Hâlbuki dağlar, bulutların hareket ettiği gibi hareket etmektedir. Bu, her şeyi güzel ve yerli yerinde yapan Allah'ın sanatıdır.

Allah, güneşi ısı ve ışık kaynağı yapmıştır. Güneş, kendine özgü bir durma noktasına doğru akıp gitmektedir. Allah, gölgenin uzamasını ya da kısalmasını güneşin ışığına bağlı kılmıştır.

Ay, eğri hurma dalı gibi hilâl olur ve sonra geri döner. Ne güneş aya erişebilir, ne de gece, gündüzün önüne geçebilir. Hepsi bir yörüngede yüzmektedir. Allah ay'ı; hesabı ve yılların sayısını bilebilmek için bir ışık yapmış ve ona evreler takdir etmiştir. Bütün bu oluşumlar rastgele değil, şaşmaz ölçülere bağlı olarak meydana getirilmiştir.

Allah, karanın ve denizin karanlıklarında yollarını ve yönlerini bulsunlar diye insanlar için yıldızları yaratmıştır.

Gece, gündüzü örter, her yer karanlığa gömülür. Bunun için Allah geceyi insanlar için dinlenme, gündüzü de kalkıp çalışma zamanı yapmıştır. 

Allah, müjdeci olarak rüzgârları gönderir. Dölleyicilik görevi yapan rüzgârlar, aynı zamanda bulutları taşır. Bulutlar yağmur getirir. Yağmur ölü toprağı canlandırır. İnsanlar susuzluğunu giderir. Hayvanlar sulanır. Yağmur olmazsa insanlar yeterli suyu depolayamazlar.

Topraktan yeşil otu çıkaran ve sonra onu kapkara bir sel artığına çeviren de Allah’tır.

Allah, iki denizi birbiri üstüne salmıştır. Fakat ikisinin arasına bir perde koyduğu için geçiş engellenmiştir. Birbirine geçip karışmazlar. Birinin suyu tatlı, diğerinin tuzlu ve acıdır.

Denizden taze balık eti yenir. Mercan, inci, sedef gibi süs eşyaları çıkarılır. Görkemli gemilerle yolculuk yapılır.

Allah, gökyüzünü yazı kâğıtlarının tomarını dürer gibi dürebileceğini, gerekirse ilk yaratılışta başlandığı gibi onu baştan yapabileceğini vahyeder.

Geçici dünya hayatının durumu gökten indirilen yağmura benzer: İnsanların ve davarların yedikleri yeryüzü bitkisi yağmurla karışmıştır. Sonuçta toprak, takılarını kuşanmış, süslenmiştir. Çeşitli renkte meyveler çıkmıştır. İnsanlardan ve hayvanlardan da türlü renkte olanlar vardır. Hatta toprak katmanının rengine göre değişik renklerde beyaz, kırmızı, kapkara yollar yapılmıştır. Bundan dolayıdır ki kulları arasında Allah'ı gereği gibi sayanlar bilim adamlarıdır. Toprağın sahipleri onun üzerinde egemen olduklarını sanmaktadırlar. Oysa her şeyin sahibi Allah'tır. Allah isterse toprağın bitirdiklerini biçip atarak yok edebilir.


Allah insanı yarattı


Kuran'a göre insanın tarih sahnesinde görünmesinden önceki dönem, sonsuz bir zaman kesitinden ibarettir. İnsanın henüz dikkate değer bir varlık olmadığı bir zaman kesiti..

Allah, insanı önce topraktan, sonra spermden, sonra embriyodan, sonra biçimlenen ve biçimlenmeyen bir çiğnem et parçasından yaratmıştır. Topraktan yaratılan insan, sağlam bir bekleme yerinde bir damlacık haline getirilmiş, sonra o damlacık embriyoya çevrilmiş, embriyo bir çiğnemlik ete, bir çiğnemlik et ise kemiklere dönüştürülmüştür. Kemiklere de et giydirilerek insan yapılmıştır.

Sonuçta bir erkek ve bir kadından yaratılan insan, annelerinin karnında karanlık içinde üç aşamalı safhadan geçirilmiş ve doğduktan sonra birbirlerini tanımaları için milletlere ve sülalelere ayrılmıştır. Ancak şu bir gerçektir ki, Allah yanında en üstün olan; ırk, renk, soy ve servetçe değil, günahlardan en çok korunandır.

Allah canlıları çiftler halinde üretmiştir. Bir dişinin gebe kalması ve doğurması Allah'ın bilgisiyledir. Bir canlının ömrünün uzun ya da kısa olması onun kitabında yazılıdır. Bu canlılardan kimi karnı üzerinde sürünerek ilerler, kimi iki ayak üstünde yürür. Kimi de dört ayak üstünde hareket eder.

Bütün canlıların yaşam süresini Allah belirler.

Allah emaneti göklere, yere ve dağlara sunmuştur. Ama ne var ki gök, yer ve dağlar korkmuş ve bu yükten kaçmışlardır. Bu defa emaneti insanlar yüklenmişlerdir. Fakat insan zalim ve cahil olduğu için emanetin ağır sorumluluğunu tam kavrayamamıştır.

Allah, yaptığı bir örneklemede güzel sözün; kökü yerde, dalları gökte olan güzel bir ağaca benzediğini söyler. O ağaç ki Allah'ın izniyle yemişlerini her zaman verir. Kötü söz ise gövdesi toprağın üstünde destek bulmuş bir ağaca benzer. Onun dayanağı yoktur. 


Allah hayvanları yarattı


Allah, kendi kudretinin eseri olarak kurt, köpek, aslan, maymun, fil, bit, sinek, örümcek, kelebek, arı, bıldırcın, karga, hüdhüd, karınca, çekirge, yılan, balık, kurbağa, at, katır, eşek, deve, domuz, inek, koyun, keçi gibi hayvanları yaratmıştır.

Kimine binilir, arzu edilen yere gidilir. Kimiyle, insan taşırsa canının yarıya ineceği yükler taşınır.

Kiminin eti yenilir, sütü içilir. Kiminin tüyünden yatak yapılır.

Evcil hayvanların akşamleyin meradan gelişlerinde, sabahleyin meraya gidişlerinde ayrı bir güzellik vardır. Onların gidiş gelişleri insanlara zevk verir. 

Kuşların, göğün boşluğunda, düşmeden uçmaları Allah'ın büyüklüğüne işarettir. Onları havada Allah'tan başka tutan yoktur.

Üzerine Allah'ın adı anılarak kesilen hayvanlardan yenilmelidir.

Aslında Peygambere vahyolunanlar içinde, yenilecek şeyler için haram kılınmış bir şey yoktur. Yalnız leş, kan, domuz eti ve Allah'tan başkası adına kesilmiş, boğulmuş, vurulmuş, yuvarlanmış, süsülmüş, yırtıcı hayvanlar tarafından yenilmiş hayvan eti haramdır. Ama kim çaresiz kalırsa, başkasının hakkına saldırmamak ve zorunluluk sınırını aşmamak üzere bunlardan yiyebilir.

Yahudilere bütün tırnaklı hayvanlar haram kılınmıştır. Zulümleri yüzünden bir ceza olarak sığır ve koyunun iç yağları da Yahudilere yasaklanmıştır.


Allah bitkileri yarattı


Yüce Allah sulanan topraktan her türlü bitkiyi çıkarmıştır. İnsanların ve hayvanların yararına olmak üzere topraktan çimenler, ekinler, yoncalar, sebzeler, iri ve sık ağaçlı bahçeler, hurma, incir, üzüm, zeytin, muz, nar, kiraz gibi meyveler bitirmiştir.

Hepsi aynı su ile sulanmalarına rağmen lezzetleri ve renkleri birbirinden farklıdır.

Her birinin meyvesinden, olgunlaştığı zaman yenilmeli ve hasat gününde onun hakkı verilmelidir. İsraf edilmemelidir. Allah israf edenleri sevmez.

Zeytinden hem yağ, hem de yiyenlerin ekmeğine katık yapılır.

Hurma ve üzümlerden de sarhoş edici bir içecek ve güzel bir rızık elde edilir.

Arıların, her çeşit meyveden yiyerek karıncıklarından çıkan renkli içeceklerle insanlara şifa verilir.


Allah'a ortak koşma


Allah'a ortak koşmak suçtur. Allah’ın alternatifi yoktur.

Hiçbir şey yaratmayan, kendileri yaratılan şeyler Allah'a ortak koşulmaz. O putlar ne kendilerine, ne de başkalarına yardımcı olamazlar. Onların yürüyecekleri ayakları mı vardır? Tutacakları elleri mi vardır? Görecekleri gözleri mi vardır? İşitecekleri kulakları mı vardır?

Hiç kimse Allah'ı aciz bırakacak davranışta bulunmamalıdır. Allah dışında hiç kimseye dua etmemelidir, yalvarmamalıdır. Allah hakkında saçma sapan şeyler söylenmemelidir.

Allah'tan başka tanrı yoktur. Akla başka tanrılar getirmeden, hiçbir benzer, eş, ortak koşmadan sabırla Allah'a ibadet edilmelidir. Sadece Allah'tan yardım istenmelidir. Önceki nesillerden birçoğu yıldızı, ayı ve güneşi tanrı olarak kabul etmişlerse de battıklarını görünce vazgeçmişlerdir.

İnkârcılar ve onların Allah'tan başka taptıkları, cehennem odunudurlar. Tapılan putlar birer tanrı olsalardı zaten cehenneme girmezlerdi. Oysaki hepsi cehennemde sonsuza kadar kalacaklardır. 

İnsanların günahlarının bağışlanması için Allah'tan başka dost da, yardımcı da yoktur.

Hepsini yaratan Allah'tır. O halde, yaratan Allah, yaratmayan putlar gibi olur mu? Putlar, hiçbir şey yaratamazlar. Çünkü onlar kendileri yaratılmışlardır. Putlar, hayat bulmaz ölülerdir. Ne zaman diriltileceklerini bile bilmezler. 

İnsanlar; Lat, Uzza, Menat, Ba'l ya da Ved, Suva, Yeğus, Yeuk ve Nesr gibi putlara tapmışlar, fakat rızık vermediklerini, çağrıları cevaplayamadıklarını görünce Allah'a yönelmişlerdir. Çünkü bu putlar, keyfi olarak tanrı diye isimlendirilmişlerdir.

Allah'ın yerine konulan putlara çağrılsa, çağrıyı duymazlar. Duysalar da cevap veremezler.

İnsanların, Allah'ın dışında taptıkları, toplansalar bir sinek bile yaratamazlar. Hatta sinek onlardan bir şey kapsa onu ondan geri alamazlar.

Gerçek dua, ancak Allah'a yapılır. O'ndan başka dua ettikleri ise, kendilerinin hiçbir isteklerini karşılayamaz. Onlar ancak ağzına gelsin diye suya doğru iki avucunu açan kimse gibidir. Hâlbuki suyu ağzına götürmedikçe su onun ağzına girecek değildir. İşte inkârcıların duası öyle boşa gider. 

Taşan derelerin sel suları bol köpükler oluşturur. Aynı köpükler mücevherat yapmak için eritilen madenlerin eriyiklerinde de görülür. Allah gerçeği ve gerçek olmayanı böyle bir örnekle tanıtır. Köpük, kaybolup gider. Ancak insanlar için yararlı olanlar meydanda kalır.

İnsan, Allah’ın verdiği rızıklarda, kölesinin, kendisine eşit ortak olmasını kabul eder mi? Gel gör ki haksızlık edenler, bilgisizce kötü arzularına uyabilmişlerdir.

Allah'a ortak koşanlar, sanki gökten düşmüş de kendisini kuş kapıyor veya rüzgâr onu uzak bir yere sürüklüyor gibidir. 

Allah’ın hiçbir delil indirmediği güçsüz şeyleri ve yetkisiz kişileri Allah'a ortak koştukları için inkârcıların kalplerine korku salınacaktır. Gidecekleri yer de cehennemdir.

Kısaca Allah birdir, uludur, yücedir. Tek yaratandır. Tek ibadet edilendir. Tek yakarılandır. Tek yardımına başvurulandır. Güçlüdür. Esirgeyen ve bağışlayandır. Tövbeleri kabul edendir. Bilen, gören, işiten ve hükmedendir. Sonu olmayandır. Övgüyle yüceltilerek anılmalıdır.




İKİNCİ BÖLÜM

KURAN




Âlemin Kutsal Kitabı


Yüce Kuran; Allah'ın her emrinin, her öğüdünün yer aldığı Kutsal Kitaptır. Yüce Kuran'da yer alan her öğüde uyulmalı, her emir yerine getirilmelidir. 610 yılından 632 yılına kadar geçen sürede Yüce Allah tarafından gönderilen vahiyler Yüce Kuran'da bir araya getirilmiştir. Yüce Kuran, insanların ayrılığa düştükleri konuları açıklamış ve yeni bir din olan İslam’a inananlar için yol gösterici olmuştur.

Yüce Kuran'da yazılı öğütler ve emirler bütün insanlara indirilmiştir. Yüce Kuran'a inananlar ve onun içinde yazılı olan Yüce Allah'ın emirlerini yerine getirenler İslam dinini oluşturmuşlardır. Yüce Kuran'ın en önemli amaçlarından biri peyderpey gelen ayetlere insanların inanmalarını sağlamaktır. Böylece insanlar iki grupta değerlendirilmişlerdir: Yeni İslam dinine inananlar ve inanmayanlar... İnananlar mümin ya da inanç sahibi diye anılmışlar, inanmayanlara ise inkârcı ya da kâfir denilmiştir.

Kuran, insanları uyarması, inananlara öğüt vermesi için çok değerli bir Peygambere indirilen bir Kitaptır. İlahî cömertlikle doludur. İnanan bir toplum için yol göstericidir. Hak ile batılı yani gerçek ile gerçek olmayanı ayırdeder. Her şeyi açıklayan ve saklayıp koruyan bir Kitaptır.

Kuran bir feyz kaynağıdır. Kuran ile öncelikle medeniyetlerin anası Mekke ve çevresindekilerin uyarılması hedeflenmiştir. Kuran’a göre inananların büyük günahlardan ve çirkin işlerden kaçınmaları gerekir.

O Kuran ki, kendilerine ilim verilenlerin içlerinde yer eden apaçık ayetlerdir. Allah'ın ilmiyle indirilmiştir. Kesin bilgi edinecek insanların kalp gözünü açan bir ışıktır. 'Müslüman oldum' diyebilmek için Allah'ın indirdiği Kuran'a inanmak gerekir.

Kuran, bin aydan daha hayırlı olan Kadir gecesinde indirilmiştir. O gece, tan yeri ağarıncaya kadar her yer esenliktir.  Melekler ve Ruh, Allah'ın izniyle yapılacak her iş için peyderpey o gece inerler. 

Aslında Kuran, herkesin yapıp ettiğinin karşılığının tam verildiği dünya düzenini açıklamıştır. Buna göre yeryüzü, Allah'ın ışığıyla aydınlanmıştır. Kuran ortaya konmuştur. Kuran’da, küçük büyük hiçbir şey bırakmaksızın suçluların yaptıkları sayılıp dökülmüştür. Hatta suçlular Kuran’da yazılı olanlardan korkmuş ve "Vay halimize" diyerek serzenişte bulunmuşlardır.

Kitap, Müslümanlardan önce Hıristiyanlara ve Yahudilere de indirilmiştir. Şimdiki insanlar, "Bize de kitap indirilseydi, biz onlardan daha çok doğru yolda olurduk" diyemesinler diye Kuran indirilmiştir. Daha önce kendilerine kitap verilenler de bu Kuran'a inanırlar. 

Kuran’la Muhammed’e söylenenler, aslında önceki peygamberlere de söylenmiştir. Kuran, kendinden önceki Tevrat, Zebur ve İncil kitaplarını doğrulayıcı bir Kitaptır. "Bana da vahyolundu" ya da "Ben de Allah'ın indirdiği ayetlerin benzerini indireceğim" diyenler zalim kişilerdir ve ölümün boğucu dalgaları içinde cezalandırılacaklardır.

Kimi sözleri Kuran’ın sözüymüş gibi göstermek doğru bir davranış değildir. İnkârcılar, Kuran ayetlerinin, insan sözünden başka bir şey olmadığını, Peygamberin onu başkasına yazdırdığını ileri sürmüşlerdir. Ayrıca "Önceki nesillerin masallarıdır" yakıştırması yapmışlardır.

Kuran, kâğıt üzerine yazılmış bir kitap olarak indirilseydi ve inkârcılar, elleriyle o Kitaba dokunsaydı bile sihirbazlardan öğrenilip nakledilen bir büyü olduğunu iddia ederlerdi. Hâlbuki Kuran, inkâr edenlerin sorduğu her geçersiz soruya onu yok edecek en güzel açıklamayı yapabilen bir Kitaptır.

Kuran'ı iptal etmek için tuzak kuranlar yanılgı içindedirler. Allah da o inkârcıları yakalamak için bir tuzak kurmaktadır. Kuran ayetlerini yalanlayanlar, deve iğne deliğine girinceye kadar cennete giremeyeceklerdir.

İnkarcılar yalanlasa da Kuran çok yüce bir Kitaptır. Levh-i Mahfuz'da yani kaybolmayacak bir levhadadır. 

Kuran'ın hayranlık verici olduğuna, yol göstericiliğine ve doğru yola ilettiğine inanılmalıdır. Kuran'daki öğütler, değerli ve güvenilir kâtiplerin ellerindedir. Yüce ve tertemiz sayfalardadır. Dileyen düşünüp Kuran'dan öğüt alır.

Kuran, sindirilerek okunabilmesi için azar azar indirilmiştir. Sure olarak, ayet olarak okuma parçalarına ayrılmıştır. Ayetler çeşitli başlıklarla verilmiştir. Amaç, iyice açıklayarak insanların ders almasını ve Peygamberin kalbine iyice yerleştirilmesini sağlamaktır. Zira ilimden nasiplenen bir toplumun yaratılması için bu zorunludur.


Arapça Kuran


Peygambere indirilen Kuran’daki uyarı ve öğütler, kolayca anlaşılıp insanlar günahtan korunsun diye kendi kavminin dili olan Arapça indirilmiştir. Kuran'ın bir ibret ortaya koyması ve insanların bu ibretten ders çıkarmaları istenmiştir. Arap'a yabancı dilden Kitap olmazdı. Kuran yabancı dilden gelseydi "Ayetler ayrıntılı şekilde açıklanmalı değil miydi?" derlerdi.

İnsanlar ve cinler bu Kuran'ın bir benzerini getirmek üzere toplansalar ve birbirlerine destek olup yardım etseler yine onun benzerini getiremezler. 

Kuran'da insanlara her çeşit ibretlik hikâyeler türlü biçimlerde anlatılmıştır.

Allah, önceki nesillerin haberlerini, Kuran sayesinde Peygambere vahyederek insanlara ibret olmasını sağlamıştır.

Allah'ın sözü; doğruluk ve adalet bakımından tamamlanmış ve Kuran'da nihai yerini almıştır. O sözler asla değişmez.

Allah, sözün en güzelini, birbirine benzer iç içe ikili manalar ifade eden bir Kitap halinde indirmiştir. Allah'ından korkanların Kuran karşısında derileri ve kalpleri yumuşar.

Kuran’ın bazı ayetleri 'kesin' anlamlıdır. Diğerleri de 'benzer' anlamlıdır. Kesin anlamlılar Kuran’ın özüdür. Benzer anlamlıların peşine daha çok kalplerinde hastalık bulunanlar ve farklı anlam vermek isteyenler düşer.

Allah'ın ayetlerinin inkâr edildiği, bu ayetlerle alay edildiği işitildiğinde, bir başka konuya geçinceye kadar, o ikiyüzlülerin yanında oturulmamalıdır. Hiç kuşkusuz Allah, bütün ikiyüzlüleri ve inkârcıları cehennemde bir araya getirecektir. 

Yahudiler, Allah'ın insana hiçbir şey vahyetmediğini söylerler. Oysa Musa Peygamberin insanlara bir ışık ve yol gösterici olarak getirdiği Tevrat Kitabını da Allah indirmiştir. Yahudiler Tevrat’taki bilgilerden bir kısmını kâğıtlara yazarak insanlara açıklamışlar, bir kısmını da gizlemişlerdir. Ama Kuran'da onların ve atalarının bilmediği her şey öğretilmiştir.

 


İbranice Tevrat


Yahudilere indirilen Tevrat, Musa'ya İbranice verilmiştir. Bundan başka Musa, kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkarsın ve onlara Allah'ın geçmiş kavimlerin başına getirdiği felaket günlerini hatırlatsın diye mucizelerle gönderilmiştir.

Kendilerine kitap verilmiş olanların hepsi de Tevrat'ı ve İncil'i okudukları halde Yahudiler, Hıristiyanların; Hıristiyanlar da Yahudilerin doğru yolda olmadığını söylerler.

Kendilerine kitap verilmiş olanlardan öyleleri vardır ki, Allah'a ve kitaplara inanırlar. Allah'a karşı saygılıdırlar. Allah'ın ayetlerini parayla satmazlar. Onların da Rableri katında ödülleri vardır.

Tevrat'ta yazılı buyrukları tutmayanların durumu, ciltlerce kitap taşıyan eşeğin durumuna benzer. Allah'ın ayetlerini yalanladıkları için durumları çok kötüdür. Ama şu var ki Yahudiler hem Tevrat’ta ayrılığa düşmüşlerdir, hem de Kuran hakkında şüphe içindedirler. 

Muhammed tarafından kendilerine her türlü ayet getirilse de Yahudiler ve Hıristiyanlar, Muhammed’in kıblesine uymazlar. Birbirlerinin kıblelerine de uymazlar. Muhammed de, kendisine gelen ilimden sonra onların kıblesine ve keyfine uymamalıdır.

Allah Kuran'da, inananlara, Yahudilerle ve Hıristiyanlarla en güzel bir biçimde tartışmalarını söyler. Kendilerine indirilen Kuran’a ve onlara indirilen kitaplara inanmalarını hatırlatır. Kendilerinin tanrısı ile onların tanrısının bir olduğunu ifade eder.

Yahudiler ve Hıristiyanlar, Muhammed’e indirilen Kuran'a sevinirler. Fakat Müslümanların aleyhinde birleşen bazı gruplar, Kuran'ın bir kısmını inkâr ederler.

Kendilerine verilen Kitabı, gereğince okuyanlar gerçekten inanırlar. Onu inkâr edenler ise ziyana uğrarlar. 




 


ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

PEYGAMBER



Müslümanların ilki Muhammed


Yüce Allah'ın emirlerini ve öğütlerini Yüce Kuran sayesinde insanlara duyurma görevi Yüce Peygambere verilmiştir. Muhammed, Allah'tan aldığı vahiyleri insanlara iletmiştir. Akıl, güzellik ve güç sahibi olan Cebrail, en yüksek ufuktayken yere doğru sarkarak Yüce Muhammed'e iki yay uzunluğu kadar yaklaşmış ve Allah’ın vahyini bildirmiştir. Bu yönüyle Muhammed, üstelik Peygamber unvanıyla, Müslüman olanların ilki olması emredilen kişi olmuştur.

Zaten Muhammed, ataları uyarılmadığından tümüyle habersiz kalmış bir toplumu uyarması için gönderilmiştir. Çünkü onlar, önceden, açık bir sapıklık içindeydiler. Çoğu okuma yazma bilmeyen ümmi Araplar idi. Arınıp temizlenmeleri gerekiyordu. Onlara Kuran’ı ve bilgeliği öğreten bir Peygambere ihtiyaçları vardı. Ve bu Peygamber, Allah’ın ortaya koyduğu gerçekleri yalan sayanlara boyun eğmemelidir. Onlar yumuşak davransınlar diye yumuşak olmamalıdır. Yerine göre sert ve katı bir tutum takınmalıdır.

Allah her peygamberi sadece kendisine itaat edilsin diye göndermiştir. İnsanlar, aralarında çıkan anlaşmazlıklarda peygamberi hakem yapıp, sonra da peygamberin verdiği hükme, içlerinde bir burukluk duymadan tam anlamıyla teslim olmadıkça inanmış olmazlar. Allah'a ve peygambere itaat eden kişiler, Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, hak dostlarıyla, şehitlerle, hayrı ve barışı sevenlerle beraberdirler. Onlar iyi arkadaştırlar.

Her toplumun bir peygamberi vardır. Peygamberler, Allah'ın izni olmaksızın herhangi bir ayet getiremezler. Allah'ın emri geldiğinde, adaletle hükmedilir ve gerçeği hükümsüz kılmaya çalışanlar orada hüsrana uğrarlar. 

Kuran’ı Muhammed'in uydurduğuna inananlar da vardı. Ama tek bir sure getirmeleri istendiğinde bunu yapmaları mümkün değildir. İlmini kavrayamadıkları ve yorumu kendilerine asla gelmemiş olanlara Muhammed şu cevabı vermiştir:

“Benim yaptıklarım benim, sizin yaptıklarınız sizindir. Siz benim yaptıklarımdan uzaksınız ve ben de sizin yaptıklarınızdan uzağım.”

Böylece inkârcılar, kendi sorumlulukları ile başbaşa bırakılmışlardır. Muhammed’e kulak vermeleri ve akıllarını kullanarak kalp gözleriyle görmeleri ve dinlemeleri istenmiştir.

Muhammed’den önce de vahiy verilenlerden başkası peygamber olmamıştır. Peygamberler yemek yemeyen cesetler olarak yaratılmamıştır. Ölümsüz de değillerdir. 

İnsanlar bir cezaya çarptırıldıklarında, kendilerine bir peygamber gönderilseydi böyle alçak ve rezil olmadan Allah'ın ayetlerine uyardık diye serzenişte bulunurlar.

Muhammed’in görevi doğru yolu ve hak dinini getirmek ve getirdiği bu İslam dinini de bütün dinlere üstün kılmaktır.

Allah, her kasabaya bir peygamber gönderme gücüne sahipken evrensel uyarıcılık görevini sadece Muhammed'e vermiştir.

Öyle ki Yüce Muhammed bu görevini yerine getirirken “Onlar inanmıyorlar diye neredeyse kendini üzüntüden tüketir gibisin” denilerek Allah katında teselli edilmiştir. Hatta boyun eğip inanmaları için Allah tarafından onların üzerine gökten bir ayet indirilebileceği dile getirilmiştir.

Yüce Kuran'da, Yüce Peygamber Muhammed’in, Yüce Allah tarafından yetim olarak bulunup barındırıldığı, yol bilmez iken doğru yola yöneltildiği, fakir iken zengin edildiği, bu nedenle de yetimleri üzmemesi, el açıp isteyenleri azarlamaması gerektiği ifade edilmiştir.

Ayrıca insanların üstüne bir zorba olmadığı, yaptığı iyiliği başa kakmaması, Allah'ın tehdidinden korkanlara sadece Kuran'la öğüt vermesi istenmiştir. Çünkü Muhammed Peygamberin kendi başına insanlara zarar verme ya da fayda sağlama gücü yoktur.

Böyle olduğu halde inkârcılar Muhammed hakkında yakışıksız sözler söylemişler ve ona suikast yapmaya yeltenmişlerdir. Bu durumda Allah tarafından Muhammed’in inkârcılarla ve inanmış gibi görünenlerle cihat etmesi ve onlara karşı sert davranması istenmiştir.

Aynı şekilde Muhammed’e, Yüce Allah tarafından ilim ve iyi ahlaklılık verilmiş, şanı yüceltilmiştir. Her güçlükle beraber bir kolaylık olduğu hatırlatılarak boş kaldığında hemen yeni bir işe koyulması istenmiştir. Güzel giysilerle, tertemiz duygularla Allah'ın yüceliğini duyurma görevi verilmiştir.

Allah, geçmiş ve gelecekle ilgili gizli bilgileri Muhammed dışında kimseye bildirmemiştir. Onun da önünden ve arkasından gözetleyiciler yürütmüştür ki öğüt ve uyarılarının halka ulaştırılıp ulaştırılmadığı bilinsin.

Peygamber, Allah tarafından bizzat kendisine yönelik uyarı ve öğütleri yerine getirmekle övgüye layık bir konuma getirilmiştir. Bulunduğu konumdan dolayı sorumluluğunu bildiği için yine de Allah'tan gireceği yere doğrulukla girmesi, çıkacağı yerden doğrulukla çıkması için güç talep etmiştir.


Şair ve mecnun


İnanmayanlar Peygamber için şair, büyücü, kâhin, mecnun benzetmelerini kullanmışlardır. Muhammed'e, Allah tarafından şiir öğretilmemiştir. Ona vahyedilen sadece Kuran'ın öğüt ve uyarılarıdır. O, büyük bir ahlak sahibidir. Cinlenmiş bir deli değildir.

Peygamberlik görevini ücret karşılığı yapmamaktadır. Öyle ki Allah, Peygambere, insanlardan bir karşılık isteyip istemediğini bizzat sormuştur ve o da Allah'ın vereceğinin daha iyi olacağını söylemiştir.

Bir gün Peygamberin yanına hiç bir muhtaçlığı olmayan biri gelmiş ve Peygamber bu kişiye yakın ilgi göstermiştir. Yüce Allah bu durumu farketmiştir. Başka bir gün Yüce Peygamberin yanına içi titreyerek korkan kör bir adam gelmiştir. Peygamberin yüzünü ekşitip başka tarafa dönmesi üzerine Yüce Allah  "Nerden biliyorsun, belki o senden öğrendikleriyle temizlenecekti" diyerek Peygamberi uyarmıştır. Kör kişinin İslam’ı kabul etmeyip temizlenmemesinden Peygamberin sorumlu olmadığını, sadece tebliğ etmekle görevli olduğunu hatırlatmıştır.

Allah ve Peygamberi, bir işte hüküm verdiği zaman, artık inanmış bir erkeğin ve inanmış bir kadının, o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur.

Kimi insanlar, bir ticaret veya bir eğlence gördükleri zaman, Peygamberi ayakta yalnız bırakıp oraya akın ederler. Bu doğru bir davranış değildir.

Peygamberle beraber, ortaklaşa bir iş üzerinde bulundukları zaman, ondan izin almalıdırlar. Makul ihtiyacı olanlara Peygamberin izin vereceği bilinmelidir.

Peygamber, insanların kendi aralarında birbirlerini çağırdıkları gibi çağrılmamalıdır.

Muhammed ile insanlar arasında Allah tanıktır. İşte Allah'ın, insanları uyarması için Kuran'ı, Muhammed'e vahyetmesi bundan dolayıdır.

Önceki nesillere de peygamberler gönderilmiştir. Peygamber gönderilen ülkelerin halkına, yakarsınlar diye zorluklar gösterilmiştir. Sonra zorluğun yerine mutluluk ve güzellik getirilmiş, bu esnada çoğalmışlardır. Eğer inansaydılar ve suç işlemekten sakınsaydılar üzerlerine gökten ve yerden nice bereket kapıları açılırdı. Ama kuşluk vakti eğlenirlerken veya geceleyin uyurlarken Allah'ın tuzağına yakalanmışlardır. Tüm bu olanlar, önceki nesillerin yerine gelip yeryüzünde yaşayanlara şu mesajı vermiştir: Allah dilerse suç işleyenleri günahları yüzünden felakete çarptırır. O halde Muhammed Peygamber de bunları bilmeli ve yoldan çıkmamaları için insanları uyarmalıdır.

İnkârcılar, Peygamberi; kendileri gibi yemek yediğini, çarşılarda dolaştığını belirterek inandırıcı bulmamışlardır. Onlara göre Peygambere gökten bir melek indirilmeli, bir hazine gönderilmelidir. Peygamberin altın madeninden bir evi, bol ürünlü hurma ve üzüm bahçeleri olmalıdır. Peygamber yerden pınarlar fışkırtabilmeli, Allah'ı ve melekleri inkârcıların huzuruna getirebilmeli, inkârcıların üzerine gökten taşlar yağdırabilmeli ve göğe yükselebilmelidir.

Buna karşılık Muhammed inkârcılara boyun eğmemeli ve Kuran ile onlara karşı olanca gücüyle savaş vermelidir. İnkârcılar tarafından yalanlandığında üzülmemelidir. Zira açık belgeler, ilahîler ve aydınlatıcı kitaplar getirdikleri halde önceki peygamberler de yalanlanmışlardır.

Allah, inanmakta direnenlere Peygamber aracılığıyla şunu iletmiştir:

“Eğer onlar yeryüzünde uslu uslu yürüyen melekler olsaydı, elbette onlara gökten melek olan bir peygamber gönderirdik.”

Allah'ın elçisi Muhammed ve beraberindeki inananlar, inkârcılara karşı sert tutum içerisindedirler. Kendi aralarında ise sevecendirler. Allah'tan lütuf ve hoşnutluk dilerken secde ederler. Hatta yüzlerinde secdelerin izleri vardır. Tevrat'taki nitelikleri de böyledir. İnananların İncil'deki nitelikleri ise, filizini çıkarıp güçlendirmiş ve kalınlaşıp gövdesi üzerine dikilerek ekincileri sevindiren bitki gibidir.


Peygamber hanımları


Allah, Muhammed’den önce de peygamberler göndermiştir. Eşleri, çocukları olmuştur. Bir kısım peygamberin hayat ve hatırası Kuran'da yer almış, diğer bir kısmından söz edilmemiştir.

İnananlara Peygamber, kendi canlarından daha dost, daha yakındır. O kadar ki, Peygamberin eşleri inananların anneleridir.

Peygamber hanımları herhangi bir kadın gibi değildir. Yabancı erkeklere karşı çekici bir eda ile konuşmamalıdır. Sonra kalbinde hastalık bulunanlar ümide kapılırlar.

Peygamber hanımları evlerinde oturmalı, eski cahiliye döneminde olduğu gibi açılıp saçılmamalıdır. Namazı kılmalı, zekâtı vermeli, Allah'a ve resulüne itaat etmelidir. Açıkça hayâsızlık yapanların cezası iki katına çıkarılır. Peygamber hanımlarından Müslümanlığa inanıp itaat edenler, özü sözü doğru olanlar, sabredenler, Allah korkusuyla ürperenler, sadaka verenler, oruç tutanlar, ırz ve iffetlerini koruyanlar, Allah'ı çok ananlar ise ödüllendirilirler.

Peygamberin evine, yemeğe çağrılmadan gidilmemelidir. Öyle bir çağrı da beklenmemelidir. Çağrılıp da gidildiğinde yemek sonrası sohbete dalmadan ayrılmalıdır. Çünkü bu hareket Peygamberi üzmekte, fakat o utandığı için söyleyememektedir. Peygamberin hanımlarından bir şey istenecekse perde arkasından seslenilmelidir. Ayrıca Peygamberden sonra onun hanımlarıyla nikâhlanmak mümkün değildir.

Peygamberin hanımları, Peygamberin kızları ve inananların kadınları bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman dış giysilerini üzerlerine almalıdırlar. Onların tanınıp incitilmemesi için en elverişli olan budur.

İnsanlar, eşleri ve sahip olduğu cariyeler dışında iffetlerini korurlar. Onlarla ilişkilerinden dolayı kınanmazlar.  Kim bunun ötesini ararsa haddi aşmış olur. 

Bir gün Peygamber, eşlerinden birine gizlice bir şeyler anlatır. Fakat eşi, anlatılanları diğer eşe haber verir. Allah da bunu Peygambere bildirir. Peygamber, eşine söyler. Eşi de kimin bildirdiğini sorar. Peygamber, Allah’ın haber verdiğini belirterek eşine şunları söyler:

“Eğer Peygambere karşı birbirinize arka verirseniz bilesiniz ki onun dostu ve yardımcısı Allah’tır, Cebrail’dir ve erdemli inananlardır. Bunların ardından melekler de ona yardımcıdır. Eğer o sizi boşarsa Rabbi ona, sizden daha iyi kendini Allah'a veren, inanan, gönülden itaat eden, tövbe eden, ibadet eden, seyahat edebilen dul ve bakire eşler verebilir.”



 


DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

GENEL UYARI VE ÖĞÜTLER



Ömür akıp gitmektedir


Yüce Allah, insana ilk olarak “Oku” emrini vermiştir. Sonra kalemle yazmayı öğretmiştir. İnsanın her şeyi bilmesini istemiştir.

Yaşam mücadelesi içerisinde hastalıklar vardır. Rızık aramak üzere yeryüzünde çaba göstermek vardır. Allah yolunda çarpışmak vardır. Bu süreç içerisinde hem Kuran okunmalı, hem de diğer ibadetler yapılmalıdır.

İnsanlara, Allah tarafından verilen en büyük servetlerin başında mal ve oğullar gelmektedir. İnsanlar arasında öyle nankörler vardır ki hem daha çok servet istemekte, hem de Kuran'a inanmamaktadırlar.

Güneş katlanıp dürüldüğünde, yıldızlar ışıklarını yitirdiğinde, dağlar sallanıp yürütüldüğünde, gebe develer salıverildiğinde, vahşi hayvanlar toplanıp bir araya getirildiğinde, denizler kaynatıldığında, ruhlar bedenlerle birleştirildiğinde, hangi suç yüzünden öldürüldü diye diri diri toprağa gömülen kız çocuğuna sorulduğunda, iyi ve kötü işlerin yazılı olduğu defterler açıldığında, göğün örtüsü açılıp ortaya serildiğinde, cehennem ateşi kızıştırıldığında ve cennet yaklaştırıldığında her kişi, iyilik ya da kötülük olarak önceden ne hazırlamışsa bilmiş olacaktır. 

İnsanlar hep kendilerini düşünürler. Rablerinin kendilerine ikramda bulunduğunu söylerler. Rızkı kısılanlar ise Rableri tarafından perişan edildiklerini belirtirler. Zaten insanlar Allah tarafından güçsüz ve zayıf bebek olarak yaratılmışlardır. Büyüdükçe kuvvetlenmişlerse de ardından ihtiyarlık ve zayıflık gelmiştir. Sağırlaşınca kendilerine yapılan çağrıları duymazlar. Körler, sapıklıklarından aydınlığa çıkmazlar. Ölüler, söz dinlemezler. Bu nedenle Kuran’da kendilerine her türlü örnekler verildiği halde zalimce davrananların ve inkâr edenlerin kıyamet günündeki özürleri kendilerine bir yarar sağlamayacaktır.

Denizi koca dağlar gibi yarıp giden görkemli gemiler, içinde bulunanları hoş bir rüzgârla bir yerden başka bir yere taşırlar. İnsan, şiddetli bir kasırga sonucu gelen dalgalarla denizde bir boğulma tehlikesiyle karşılaştığında Allah'tan başkasından yardım istemez. Karaya çıkınca Allah'ı unutur. Hâlbuki Allah karaya çıkıldığında insanı yeniden denize göndererek salacağı kasırga ile boğabilir. Yerin dibine geçirebilir. Başına taş yağdırabilir.

Akıp giden zaman içinde ömür de geçmektedir. Bu yönüyle bakıldığında inanıp iyi işler yapanlar, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler dışında insan gerçekten ziyandadır. 

Allah yolunda göç eden kimse, yeryüzünde gidecek çok yer ve bolluk bulur. Kim Allah ve Peygamberi için göç etmek amacıyla evinden çıkar da kendisine ölüm yetişirse, onun ödülünü vermek Allah'a düşer. 

Allah, Kâbe'yi yıkmaya gelen fil sahiplerinin kötü planlarını boşa çıkarmış, üzerlerine sürü sürü kuşlar göndermiştir. Kuşlar, fil sahiplerine pişkin tuğladan yapılmış taşlar atarak onları, kurt yeniği ekin yaprağına çevirmiştir.

Yüce Peygamber, düğümlere üfürüp büyü yapan üfürükçü kadınların ve insanların kalplerine kötü düşünceler fısıldayan bütün vesvesecilerin şerrinden Allah'a sığındığını belirtmektedir.

Kureyş halkı yokluk dolayısıyla anlaşmazlık içerisindedir. Ticaret amaçlı olarak kışın Yemen'e, yazın Şam'a yaptıkları yolculuklarda güvenlik sorunuyla karşı karşıyadırlar. Allah, onları açlıktan kurtarıp doyurmuş ve korkudan güvenliğe kavuşturmuştur.


Yol gösterici Kitaplar


Köle azat edenler, açlık gününde yetim ya da yoksul doyuranlar, inanıp birbirlerine sabır ve merhamet tavsiye edenler kitabı sağından verilen uğurlu kişilerdir. Ahirette yüksek bir cennet bahçesinde, meyvelere ulaşabilecek mesafede ve mutlu bir yaşantı içindedirler. Kolay bir hesaba çekilecekler ve sevinçli olarak ailelerine döneceklerdir.

Kuran ayetlerini tanımayanlar ise kitabı solundan verilen uğursuz kişilerdir. Hesaplarının yazılı olduğu kitabın kendilerine verilmesini istememişlerdir. Servetlerinin hiçbir fayda sağlamadığını anlamışlardır. Allah'a inanmadıkları, yoksulu doyurmadıkları için cehennemde yetmiş arşın zincire vurulmuşlardır.

Kitabı ardından verilenler ise dünyada, ailesi içinde mal mülk sebebiyle şımardıkları ve Allah'a dönmeyeceklerini sandıkları için öldükten sonra alevli ateşe gireceklerdir. 

Kuran, azap yakaya yapışmadan yardım etmesi için Allah'ın uyarı ve öğütlerinin yerine getirilmesini söyler.

Kuran’la insanların yeryüzünde bozgun çıkarmamaları, tam tersine, barışın ve esenliğin getirilmesi istenmiştir.

Peygamber de, Allah'tan indirilen Kuran'a uyulması hususunu insanlara tebliğ etmiştir. Bu tebliğ ile birlikte Yüce Peygamberin önemle duyurduğu bir konu daha vardır. O da Allah'tan başka velilere uyulmamasıdır. Allah'tan başka veliler edinenler, ev edinen dişi örümceğe benzerler. Evlerin en dayanıksızı dişi örümceğin evidir. Zaten onların başına ne geleceği önceki nesillere verilen ceza biçimleriyle ifade edilmiştir. Öyle ki, geceleyin ya da öğlen uykusu uyumakta oldukları bir sırada memleketleri yerle bir edilmiştir.

 


İbadetlerin en büyüğü


İbadetlerin en büyüğü Allah'ı anmaktır. Allah, yüceltilerek anılmalıdır. Övgüyle yüceltilmelidir. Bununla birlikte Kuran'dan dualar okumak, namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek ve hacca gitmek zorunlu ibadetlerdendir.

Namaz kılanlara ve öteki ibadetlerini yapanlara Allah merhamet edecektir.

Gösteriş için ve koşullu olarak ibadet yapılmamalıdır. İşler iyi gidince sevinip felaketle karşılaşıldığında yüz çevrilmemelidir. Bu durumda insan hem dünya, hem de ahiret hayatında kaybetmiş olur.


Namaz


Namaz, insanları hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyan bir ibadettir. Diğer ibadetler gibi yalnız Allah için yerine getirilir. İnananlar için farzdır. Kişi, sabırla namazına devam etmelidir. Ailesini de namaza özendirmelidir.

Yetimi itip kakanların, yoksulları doyurmayanların kıldıkları namaz gösterişten öte bir şey değildir.

Namaz; gündüzün iki tarafında yani sabah, akşam ve geceye yakın saatlerde kılınır. 

Namaz öncesi abdest almak için yüzler ve eller yıkanır. Baş ve ayaklar meshedilir. Hasta veya yolculuk halinde iken ya da tuvaletten gelinmişse, kadınlara dokunmuş da su bulunamamışsa eller ve yüzler temiz bir toprakla teyemmüm edilebilir.

Ne söylediğini bilmeyecek kadar sarhoşken namaz kılınmaz.

Namazda yüz Kâbe’ye çevrilmelidir. Dualar yüksek sesle okunmamalıdır.

Cuma günü ezan okunduğunda alışveriş bırakılarak Allah’ı anmak için namaza koşulmalıdır. Namaz bitince yeniden rızık aramak için çalışılmalıdır.

Namaza durulurken Allah'a saygı ve bağlılık esastır. Bir korku ve endişe duyulduğunda, yürüyerek veya binek üzerinde bile namaz kılmak mümkündür.

Savaş için yolculuğa çıkıldığında inkârcıların saldırısı söz konusuysa namazı kısaltmakta bir sakınca yoktur. Savaş döneminde namaz kılınırken diğer grup onların arkalarında durarak onları ve silahlarını korumalıdır. Namazı bitirmiş olan grup ise silahlarını alıp diğerleri için nöbet tutmalıdırlar.

Allah, Muhammed’in, güneşin batmaya yöneldiği andan gecenin karardığı yatsı vaktine kadar namaz kılmasını istemiştir. Ayrıca uzunca Kuran okunan sabah namazını da unutmamasını öğütlemiştir. Yine bizzat kendisine yönelik olarak gecenin bir kısmında Kuran okuyup namaz kılmak üzere uyanmasını tavsiye etmiştir.


Oruç


Oruç, farz olan ibadetlerdendir. İslam öncesinde de mevcuttur. Ramazan ayında tutulur.

Sabahın beyaz ipliği, siyah ipliğinden ayırt edilince başlar ve akşam güneşin batmasıyla tamamlanır.

Hastalık ya da yolculuk nedeniyle oruç tutulamayan günler kaza edilebilir. Yaşlılık veya ağır hastalık mazeretiyle oruç tutmaya güçleri yetmeyenler bir fakir doyumu kadar fidye verebilirler.

Ramazan gecelerinde eşlere yaklaşılabilir. Ancak mescitlerde ibadete çekilmişken kadınlarla birleşilmemelidir.


Zekât


İnanan bir topluluğa ibret olsun diye Allah, dilediğine rızkı genişçe vermekte, dilediğinden de kısmaktadır.

Zekât ya da sadaka Allah'ın farzlarından biridir. Anaya, babaya, en yakınlara, yetimlere, fakirlere, düşkünlere, zekât toplamakla görevlendirilenlere, kalpleri İslam'a yakınlaştırılıp ısındırılacak olanlara, kölelere, borçlulara, Allah yolundaki çalışmasından dolayı özgürlükleri kısıtlanarak göç etme imkânından yoksun bırakılmış ihtiyaç sahiplerine, akrabadan insanlara, yolda kalmış yolculara verilir.

Zekât verilen insanları tanımayanlar, onurlu tavırlarından dolayı onları zengin sanır. Onlar yüzlerinden tanınır. Yüzsüzlük ederek istemezler.

Zekât verenler; Allah'a ve ahiret gününe inananlarla, namaz kılanlarla, tövbe edenlerle ve Allah'tan başka kimseden korkmayanlarla aynı kategoride görülmüştür.

Bazen insanlar yeryüzünde ne kadar malı varsa hepsini verseler de kendilerini cehennem ateşinden kurtaramazlar. Kendilerine kötülük dokunduğunda sızlanırlar, feryat ederler. Ama iyilik ve nimet ulaşınca ondan başkalarının yararlanmasına engel olurlar. Sadece namaz kılanlar bunun dışındadır. Yoksul ve yoksun olanlar için mallarından belli bir payı zekât olarak ayırırlar.

İnsanların malları içinde, artması için verilen faiz, Allah katında artmaz. Ama Allah'ın rızasını isteyerek verilen zekât, sevabı ve malı kat kat artırır.

Yetimi itip kakanlar, dini yalanlayanlardır. Onlar yoksulları da doyurmazlar. En ufak bir yardıma ya da zekâta engel olurlar. Sadece gösteriş için ibadet yaparlar.  Namazlarında da yanılmaktadırlar. 

Bir zamanlar Allah, İsrailoğullarına şöyle demişti: "Eğer namazı dosdoğru kılar, zekâtı verir, peygamberlerime inanır, onları desteklerseniz ve ihtiyacı olanlara Allah rızası için faizsiz borç verirseniz sizin günahlarınızı silerim ve sizi, zemininden ırmaklar akan cennetlere sokarım." Görüldüğü üzere zekât, öteki iyiliklerle birlikte, cennet ödülü verilmesini de sağlayabilmektedir.

Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, her başağında yüz tane olmak üzere yedi başak veren bir tanenin durumu gibidir.

Güzel, yapıcı bir söz, bir bağışlama; ardından eziyet gelen sadakadan daha üstündür.

Başa kakmak ve eziyet etmekle verilen sadakalar bir anlam ifade etmez. Öylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan kayaya benzer ki, bir sağanak yağmur yağdığında üstündeki toprağı silip süpürerek onu sert bir taş haline getirir. Böyleleri, kazandıklarından bir şey elde edemezler.

Allah'ın rızasını kazanmak ve ruhlarındaki inancı kökleştirmek için mallarını harcayanların durumu da tepe üzerinde bulunan bir bahçeye benzer ki, bol yağmur alınca ürününü iki kat verir. Yağmur olmasa bile düşen çise yine ürün verir.

Kişinin, kendisine verilse kabul etmeyeceği mallar, yardım olarak başkasına verilmemelidir.

Öte yandan sadakaları açıktan vermek güzeldir. Fakat gizlenerek fakirlere verilirse bu daha da iyidir ve günahlardan bir kısmını kapatır.

Yardımlar Allah için olmalıdır. Muhtaçlara yapılan her iyilik, eksiksiz olarak yardım edene dönecektir.

İnsanlar kendilerine ölüm gelmeden önce Allah'ın verdiği rızıktan ihtiyaç sahipleri için harcamalıdırlar. Zira ölüm geldiğinde "Rabbim benim ölümümü yakın bir süreye kadar erteleseydin de sadaka verip iyilerden olsaydım" demenin bir faydası olmayacaktır.

Allah'ı ve Peygamberi inkâr edenlerin, namaza üşenerek gelenlerin ve içinden gelmeyerek yardım yapanların verdikleri zekât geçerli olmaz.

 


Hac


İnsanlara mabet olarak kurulan ilk ev, Mekke'deki Kâbe’dir. Âlemlere uğur, bereket ve yol gösterici olarak kurulmuştur. Kâbe’ye girenler emniyettedirler. Allah, İbrahim Peygamberi Kâbe’nin mekânına yerleştirmiştir. Orada yerleşenlerin ve ziyaret amaçlı gelenlerin Kâbe’de rükû ve secde etmelerini sağlamıştır. Kâbe’yi temizletmiş ve insanlar için haccı ilan etmiştir. Çünkü Kâbe, kıble ve ibadet yeridir.

Yaya ya da deve sırtında ziyaret amaçlı gelenler asla Kâbe’den geri çevrilmemelidir. İnsanlar, saçından tırnağına temizlenerek Kâbe’yi ziyaret etmelidirler.

Allah, her toplum için bir kurban ibadeti koymuştur. İnsanlar, hac ziyareti sırasında kendilerine rızık olarak verilen hayvanların etlerinden yemeli, isteyen istemeyen yoksulu doyurmalıdır. Kulağı yarılan, yemin sonucu salıverilen, erkek dişi ikizler doğuran ve on defa doğurması yüzünden yük vurulamayan hayvanların adanması doğru değildir. Aslında Allah'a ne o hayvanların etleri, ne de kanları ulaşır. Allah'a ancak insanların erdemli davranışları ulaşır. Hac yolculuğu için azık hazırlanırken en hayırlı azığın erdemlilik olduğu unutulmamalıdır.

Hac, bilinen aylarda uygulanmalıdır. Hac günlerinde kadına yaklaşılmamalı, kötülük yapılmamalı ve kavga edilmemelidir.

İnananlar, Allah'ın hac âdetlerine, savaşmanın yasak olduğu haram aylara, gerdanlık takılmış kurbanlık hayvanlara, Allah'ın lütuf ve rızasını arzu ederek Kâbe’ye gelenlere saygısızlık etmemelidir.

Hac veya umre niyetiyle Kâbe'yi ziyaret edenler, Kâbe'nin etrafını Safa ve Merve tepelerini de dolaşarak dönmelidirler.

Hac ve umre Allah için tamamlanmalıdır. Hac ve umreyi yapmaktan herhangi bir şekilde engellenenler kurbanını göndermelidir. Kurban, yerine varıncaya kadar başlar tıraş edilmemelidir. Hastalığı olanlar oruç tutarak veya zekât vererek ya da kurban keserek fidye vermelidir. Hacca kadar umreden yararlanmak isteyenler, kolayına gelen bir kurban kesmelidir. Bunu yapamayanlar ise hac günlerinde üç, memleketine döndüğünde de yedi olmak üzere on gün oruç tutmalıdır. Bu söylenenler, ailesi Kâbe'nin bulunduğu Mescid-i Haram'da oturmayanlar içindir.

Allah'a ortak koşanlar Kâbe'nin bulunduğu Mescid-i Haram'a yaklaşmamalıdırlar. Eğer Allah'a ortak koşanların, hacca gelmemeleri sonucu ekonomi bozulup yoksulluğa düşme tehlikesi olursa Allah'ın kendi lütfundan zengin edeceği bilinmelidir.

Hac mevsiminde ticaret yaparak Allah'tan gelecek bir kazancı aramada herhangi bir günah yoktur.

Kâbe’nin bulunduğu alanda ve ihram giysili iken avlanma yasaktır. Fakat eğitimli avcı hayvanların, tuttukları avlar rahatça yenilebilir.

Hac yolculuğu sırasında insanların, kendilerine ve yolculara bir geçimlik olmak üzere deniz avı yapmaları ve onu yemeleri helal kılınmıştır.


Dünyevi hayat


Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. İnsanlar arasında övünme, servet ve çocuk çoğaltma yarışıdır. Tıpkı bir yağmura benzer. Bitirdiği ot, ekincilerin önce hoşuna gider, sonra kurur, sararır, çerçöp olur. Öldükten sonra gidilecek ahirette ise çetin bir azap ya da Allah'tan bir hoşnutluk vardır.

Kuran'a göre ahirete inanmak zorunludur. Çünkü ahiret, kişinin dünyada iken yaptığı suçların cezasını göreceği 'öteki dünya'dır. Aynı şekilde yaptığı iyiliklere karşılık ödüllendirileceği yerdir. Cennet ve cehennem öteki dünyadadır. Dünyada iken ölen kişi, rüzgârın taşıdığı bulutların getirdiği yağmur sularının ölü toprağı canlandırdığı gibi tekrar dirilmektedir.


Uhrevi hayat


Ahiret hayatı, kıyametin kopmasıyla başlar.

Kıyamet günü bazı yüzler ışıl ışıl parlar. Bazıları da asıktır.  İnsan kendisine, beli büken bir belanın yapılacağını sezinler. Ne zaman ki can, köprücük kemiğine gelip dayandığında, "Kim var okuyup üfleyecek" denilir.  Ölüm korkusundan ayaklar birbirine dolaşır.  Kıyamet; canın, Allah'ın huzuruna sevk edildiği gündür.

Şimşeğin çaktığı, ayın tutulduğu, güneşle ayın bir araya getirildiği kulakları sağır eden korkunç titreşimli patlama sesiyle kıyamet kopmuş olur. Boruya üflendiğinde Allah'ın dilediği kimseler dışında göklerde ve yerde kim varsa çarpılıp yere serilir, ikinci defa üflendiğinde ise ölüler dirilerek ahiret hayatı başlar.

İnsanların bir eceli vardır. Ecelleri geldiği zaman artık ne bir saat geri kalırlar, ne de ileri giderler. Yani her canlı ölümü tadacaktır. Bu gerçeği gören insanlar Peygambere en çok kıyamet gününün gerçek olup olmadığını ve ne zaman geleceğini sorarlar. Hatta Allah, kıyametin gelmesini belli bir süre ertelediğinde inkârcılar "Onun gelmesini engelleyen nedir" derler. Bu işi büyücülüğe yorarlar ve alay ederler. Allah, Peygambere bu kıyamet azabının bir kısmını hayattayken gösterir. Diğer bir kısmını da vefat ettirildiğinde ahirette göreceğini belirtir. Sözkonusu azap bir gerçektir ve kimse yakayı ondan kurtaramaz. Öyle ki insanlar yeryüzündeki bütün servete sahip olsa da azaptan kurtulmak için onu feda etmeye hazırdırlar ve azabı gördükleri zaman için için yanarlar.

Kıyamet gününde inananlar ve inanmayanlar birbirlerinden ayrılırlar. İnanıp iyi işler yapanlar, çiçekli, ırmaklı bir bahçe içinde neşelendirilirler. İnkâr edip, ayetleri ve ahiret buluşmasını yalanlayanlar da azabın içine sokulurlar. 


Kıyamet farkı


Kıyamet gününde gökyüzü beyaz bulutlarla yarılır ve erimiş maden gibi olur. Dağlar, sarsıntı sonucu atılmış, renkli yüne dönüşür. Yeryüzü dümdüz edilir. İnsanlar, yayılmış pervanelere dönerler.

Kıyamet gününün sarsıntısıyla çocuklar ak saçlı ihtiyarlara döner. Her emzikli kadın emzirdiği çocuğu unutur, her gebe kadın çocuğunu düşürür. İnsan, kendisinin kemiklerinin bir araya toplanamayacağını sanır ama insanın parmak uçlarını bile aynen eski haline getirmeye Yüce Allah'ın gücünün yettiği pek âlâ görülür.

Böyle bir günde dost dostun halini sormaz. Birbirlerine gösterilirler. Fakat herkes kendi derdine düştüğünden başkasıyla ilgilenemez. Suçlu ister ki o günün azabından kurtulmak için oğullarını, eşini, kardeşini, kendisini koruyup barındıran tüm ailesini ve yeryüzünde kim varsa hepsini fidye olarak versin de, tek kendini kurtarsın. Fakat bu mümkün olmaz. Kısaca kıyamet, her türlü azaptan kurtulma gayretinin sonuçsuz kalacağı bir gündür.

Kıyamet günü inkârcılar da kardeşinden, anasından babasından, hatta eşinden ve çocuklarından kaçar. Gözleri korkudan gömgök bir haldedir. Yüzleri hüzünden kapkara kesilmiştir. Boyunları büküktür. Sesleri kısıktır. Fısıltı halinde konuşurlar. Dünyada iken ömürleri kendilerine hiç bitmeyecek gibi uzun gelmiştir. Mahşerde toplandıklarında ise birbirlerine dünyada sadece on gün kaldıklarını söylerler.

Dünyada iken kötülük yapanlara, kıyamette karşılaşacağı güçlükler anlatılarak insanların kötü davranışlardan caydırılması amaçlanmıştır. "Ah, keşke ben ahiret hayatım için sağlığımda iyi işler yapsaydım" dememek için insanların hayattayken kötülüklerden kaçınmaları hedeflenmiştir.

O gün zalim kimse üzüntüden elini ısırıp "Keşke, Peygamberle aynı yolu tutsaydım" diye iç geçirir. 

Kötülük işleyenler sağlıklarında ve yeniden dirildiklerinde kendilerinin, inanıp iyi işler yapan kimselerle bir tutulacağını sanmamalıdırlar.

Kıyamet günü için adalet terazileri kurulur. Hiç kimseye zerre kadar zulüm edilmez. Hardal tanesi kadar bir şey olsa ortaya getirilir. Tartılan iyilikleri ağır basanlar, hoşnutluk verici bir yaşayış içindedirler. Tartıları hafif gelenlerin yeri ise cehennemdir.


Cehennem


Cehennem, inkârcılar için bir hapishanedir. Bedenin parça parça edildiği, hiçbir şey bırakmadığı, tekrar eski haline getirip azap edildiği kötü bir yerdir. Orada yakıcı ateş vardır. İnsanın derisi kavrulur.

Cehennem, büyük bir felakettir, insanlar için uyarıcıdır. Orada her kişi kendi günahıyla yani kendi suçuyla mahkûm olur. 

Cehennemdekiler, Kuran'dan yüz çeviren kimselerdir. Sağa sola kaçışan yaban eşekleri gibidirler. Aslandan ürkmüşlerdir bir kere. Yeniden kendilerine ilahî vahiy verilmesini isterler. Önceden yaptıkları kötülükler yerine iyi şeyler yapacaklarını söyleseler de artık vakit geçmiştir. ‘Keşke biz de Müslüman olsaydık' demelerinin de bir anlamı yoktur. Üstelik şefaatçilerin yani aracıların yardım ve desteği onlara fayda vermez. 

Namaz kılmayıp dua etmeyenler, yoksulu doyurmayanlar, boş lakırdılara dalıp gidenler, kıyamet gününü yalanlayanlar cehenneme giderler.

Cehennemdekiler, dünya hayatında iken servet ve refahla şımarmışlardır. Günah işleme hususunda ısrar etmişlerdir.

Kötü işler yaparak cehenneme girenlerin yüzlerini bir aşağılanma duygusu kaplar. Sanki yüzleri, karanlık geceden parçalara bürünmüştür. Başları öne düşüktür. Onlara bir 'Merhaba' bile yoktur.

Cehennem azabı inatçı ve yapışkandır. Cehennemde insanlar ne ölüp kurtulacak, ne de rahat bir hayat yaşayacaktır. Yani ölmelerine izin verilmeyeceği gibi cezaları da hafifletilmeyecektir.

Cehennemdekiler iliklere işleyen bir ateş ve kaynar su içinde, kapkara dumandan bir gölge içindedirler. 

Başlıca yemekleri; beslemeyen ve de açlığı gidermeyen kuru dikenden ibarettir. Bir de zakkum ağacından yiyebilirler. Zakkum, günahkârların yemeğidir. Erimiş maden gibi midede kaynar. Üstüne, susamış develerin suya saldırışı gibi kaynar sudan içerler.

Cehennem azabını görenler; cehennem bekçisine, "Böyle yaşamaktansa ölmek daha iyidir" diyerek işlerinin bir an evvel bitirilmesi için Allah'a iletmesini isterler. Cehennem bekçisinin cevabı ise onların oradan hiçbir surette kurtulamayacakları yönündedir.


Cennet


Cennet, gökle yer arası kadar geniş bir alandır. Sürekli Allah'a yönelen ve O'nun ayetlerindeki uyarılara uyan herkesedir.

Cennet, görmediği halde Allah'a saygı gösteren ve O'na yönelen bir kalple gelen kimselere yaklaştırılmıştır.

Namaz kılanlar, yoksul ve yoksun olanlar için servetinden belli bir payı zekât olarak ayıranlar, kıyamet gününü doğrulayanlar, ırzlarını koruyanlar, verilen emanetlere ve söze sadık kalanlar, tanıklıklarını tam yapanlar cennette ağırlanırlar.

Cennete selamla, esenlikle girilir.

Allah, inananların canlarını ve mallarını, karşılığında kendilerine cennet vermek üzere satın almıştır. O inananlar ki; tövbe edenler, ibadet edenler, Allah'ı övgüyle ananlar, seyahat ederken oruç tutanlar, rükû edenler, secde edenler, iyiliğe özendirip kötülükten alıkoyanlar, Allah'ın koyduğu sınırları koruyanlardır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler, öldürülürler. Bu, Allah'ın, Tevrat'ta, İncil'de ve Kuran'da üstlendiği gerçek bir sözdür.

Cennettekiler ilk ölümden başka ölüm tatmazlar. Sürekli yaşarlar. Yüzleri hep mutludur. Yüzlerinde nimetin sevinç ve parıltısı sezilir.

Allah'ın emirlerine karşı gelmekten korunanlara söz verilen cennetin temsili anlatımı şöyledir: Altından ırmaklar akar. Yemişi de süreklidir, gölgesi de.  Cennette bozulmayan su ırmakları, tadı değişmeyen süt ırmakları, içenlere lezzet veren şarap ırmakları ve süzme bal ırmakları vardır.

İnsanlar cennette güven içindedirler. Sevinç ve mutluluk içinde eğlenirler. Onlara hiçbir yorgunluk ve bıkkınlık dokunmaz. Orada boş söz değil, hoş söz duyarlar. Selamı, barışı işitirler.

Cennettekiler; bahçelerde, gölgeler altında, süslü, nakışlı tahtlar üzerinde, karşılıklı yan gelip yaslanırlar. Akıp duran bir pınarın başında, yüksek sedirler içinde, sıra sıra dizilmiş yastıklarda, serilmiş halılarda mutludurlar.

İnce ipekten ve parlak atlastan giyerler. Altın bilezikler ve inciler takınırlar.

Cennettekiler; yüklü dalları bükülmüş kiraz ağaçları, meyveleri salkım salkım dizili muz ağaçları, uzayan gölgeler, çağlayarak akan sular ve daha birçok meyveler arasındadırlar. Meyveler elle alınacak kadar yakındır. Kendilerine gönüllerince seçtikleri meyveler, canlarının çektiği kuş etleri sunulur. Sabah akşam kendilerine ait rızıkları hazırdır. 

Sürahiler, ibrikler ve içkilerle doldurulmuş kadehlerle gencecik uşaklar çevrelerinde dolaşıp hizmet eder. Kendilerine mühürlenmiş halis bir içki sunulur. Karşılıklı kadeh tokuştururlar. İçki, ne başlarını döndürür, ne de akıllarını karıştırır.

Cennette gözlerini yalnız eşlerine çevirmiş huyu güzel, yüzü güzel dilberler vardır ki, inci misali iri ve siyah gözlüdürler. Göğüsleri yeni tomurcuklanmıştır. Eşlerine sevgiyle tutkun ve yaşıt, hepsi bakire cilveli dilberler halinde kabartılmış atlastan yataklar içindedirler.

Kısaca cennet bahçeleri nimetlerle doludur. Orada insanların diledikleri her şey mevcuttur.


Şeytandan uzak durulmalıdır


İnsanın yanında kendisini gözetleyen, dediklerini yazan melekler hazır bulunur. Bu melekler, insanın sağında ve solunda oturur, onun her davranışını ve her sözünü yazarlar.

Allah, meleklere çamurdan bir insan yaratacağını söyler. Tamamlayıp içine ruhundan üflediğinde meleklerin ona secde etmesini ister. Meleklerin hepsi secde ederken İblis büyüklük taslayarak inkârcılardan olur. Buna gerekçe olarak kendisinin ateşten, insanın çamurdan yaratıldığını söyler. Bu sözü üzerine cennetten kovulur. İblis, kıyamet gününe kadar süre ister. İstediği süre kendisine verilir. Fakat yine de insanları azdırarak kötülük yapmaya sürükler. Allah, inanan insanların kandırılamayacağını ve cehennemin İblis gibilerle doldurulacağını belirtir.

Şeytanlar, gerçeği ters yüz eden dönek insanlara ve günaha düşkün olan yalancılara inerler. O dönek ve yalancı insanlar, şeytanlara kulak verirler. Şairlere gelince, onlara da çapkınlar ve yoldan çıkanlar uyar. Her vadide şaşkın şaşkın dolaşırlar. Hem de yapamayacakları şeyleri söylerler. 

Kimi insanların, bazı cinlere sığınmasıyla cinlerin şımarıklıkları artmıştır. Allah’ın hiç kimseyi diriltmeyeceğini sanmışlardır. Cinler eskiden, gökyüzünün, dinlemek için oturulan yerlerinde oturur, geçmişin ve geleceğin haberlerini dinlemeye çalışırlardı. Ama şimdi gökyüzü ışınlarla doludur. Kim dinlemeye kalksa kendini alevde bulur.

Cinlerden kimileri de hiç kimseyi Allah’a ortak koşmayacaklarını, hayranlık verici bir Kuran dinlediklerini, Kuran’ın insanları doğru yola ilettiğini, Allah’ın eş ve çocuk edinmediğini belirtmişlerdir.

Kendi aralarında iyilerin de, başka türlü olanların da varlığını kabul ederek çeşit çeşit yollara ayrıldıklarını itiraf etmişlerdir.

Allah'a teslimiyet göstererek Müslüman olan insanlar ve cinler, bol su ile ödüllendirilmişlerdir. Haksızlığa sapanlar ise cehenneme odunu yapılmışlardır.



Kuran'da ceza sorumluluğu şahsîdir. Başka bir ifadeyle herkesin kazanacağı yalnız kendisine aittir. Her kişi kendi günahıyla yani kendi suçuyla mahkûm olur. Hiç kimse başkasının suçunu ya da günahını yüklenmez. Suçun ya da günahın bir kısmını akrabası üstlense bile bu geçerli sayılmaz. Körle görenin, karanlıkla aydınlığın, gölge ile sıcaklığın, dirilerle ölülerin bir olmadığı gibi...

Yalnız şu bir gerçektir ki kişi, işlemediği bir şeyle cezalandırılmaz.

Şu da bilinmelidir ki bir peygamber gönderilmemişse yani neyin suç olduğu insanlara duyurulmamışsa ceza da verilmez.

Allah huzuruna iyilikle gelenlere, getirdiğinin on katı mükâfat verilir. Kötülükle gelene ise yaptığından fazla ceza verilmez.

Eğer ceza ile karşılık verilecekse, ancak yapılan kötülüğün türü ve miktarı kadarıyla karşılık verilmelidir. Orantısız güç kullanımı yoktur.

İyilikle kötülük bir olmaz. Kötülük, birtakım tedbirlerle önlenmelidir. O zaman birbiriyle düşman olan kişiler sanki candan bir dost olurlar. 

Kim iyi bir iş yaparsa, bu kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa aleyhinedir. Örneğin hırsızlık yapan erkek ve kadının, işlemiş oldukları fiillere karşılık, caydırıcı bir ceza olarak elleri kesilir.

Yeryüzündeki canlıların en kötüsü akıllarını işletmeyenlerdir. Gerçeklere sağır ve dilsiz kalanlardır. Allah onlarda bir iyilik olduğunu görseydi, onlara işittirirdi. İşitmedikleri halde işittik diyenler gibi olunmamalıdır.

Allah'ın, kabulünü üstlendiği tövbe, bilgisizlikle kötülük işleyip de çok geçmeden tövbe edenler içindir. Allah, böylelerinin tövbesini kabul eder. Yoksa kötülükleri yapıp da ölüm gelip çattığında yapılan tövbelerin bir anlamı yoktur.

Günah işlerken insanlardan gizlenip de Allah'tan gizlenmeyenler yanlış yoldadırlar. Geceleyin Allah’ın istemediği sözü söyleyip plan kurarlarken Allah onların yanındadır. Allah onların ne yaptıklarını çok iyi bilir.

Allah'a ortak koşanlar, putlara tapanlar ve ahirete inanmayanlar ilimi gözardı ederek sadece zanna yani tahmine uymaktadırlar. Oysa zan, gerçek bakımından hiçbir şey ifade etmez. Yani zan ile gerçeğe ulaşılmaz. Zan ile hareket ederek insanlar hakkında hüküm verilmemelidir.

İnananlar, adaletli olmalıdırlar. Hakkı ayakta tutmalıdırlar. Kendisi, anası, babası, yakınları aleyhine de olsa, zengin veya fakir de olsalar, adaleti dimdik ayakta tutarak Allah için tanıklık yapmalıdırlar. Keyfe uyarak adaletten sapmamalıdırlar. Dil eğilip bükülmemelidir. Bir topluluğa duyulan kin, insanları adaletten saptırmamalıdır.

Allah emanetlerin, ehil olanlara verilmesini ve insanlar arasında hükmedenlerin adaletle hükmetmesini emreder. İnsanlar kendilerine emanet edilen şeylere dikkat etmelidirler. Verdikleri sözleri yerine getirmelidirler. 


Aile içi ilişkiler


Allah, anaya babaya iyilik edilmesini, güzel söz söylenmesini emreder.

Analar sıkıntılara katlanarak karnında taşır. Zahmetle doğurur. Bebeğin, ana karnında taşınması ve sütten kesilmesi otuz aydır.

Kız çocuğu doğdu diye haber verilenlerin yüzleri nedense kapkara kesilir. Doğumu, diğer insanlardan gizlenir. Ya aşağılık duygusu içinde yanında tutarlar ya da toprağa gömerler. Kendilerine hoşlandıkları erkek çocuklarını alırlar. Arlandıkları kızları Allah'a lâyık görürler.

Evlat edinilenler, öz babalarıyla bağlarını kesmeyecek biçimde çağrılmalıdır. Babaları bilinmiyorsa ailenin bireyiymiş gibi görülmelidir. Evlatlıklara karşı yanılarak yapılan hatalarda evlat edene bir sorumluluk yoktur.

İnananlar, evlatlıkları eşleriyle ilişiklerini kestiklerinde onlarla evlenebilirler. Muhammed’in, evlatlığı Zeyd'in eşiyle evlenmesi böyle olmuştur. Allah'ın kendisine takdir ettiği bir şeyi yerine getirmekte, Peygambere herhangi bir güçlük yoktur. Önceki nesiller arasında da Allah'ın yolu yöntemi böyle olmuştur.

Yeni nikâhlanan inanmış kadınlara henüz dokunulmamışsa boşanabilir.

Allah, Muhammed’e; kendisini mehirsiz olarak Peygambere hibe eden inanmış kadını, ücretlerini yani mehirlerini verdiği eşlerini, ganimet olarak gelen cariyeleri, amca, hala, dayı ve teyzelerinin birlikte göç eden kızlarını helal kılmıştır.

Peygamber, dilediği hanımı yanına alır, dilediğini geriye bırakır. Boşadıklarından birini tekrar yanına almasında sakınca yoktur. Böyle yapılması o kadınların mutlu olmalarına, üzülmemelerine ve hepsinin, Peygamberin verdiklerine razı olmalarına daha uygundur.

Bunların dışında Peygamberin, güzellikleri hoşuna gitse bile, elinin altında bulunan cariyeler hariç, başka kadınlarla evlenmesi helal görülmemiştir.

Peygamberin hanımlarına; babaları, oğulları, kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kızkardeşlerinin oğulları, hizmetindeki kadınlar ve ellerinin altındaki köleler hakkında bir günah yoktur. Bunlar Peygamberin evlerine gelebilir ve hanımlarıyla karşılaşabilirler.


Evlenme ve boşanma ilişkileri


Erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları gibi, kadınların da erkekler üzerinde eşit hakları vardır. Erkeklerin, kadınlar üzerindeki hakları, bir derece fazladır. 

Erkekler; kadınları gözetip kollayıcıdırlar. Allah, insanların bazılarını bazılarından üstün kılmıştır ve erkekler mallarından bol bol harcamışlardır. İyi ve temiz kadınlar saygılıdırlar. Allah'ın kendilerini koruduğu gibi, gizliliği gereken şeyi korurlar. Sadakatsizlik ve iffetsizliklerinden korkulan kadınlara önce öğüt verilmeli, sonra yataklarında yalnız bırakılmalı ve nihayet evden çıkarılmalıdır.

Eğer karı kocanın aralarının açılmasından endişe duyulursa, erkeğin ve kadının ailesinden birer hakem gönderilmelidir. Bunlar barıştırmak isterlerse, Allah onların arasını bulur. 

Kişi; anası, kızkardeşleri, teyzeleri, halaları, kardeş kızları, sütanneler, eşinin anası, eşinin üvey kızı, oğlunun eşiyle evlenemez. Ayrıca iki kız kardeşle bir arada evlenilmez. Yine babanın evlendiği kadınla evlilik yapılmaz.

İnanmış hür kadınlarla evlenmeye gücü yetmeyenler, inanmış genç köle kızlardan biriyle evlenebilir. Herkes aynı kökten gelmektedir. Aynı toplumun bireyleridir. İnsanlık bakımından bir fark yoktur. Yalnız evlendikten sonra fuhuş yaparlarsa onlara, hür kadınlara verilen cezanın yarısı uygulanır.

İnananlar, Allah'a ortak koşan putperest kadınlarla evlenemezler. Allah’a ortak koşan putperest erkekler de inanan kadınlarla evlenemezler.

Hoşa giden hür kadın ortak koşan biriyse, inanan bir cariye ile evlenmek daha doğrudur.

Ölen erkeklerin geride bıraktığı eşleri, evlenmeksizin dört ay on gün beklerler. Sürelerini doldurunca artık kendileri için uygun olanı yapabilirler.

İnanan, namuslu, hür kadınlar ile kendilerine kitap verilenlerden namuslu hür kadınlar -zina etmezse, gizli dost tutmazsa, namuslu bir biçimde evlenmek üzere mehirleri verilirse- helaldir. Kim İslamî hükümlere inanmayı kabul etmezse, onun yaptıkları güzel şeyler boşa çıkmıştır ve o, ahirette kaybedenlerdendir. 

İnanmış kadınlar göç ederek geldiği zaman inkârcılara geri gönderilmemelidir. Mehirleri yani ücretleri kendilerine verildiğinde onlarla evlenmekte günah yoktur. İnkârcı kadınlar nikâh altında tutulmamalıdır.

İnanan kadınlar Peygambere sığındıklarında, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, bir iftira uydurup getirmemek ve doğru işlerde Peygambere karşı gelmemek hususunda söz verirlerse onların sözleri kabul edilmelidir.

Kadınların aybaşı hali bir rahatsızlıktır. Temizleninceye kadar uzak durulmalıdır. Kadınlara güzel davranılmalıdır.

Kadınlarına yaklaşmamaya yemin edenler dört ay beklerler. Bu sürenin sonunda kadınlarını boşamaya karar verirlerse ayrılırlar. 

Boşanmak istenen kadın âdetten kesilmiş ya da hiç âdet görmemiş ise bekleme süresi üç aydır. Hamile olanların bekleme süresi ise, doğum yapmaları ile son bulur. Boşanan kadın evin bir bölümünde oturtulmalı, evden çıkmaya zorlanmamalıdır. Şayet hamile iseler, doğum yapıncaya kadar geçimleri sağlanmalıdır. Çocuğu emzirmeleri halinde ücreti verilmelidir. Bu konuda anlaşma sağlanamazsa baba hesabından başka bir kadına emzirilmelidir. Varlıklı kimse, varlığı oranında nafaka yardımında bulunurken dar gelirliler Allah'ın kendisine verdiğinden nafaka vermelidirler.

Boşanmış kadınlar başkasıyla evlenmeden önce kendi kendilerine üç ay beklemelidir. Hamile olup olmadığına bakmalıdır. Hamile olmaları halinde kocaları barışmak isterlerse onları geri almaya daha fazla hak sahibidirler.

Emzirmeyi tamamlatmak isteyen baba için, anneler çocuklarını iki tam yıl emzirirler. Onların örfe uygun olarak beslenmesi ve giyimi baba tarafına aittir. Bir insan ancak gücü yettiğinden sorumlu tutulur. Hiçbir ana ve baba, çocuğu yüzünden zarara uğratılmamalıdır. Mirasçının da aynı şeyi yapması gerekir. Eğer ana ve baba birbiriyle görüşerek ve karşılıklı anlaşarak çocuğu memeden kesmek isterlerse, kendilerine günah yoktur. Ücreti ödenmek kaydıyla çocuklar sütanneye emzirtilebilir.

Boşanmış kadınlar için kocaları tarafından uygun bir geçim yardımı yapılmalıdır.

Zina eden biri, zina eden ya da Allah'a ortak koşan biriyle evlenebilir.

Zina eden erkeğe ve kadına yüz değnek vurulmalıdır. Bu cezanın uygulamasında acıma duygusu olmamalı ve inananlardan bir grup da onlara uygulanan cezaya tanık olmalıdır.

Namuslu kadınları zina ile suçlayıp da sonra bu iftiralarını ispat için dört tanık getirmeyenlere seksen değnek vurulmalıdır.

Çünkü hakkında bilgi sahibi olunmayan şey, dilden dile dolaştığı için insan onurunu zedelemektedir. Önemsiz sanılarak yapılan iftira, aslında Allah katında çok büyük bir suçtur. Özellikle bir şeyden habersiz namuslu inanmış kadınlara zina iftira edenler dünyada da ahirette de lanetlenmişlerdir. Onlar için büyük bir azap vardır. 

Fuhuş yapan kadınlara karşı dört tanık getirilmelidir. Dört kişi tanıklık ederse kadınlar ölünceye kadar ev hapsinde tutulmalıdır.

İki erkeğin eşcinsellik yapması durumunda eziyet edilerek ceza verilmelidir. Durumlarını düzeltmeleri ve tövbe etmeleri durumunda eziyetten vaz geçilmelidir.

İnanan erkekler, kadınlara gözünü dikip bakmamalıdırlar. Aynı şekilde inanan kadınlar da, gözlerini sakınmalıdırlar. Edep yerlerini korumalıdırlar. El, yüz ve ayak gibi görünmesi zorunlu olanların dışında ziynetlerini göstermemelidirler. Örtülerini, göğüs yırtmaçlarının üzerine vurmalıdırlar.

Kadınlardan "Sen, bana anamın sırtı gibisin" diyerek ayrılmak isteyip de sonra söylediklerinden dönenlerin eşleriyle temas etmeden önce bir köleyi serbest bırakmaları gerekir. Ancak serbest bırakılacak bir köle bulamazsa, cinsel temastan önce üst üste iki ay boyunca oruç tutmalıdır. Buna güç yetiremeyen ise altmış fakiri doyurmalıdır.

Evdeki köle ve hizmetçiler ile henüz erginliğe ermemiş çocuklar; sabah, öğle ve yatsı namazı sonrasında büyüklerin odasına izin alarak girmelidirler. Çünkü bu saatlerde insanların üstü açılabilir.

Evlenme arzuları kalmamış, hayızdan ve evlattan kesilmiş kadınların, ziynetlerini göstermek için ortalıkta dolaşmamaları şartıyla dış giysilerini çıkarmalarında kendileri için bir günah yoktur. Ama sakınmak için titiz davranmaları, onlar için daha iyidir.


Yetim hakkı hassasiyet ister


İnsanlar, yetimin malını kendi malına katmamalıdır. Evlenme yaşına geldiklerinde yetimlerde olgunluk görülürse malları kendilerine teslim edilmelidir.

Yetim kızlar konusunda adaleti yerine getiremeyeceğinden kuşku duyanlar, onlarla evlenme yerine, helal olan başka kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikâhlayabilirler. Eğer onlarla da adalet sağlanamayacaksa tek eş alınmalıdır. Ya da cariyelerle yetinilmelidir.

Allah'ın, geçim kaynağı olarak verdiği mallar düşük akıllılara verilmemelidir. Fakat o mallarla onlar beslenmeli ve giydirilmelidir. Onlara güzel sözler söylenmelidir.

Nimet bekleyenlere, eli dar olup yardım yapamayanlar en azından yumuşak söz söyleyerek gönüllerini hoş tutmalıdırlar.


İnkârcılar hüsrandadırlar


İnsan zayıf olarak yaratılmıştır.  Allah, insanın ağır olan yüklerini hafifletmek ister. Kimi doğru yola iletmek isterse onun kalbini İslam'a açar. Kimi de saptırmak isterse göğe çıkıyormuş gibi kalbini iyice daraltır.

Mekke inkârcıları da söz dinlemeyen kişilerdir. Herhangi bir konuda düşünce ürettikleri yoktur. Hayvan gibidirler. Hatta hayvandan da şaşkındırlar.

İnanmış gibi görünenler ise karanlık gecede bir ateş yakan kimse gibidir. O ateş yanıp da etrafını aydınlattığı anda Allah, hemen onların aydınlığını giderir ve onları karanlıklar içinde bırakır. Artık hiçbir şeyi görmezler.  Onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Onlar gerçeğe dönmezler.  Gökten boşanan, içinde karanlıklar, gök gürlemesi ve şimşekler bulunan bir yağmura tutulmuş gibidirler. Yıldırım seslerinden ölüm korkusuyla parmaklarını kulaklarına tıkarlar. Oysa Allah, inkârcıları tamamen kuşatmıştır. Neredeyse gözlerini kapıverecek olan şimşek önlerini aydınlattı mı onun ışığında yürürler. Üzerlerine karanlık çökünce çakılıp kalırlar. Eğer Allah dileseydi, işitme güçlerini de, gözlerini de elbette alıp götürürdü. Özetle inkâr edenlerin durumu kör ve sağır kimseler gibidir.

'Müslüman oldum' diyerek yeni İslam dinine inananların durumu ise gören ve işiten kimseler gibidir. İnsanlar bu durumdan ibret almalıdırlar.

Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır. O halde Allah'a inananlar sağlam kulpa yapışmıştır. Karanlıklardan aydınlığa çıkarlar. İnkâr edenler ise haddi aşan azgınlardır. Aydınlıktan alınıp cehennem karanlığına götürülürler.

Hep birlikte Allah'ın ipine yani İslam'a sımsıkı yapışılmalıdır. Ayrılığa düşülmemelidir.

Dinlerini parça parça edip fırkalara, hiziplere bölünenler yanlış yoldadırlar. İşleri Allah'a kalmıştır.

Babalar ve kardeşler, eğer inançlı olmaya karşı inkârı tercih ederlerse dost edinilmemelidirler.

Eğer babalar, oğullar, kardeşler, eşler, akrabalar, kazanılan mallar, kötü gitmesinden korkulan ticaret, hoşlanılan evler; insanlara Allah'tan, Peygamberinden ve O'nun yolunda cihat etmekten daha sevgili ise artık bilinmelidir ki Allah, bu şekilde yoldan çıkmış topluluğu doğru yola iletmez.

İnkâr edenlerin servetleri de, oğulları da kendilerine hiçbir fayda sağlamayacaktır. Onların bu dünya hayatında harcadıkları malların durumu, kendilerine zulmeden bir topluluğun ekinine vurup onu mahveden dondurucu bir rüzgârın tahribatına benzer.

Çöl Arapları, inkârcılıkta ve ikiyüzlülükte daha beterdirler. Allah'ın, Peygamberine indirdiği hükümlerin sınırlarını tanımamaya daha yatkındırlar. Kimi Allah’a ve ahiret gününe inanırken kimi de Allah yolunda harcadığını angarya sayar ve inananların başına belalar gelmesini bekler.

İnanç sahipleri, inkârcıları sırdaş edinmemelidir. İnkârcıların kin ve düşmanlıkları, ağızlarından dökülen sözlerinden belli olmaktadır. Kalplerinde sakladıkları düşmanlıkları ise daha büyüktür.

İnkârcılar Peygamberden, düşmanlıklarını gizlemeleri için gönüllerinden geçeni gizlerler. Oysa Allah onların kalplerinden geçenleri dahi bilir.

İnananlar, Allah'a yaraşır Müslümanlar olmalı ve öyle ölmelidirler. İnkârcı olarak ölenler ise kendilerini kurtarmak için dünya dolusu altın verseler de kabul edilmeyeceğini bilmelidirler.

İnsan kendisine bir zarar dokunduğu zaman yatarken, ayaktayken veya otururken Allah'a yalvarır. Zarar kendisinden kaldırıldığında ise hiç yalvarmamış gibi çekip gider. Nimete kavuştuğunda kötülüklerin kendisinden uzaklaştığını sanır ve şımarır. Nimet elinden alındığında ise ümitsizliğe kapılır ve nankörleşir. Bu şekilde haddi aşanlara yapmakta oldukları şeyler güzel gösterilmiştir.


Mescitler kutsal yerlerdir


Allah, inananları korumuştur. Aksi takdirde Allah'ın isminin çokça anıldığı mescitler, kiliseler, sinagoglar ve manastırlar yıkılırdı.

Mescitlere giderken güzel elbiseler giyilmelidir.

Allah'ın mescitlerini, içlerinde O'nun adı anılıyor diye engelleyen ve onların yıkımı için uğraşan kişiden daha zalim kim olabilir. Böylelerinin, o mescitlere girmeleri ancak korka korka olacaktır. Böyleleri için dünyada bir rezillik vardır. Ahirette ise bunlara çok büyük bir azap öngörülmüştür. 

İyilikten başka niyetlerinin olmadığını belirterek inananlara zarar vermek, inkârcılığı pekiştirmek, inananların arasını açmak ve önceden Allah ve Peygamberiyle savaşmış olan adama yataklık yapmak için bir mescit yapanlar da vardır. Yalan söyleyen bu kişilerin yaptırdığı mescitlerde namaza durulmamalıdır.


Öldürme yerine canı yaşatma


Yanlışlıkla olması dışında inanmış bir kimsenin başka bir inanmış kişiyi öldürmeye hakkı olamaz. Yanlışlıkla inanan bir kimseyi öldürenin, inanmış bir köle azat etmesi ve ölenin ailesine teslim edilecek bir diyet vermesi gereklidir.

Her kim inanmış birini kasten öldürürse, onun cezası, içinde sürekli kalacağı cehennemdir. Allah ona öfke ve lanet etmiştir.

Kuran'a göre öldürmede kısas esastır. Hür kişiye karşılık hür, köleye karşılık köle, kadına karşılık kadın öldürülür.

Öte yandan Allah İsrailoğullarına Kuran’da, masum bir kişiyi öldürenin tüm insanları öldürmüş olduğunu, o canı yaşatanın ise bütün insanları yaşatmış olduğunu yazar.

Ayrıca insanlar intihar edip kendi canlarına kıymamalıdırlar.


Miras adaleti


Yüce Kuran, miras bölüşümünde kimlerin ne oranda pay alacağı konusunu belirlemiştir. Payların hak sahiplerine verilmesi sırasında akrabalar, yetimler ve yoksullar hazır bulundurulmalı ve payları güzel sözler söylenerek verilmelidir.

İnsanlar öldüklerinde anasına, babasına, yakınlarına mallarını bırakmayı vasiyet edebilirler. Vasiyeti değiştirmek günahtır. Ancak vasiyette bir hata olduğu konusunda endişe varsa taraflar arasında yeni düzenlemeye gidilebilir.


İçki ve kumar şeytan işi


İçki ve kumarda hem günah, hem de insanlar için yararlar vardır. Ama zararları çok daha fazladır.

İçki, kumar, tapılmak için dikilen taşlar, şans okları şeytan işi birer pisliktir. Şeytan; bu tür kötü alışkanlıklara inananlar arasına düşmanlık ve kin sokmak ister. Bunlardan kaçınmak gerekir.


Tefecilik alışveriş değildir


Tefeciler yani faiz yiyenler mezarlarından, şeytan çarpmış kimselerin cinnet nöbetinden kalktığı gibi kalkarlar. Tefeciler, tefeciliğin alışveriş gibi olduğunu düşünürler. Hâlbuki Allah, alışverişi helal, faizi haram kılmıştır.

Verilen borç bir yere yazılmalıdır. Borç alan kişi aklı ermez ya da çaresiz biri ise velisi, iki erkeği tanık göstermelidir. Eğer iki erkek yoksa tanık olarak bir erkek ve iki kadın gerekir. Bu kadınlardan biri unutursa diğeri ona hatırlatsın diyedir.


Doğru söz doğru davranış


Topraktan yaratılan insan, yeryüzünün her tarafına dağılmıştır. Renkleri ve konuştukları dilleri farklılık göstermiştir. Kendileri için huzura kavuşacakları eşler yaratılıp aralarında sevgi ve esirgeme oluşmuştur.

Allah, insanlar için dağlarda oturulacak barınaklar, mağaralar var etmiştir. Göç sırasında ya da konaklarken kolayca taşınabilecek evler yapmıştır. Bu evler, huzur ve dinlenme yerleridir. Yarattığı ağaç, ev, bulut gibi şeylerden gölgeler oluşturmuştur. Muhafazalı elbiselerle insanları sıcaktan soğuktan korumuştur. Zırhlı elbiseleri savaşta insanlara kalkan yapmıştır.

Öyle ki Allah, insana şah damarından daha yakındır.

İnananlar, kendini düzeltmeye bakmalıdırlar. Düzgün hareket edenlere kötü insanlar zarar veremezler.

Yeminler kötüye kullanılmamalıdır. Allah’a verilen söz, basit bir ücret karşılığı satılmamalıdır. İpliğini sağlamca eğirdikten sonra çözen kadın durumuna düşülmemelidir.

Konuşmaların yapıldığı dost meclislerinde yer açılması istendiğinde yer açılmalı, kalkılması istendiğinde de kalkılmalıdır.

Sahiplerinden izin almadan, bir de ev sakinlerine selam vermeden başkasının evine girilmemelidir.

Bir eve girildiğinde Allah'tan güzel, kutlu bir yaşam dileyerek selamlama yapılmalıdır.

İnananlar seslerini Peygamberin sesinin üstüne çıkarmamalıdır.

Allah'ın, büyüklük taslayıp böbürlenenleri sevmediği bilinmelidir.

Köre, topala, hastaya yapamayacakları görev yüklenmemelidir. Onlara güçlük gösterilmemelidir.


Doğru insanlar şu nitelikleri taşımalıdırlar ki toplumsal kurallara uymuş olsunlar:

Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanmalıdırlar.

Allah'ın rızasını gözeterek yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere ve kölelere sevdikleri maldan harcamalıdırlar.

Anlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirmelidirler.

Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabretmelidirler.

İbadetlerini yapmalıdırlar.

Allah'a isyandan sakınmalıdırlar.

Açıklandığı zaman hoşa gitmeyecek şeyleri sormamalıdırlar.

Başka birileriyle alay etmemelidirler. Alay ettiklerinin, kendilerinden daha iyi olabileceğini düşünmelidirler.

Birbirlerinde kusur aramamalıdırlar.

Birbirlerini kötü lakaplarla çağırmamalıdırlar.

Birbirlerinin gizli şeylerini araştırmamalıdırlar.

Birbirlerini arkadan çekiştirmemelidirler.

Mallarını gösteriş olsun diye harcamamalıdırlar.

Düşmanlık ve haksızlık yaparak haram yememelidirler.

İsraf etmemelidirler. Allah’ın israf edenleri sevmediğini bilmelidirler. 

Cimrilikten kaçınmalıdırlar.

Ölçüyü ve tartıyı tam uygulamalıdırlar.

Boş ve yararsız şeylere itibar etmemelidirler.

Bir selam ile selamlananlar, onun daha güzeliyle ya da aynısıyla karşılık vermelidirler.

Anaya, babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, arkadaşa, yolda kalmış yolcuya, köleye, cariyeye ve hizmetçiye iyi davranmalıdırlar.

Kendilerine emanet edilen şeylere dikkat etmelidirler. Verdikleri sözleri yerine getirmelidirler. 


Allah yolunda savaş


Hoşa gitmese de savaş inananlara zorunlu kılınmıştır. Ancak hac görevinin yapıldığı ramazan ayında savaşmak günahtır.

İnananlar hep birlikte İslam’a yani barışa girmelidir. Şeytanın adımları izlenmemelidir. Çünkü şeytan apaçık düşmandır. 

Allah'a göre hürmetler ve yasaklar karşılıklıdır. Bu durumda saldırana, aynı şekilde ve aynı ölçüde saldırılabilir.

İnananlara karşı savaşanlar yakalandığı yerde öldürülmelidir. İnananların Mekke'den çıkarıldığı gibi onlar da inkârcıları Mekke'den çıkarmalıdırlar.

Fitne ya da baskı, adam öldürmekten daha kötüdür. İnkârcılarla savaşılmalı ki fitne ya da baskı ortadan kalkabilsin.

Kim Allah yolunda savaşır da öldürülür veya galip gelirse, Allah tarafından ödüllendirilir.

İnananlardan özürsüz olarak evlerinde oturanlarla, mallarıyla canlarıyla Allah yolunda savaşanlar bir olmaz. Allah, mallarıyla canlarıyla savaşanları, derece bakımından evinde oturanlardan üstün kılmıştır.

Bir düşman topluluğu ile karşılaşıldığında inananlar çekişip birbirine düşmemelidir. Korkuya kapılıp gücünü kaybetmemelidir. Düşmana karşı direnç gösterilmeli ve sabırlı olunmalıdır.

Eğer inkârcılar barışa yanaşırlarsa inananlar da anlaşmaya olumlu yaklaşmalıdırlar.

Düşmanlara karşı yeterli kuvvet ve besili atlar hazır bulundurulmalıdır.

İnananlar savaşa özendirilmelidir. İnananlardan dirençli yirmi kişi olsa, iki yüz kişiyi yenebilir. İnançlı yüz kişi, kâfirlerden bin kişiye bedel olabilir.

İnananlar savaşta, inkâr edenlerle karşılaştıklarında boyunlarını vurmalıdır. Yakalananlar sindirilmeli ve bağları sıkıca bağlanarak esir alınmalıdır. Sonra fidye alınarak bırakılabilir. Allah dileseydi kendisi onlardan öç alırdı. Fakat insanları birbiriyle denemek için savaşı emreder. İnananlar, eğer Allah adına İslam’ı destekler ve Müslümanlara yardım ederlerse Allah da onlara yardım eder ve ayaklarını sağlam bastırır. 

İnananlar gerek mallarıyla, gerek canlarıyla atlı veya yaya olarak Allah için savaşa çıkmalıdırlar. Peygambere yardım etmelidirler. Peygamber, Ebubekir ile birlikte inkârcılar tarafından Mekke’den çıkarılırken bulundukları mağarada inananların göremedikleri askerlerle Allah tarafından desteklenmiştir.

İnananlarla birlikte savaşa çıkmayanların savaş için zaten bir hazırlıkları yoktur. Savaşa çıksalardı inananları birbirine düşürmek için uğraşırlardı. Kötülük ve zarardan başka katkıları olmazdı.

Peygamberin isteği aksine savaşa gitmeyip geride kalanlar sevinmişlerdir. Sıcakta savaşa gitmekten hoşlanmamışlardır. Kadınlarıyla ve çocuklarıyla oturmayı tercih etmişlerdir. Kazandıkları günahın cezasıyla az gülecekler, çok ağlayacaklardır. Artık savaşa katılmak için izin isteseler de kendilerine izin verilmeyecektir. Onlardan ölen olursa namazı kılınmayacak, mezarı başında dua edilmeyecektir.

Kör, topal, hasta ve zayıflar savaşa katılmak zorunda değillerdir.

Kendilerine binek hayvanı bulamadığı için sefere katılmadan geri dönen kimseler için de günah yoktur.

İnananların hepsinin birden savaşa çıkmaları doğru değildir. Onların her kesiminden bir grubun dinde derin bilgiler edinmek ve sefere çıkan topluluk geri döndüğünde, korunmaları ümidiyle onları uyarmak için arkada kalmaları faydalıdır.

Allah, inananların, silahsız ve güçsüz Kervan ordusu yerine, kötülüğü temsil eden Kureyş ordusunun yok edilerek inkârcıların ardının kesilmesini istemektedir. Bunun için bin melek ile yardım edeceğini müjdelemektedir.

İnananlar, toplu halde inkârcılarla karşılaştıklarında onlara arkalarını dönmemeli, korkup kaçmamalıdır.

Savaş meydanında inkârcıları öldürenler Muhammed ve inananlar değildir. O inkârcıları öldürerek tuzaklarını bozan Allah'tır.

Mekke’nin fethiyle elde edilen zafer sonrasında insanlar kitleler halinde Allah'ın dinine girerler. İşte bu durumda Allah övgüyle yüceltilerek anılmalı, O'ndan bağışlanma dilenmelidir.

Bedir savaşında inananların ordusu ile inkârcıların ordusu vadinin iki yamacında mevzilenmiştir. Allah, Peygambere rüyasında inkârcıları sayıca az göstermiştir. İnkârcılar ise Allah yolunda savaşanları kendilerinin iki katı görmekteydiler.

Düşman orduları, vadinin üst ve alt tarafından inananlara saldırdığında gözler şaşkınlıktan dönmüş, kalpler ağızlara gelmiştir.

Korkularından dolayı kaçmaya ve düşmana katılmaya yeltenmişlerdir. Bir kısmı evleri korunduğu halde korumasız kaldığını öne sürerek Peygamberden izin istemişlerdir.

İnananlar unutmamalı ki başka orduların saldırısına uğradıklarında, Allah saldırı yapanların üzerlerine bir rüzgâr ve görülmemiş ordular göndermiştir.

Kimi insanlar, savaşla burun buruna geldiklerinde, üzerlerine ölüm baygınlığı çökmüş kimse gibi gözleri korkudan dönmüş bir halde Peygambere bakarlar. Tehlike geçip de ganimetleri paylaşırken, mala düşkünlükleri belli olur ve insanları sivri dillerle incitirler.

 


Korkmadan savaşılmalı


Korkaklıklarından dolayı düşman ordularının Medine'den gitmediklerini sanan bir grup insan, o orduların ikinci kez gelmesi halinde çölde bedevi Araplar arasında bulunmayı, savaşta başlarına gelecekleri oradan sorup öğrenmeyi arzu ederlerdi.

İnananlar düşman ordularını gördükleri zaman korkmamışlardır. Öyle erkekler vardır ki, Allah'a verdikleri sözde durmuşlar, şehit oluncaya kadar çarpışacakları sözünü vermişlerdir. Nitekim çarpışmışlar ve şehit düşmüşlerdir. Kimi de şehitlik beklemektedir. Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir. 

Peygamber, Uhud'da inananları savaş üslerine yerleştirirken bozulmaya yüz tutan iki bölüğe Allah yardım etmiştir.

Aynı şekilde inananların güçsüz olduğu bir dönemde Allah Bedir'de de yardım edip zafere ulaştırmıştır. İndirilmiş üç bin melekle inananları desteklemiştir. Düşmanın aniden üzerlerine gelmesi durumunda eğitilmiş beş bin melekle takviye edeceğini belirtmiştir.

Allah, bu yardım sözünü inananlara sırf bir müjde olsun ve kalpleri rahatlasın diye yapar ki inkâr edenler perişan olup umutsuz olarak dönüp gitsinler.

Allah yolunda savaşanlar başlarına gelenlerden dolayı gevşememeli, üzülmemelidirler.

İnananlar Uhud'da bir acıya uğradıysa, Bedir'de de düşmanları yenilgiyi tatmıştır. Allah, inananları ortaya çıkarmak için zaferi bazen bir topluma, bazen diğerine nasip eder.

Allah'ın izni olmadan hiçbir kişi ölmez. Ölüm, belirli bir süreye göre yazılmıştır.

Nice peygamberler gibi Muhammed de inkârcılarla savaşmıştır. Muhammed’in ölmesi ya da öldürülmesi durumunda inananlar eski dinlerine dönmeksizin yılmadan, boyun eğmeden mücadelelerini sürdüreceklerdir.

İnananlardan bir bölümü, Peygamber arkalarından çağırdığı halde savaş alanından uzaklaşmışlardır. Faydalı bir şey olsaydı savaşta öldürülmeyeceklerini belirtmişlerdir. Oysa üzerlerine ölüm yazılmış olanlar, yataklarında bile olsa ölümden kaçamayacaklardır. Canı veren de, alan da Allah'tır.

Allah yolunda öldürülenler ölü sanılmamalıdır. Bilakis onlar diridirler. Allah'ın huzuruna çıkarılırlar. Allah'ın merhametine kavuşmuş olurlar.

Allah'ın yardım ettiklerini hiçbir güç yenemez.

Geçmişte Arapların bulunduğu bölgeye yakın yerdeki Rum orduları da yenilmişlerdir. Ancak birkaç yıl içinde Allah’a ortak koşan İranlılara karşı galip geleceklerdir. İnananlar ise Allah'ın yardım etmesinden dolayı sevineceklerdir. 

Allah, ister erkek olsun, ister kadın olsun herkesin eşit olduğunu, çalışanları ödülsüz bırakmayacağını, göç edenlerin, yurtlarından çıkarılanların, Allah yolunda işkence ve hakarete uğrayanların, vuruşanların, öldürülenlerin suçlarını örteceğini ve içlerinde ırmaklar akan bahçelere yerleştireceğini belirtmektedir.

İnananlar, sabretmeyi ve direnmeyi bilmelidirler. Başarıya ulaşmak için uyanık bulunmalı ve savaşa hazırlıklı olmalıdırlar.


Savaşta ganimet


Savaş sonrası elde edilen ganimetler esasen Allah'a ve Peygambere aittir. Helal ve hoş olarak yenilebilir.

Bir peygamberin ganimet mallarından, hakkından fazlasını alması, hıyanet etmesi olur şey değildir. Kim emanete hıyanet eder, hakkından fazlasını alırsa kıyamet günü boynuna yüklenip getirir. Sonra herkese kazandığı tastamam verilir. Hiçbir haksızlığa uğratılmazlar. 

Allah'ın, fethedilen ülkeler halkından Peygamberine verdiği ganimetler; Allah, Peygamber, yakınları, yetimler, yoksullar ve yolda kalmış yolcular içindir. Öyle ki bu mallar, zengin olanlar arasında dönüp dolaşan bir devlet gücü olmamalıdır. Peygamber ne verdiyse alınmalı, neyi yasakladıysa ondan sakınılmalıdır.

Allah'ın verdiği ganimet malları, yurtlarından ve mallarından uzaklaştırılmış olan, Allah'tan bir lütuf ve rıza dileyen, Allah'ın dinine ve Peygamberine yardım eden fakir göçmenlerindir.

Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine inancı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilen ganimetlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri ihtiyaç içinde bulunsalar bile ötekilere verilmesini isterler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir. 


Önceki dinler önceki Kitaplar


Allah katında din, İslam’dır. Daha önceden kendilerine kitap verilmiş olan Hıristiyanlar ve Yahudiler, kendilerine ilim geldikten sonra sırf aralarındaki kıskançlık yüzünden ayrılığa düşmüşlerdir. Bu durumda kendilerine kitap verilmiş olanlarla, din konusunda bilgisi olmayan ümmiler kavgayı kesip İslam'a girmelidirler.

Allah; Nuh'a, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiye ettiklerini Muhammed Peygambere de din kılmıştır. Hatta Nuh'a "Dini ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin" tavsiyesinde bulunmuştur. O peygamberler, Allah tarafından kendilerine ilim verilmesine rağmen birbirlerini çekememiştir. Onlardan sonraki Kitaba mirasçı olan nesiller, Kitap hakkında kuşkulu ve tereddütlü olunca Muhammed Peygamberin, emrolunduğu üzere insanları yeni bir din olan İslam’a çağırması istenmiştir. Muhammed Peygamberin çağrısı şu şekildedir:

“Ben Allah'ın indirdiği Kitaba inandım ve aranızda adaleti sağlamakla emrolundum. Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz de sizedir. Aramızda tartışılabilecek bir konu yoktur. Allah hepimizi bir araya toplayacak ve aramızı bulacaktır. Dönüş, O'nadır."

Böylece suçun yoğun işlendiği topluma, gerçeği içeren Kitap ve adalet terazisi indirilerek barışın tesis edilmesi hedeflenmiştir. Bu çağrıyla birlikte Allah hakkında kuşkulu ve tereddütlü davrananların delilleri Allah tarafından geçersiz kılınmıştır.

Allah, Yahudilere; yol gösteren ve içinde ışık bulunan Tevrat'ı indirmiştir. Allah dostları ve ilim adamları Tevrat’la hükmetmelidirler. Tevrat'taki cezalar; cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş karşılığındadır. Yaralama suçu da kısasla yani aynısıyla cezalandırılır.

Sonra Allah İsa'ya İncil'i göndermiştir. İncil, Tevrat'ı doğrulayıcı bir Kitaptır ve erdemliler için bir kılavuzdur. İncil'e inananlar, onda indirilen hükümler ile hükmetmelidirler. Aksi takdirde dinden çıkmış günahkâr durumuna düşerler.

Allah, Muhammed'e de daha önceki kitabı doğrulamak ve onu korumak üzere Kuran'ı göndermiştir. Kimi insanlar, İslam öncesi cahiliye dönemindeki hükümleri arasalar da Muhammed, kendisine gelmiş Kuran hükümleriyle hükmetmelidir.

İnananların gönül dostları Allah'tır ve O'nun Peygamberidir. Yahudilerden ve Hıristiyanlardan gönül dostları edinilmemelidir. Onlar ancak birbirlerinin gönül dostlarıdır. Dini alay konusu yaparlar. Çoğu günah, düşmanlık ve haram yemede birbirleriyle yarışırlar. Aslında din adamlarının ve bilim adamlarının, onları günah söz söylemekten, haram yemekten men etmeleri gerekirdi.

Eğer Hıristiyanlar ve Yahudiler Tevrat'ı, İncil'i ve bütün insanlara indirilen Kuran'ı doğru dürüst uygulasalardı, şüphesiz hem ağaçların meyvelerinden, hem de yerdeki ürünlerden yerlerdi. İçlerinde ılımlı bir grup varsa da çoğu kötü işler yapmaktadırlar.

İnananların en azılı düşmanı Yahudiler ve Allah'a ortak koşanlardır.

İnananların sevgice en yakınları da Hıristiyanlardır. Çünkü Hıristiyanların içinde rahipler ve keşişler yani din adamları ve bilim adamları vardır ve onlar büyüklük taslamazlar.  Ödülleri ise cennettir.

Kendilerine kitap verilmiş olan Hıristiyan ve Yahudilerden Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, Allah'ın ve Peygamberinin haram kıldığını haram saymayan ve İslam'ı din edinmeyen kimselerle, küçülüp boyun eğerek kendi elleriyle vergi verinceye kadar savaşılmalıdır. 

Yahudiler Uzeyr'i, Hıristiyanlar da Mesih'i, Allah'ın oğlu diye söylemişlerdir. Sözlerini, Allah'a ortak koşanların sözlerine benzetmektedirler.

Yahudiler, din adamı olarak gördükleri hahamlarını, Hıristiyanlar da rahiplerini ve Meryem oğlu İsa Mesih'i Allah'tan ayrı tanrılar olarak kabul etmişlerdir. Oysa Allah'tan başka tanrı yoktur. Yalnız tek tanrıya inanıp ibadet etmekle emredilmişlerdir. Allah, onların ortak koştukları kimselerden de çok yücedir.

Allah'ın ışığını ağızlarıyla üfleyerek ya da laf kalabalığı ile söndürmek istemektedirler. İnkâr edenler istemese de Allah ışığını tamamlayacak ve olanca aydınlığıyla yayılmasını sağlayacaktır.

Yahudi din adamlarından ve Hıristiyan rahiplerden birçoğu, insanların mallarını haksızlıkla yerler ve insanları Allah yolundan çevirirler. Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlara acı bir azap vardır.

Gün gelir o biriktirdikleri altınlar ve paralar cehennem ateşinde kızdırılarak onlarla alınları, böğürleri ve sırtları dağlanır.

İslam dinine girme hususunda muhacirler öncü rolü oynamışlardır. Cennete gitmişlerdir.

Cumartesi gününü tatil ve ibadet günü yapmak, onda ayrılığa düşen Yahudilere farz kılınmıştır. Allah, tartışmakta oldukları şey hakkında, onlar arasında kıyamet günü hüküm verecektir. 

İsrailoğulları, kimsenin kimse yerine bir şey ödeyemeyeceği, kimseden fidye kabul edemeyeceği, kimseye yardım ve destekte bulunamayacağı kıyamet gününden sakınmalıdırlar.

Yahudiler, yalnız kendilerinin Allah'ın dostları olduğunu iddia ederler. Ama yapmış oldukları günahlar yüzünden asla ölümü temenni etmezler. Ne var ki kaçıp durdukları ölüm, mutlaka onları bulacaktır.

Allah; inananlar, ortak koşanlar, yıldıza tapan Sabiiler, ateşe tapan Mecusiler, Hıristiyanlar ve Yahudiler arasında kıyamet günü ayrım yapacaktır.

Kendilerine kitap verilmiş olanlar, iyice korunmuş şehirlerde veya duvar arkasında olmaksızın inananlarla toplu halde savaşamazlar. Kendi aralarında şiddetli ayrılık vardır. Kalpleri darmadağınıktır. Çünkü onlar akıllarını işletmeyen bir topluluktur.

Kendilerine kitap verilmiş olan Hıristiyanların ve Yahudilerin yemeği, İslam dinine inananlara helal sayılmıştır. İnananların yemeği de onlara helaldir.

Hıristiyanlardan ve Yahudilerden kimileri vardır ki, yüklerle mal emanet bıraksan, noksansız iade ederler. Kimileri de bir dinar emanet bıraksan, tepesine dikilip durmazsan geri vermez.  

Muhammed’e gelen ilim, Allah’tandır. Eğer Muhammed, gelen ilimden sonra, Yahudilerin ve Hıristiyanların arzularına uyarsa Allah’tan kendisine dost ve yardımcı olmayacaktır.


Önceki nesiller masum değildi


Allah, şimdiki insanları önceki nesillerin yerine getirmiştir. Yaşayışı şımarıklığa ve gösterişe yol açmış nice toplumları yok etmiştir. Aslında Nuh, Âd ve Semud gibi kavimler önceden yaşamışlardır. Onlardan sonra da çok kavimler gelmiş geçmiştir. Ki onların sayısını Allah'tan başka kimse bilmez.

Allah, toplumun ileri gelen zenginlerinin iyilikler yapmasını istemiştir. Verdiği nimetlerle kimi insanları diğerine göre derecelerle yükseltmiştir. Amaç o insanları denemektir. Ama zenginler orada kötülük yapmışlardır.

 İşte bu şekilde önceki nesillerden kötülükte bulunanlar, bozgunculuk yapanlar ve zulmedenler Allah tarafından kırılıp geçirilmiştir. Kuruyup biçilmiş ekine, sönmüş ateşe çevrilinceye kadar bu feryatları devam etmiştir. Allah'ın şiddetini hissettiklerinde oradan dörtnala kaçmışlardır. Ancak ne kadar zalim olduklarını, ahiret sorgusunda anlamışlardır. Yok edilen önceki nesillerin yerine yeni toplumlar getirilmiştir. Hiçbir toplum ecelini ne öne alabilmiş, ne de erteleyebilmiştir. Zaten Allah, yeryüzüne iyilik ve barış seven kullarının mirasçı olacağını Tevrat'tan sonra Zebur'da da yazmıştır.

İnsanlar, önceki milletlerin yok oluşlarını duydukça, kendilerine uyarıcı bir peygamber gelmesi halinde o milletlerden çok daha doğru yolda olacaklarını söylemişlerdir. Fakat uyarıcı olarak Muhammed gelince söylediklerine uymamışlardır. Yeryüzünde büyüklük taslamışlardır. Kötü tuzaklar kurmuşlardır. Hâlbuki kişi kazdığı kuyuya kendi düşer. Eğer Allah, insanları yaptıkları işler yüzünden hemen cezalandıracak olsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı kalmazdı. Fakat Allah, onları ecelleri gelinceye kadar ertelemiştir. Zamanı geldiğinde onları yaptıkları işlere göre cezalandıracaktır. Allah'ın yol ve yönteminde asla bir değişme olmaz. Kötülük yapmaları halinde, önceki nesiller gibi yok olacaklardır. Üstelik önceki neslin insanları kuvvet bakımından onlardan daha güçlüydüler.

Kısaca önceki nesiller, bozgunculuk yaptıkları için yok edilmişlerdir. Onların içindeki kimi akıllı kişiler de bozgunculuk yapanlara yeterince mani olamamışlardır. Az sayıda gayret gösterenler zulüm görmekten kurtulmuşlardır. Yoksa halkı uslu ve masum insanlar olsalardı Allah o nesilleri yok etmezdi. Zaten herkes masum olsaydı Allah insanları tek bir topluluk yapardı. Ne var ki Allah'ın acıdıkları dışındaki insanlar birbirleriyle çekişmeye devam edeceklerdir. Allah’ın “Ben cehennemi hep cinlerden ve inkârcı insanlardan dolduracağım" sözü de bundan olsa gerektir.






BEŞİNCİ BÖLÜM

EKLER




Ek-1 Suçlar ve Cezalar Listesi


 


Suçlar


Allah'ın verdiği cana kıymak

İlimsizlik yüzünden ve geçim endişesiyle çocuğunu katletmek

Kız çocuğunu diri diri toprağa gömmek

İntihar

Yaralama

Hırsızlık

İftira

Sahtekârlık

Ölçü ve tartıda hile

Tefecilik

İçki

Kumar

Zina

Fuhuş

Eşcinsellik

Erkeğin ümit edeceği şekilde açılıp saçılmak

Kuran'ı yalanlamak

Kuran'ı parça parça edip falcılık aracı yapmak

Allah'tan başka tanrıya dua etmek

Allah'a ortak koşmak

Yalan uydurarak Allah'a iftira etmek

Yalan yere yemin edip durmak

Allah'a verilen söze sadık kalmamak

Allah'ın verdiği rızkı, Allah'a iftira ederek haramlaştırmak

Kötülüklerin açığına gizlisine yaklaşmak

Saldırgan ve kaba davranışta bulunmak 

Haram yemek

Yetim malı yemek

Yetime ikramda bulunmamak

Yoksulu doyurmak için birbirini teşvik etmemek

Haram helal demeden miras yemek

Malı aşırı biçimde sevmek

İsraf etmek

Cimrilik etmek

Eli sıkı ya da büsbütün açık olmak

Ana babaya kötü davranmak

Akrabaya, yoksula ve yolcuya hakkını vermemek

İyiliğe ve yardıma engel olmak

Kusur aramak ve kınamak

Adalet gözetmeden konuşmak

Kasılıp böbürlenerek yürümek

Söz götürüp getirmek

Servet ve oğul sahibi olmuş diye şımarmak.



Cezalar


Öldürmek

Asmak

Suda boğmak

Elleri ve ayakları çaprazlama kesmek

Hırsızın elini kesmek

Kısas yapmak

Kulakları sağır etmek

Gözleri kör etmek

Kalpleri mühürlemek

Burunlara damga vurup sürtmek

Boyunlara demir halkalardan boyunduruk geçirmek

Yüzleri ateş bürümek

Sürgün etmek

Zincire vurmak

Cehenneme atmak

Yüzükoyun ateşe atmak

Kuru diken yedirmek

Zakkum yedirmek

Kaynar su içirmek

İrinli su içirmek 

Boğazından geçmez bir yiyecek yemek zorunda bırakmak

Başlarından aşağı kaynar su dökmek

Elbiselerini ateşten biçmek

Katrandan gömlek giymek

Taşlanarak öldürmek

Demir kamçılarla dövmek

Değnekle dövmek

Savrulmuş toza çevirmek

Pişmiş çamurdan taş yağmuru indirmek

Gönderilen kasırgayla üzerlerine taşlar savurmak

Korkunç titreşimli patlama sesiyle yerin dibine geçirmek.



Ek-2 İbretlik olaylar


  
Allah’ın sopası yoktur

İnsanların işledikleri günahlar yüzünden karada ve denizde felaketler yaygınlaşmıştır. Bunun üzerine Yüce Allah, insanların yeryüzünde dolaşmalarını ve önceki nesillerin sonunun nasıl olduğunu görmelerini istemiştir.

Böylece günlük yaşamda yapılacaklar konusunda insanlar uyarılacaklar ve önceki nesillerin yaşadıklarından da dersler çıkaracaklardır. Zira önceki nesillerin insanları; hem kuvvetçe, hem de yaptıkları eserler bakımından daha zorlu olmalarına rağmen yok olmuşlardır. Çoğu kere ülkelerinin üstü altına getirilmiş, korkunç titreşimli patlama sesiyle yerle bir edilmişlerdir. Sefasını sürdükleri nice makamları, bahçeleri, pınarları başka toplumlara miras bırakmak zorunda kalmışlardır. Üzerlerine balçıktan pişirilmiş taşlar yağdırılmıştır. Önceki nesillerin başına gelen bu olaylar, insanların gözlerinin önünden geçmiş, onların düştüğü zor durumlarla karşılaşmamaları için kötülük yapmaktan çekinmişlerdir.

Yüce Kuran'da, önceki dönemlerde yaşayan toplumların nerede hata yaptıkları ve bu hataları sonucunda ne tür felaketlerle karşılaştıkları örnek olaylarla açıklanmıştır. İbretlik olayların başlıcaları şunlardır:

Yoksula yardımdan kaçarken yangına yakalananlar


Eski bir geleneğe göre tarla sahipleri ekin biçmeye giderken yoksullara da haber verirler ve ürünlerinden bir miktarını onlarla paylaşırlardı. Bir sabah tarla sahipleri oldukça erken kalkarlar ve yoksullara görünmeden ekin biçmeye giderler. Niyetleri yoksullara yardım etmemektir. Hâlbuki yardıma güçleri yeten insanlardır. Ne var ki tarladaki ekinler, onlar uykudayken Allah'tan gelen bir ateşle yanıp küle döndürülür. Tarlalarını gördüklerinde bütün servetlerinden mahrum kaldıklarını anlarlar. Yoksula yardım etmekten kaçındıkları için suçlarını kabul ederler. Cezaları ise ahiret azabıdır.

Bozguncu ve hileci Medyenliler


Medyen kavmi, önceki nesillerdendir. Ölçü ve tartıda hileli davranırlar. İnsanların eşyasını değerinden düşürüp eksiltirler. Yeryüzünde sürekli bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarırlar. Kendilerine uyarıcı olarak gönderilen Şuayb Peygambere de karşı çıktıkları için korkunç deprem onları yakalar ve yurtlarında diz üstü çöktürülerek yok edilirler.

Su içme nöbetine riayetsizlik


Semud kavmi, vadilerde kayaları oyarak yaptıkları evlerde kalırlar. Onlara; suyun, deveyle paylaştırılarak kullanılacağı haber verilir. Buna göre su içme nöbeti bir gün kendilerinin, bir gün de devenin olacaktır. Kavmin insanları bu nöbete uymadıkları gibi deveyi de keserler. Uyarılmaları için peygamber olarak gönderilen Salih'in yol göstericiliğine karşın körlüğü doğru yola tercih ederler. Bunun karşılığı ceza olarak azgın sarsıntı ile yok edilirler.

Zorba kavim


Âd kavmi, sütunlarla dolu, yüksek binaları olan İrem şehrinde yaşarlar. Yakaladıkları başka kavimlere zorbaca davranırlar. "Bizden daha kuvvetli kim var" diyerek yeryüzünde haksız yere büyüklük taslarlar. Hem Tanrılarını, hem de kendilerine peygamber olarak gönderilen Hud'u inkâr ederler. Ceza olarak yedi gece ve sekiz gün boyunca üzerlerine salınan sert ve azgın bir kasırga ile içi boş hurma kütükleri gibi yere serilerek yok edilirler.

Ebu Lehep ve eşi


Ebu Lehep, Yüce Peygamberin insanları İslam’a davet edişine eşiyle birlikte karşı çıkar. Ne var ki kazandığı malı, onu Allah'ın kahrından kurtaramaz. Alevli bir ateşe girmekle cezalandırılır. Eşi de odun taşıyarak ve boynunda hurma lifinden iple aynı cezaya çarptırılır.

İki davacı ve koyunları


Birinin 99, diğerinin bir koyunu olan iki kişi tartışırlar ve adaletle hükmedeceğine inandıkları Davud'a gelirler. 99 koyunu olan, tek koyunun da kendisine verilmesini ister. Tartışma sonucu tek koyunu da alır. Davud, bunun haksızlık olduğuna karar verir. Ortakçıların çoğunun, birbirlerinin haklarına tecavüz ettiklerini, inanıp iyi işler yapanların ise böyle olmadığını beyan eder. Ne var ki Davud, Allah'ın kendisini imtihan ettiğini düşünür ve Allah'a yönelerek af diler. Sonunda toplumuna yönetici yapılır.

Çalımlı safkan koşu atları


Süleyman atları çok sever. Bu nedenle Allah tarafından kendisine safkan koşu atları sunulur. Akşam oldukça atların getirilmesini ister, onların boyunlarını, bacaklarını sıvazlar. Aslında Süleyman, tahtının üzerine bir ceset bırakılarak imtihan edilir. Derhal bağışlanmasını isteyerek Allah'a yönelir ve Allah'tan kimsenin ulaşamayacağı bir yönetim vermesini ister. Sonuçta emrine, kötülük yapanların üzerine estireceği rüzgâr verilir. Ayrıca her biri birer bina ustası ve dalgıç olan şeytanlar da Süleyman'a bağışlanır.

Yasaklı ağaç


Allah, Âdem'e eşiyle birlikte cennette yerleşip diledikleri yerden yemelerini, içmelerini söyler. Yalnız gösterdiği ağaca yaklaşmamalarını ister. Bu arada şeytan devreye girer. Amacı, Âdem ile eşinin gizlenmiş olan edep yerlerinin kendilerine görünmesidir. Âdem’e ve eşine şöyle fısıldar: "Rabbinizin sizi bu ağaçtan men etmesinin sebebi, ikinizin birer melek veya birer ebedi varlık olmamanız içindir." Yine Âdem'e dönerek sonsuzluk ağacını ve sonu gelmez bir saltanatı göstereceğini söyleyerek aklını karıştırır. Böylece şeytan tarafından aldatılmış olan Âdem ve eşi aşağı düşer ve ağacın meyvesini tattıklarında edep yerleri kendilerine görünür. Bahçedeki yapraklarla üzerlerini örterler. Aslında insanlara, edep yerlerini örten ve onları süsleyen elbiseler hazırlanmıştır. Esas olan, kötülüklerden sakınma elbisesinin bunlardan daha iyi olduğunu bilmektir. Çünkü şeytan ve şeytan gibi düşünen yandaşları, atalarını böyle bulduklarını ve edepsizlik yapmayı Allah'ın emrettiğini söylerler. Bilinmeyen şeyleri Allah'ın üzerine atarlar. Allah da şeytanları, inanmayanların dostları yapar. İşte, Allah'ın, insanların bir kısmını doğru yola iletirken, diğer bir kısmını sapkınlığa layık görmesi şeytanları dost edinmelerindendir.

Cennetliklerle cehennemliklerin ahiret buluşması


Ahirette cennetliklerle cehennemliklerin arasını bir perde bölmektedir. Ara noktada burçlar vardır. Burçların üzerinde herkesi yüzlerinden tanıyan birkaç adam bulunmaktadır. Henüz cennete girmemişlerdir, fakat girmeyi ümit ederler. Cennetlikleri selamlarlar. Sonra cehennemdekilere dönerler. Dünyada iken büyüklük taslayan ve servet biriktiren kimselerin bu güçlerinin kendilerine bir yarar sağlamadığını görürler. Her biri birer inkârcı olan cehennemdekiler, dinlerini bir eğlence ve oyun edinmişlerdir. Dünya hayatı onları aldatmıştır. Bu günler ile karşılaşacaklarını unutmuşlardır. Ayetleri bile bile inkâr ettikleri için şimdi de kendileri unutulmakla karşı karşıya bırakılmışlardır. Öyle ki cennetliklerin suyundan ve yiyeceğinden istediklerinde Allah'ın bunları inkârcılara haram kıldığı cevabıyla karşılaşmışlardır.

Irmaktaki bebek


Allah, Musa bebeğin annesine, onu emzirmesini ve başına bir şey gelmesinden korkması halinde bir sepet içinde ırmağa bırakmasını vahyeder. Daha sonra onu peygamber yapacağını da bildirir. Nihayet Firavun ailesi onu kaybolmuş bir çocuk olarak ırmaktan alır. Musa bebek aslında Firavun ailesi için bir düşman olacaktır. Firavun'un eşi sepetin içinden erkek çocuk çıkınca kocasına göz aydınlığı diler. Onu evlat edinebileceklerini söyler. Fakat Musa'nın annesi heyecan içindedir. Ablasına bebeği takip ettirir. O da, kimse farkına varmadan uzaktan ırmaktaki kardeşini izler. Bebeğe Allah tarafından başka kadınların sütünü emmesi bilerek yasaklanmıştır. Firavun ve ailesi, çocuğun emeceği bir dadı bulma telaşı içine düşer. Durumu uzaktan izleyen ablası, onun bakımını üstlenecek ve onu eğitecek bir aileyi buluvereceğini söyler. Böylece Musa öz annesine geri döndürülürken Allah'ın vaadinin kesinlikle gerçek olduğu bilinmiş olur.

Öldüren yumruk


Musa, yiğitlik çağına ulaşıp olgunlaştığında Allah tarafından kendisine ilim ve hükmetme gücü verilir. Şehre gittiği bir gün iki kişinin dövüştüğünü görür. Biri tanıdığıdır ve Musa'dan yardım ister. Musa ötekine yumrukla vurur ve adam orada ölür. Bunun şeytanın işi olduğunu düşünerek korku içinde şehirde sabahlar. Ancak kendisinden dün yardım istemiş olan adam, feryat ederek yine Musa'dan yardım ister. Musa onun yaramaz biri olduğunu düşünse de kendisinin ve yardım isteyenin de düşmanı olan adamı yakalamak ister. Adam Musa'ya; dün birini öldürdüğünü, bugün de kendisini öldürmek istediğini, bunun zorbalık olduğunu, barışseverlikle bir ilgisinin bulunmadığını söyler. Bu arada şehrin öbür tarafından koşarak gelen bir adam Musa'ya, bir kısım insanların kendisini öldürmek için aralarında konuştuklarını ve buradan uzaklaşması gerektiğini söyler. Musa korka korka, etrafı kollayarak oradan çıkar ve Allah'ın kendisini doğru yola iletmesi dileğiyle Medyen'e hareket eder.

İki kadın


Musa, Medyen suyuna varınca suyun başında birçok insanın, hayvanlarını suladıklarını görür. Onların gerisinde, diğerlerinin hayvanlarına karışmasın diye hayvanlarını sudan uzaklaştıran iki kadın vardır. Musa, onlara hayvanları neden suya bırakmadıklarını sorar. Kadınlar, babalarının yaşlı olduğunu, gelemediğini, kendilerinin ise çobanlar sulayıp çekilmeden onların içine sokulup hayvanlarını sulayamayacaklarını bildirirler. Bunun üzerine Musa, onların yerine davarları sular ve gölgeye çekilerek Allah'a yönelir ve vereceği her nimete muhtaç olduğunu bildirir. Bir süre sonra o iki kadından biri çekingen bir tavırla Musa'nın yanına gelir ve babasının çağırdığını, hayvanları sulama ücretini vereceğini söyler. Babasıyla görüştükten sonra kadınlardan biri onun güçlü biri olduğunu belirtir ve babasından Musa'yı ücretle tutmasını ister. Yaşlı adam Musa'ya sekiz yıl hizmet etmesi şartıyla iki kızından birini nikâhlamak ister. Musa, dediklerine Allah'ın kefil olduğunu belirterek anlaşmayı kabul eder.


Gemi çocuk duvar


Musa, genç yardımcısıyla iki denizin birleştiği yere kadar yürümek için yola çıkar. Yolda birine rastlarlar. Rastladıkları kişi, Allah tarafından ilim verilmiş biridir. Musa, ona öğretilenden kendisine de öğretilmesi şartıyla o kişiye tabi olabileceğini söyler. Adam, kendisi anlatıncaya kadar yaptıkları hakkında soru sormaması kaydıyla Musa'nın talebini kabul eder. Birlikte yola koyulurlar. Bir süre sonra gemiye binerler. Adam gemiyi deler. Musa sorar: "İçindekileri boğmak için mi deldin gemiyi? Vallahi korkunç bir iş yaptın." Adam, soru sormama şartını hatırlatınca Musa unuttuğunu söyler ve geçiştirir. Yollarına devam ederler. Bir süre sonra bir çocuğa rastlarlar ve adam çocuğu öldürür. Musa, adama kötü bir iş yaptığını söyler. Adam, soru sormama şartını hatırlatınca Musa artık bir şey söylemeyeceğine söz verir. Yine yola koyulurlar. Bir şehre gelirler. Halktan yiyecek isterler. İnsanlar onlardan çekindikleri için yemek vermezler. Orada, yıkılmak üzere bir duvara rastlarlar. Genç adam duvarı onarır. Musa yine müdahale ederek "İsteseydin buna karşılık bir ücret alabilirdin" der. Bu son müdahale adamla Musa'nın arasının ayrılmasına yol açar ve adam tahammül edemediği şeylerin iç yüzünü açıklar: Gemiyi bilerek delmiştir. Çünkü gemi, balıkçılıkla geçinen bir grup yoksula aittir. Biraz ötelerindeki kral, tüm sağlam gemilere zorla el koymaktadır. Yoksul balıkçıları mağduriyetten kurtarmıştır. Öldürdüğü çocuğun ana babası inanmış kişilerdir. Çocuğun onları azgınlığa ve inkâra sürüklemesinden korkulmuştur. Allah tarafından kendilerine ondan daha temiz ve daha merhametli çocuğun verilmesi istenmiştir. Ücret almadan onardığı duvar, şehirde iki yetim çocuğa aittir. Duvarın altında çocuklara ait bir hazine vardır. Babaları iyi bir insandır. Çocuklar büyüyünce Allah'tan bir rahmet olarak hazinelerini çıkarmaları istenmiştir.


Firavun'un askerleri


Firavun ve orduları Mısır'da yaşarlar. Yaptıkları sanat eserleriyle, yükselttikleri binalarla ve yetiştirdikleri bahçelerle ünlenirler. Ne var ki ülkelerinde azgınlaşırlar ve İsrailoğullarına çok kötülük ederler. Onların oğullarını öldürüp kadınlarını sağ bırakırlar. Kendilerine uyarıcı olarak gönderilen Musa Peygambere uyanların ellerini ve ayaklarını çaprazlama keseceği ve hurma dallarına asacağı tehdidinde bulunurlar. İsrailoğulları, Musa tarafından ikna edilerek geri dönerken Firavun ve askerleri tarafından takip edilirler. Musa'ya, Allah tarafından asasıyla denize vurması vahyedilir. Bunun sonucu olarak deniz hemen yarılır ve her dalga kümesi kocaman bir dağ gibi olur. Musa ve adamlarının ardından, Firavun ve askerleri de denizde açılan yollara girerler. Musa ve beraberindekiler karaya çıkınca deniz kapanır ve Firavun, askerleriyle birlikte suda boğulur.

Musa'nın asası


Musa'nın, İsrailoğullarını serbest bırakmasını istemesi, Firavun'un sert tutumuna yol açar. Kendisinden başka ilah edinmesi durumunda Musa'yı zindana atacağı tehdidinde bulunur. Musa, İsrailoğullarını götürmek istediğini ve bu konuda bir mucizeye sahip olduğunu bildirir. Firavun, Musa'dan mucizesini göstermesini ister. Musa, asasını yere atar. Birden asa, yılan olur. Ayrıca elini cebinden çıkarır. Birden o el, seyredenlere bembeyaz görünür. Bu defa Firavun, adamlarına haber vererek ülkesindeki bütün maharetli büyücülerin toplanmasını ister. Bir bayram günü büyücüler sergiledikleri hünerlerle halkı büyülerler. Sıra Musa'ya gelince Allah tarafından asasını yere atması vahyedilir. Görülür ki asa, büyücülerin büyülerini yutup yok eder. Bunun üzerine büyücüler Musa'nın tanrısına inandıklarını belirtirler. Firavun daha da öfkelenir. Askerleriyle onların ardına düşer. Denizin üstlerine kapanmasıyla boğulup ölürler. 

Oniki pınar


Yahudiler, Yakup'un oniki oğlundan gelen oniki torun kabileye ayrılır. Kavmi, Musa'dan su isteyince Allah tarafından asasını taşa vurması vahyedilir. Asanın vurduğu yerden oniki pınar fışkırır. Her kabilenin içeceği yer belli olur. Sonra üzerlerine buluttan gölge yapılır. Kudret helvası ve bıldırcın eti gönderilir. Kudüs şehrinde oturmaları söylenir. Deniz kıyısında bulunan şehir halkı cumartesi çalışma yasağını çiğnemektedirler. Çünkü cumartesi tatili yaptıkları gün, balıklar bollaşarak akın akın onlara gelmektedir. Cumartesi tatili yapmadıklarında gelmemektedir. Aslında böylece kendileri yoldan çıkmalarından dolayı imtihan edilmektedirler.

İçlerinden bir grup, Allah'ın yıkıma uğratacağı bir kavme ne diye öğüt verildiğini sorar. Bunun iki nedeni vardır. Biri, Tanrıya mazeret beyan edebilmek içindir. İkincisi ise suç işlemekten sakınırlar diyedir. Kibirlenip de kendilerine yasak edilen şeylerden vazgeçmeyince onlara "Aşağılık maymunlar olun" denilir. Allah bu maymunlaşmış insanlar hadisesini bizzat görenlere ve sonradan gelen nesillere bir ibret dersi vesilesi kılar.

Sonraki yıllarda Yahudiler grup grup yeryüzüne dağıtılır. Bir kısmının durumu iyidir. Diğer bir kısmı ise kötü durumdadır. Kötülüklerinden belki dönerler diye iyilik ve kötülüklerle imtihan edilirler. Ardından, Tevrat'ı miras alan bir nesil onların yerine geçirilir. Ne var ki onlar da dünya malına tamah eden bozuk bir nesildir. "Nasıl olsa bağışlanacağız" düşüncesiyle karşı taraftan gelecek bir menfaate kanarlar. Nihayet Muhammed Peygambere, Yahudilere bir adamın ibretlik haberini okuması istenir. Bu habere göre kendisine ayetler verilen adam, öğüt ve uyarılara uyacağı yerde şeytanın da peşine takılarak azgınlardan olur. Onun durumu köpeğin durumuna benzetilir: Üstüne varsan da dilini sarkıtıp solur, kendi haline bıraksan da dilini sarkıtıp solur.


İsrailoğullarını yöneten Peygamber


Yüce Kuran'da İsrailoğulları olarak anılan millet Yahudilerdir. Peygamberleri Musa'dır. Allah; yıllar önce Musa ile yaşananları, ders çıkarması için Yüce Muhammed’e nakleder. Buna göre Yahudiler, Musa'nın önderliğinde Firavun ve adamlarının eziyetinden kurtulurlar. Musa'yla birlikte denizi geçerler. İleride kendilerine mahsus birtakım putlara tapan bir kavme rastlarlar. Musa'dan, onların tanrıları gibi tanrı yapmasını isterler. Musa, Allah'tan başka bir tanrı aranmaması gerektiğini belirtir. Musa'ya, Tur dağına giderek tanrıya ibadet etmesi için kırk gün süre verilir. Musa, kardeşi Harun'u yerine bırakarak Tur dağına hareket eder. Dağa ulaştığında Allah'ın kendisine görünmesini ister. Allah, bunun mümkün olmadığını, ancak bakmasını istediği dağın yerinde durması durumunda kendisini görebileceğini belirtir. Ne var ki Allah dağa görününce dağ darmadağın olur. Musa korkar bayılır. Ayılınca hemen tövbe ederek af diler. Bunun üzerine Allah, Musa'yı, gönderdiği vahiylerlerle insanların başına seçtiğini belirtir. Vahiyler, Tevrat Kitabını oluşturur. Allah Musa'dan, kavminin, ayetlerde yazılı öğütlere sarılmalarını ister. Yoldan çıkmışları ve haksız yere büyüklenenleri ayetlerinden uzaklaştıracağını belirtir.

Musa, Tur dağına Allah'la konuşmaya gidince kavmi, Samiri adında birinin saptırmasıyla bir buzağı heykelini tanrı edinir. Buzağı heykeli, ne konuşabilmekte, ne de onlara yol gösterebilmektedir. Musa dönünce kardeşi Harun'a ve kavmine kızar. Allah'ın emrini beklememekle acele ettiklerini belirtir. Kardeşiyle birlikte affedilmelerini ister. Buzağıyı tanrı diye benimseyenlerin cezalandırılacaklarını, ancak kötülük işledikten sonra tövbe edip inananlar için Allah'ın bağışlayıcı olacağını hatırlatır. Tanrısını yakacağını ve parça parça edip denize dökeceğini söyleyerek Samiri'yi kovar. Kendi tanrılarının ancak kendisinden başka tanrı olmayan Allah olduğunu, Allah'ın ilminin her şeyi kuşattığını açıklar.

Musa, kırk gece ibadetten sonra kavminden seçtiği yetmiş adamı Allah'ın huzuruna getirir. Gelenler, Musa ile Allah arasındaki o yüce konuşmayı işitmekle yetinmeyip Allah'ı açıkça görmedikçe inanmayacaklarını söylerler. Bu büyük bir suçtur ve korkunç titreşimli patlama sesiyle yok edilirler. Musa, içlerinden çıkan bazı beyinsizlerin hatalarından dolayı hepsinin ceza görmemesi gerektiğini belirterek yeniden af diler. Allah ise cezasının dilediği kişiye dokunacağını, kötülükten sakınanlara, zekâtını verenlere ve ayetlere inananlara merhamet ve esirgeyicilik göstereceğini belirtir. Çünkü kötülükten sakınanlar, Tevrat'da ve İncil'de varlığı belirtilen ve mektebe gitmemiş Muhammed Peygambere uyarlar. Muhammed onlara iyiliği emreder, kötü ve çirkinden onları alıkoyar. Onlara güzel şeyleri helal, çirkin şeyleri haram kılar. Üzerlerindeki ağırlıkları, sırtlarındaki zincirleri kaldırıp atar. O Peygambere inanan, destekleyerek ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla beraber indirilen ışığa yani Kuran'a uyanlar kurtuluşa ererler.

Zengin Karun


Karun, Musa'nın kavmindendir. Zengindir.  Servetinin, kendi bilgi ve becerisi sayesinde verildiğini iddia eder. Kavmine azgınlık yapmış biridir. Kavmi onun şımarmamasını, bozgunculuk yapmamasını ister. Onu süsü püsü içinde görenlerden dünya hayatını benimseyen bir grup, ona verilenin benzerinin kendilerine de verilmesi dileğinde bulunurlar. Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise inanıp iyi işler yapanlara Allah'ın mükâfatının daha önemli olduğunu, buna da sabredenlerin kavuşabileceğini söylerler. Sonuçta Karun'un evi barkı yere batırılır. Kendisine yardım edecek bir topluluğu olmaz. Geçmişte onun yerinde olmak isteyenler böylece inkârcıların iflah olmadığını daha iyi anlarlar.

İki kez bozgunculuk


Musa'ya gönderilen Tevrat Kitabında İsrailoğullarının iki kez bozgunculuk yaptıkları ve çok böbürlendikleri belirtilir. Birinci kez bozgunculuk yaptıklarında, güçlü kuvvetli kullarla üzerlerine gidilir. Evlerine kadar girilir. Memleketin her tarafı kontrol altına alınır. İkinci kez bozgunculuk yaptıklarında yine Kudüs'teki Mescit'e girilir ve ele geçirdikleri her şey tahrip edilir. Ancak yeniden bozgunculuk yapmaları halinde Allah tarafından cezalandırılacakları belirtilir. Çünkü bilinir ki cehennem, inkârcılar için bir hapishanedir.

İneğin eti ölüye vurulursa


Allah Musa'dan, kavmine bir inek kesmelerini duyurmasını ister. Bu inek; sarı renkli, parlak tüylü, seyredenlerin içini açan, hiç alacası olmayan, toprağı sürmemiş, ekini sulamamış, çifte koşulmamış, boyunduruk altına alınmamış olacaktır. Kavminden insanlar, Allah'ın emrini yerine getirmeye bir yol bulacaklarını söyleseler de istemeye istemeye ineği keserler. Aslında kavmin insanları bir adam öldürmüşler ve katili hakkında birbirleriyle tartışmaktadırlar. Allah, onların gizlediğini ortaya çıkaracaktır. Kesilen hayvanın etinden bir parçayla, öldürülen adama vurulmasını ister ve adam dirilir. İşte Allah ölüleri de böyle diriltmektedir. Gerçek olan odur ki Allah insanların gizlediklerini de, açığa vurduklarını da bilir.

Antakya'da üç elçi


Antakya şehrine Allah'ın buyruklarını açıkça duyurmak için üç elçi gönderilir. Şehir halkı; elçilerin kendileri gibi insan olduklarını, yalan söylediklerini, Allah'ın hiçbir şey indirmediğini, hatta elçiler yüzünden uğursuzluğa uğradıklarını, vazgeçmemeleri halinde elçileri taşlayacaklarını bildirirler. Elçiler halka; uğursuzluklarının kendilerinden kaynaklandığını ve haddi aşan bir kavim olduklarını hatırlatır. Bu arada şehrin öbür ucundan koşarak bir adam gelir. Oradaki insanlara, kendilerinden bir ücret istemeyen bu elçilere uymalarını söyler. Ayrıca Allah yerine putlara tapılmasının hiçbir yarar sağlamayacağını belirtir. Buna rağmen şehir halkı koşarak gelen bu adamı öldürür. Adam, ölüm anında Allah tarafından bağışlanır ve cennete girmesi sağlanır. Kendilerinden önce gelen nice nesillerin yok edildiğini bilmiyorlar gibi hareket eden şehir halkı ise üzerlerine gelen korkunç titreşimli patlama sesiyle hareketsiz bir kül yığınına döndürülür.

İyi ve barışçı Yahya


Yakupoğulları soyunun devam edebilmesi için Zekeriya, Allah'tan bir çocuk vermesini ister. Allah ona efendi, nefsine hâkim ve iyilerden bir peygamber olacak Yahya'yı müjdeler. Zekeriya, eşinin kısır olduğunu, kendisinin ihtiyarlığın son sınırına vardığı halde bunun nasıl mümkün olduğuna şaşırır. Bu, Allah için kolaydır. Zekeriya'yı da öyle yaratmıştır. Yahya doğup büyür. Henüz çocuk iken kendisine Allah tarafından ilim ve bilgelik verilir. Ayrıca şefkat ve dürüstlükle donatılır. Tevrat'a vargücüyle sarıldığı için zorba ve isyankâr değildir. Kötülüklerden sakınır. Ana babasına iyi davranır. İyilik ve barış için çalıştığından doğduğu, öldüğü ve yeniden dirildiği gün kendisine esenlik vaat edilir. 

Meryem'in İsa'sı


Meryem, ailesinden ayrılır ve doğuda bir yere çekilir. Allah ona, bir ruh olarak insan şeklinde görünen Cebrail'i gönderir. Meryem korkup ürkse de Cebrail, Allah'ın gönderdiği bir elçi olduğunu, tertemiz bir erkek çocuk armağan etmek için geldiğini belirtir. Meryem, iffetsizlik yapmadığını, kendisine erkek dokunmadığını söyler. Allah'ın gücünün bir delili olarak kararlaştırıldığı için Meryem İsa'ya gebe kalır. Bir hurma dalının altında çocuğunu doğurur. Kucağında kavmine getirir. İnsanlar tuhaf karşılarlar. Babasının kötü biri olmadığını, annesinin iffetsiz olmadığını söylerler. Meryem, konuşmaları için çocuğu gösterir. Çocuk onlara; Allah'ın kendisine İncil'i verdiğini, kendisini peygamber yaptığını, bulunduğu yerde kutsal ve bereketli kıldığını, yaşadığı sürece ibadet etmesini önerdiğini bildirir. Ayrıca annesine; iyilik yapmasını, zorba olmamasını söyler. Bu yönüyle kendisine doğduğu, öldüğü ve yeniden dirildiği gün esenlik vaat edilir. İşte Meryem oğlu İsa'nın kimliği hakkında kuşkuya düşülen konunun gerçeği budur. Allah'ın çocuk edinmesi olacak şey değildir. Konuyla ilgili olarak Muhammed insanları uyarmalıdır. Meleklere göre Allah İsa'ya yazmayı, bilgeliği, Tevrat'ı, İncil'i öğretir. İsa, İsrailoğullarına bir peygamber olarak geleceğini ve çamurdan yapacağı kuşa üfleyince onun uçacağını, körü ve cüzzamlıyı iyileştireceğini, ölüleri dirilteceğini, kendisinden önce gelen Tevrat’ı doğrulayacağını bildirir. Allah konuyla ilgili olarak Muhammed Peygambere; Hıristiyanlarla ve Yahudilerle ortak bir sözde birleşilmesini, Allah'tan başkasına tapılmamasını, Allah'a ortak koşulmamasını emreder. İnkârcıları dost tutan ikiyüzlüler, İsa'yı öldürdükleri için lanetlenirler. Hâlbuki ne öldürürler, ne de asarlar. Tam aksine, Allah İsa'yı kendisine yükseltir. Fakat öldürdükleri onlara İsa gibi gösterilir. Onun hakkında ayrılığa düşenler bundan dolayı tam bir kararsızlık içindedirler.
  

Kıyamet günü körleşen gözler


Allah, Kuran'dan yüz çevirenler için zor ve sıkıcı bir hayat sunar. Kıyamet günü yüz çevirenleri kör olarak ortaya çıkarır. Kişi, önceden gören biri olduğunu, mahşerdeki toplantı yerine neden kör olarak sürüldüğünü sorar. Çünkü ayetler geldiğinde onları unuttuğu için şimdi de kendisi unutulmuştur. İşte bu kör edilme, ayetlere inanmayanlara verilen bir cezadır.

Melike


Kendisine Allah tarafından ilim verilen Süleyman için, cinlerden, insanlardan ve kuşlardan ordular oluşturulur. Karınca vadisine geldiklerinde bir karınca diğerlerine, Süleyman'ın ordularının farkında olmadan ezmemesi için yuvalarına girmesini söyler. Süleyman, karıncanın sözüne güler ve Allah'tan verdiği nimete şükrettiğini, gönlüne faydalı işler yapmasını ilham etmesini ister. Sonra kuşları teftiş eder. Hüdhüd'ü neden göremediğini sorar. Mazeretini gösteren bir delil getirmemesi durumunda canını yakacağını söyler.

Çok geçmeden Hüdhüd kuşu gelir ve Sebe'den çok önemli bir haber getirdiğini belirtir. Orada Sebelilere hükümdarlık eden ve yüce bir tahtı olan bir kadın bulduğunu söyler. Kadın ve toplumu arşın sahibi Allah'ı bırakmış, güneşe secde etmektedirler.

Süleyman, Hüdhüd'le Sebe melikesine bir mektup gönderir. Mektupta teslimiyet göstermeleri, Melike'nin ve toplumunun kendisine gelmeleri istenir. Melike, konuyu ileri gelenleriyle konuşur. Süleyman gibi hükümdarların bir memlekete girdiler mi orayı perişan edeceklerini belirtir.  Sonra da Süleyman'a hediye göndermeye karar verir. Hediyeler gelince Süleyman elçiye Allah'ın verdiğinin onların vereceğinden daha iyi olduğunu belirtir. Oraya gelmesi halinde onları başları yerde oradan çıkaracağını söyler.

Elçinin gitmesinden sonra Süleyman ileri gelenlere, o kadının tahtını kimin getirebileceğini sorar. Allah tarafından ilim verilmiş biri hemen getirebileceğini söyler ve Süleyman, Melike'nin tahtını yanıbaşına yerleşmiş olarak görür. Süleyman, tahtın biçiminin değiştirilmesini ister. Melike geldiğinde, tahtının böyle mi olduğu sorulur. Melike tahtı tanır ve kendisine ait olduğunu söyler.

Daha önce Allah'tan başka taptığı şeyler, Melike'nin Müslüman olmasına engel olmuştur. Bu defa köşke girmesi istenir. Adımını attığında köşkün parıldayan zeminini su sanır ve eteğini yukarı çeker. Süleyman, zeminin cilalı, şeffaf sırçadan olduğunu söyler. Melike daha önce kendine zulmettiğini anlar ve Süleyman'la birlikte, âlemlerin Rabbi olan Allah'a teslim olduğunu bildirir.

Nuh'un gemisi


Nuh, kavmine peygamber olarak gönderilir. Kavminin inkârcı ileri gelenleri, Nuh'un insandan başka bir şey olmadığını söylerler. "Eğer Allah peygamber göndermek isteseydi, muhakkak ki melekler gönderirdi" derler. Atalarından böyle bir şey duymadıklarını belirtirler. Doğruluktan uzaklaşıp zalimce ve azgınca hareket ederler. Yüce Allah Nuh’a, dini ayakta tutmalarını ve dinde ayrılığa düşmemelerini tavsiye ettiği halde insanlar buna uymazlar ve suç işlemeye devam ederler. Üstelik Nuh'a "Mecnundur" yakıştırmasında bulunarak incitirler. Bu durumda Allah'tan yardım dileyen Nuh'a bir gemi yapması vahyedilir. Sular coşup yükselmeye başlayınca, Nuh’un yanında yer alan her cinsten eşler gemiye bindirilir. Tahtadan yapılmış gemi, dağlar gibi dalgalar arasında gider ve sular çekilince Cudi dağının üzerine yerleşir. İçindekiler kurtulur. Nuh, oğluna da gemiye binmesini söyler. Fakat oğlu, kendisini sudan koruyacak bir dağa sığınacağını belirterek bu çağrıya uymaz ve öteki inkârcılarla birlikte boğulur.

Yıldızın ayın güneşin kısa tanrı hikâyesi


Allah, kesin inananlardan olması için İbrahim'e, göklerin ve yerin muhteşem varlıklarını göstermektedir. İbrahim, gece olunca bir yıldız görür ve Allah'ının yıldız olduğunu, yıldız batınca batanları sevmediğini söyler. Ardından ay'ı doğarken görür, Allah'ının ay olduğunu, o da batınca vazgeçtiğini söyler. Aynı şekilde güneşi doğarken görür ve Allah'ının güneş olduğunu söyler. Üstelik güneş daha büyüktür. Fakat onun da battığını görünce yeri göğü yaratan tek tanrıya inandığını, Allah'a ortak koşanlardan olmadığını söyler. Kavmi onunla tartışmaya girer. Fakat o Allah'ın ilminin her şeyi kuşattığını söyleyerek iki topluluktan tek Allah'a inananların, Allah'a ortak koşanlardan daha çok güvene layık olduğunu söyler. Güvende olma, inanıp da inançlarını herhangi bir zulümle kirletmeyenlerin hakkıdır. Böylece kavmine karşı dereceleri yükseltilen İbrahim'e üstün meziyetler verilir.

İşitmeyen görmeyen putlar


İbrahim'in babası işitmeyen, görmeyen ve hiçbir yararı olmayan putlara tapmaktadır. İbrahim, kendisine ilim geldiğini belirterek babasının şeytana uymamasını ister. Babası, putlardan ibaret olan tanrılarına yüz çevrilmesinden hoşnut olmaz. Onlara dil uzatmaktan vazgeçmemesi halinde İbrahim'i taşlayacağını bildirir. İbrahim, babasının esenlik içinde kalmasını ve lütufkâr olan Allah'tan bağışlanmasını diler. Sonra putları parça parça kırar. Yalnız en büyüğünü bırakır. İbrahim'e kızarlar. "Tanrılarımızı sen mi parçaladın" diye sorarlar. İbrahim, kendisinin değil, en büyük putun parçaladığını söyler. Eğer konuşurlarsa, putlara sorulmasını ister. Bu davranışı sonucunda Allah İbrahim'e; İshak'ı ve İshak'ın oğlu Yakup'u bağışlar ve her birini peygamber yapar. Onlara, rahmetinden nimetler bağışlar ve kendileri için yüce bir doğruluk dili oluşturur. 


Kurban


İbrahim, puta tapanların ellerinde yonttukları şeylere taptıklarını görünce hem kendilerini, hem de yaptıkları şeyleri Allah'ın yarattığını söyleyerek onları uyarır. Buna tepki gösteren putperestler İbrahim'i bir mancınık marifetiyle odun ateşine atarlar. Puta tapanların hevesleri Allah tarafından kursaklarında bırakılır ve İbrahim oradan kurtulur. (Rivayete göre ateş suya, odunlar da balığa dönüşür ve Urfa’daki balıklı göl oluşur.) Daha sonra İbrahim Allah'a gider ve ondan hayırlı bir çocuk ister. Kendisine bir oğlan müjdelenir. Adı İsmail'dir. Koşabilecek yaşa geldiğinde, babası rüyasında İsmail’in boğazını kestiğini görür ve bu rüyasını oğluna anlatır. İsmail, babasına emrolunduğu şeyi yapması konusunda rıza gösterince İbrahim, onu kurban etmek için alnı üzerine yatırır. Oysa bu Allah'ın İbrahim'i bir sınavıdır. Oğluna bedel olarak bir koç kurban verilir ve İsmail kurtulur. Böylece İbrahim'e iyi bir nam bırakılmış olur. İyiler, Allah tarafından bu şekilde ödüllendirilir.


Üç melek elçi


Üç melek elçi, İbrahim Peygambere oğlu olacağı müjdesini vermeye geldiklerinde, Sodom şehri halkını perişan edeceklerini bildirirler. Çünkü Sodom şehri erkekleri, kadınları bırakıp şehvet için hemcinslerine gitmektedirler. Yol kesip toplantılarda çirkinlikler sergilemektedirler. İbrahim, elçilere Sodom’da Lût’un olduğunu hatırlatır. Elçiler, Allah’ın emirlerini duyurmak için Lut’a giderler. Lût, şehir halkına üç melek elçiyi göstererek onların kendi misafiri olduğunu ve onlara karşı kendisinin utandırılmamasını ister. Şehir halkı "Şunu bunu korumak sana mı kalmış" diyerek iyi niyetli olmadıklarını belli ederler. Elçiler yüzünden uğursuzluğa uğradıklarını öne sürerek bu işten vazgeçmelerini, aksi takdirde elçileri taşlayacaklarını bildirirler. Bu arada şehrin öbür ucundan koşarak gelen bir adam, ücret istemeyen bu elçilere uymalarını söyler. Allah’tan başka tanrı edinilmemesini, putların hiçbir yarar sağlamadığını hatırlatır. Buna rağmen Lût, şehir halkına kızlarını göstererek düşündükleri buysa onlarla evlenebileceklerini söyler. Onlar ise ne halt ettiklerini bilmeyecek kadar sersemdirler. Aslında Lût'a, Allah tarafından suçlu toplumun sabaha karşı köklerinin kesileceği vahyedilmiştir. Üç melek elçi, Lût’un, ailesini geceden yola çıkarmasını ve arkalarına bakmadan istenen yere gitmelerini istemiştir. Lût’un karısı, bir istisna olarak suçlu toplumla birlikte bırakılmıştır. Güneş doğarken hepsini korkunç titreşimli patlama sesi yakalamış ve üzerlerine balçıktan pişirilmiş taşlar yağdırılmıştır. Şehirleri yerle bir edilmiştir.

Kuyudaki kardeş


Bir zamanlar Yusuf, babası Yakup'a; rüyasında güneşi, ay'ı ve on bir gezegeni kendisine secde ederken gördüğünü bildirir. Babası Yakup, şeytanın, insan için açık bir düşman olduğunu hatırlatarak rüyasını kardeşlerine anlatmamasını ister. Böylece Allah'ın, Yusuf’a rüya yorumlarını öğreteceğini söyler. Diğer kardeşleri, Yusuf’la Bünyamin'i, babalarının daha çok sevdikleri konusunda hemfikirdirler. Bir kısmı Yusuf'u öldürmeyi, diğer bir kısmı da kuyunun dibine bırakmayı teklif ederler. Kervanlardan birinin alacağı düşüncesiyle kuyuya bırakmaya karar verirler. Babalarına Yusuf konusunda kendilerine güvenmelerini, gezip oynaması için izin vermesini, onu koruyup gözeteceklerini söylerler. Babaları tedirgin olduğunu ve onu bir kurdun yemesinden korktuğunu söyler. Kardeşleri, kurdun yemesine fırsat vermeyecekleri konusunda babalarını ikna ederler. Onu kuyunun dibine bırakmaya karar verdiklerinde Allah, Yusuf’a şöyle vahyeder: "Üzülme, onların bu yaptıklarını bir gün hiç farkında olmayacakları bir sırada onlara anlatacaksın." Akşamleyin ağlayarak babalarına gelirler. Oynarken Yusuf'u eşyalarının yanında bıraktıklarını ve onu kurdun yediğini söylerler. Kan sürdükleri gömleğini babalarına gösterirler. Babaları Yakup, nefislerinin çocuklarını aldatmış olduğunu ve böyle bir işe sevkettiğini söyleyerek sabredeceğini bildirir. Oradan geçmekte olan bir kervan su almak için kuyuya geldiğinde Yusuf'u farkeder. Ticaret maksadıyla onu saklar ve Mısır'a vardıklarında ucuz bir fiyata satar. Onu satın alan Aziz, evlat edinmeyi düşünür. Bu arada Yusuf ergenlik çağına gelir ve kendisine Allah tarafından ilim verilir. Ayrıca rüyaların yorumlanması öğretilir. Evinde kaldığı kadın, Yusuf'u arzular ve nefsinden gönlünü tatmin etmek ister. Aslında Yusuf da onu arzular. Fakat kötülük ve fuhuş ondan uzak tutulduğu için kabul etmez. Kapıya doğru koşuşurlar. Kadın, Yusuf'un gömleğini arkadan çekip yırtar. Kapıda kadının kocasına rastlarlar. Kadın kocasına, Yusuf'un, kendisine kötülük yapmak istediğini söyler. Yusuf ise, kadının kendisini birlikte olmaya çağırdığını belirtir. Kadının akrabasından biri şu yargıda bulunur: Gömlek önden yırtılmışsa kadın, arkadan yırtılmışsa erkek yalan söyler. Gömleğin arkadan yırtılmış olduğunu gören koca, Yusuf'a bundan kimseye söz etmemesini, kadına da günahının affını dilemesini söyler. Şehirde kimi kadınlar Aziz'in karısının, genç uşağının nefsinden gönlünü eğlendirmek istediği, aşktan yüreğinin zarının delindiği yönünde dedikodu çıkarırlar. Bunu duyan kadın, şehirdeki diğer kadınları evine davet eder. Güzelce ağırlar. Meyve ikram eder. Ellerine bıçak verir. Meyve soyarken yanlarına gönderilen Yusuf'un yakışıklılığını görünce ona hayranlıklarından dolayı ellerini keserler. Aziz’in karısı diğer kadınlara ısrarla Yusuf'tan murat almak istediğini, kabul etmezse onu zindana attıracağını söyler. Şiddetle sakınan Yusuf sonunda zindana atılır. Onunla birlikte zindana iki delikanlı daha girer. Biri rüyasında şarap yaptığını, diğeri başının üstünde kuşların yemekte olduğu bir ekmek taşıdığını gördüğünü söyler. Yusuf'tan rüyalarını yorumlamasını isterler. Yusuf rüyaları yorumlamadan önce ataları olan İbrahim, İshak ve Yakup'un dinine bağlı olduğunu, Allah'a herhangi bir şeyin ortak koşulmaması gerektiğini, tek tanrının çeşitli tanrılardan daha iyi olduğunu zindan arkadaşlarıyla paylaşır. Sonra da rüyalarını yorumlar. Birisi Allah edindiği kişiye şarap sunacaktır. Diğeri ise asılacaktır ve kuşlar onu başından yiyecektir. Yusuf, zindandan kurtulacağını düşündüğü birinci kişiye, Allah edindiği kişi yanında kendisini anmasını söyler. Ne var ki adam bunu unutur ve Yusuf yıllarca zindanda kalır. Bir gün Kral bir rüya görür ve ileri gelenlerden yorumlamalarını ister. Rüyasında yedi cılız inek, yedi besili ineği yemektedir. Ayrıca yedi yeşil başak, yedi de kuru başak vardır. Yorumcular, bilemeyeceklerini söylerler. Yalnız zindandan kurtulan kişi, kendisinin zindana gönderilmesi durumunda yorumunu yapabileceğini söyler. Zindana gönderilir. Yusuf'la görüşür. Yusuf'tan aldığı yoruma göre yedi yıl ekin ekeceklerini, biçtiklerinden yiyecekleri kadarını alıp gerisini başağında bırakacaklarını, bunun ardından yedi yılın kurak geçeceğini, kuraklık yıllarında tohumluk dışında önceden biriktirdiklerinden yiyebileceklerini, daha sonra ise yağmur sonucu bolluğun geleceğini ve halkın rahat edeceğini söyler. Kral, bu yorumu yapanın getirilmesini ister. Yusuf zindandan çıkarılıp getirildiğinde onu özel danışmanı yapar. Ülke hazinelerinin yönetilmesi görevini verir.

Kuraklık başlayınca Yusuf'un kardeşleri erzak almak için Mısır'a gelirler. Hazine görevlisi Yusuf'un huzuruna çıkarlar. Yusuf onları tanır. Fakat onlar Yusuf’u tanıyamazlar. Yusuf bir yandan erzak yüklerini bağlatırken bir yandan da kardeşlerle konuşur. Onların küçük bir kardeşleri olduğunu, onu kendilerine getirmelerini, eğer getirmezlerse artık erzak vermeyeceğini bildirir. Kardeşler, bunu yapabileceklerini ima ederek ayrılırlar. Yusuf, gittiklerinde fark edip tekrar gelmeleri için erzak bedeli olarak aldığı sermayeyi yüklerinin içine geri koydurur.

Döndüklerinde, yeniden erzak alabilmeleri için kardeşleri Bünyamin'i de göndermesi hususunu babalarına iletirler. Önceden Yusuf hakkında güven yitirdikleri için babaları tereddüt içindedir. Bu arada sermayelerinin geri verildiğini yüklerini açınca görürler. Babaları Yakup, kuşatılmaları ya da çaresiz kalma durumu dışında Bünyamin'i geri getirme konusunda Allah adına söz alır ve Mısır’a bir tek kapıdan değil, ayrı ayrı kapılardan girmelerini söyler.

Babalarının emrettiği yerden Mısır'a girerler. Gerçekten Yakup, Allah tarafından kendisine ilim verilmiş biridir. Kardeşleri Yusuf'un yanına girince, Yusuf, öz kardeşi Bünyamin'i yanına alır ve ona kardeşi olduğunu, diğer kardeşlerinin kendilerine yaptıklarına üzülmemesini söyler. Sonra da kardeşlerinin yüklerini hazırlatır. Bu arada kralın su tasını bilerek Bünyamin'in yükü içine koyar. Tellalın, kafilenin hırsızlık yaptığı yönünde haykırmasını ister. Kardeşler, Mısır'a hırsızlık için gelmediklerini, tasın kimin yükünde çıkarsa bu ülkede kalmasına razı olduklarını bildirirler. Nihayet su tası, öz kardeşinin heybesinden çıkar. Yusuf'a daha önce Allah tarafından böyle bir plan öğretilmiştir. Çünkü her ilim sahibinin üstünde bir başka bilen vardır. Yusuf’un kardeşleri şimdi Bünyamin'in hırsızlık yaptığını, daha önce de onun kardeşinin çaldığını iftira ederler. Yusuf, kendisinin kastedildiğini açığa vurmaz ve Allah'ın daha iyi bildiğini söyler. Kardeşler, ihtiyar babalarının buna çok üzüleceğini, Bünyamin yerine bir başka kardeşin alıkonulmasını isterlerse de Yusuf bunu kabul etmez. Çaresiz dönerler. Babaları üzülür ve yine sabra sarılır. Yusuf'u anarak sızlanır. Oğullarının tekrar Mısır'a giderek Yusuf'u ve Bünyamin'i aramalarını, Allah'tan umut kesmemelerini ister. Yakup'un oğulları, Yusuf'’un yanına vardıklarında az bir sermaye ile tam ölçü zahire vermesini isterler. Yusuf ise onların cahil zamanlarında Yusuf ile kardeşine yaptıklarını hatırlatır. Yusuf adı anılınca onun Yusuf olduğunu anlarlar. Yusuf, Allah'ın, güzel düşünüp güzel davrananları ödülsüz bırakmayacağını söyleyerek gömleğini babalarına götürmelerini, sonra da bütün aile olarak kendi yanına gelmelerini ister. Kafile Mısır'dan yola çıktığında babaları yanındakilere Yusuf'un kokusunu duyduğunu belirtir. Müjdeci gömleği getirince gözleri açılır ve başkalarının bilemeyeceği şeyleri Allah tarafından gönderilen vahiy ile bildiğini söyler. Oğullar, babalarına seslenerek Allah’tan günahlarının bağışlanmasını dilemesini isterler. Hep birlikte Mısır'a hareket ederler. Yusuf anasına ve babasına sarılır. Onları tahtın üstüne çıkarır. Hepsi, Yusuf'un önünde secde eder gibi eğilirler.

Balığın karnındaki Yunus


Yunus, Allah tarafından gönderilen peygamberlerdendir. Allah'tan izinsiz olarak kavminden ayrıldığı için kaçtığı gemiden denize atılır ve balık onu yutar. İnsanların diriltilecekleri güne kadar balığın karnında kalması gerekirken çıplak bir araziye atılır. Üzerine gölge yapması için kabak türü geniş yapraklı bitki örtülür. Yüzbinden fazla kişiye peygamber olarak gönderilir ve hepsi ona inanırlar. Çünkü balığın karnında iken Allah'ı yücelterek anmıştır.

Lokman'ın öğütleri


Lokman çocuğuna şu öğütleri verir: Yapılan iyilik ya da kötülük, bir hardal tanesi ağırlığında bile olsa ve bu, bir kayanın içinde veya göklerde ya da yerin derinliklerinde bulunsa da Allah tarafından kişinin karşısına getirilir. Bu nedenle kişiler iyiliğe yöneltilmeli, kötülüklerden vazgeçirilmelidir. Küçümseyerek insanlardan yüz çevrilmemelidir. Yeryüzünde böbürlenerek yürünmemelidir. Doğal olunmalıdır. Ses yükseltilmemelidir. Seslerin en çirkininin merkeplerin sesi olduğu unutulmamalıdır. Allah'ın, kendini beğenmiş övünüp duran kimseleri sevmediği bilinmelidir.

Mağara arkadaşları


Önceki nesiller içinde Allah'a inanmış bir grup yiğit genç, o yerin hükümdarı karşısında ayağa kalkarak, tanrılarının yeri göğü yaratan Allah olduğunu, Allah'ın dışında tapmakta oldukları putlardan uzaklaşılmasını isterler. Sayıları hakkında üç kişidir diyenler olduğu gibi beş ya da yedi kişi olduklarını söyleyenler olmuştur. Ayrıca bir de köpeklerinin varlığından söz edilmektedir. İçlerinden biri, hükümdara karşı Allah'ın koruyuculuğunu sağlaması ve bir kurtuluş yolu hazırlaması için mağaraya sığınmalarının uygun olacağını söyler. Bunun üzerine Allah tarafından uykuya daldırılırlar. Mağaranın sağ tarafından doğan güneş onlara isabet etmeden sol taraftan geçip batar ve uykuda rahatsız olmazlar. Uyurken sağa ya da sola dönerler. Köpekleri de mağaranın girişinde ön ayaklarını uzatmış yatmaktadır. Sonra mağarada ne kadar kaldıklarının tespiti için uyandırılırlar. "Bir gün kaldık" diyenler olduğu gibi "Dokuz yıl artısıyla üçyüz yıl kaldık" diyenler de olur. Kaç kişi olduklarını ve mağarada ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir. Zira insanlar arasında ashab-ı kehf diye anılan mağara arkadaşları hakkında bilgisi olanlar çok azdır. Bu nedenle kesin delil olmadıkça mağara arkadaşları hakkında münakaşaya girişilmemeli ve onlar hakkında ileri geri konuşanlardan bilgi istenmemelidir. Uyandıklarında yiyecek almak üzere birini şehre gönderirler. Gizli hareket etmesini, çünkü yakalandıklarında kendi dinlerine döndürülme ve taşlanarak öldürülme tehlikesinin bulunduğunu bilirler. Sonuçta onları bulan şehir halkı, onların üstüne bir bina yapılmasını isterler. Fakat onların durumuna karar verme yetkisini ellerine geçirenler onların üstüne bir mescit yapılmasını kararlaştırırlar. Hükümdar, Allah dışında tanrılara tapılmasını dayatmaktadır. Bu nedenle Allah, Muhammed Peygambere, kötü arzularına uymuş ve işi gücü aşırılık olan kimseye boyun eğilmemesini vahyeder. Ve şu mesajı hatırlatır:

“Nasıl onları uyutup sonra uyandırdıksa yine böylece onları bazı insanlara buldurduk ki, Allah'ın öldükten sonra diriltme sözünün gerçek olduğunu ve kıyamet gününün geleceğinden asla şüphe olmadığını bilsinler."

İki adam iki bağ


İki adamın birer bağı vardır. Arasından bir ırmak akar. Bağlar, yemişlerini vermiştir. Adamlardan birinin başka gelirleri de vardır. Servetçe ve oğulca daha zengindir. Bir gün bağına gittiğinde, bağının kuruyacağını sanmadığını, kıyametin kopacağına inanmadığını, Allah'ın huzuruna götürüldüğünde bu dünyadakinden daha iyisini bulabileceğini söyler. Bağındaki ürün bolluğunun Allah’tan geldiğine şükretmez. Gökten gelebilecek bir afetle bağının kuruyup yalçın kaya kesilebileceği ihtimalini düşünmez. Diğeri ise insanı Allah'ın yarattığını, Allah'a hiç kimseyi ortak koşmadığını söyler. İnsanların, karşısındaki kişiyi servetçe ve oğulca basit görmemesini, Allah’ın ona da daha değerli bir bağ verebileceğini hatırlatır. Nitekim zengin olduğunu iddia eden adamın kendisine Allah'tan başka yardım edecek destekçileri yoktur. Kendi kendini de kurtaracak güçte değildir. Bunun sonucu olarak bütün ürününe el konulur. Bağ için harcadıklarına vahlanarak avuçlarını ovuşturur ve Allah’a ortak koştuğu için pişman olur. İşte böyle bir durumda, dostluk ve koruma, hak olan Allah'tandır. O, karşılık verme bakımından da iyidir, iş sonuçlandırma bakımından da iyidir. 

Yecuc Mecuc


Geçmiş dönemlerde Zülkarneyn, Allah tarafından iki nesil kadar yönetime sahip kılınmıştır. Bir gün güneşin battığı bir yerde bir kavme rastlar. Allah tarafından Zülkarneyn'e, onlara azap ya da iyilik etme yolunu seçmesi istenir. O, haksızlık edenlerin cezalandırılacağını, inanıp iyi davrananların ödüllendirileceğini söyler. Başka bir gün güneşin doğduğu yere ulaşır. Güneş, kendilerini güneşten koruyacak herhangi bir şeye sahip olmayan bir topluluk üzerine doğmaktadır. Zülkarneyn, yüksek bir mevkinin ve hükümranlığın sahibidir. Nice bilgi ve yetki, Allah tarafından kendisine verilmiştir. Sonra yoluna devam eder. İki dağ arasına ulaştığında bir kavme rastlar. Kavmin insanları Yecuc ve Mecuc'un bozgunculuk yaptıklarını, onlarla kendileri arasına bir set yapmasını, bunun için vergi verebileceklerini söylerler. Zülkarneyn, Allah'ın kendisi için verdiği imkânların, onların vereceğinden daha iyi olduğunu belirtir ve bedensel güçleriyle yardım etmeleri halinde set yapacağını söyler. İki dağın arasını demir kütleleriyle doldurtup dağlarla aynı seviyeye getirince üflemelerini ister. Demir kütleleri ateş haline gelince üzerine erimiş katran döker. Yecuc ve Mecuc o seti bir daha aşamazlar.

 Talut Calut


İsrailoğullarının ileri gelenleri ile peygamberleri arasında, savaşın insanları yurtlarından çıkardığı, çocuklarından ayırdığı hususunda konuşmalar geçerken Allah, Talut'u hükümdar olarak gönderir. Onun bilgisini ve gücünü artırır. Talut, savaş için ordugâhtan çıkınca askerlerine; Allah'ın kendilerini bir ırmakla deneyeceğini, bu nedenle ırmaktan kana kana değil, sadece bir avuç su içmelerini söyler. Ne var ki, içlerinden pek azı hariç, hepsi kana kana su içerler. Talut ve kendisiyle beraber inananlar, ırmağı geçince Calut'a ve askerlerine karşı güçlerinin yetmeyebileceğini söylerler. Allah'a kavuşacaklarına kanaat getirenler ise Allah'ın, sabredenlerle beraber olduğunu, az bir topluluğun Allah'ın izniyle çok topluluğu yenebileceğini belirtirler. Calut ve ordusuyla karşılaştıklarında onları yenerler. Davud, Calut'u öldürür. Allah Davud'a hükümdarlık ve bilgelik verir. Dilediği ilimleri ona öğretir. Eğer Allah, insanlardan bir kısmının kötülüğünü, diğerleriyle savmasaydı elbette yeryüzü bozguna uğrardı. Fakat Allah bütün insanlığa karşı lütuf ve kerem sahibidir. 

Canı yaşatmak


Âdem'in iki oğlu birer kurban keserler. Biri kabul edilir, diğeri edilmez. Kurbanı kabul edilmeyen, kabul edileni öldüreceğini söyler. Diğeri Allah'ın, kötülükten sakınanların kurbanını kabul edeceğini ve kendisine öldürmek için el uzatması halinde karşılık vermeyeceğini söyler. Nihayet nefsi onu kardeşini öldürmeye kışkırtır ve onu öldürür. Derken Allah, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini ona göstermek için yeri eşeleyen bir karga gönderir. Karganın yaptığını görünce; kardeşinin cesedini gömmek için şu karga kadar da olamadığını anlayarak pişman olur. Bunun için Allah, İsrailoğullarına Kuran’da şunu yazar:

“Kim, cinayet işlememiş veya yeryüzünde bozgunculuk yapmamış bir kişiyi öldürürse tüm insanları öldürmüş gibidir. Kim de o canı yaşatırsa, bütün insanları yaşatmış gibi olur.”




Âmin

Allah kabul etsin.