23 Haziran 2019 Pazar

İKİNCİ AYDINLANMA DÖNEMİ


Millet İttifakı, İstanbul’da 31 Martta kazandığı seçimi 23 Haziranda yeniden kazandı. Başka bir ifadeyle Cumhur İttifakı, İstanbul yerel seçimlerinde iki defa mağlup oldu.
“İstanbul’u alan, Türkiye’yi alır” gerçeğinden hareketle Millet İttifakı,  ilk genel seçimleri de kazanacağının sinyallerini vermiş oldu.
Böylece CHP, genel seçimlere kadar kadrolarını belirlemeli ve iktidar olduğunda zaman kaybını önlemelidir. Merkel gibi apartman dairesinde oturmaya, Çipras gibi makam araçlarını terk etmeye, Avrupalı Bakan gibi bisikletle işyerine gidip gelmeye kendini alıştırmalıdır.
Şimdi CHP’ye düşen üç önemli görev vardır.
Birincisi, adalet teşkilatına el atarak hukukun üstünlüğünü tesis etmelidir. Bu arada önce kendilerinin örnek olmaları gerektiği bilinerek CHP gibi koca çınara asla zarar verilmemelidir.
İkincisi, AKP’nin çökerttiği ekonomik durum için “Enkaz devraldık” dememelidir. CHP kurmaylarının, ülkenin kaynaklarını en iyi şekilde kullanarak refah düzeyini artıracakları yönündeki söylemleri, insanlarımız için yeterli inandırıcılığı sağlamıştır.
CHP’nin ele alması gereken üçüncü görev ise Diyanet İşleri Başkanlığıdır. Bu Başkanlık, Gazi Mustafa Kemal Atatürk dönemindeki kuruluş ayarlarına yeniden döndürülmelidir. Türk halkına “Din için Diyanet yeter” güvencesi verilmelidir. Kanunlarla yasaklanan tarikat ve cemaatlerin sözde eğitim, barınma ve iaşe hizmetleri acilen devletleştirilmelidir. Ülkemizde, elinde Kur’an’ı Kerim’le seçim meydanlarında oy isteyen parti genel başkanı, dinci cemaat için “İnlerine gireceğiz” ifadesini kullanmıştır. İşte bu söylem, diğer bütün kurum ve kuruluşların önünü açmaya yeter de artar bile… Özetle din konusunda tek söz sahibi Diyanet İşleri Başkanlığındaki Din İşleri Yüksek Kuruludur. Onların olduğu yerde hiçbir tarikat ya da cemaatin esamisi okunmamalıdır.
Bu üç görevin yerine getirilmesi için gösterilecek irade, ikinci aydınlanma döneminin başlangıcı olacaktır. Yeniden benimsenecek Atatürk yolu, Türk milletini ziyadesiyle aydınlatacaktır. Seksen yıl kaybedilse bile Batılı bir ülke moduna girilebilecektir.


11 Mayıs 2019 Cumartesi

GEN VE GEM


FETÖ belası olmasaydı Sabri Uzun tutuklanmazdı.
Daha önce Hanefi Avcı ve Emin Arslan da tutuklanmazdılar.
Başbuğ, Haberal, Saylan, Balbay…
Balyoz’un pırıl pırıl 236 askeri…
Ve daha binlercesi…
Büyük Atatürk, Arapları kastederek güneyinizdekilere dikkat edin demişti. (En son Suudi prens, kendisine sunulan içeceği, Türk kahvesi olduğunu öğrenince reddetti.)
Kurucumuz, Rusları kastederek kuzeyinize dikkat edin demişti.
Ve batıya dikkat etmemizi istemişti. Kendi milletlerine faydalı olacak her şey için diğer milletleri sinek gibi ezmekte sakınca görmezlerdi.
Batı, Türkiye’nin tek bir emirle yönlendirilmesini istemektedir. Arap toplumlarında olduğu gibi…
FETÖ belası çıkarıyorlar. Yeni Sabriler tutuklansın diye…
Seçim iptal ettirerek hukuku katlettiriyorlar. Türk halkının iradesine pranga vurulsun diye…
Ama ne yaparlarsa yapsınlar Atatürk’ün 1923-1938 arası yaşattığı Aydınlanma Dönemini karartamıyorlar.
Yine de “Bana bir şey olmaz” denilmemelidir. Bir gün ezkaza ağzınızdan “Soğan pahalı” diye bir laf çıkar. Sizi de tutuklarlar! Toplumumuzun getirilmek istendiği durum budur.
Gerçi Türk milletinin genlerinde esaret diye bir şey yoktur. Hiçbir güç, Türk insanına gem vuramaz.
Ama yine de uyanık olalım. Demokrasinin kıymetini bilelim. Tutuklanma riskiyle yaşamak yerine her şeyin çok güzel olacağı yaşam biçimini tercih edelim.


1 Mart 2019 Cuma

SİYASETİN 2002 ÖNCESİ VE SONRASI

Başbakan Bülent Ecevit’in yaşlılığı ve hastalığı nedeniyle iktidarın zafiyete girmesiyle Fazilet Partisinden ayrılarak kurulan Adalet ve Kalkınma Partisi, 2002 genel seçimlerinde yüzde 34 oranında oy alarak iktidar oldu. CHP yüzde 19’da kaldı. Diğer partilerden hiçbiri barajı aşamadı. Böylece yüzde 47’lik bir kesim parlamentoda temsil edilememiş oldu.
2002 seçimleriyle ilgili bir başka olumsuzluk ise seçimlere katılım oranının düşük olması ve yüzde 79’da kalmasıydı. (Oy kullanmayanlara cezanın öngörüldüğü 1983’den sonraki en düşük orandır.)
Temsilin az, katılımın düşük olduğu bir irade ile beş yıllık iktidarın sonunda 2007 seçimleri gelmiştir.
(Bir not: AKP, pek de iktidar şansı bulamayan CHP’den tedirgin değildir. Ama 2002 seçimlerinde yüzde 7’yi geçen Genç Parti’den korkmuştur. AKP, ticaret alanından gelen milletvekillerinden oluşan bir partidir. Bu tecrübelerini kullanarak Genç Parti genel başkanı Cem Uzan’ı -siyaseten değil- ticari faaliyetlerindeki yanlışlarından dolayı ülke dışına kaçırarak olası siyasi rakiplerinden birini elimine etmiştir.)
 Mayıs 2007’de Mehmet Ağar’ın genel başkanı olduğu DYP ile Erkan Mumcu’nun genel başkanı olduğu ANAP, Demokrat Parti (DP) adıyla birleşmiş ve iki ay sonra yapılan genel seçimlerde iradelerini AKP’ye teslim etmişlerdir. (Kriminolojik nedenlerle siyaset içinde yer bulamayan Mehmet Ağar, oğlunun 2018 yılı genel seçimlerinde AKP’den milletvekili yapılmasıyla memnun edilmiştir.)
AKP, 2007 seçimlerinde oy oranını yüzde 46’ya çıkarmış, fakat MHP’nin barajı aşmasıyla milletvekili sayısı 341’e düşmüştür. (Demek ki 2002 seçimlerinde yüzde 47’lik irade milletvekillerine dönüşseydi AKP 363 değil, çok daha az milletvekili çıkaracaktı. Burada demokrasi tanımı öne çıkıyor. Demokrasi, mutlaka monarşiden ve oligarşiden iyidir. Ama çok mükemmel de değildir. Başka bir anlatımla mevcut yönetim şekillerinin en az kötüsüdür.)
Bundan sonra AKP’nin dayangaçlı dönemi başlamıştır. 2007’de DP’de genel başkan olan Süleyman Soylu, 2012’de AKP’ye genel başkan yardımcısı olarak katılmıştır.
Aynı şekilde Saadet Partisinde ve Halkın Sesi Partisinde (HAS) genel başkanlık görevini sürdüren Numan Kurtulmuş, 2012 yılında genel başkan yardımcısı olarak AKP saflarında politikaya devam etmiştir. Böylece AKP, geçmişin Demokrat Partisi ve Anavatan Partisiyle birlikte din motifli partilerden gelen desteğe kapılarını açmak zorunda kalmıştır.
Öte yanda milliyetçi cephedeki MHP’de genel başkan yardımcısı iken Bakanlık teklifine “Evet” diyen Tuğrul Türkeş 2015 yılında AKP’ye geçmiştir.
Bütün bu desteklere rağmen AKP, Haziran 2015 seçimlerinde Parlamentoda salt çoğunluğu sağlayamamıştır. Hükümet kurma çalışmaları sırasında Devlet Bahçeli’nin muhalefet görevi yapmaması üzerine beş ay sonra yapılan erken seçimde yeniden iktidar şansını elde etmiştir.
Daha sonra 24 Haziran 2018 seçimlerinde MHP’nin dayangaçlığı devam etmiş, AKP ile ittifak kurarak seçimlere katılmıştır. Bu seçimlerde güvenoyu uygulaması kaldırılmış, ittifak yapan partilerde baraj sorunu yaşanmayacağı kuralı getirilmiştir. Böylece barajı aşamasa da Devlet Bahçeli’nin partisinin başında göreve devam etmesinin yolu açık tutulmuştur.
Bütün bunlardan çıkan sonuç şudur:
Bir tarafta 1889’dan itibaren çizgisini koruyan ve askeri dönemler dışında dimdik ayakta duran bir CHP vardır. Atatürkçü düşünceyle donatılan bu anıt, çizgisinden ödün vermeden Türk demokrasi tarihindeki yerini muhafaza etmektedir.
Öte tarafta 1908’de “Hürriyetçiler” olarak tanınan Ahrar Fırkası vardır. Prens Sabahattin taraftarlarınca kurulmuştur. Ne olduysa altı ay içinde olmuştur. 1909 yılında Saidi Kürdi’nin kurduğu İttihadı Muhammediye Fırkası mensupları, dinciliği devlet yönetimi içine sokmuşlardır. Maalesef bu gelenek günümüze kadar sürmüştür. (Bu tehlikeyi gören Gazi Mustafa Kemal, 1931 yılında Cumhuriyet Halk Fırkası ilkelerine “Laiklik” kavramını eklemiştir.)
1950’ler Türkiye’sinde iktidarı ele geçiren Demokrat Parti zihniyeti, bunu bir zafer sarhoşluğu gibi algılayınca büyük hatalar yapmış ve 1960 yılında askeri müdahaleye maruz kalmıştır.
Aynı şekilde DP’nin devamı olan AP, çerez partilerden destek almışsa da altı defa gidip yedi defa gelmekten kurtulamamıştır. 1965 yılında başlayan iktidar serüveni, 1980 askeri müdahalesiyle sona erdirilmiştir. Liderleri Süleyman Demirel “Bana ‘sağcılar suç işliyor’ dedirtemezsiniz” demiştir.
1983 yılında devreye giren ANAP bir ara partisidir. Dört eğilimi temsil ettiğini söyleyerek işe başlamış ama devamında dincilikten kendini soyutlayamamıştır.
AKP de bir ara partisidir. Dinci Fazilet Partisinden ayrılarak kurulduğu için sürekli din argümanlarıyla hareket etmiştir. Ara partisi olmasına rağmen ANAP gibi dinci sağ kulvarda yoluna devam etmiştir. Liderleri Recep Tayyip Erdoğan, miting alanlarına elinde Kuran’la çıkmıştır. Kendilerini iktidardan düşürmeye kalkışan dinci FETÖ terör örgütü örneği ortadayken ülkenin her yanında dal budak salan Süleymancılar, Menzilciler, Nakşiler, İsmailağacılar, İskenderpaşacılar, Cübbeciler, Müslümcüler, Kurdoğlucular, Okuyucular, Yazıcılar gibi dinden nemalanan oluşumların faaliyetlerine el koyamamakta, mal varlıklarını devlete aktaramamaktadır. Çünkü her biri oy deposu olarak görülmekte ve dinci partilerin arka bahçesi niteliğinde değerlendirilmektedir.

Sonuç
Bugünkü CHP’yi doğuran İttihadı Osmani Cemiyeti üyeleri genç, milliyetçi, laik ve mektepliydiler. Devletçi ve dış yardıma karşıydılar. 1950 sonrası CHP, çokça iktidar şansı bulsaydı bu çizgide ülkeyi yöneterek gelişmişlik sağlayabilirdi.
Ya da öte tarafta ilk kurulan Ahrar Fırkası, hürriyetin önemini idrak etmiş bir ekolden gelen mensuplarıyla âdemi merkeziyetçilik, özel girişim ve liberal ekonomi alanında ülkemizin gelişmişliğine öncü olabilirlerdi. Ne var ki Ahrar Fırkası, şeriatı isteyen Saidi Kürdi’nin İttihadı Muhammediye Fırkasıyla 1911 yılında birleşip Hürriyet ve İtilaf Fırkasına dönüştürülmüştü. Böylece masumane “Hürriyetçi” düşünceye “din” bulaştırılmıştı.
Bu durumda Türkiye’yi ne genç, dinamik, laik, eğitimli, devletçi ve dış yardıma karşı olan idealistler yönetmiştir. Ne de âdemi merkeziyetçi, özel girişimci ve liberal ekonomiyi savunan hürriyetçiler…
1950 sonrası Türkiye’si, içine din bulaştırılarak arabesk bir tarzda yönetilmiş ve çağdaş seviyenin çok gerisinde kalmıştır.  Kanıtı ise bir tarafta bronz abidesi olarak her daim ortada duran CHP ile diğer tarafta altın suyuna bandırıldığı için ikide bir sararıp solan DP, AP, ANAP, DYP, AKP gibi ömürsüz partiler…

Özetin özeti
Şunu iddia edebilirim ki Ahrar düşüncesindeki HÜRRİYETÇİLER ile Atatürk ilkelerine bağlı CHP’li DEMOKRATLAR; yüzde 50’leri zorlayarak, iyi olanın yöneteceği çağdaş, donanımlı, aydınlık bir Türkiye’yi oluşturacaklardır.

1 Şubat 2019 Cuma

FİRAVUN

Ey, rüşvete ve yolsuzluğa sarılan koyun
Sandın, dünya hayatı eğlence ya da oyun
Çocuk çoğaltma yarışıdır diyorsan eğer
Hiç zaman kaybetme, git çabucak sen de soyun

Bir dişi, biraz da sperm, bir çiğnem et oldun
Üç aşamalı safhadan geçtin, insan doğdun
Hayra ve barışa yönelik çalışma varken
İnanç yerine para kasasını doldurdun

İlk emir “Oku” idi, kulak arkası yaptın
Yanıldın, yüzde ellinin üzerine yattın
Kadın mıydı yetimin, yoksulun alın teri
Utanıp sıkılmadan yatak odana attın

Sen ki yoksulu doyuracak, kollayacaktın
Dar gelirlinin geçimini sağlayacaktın
Unutma ki ırk, renk, soy ve zenginlikçe değil,
Günahtan korunarak, en üstün olacaktın

“Öteki dünya”dır, ceza merkezinin adı
Cennettedir iyiliğin ödülü ve tadı
Can, köprücük kemiğine dayandığında
Gelecek işte o zaman zebani el kadı

Can, Allah'ın huzuruna sevk edildiğinde
“Kim var okuyup üfleyecek” denildiğinde
Paralar ve oğullar kurtaramaz adamı
Yüce Divanda hakça karar verildiğinde

Akıp geçen zaman içinde ömür de gider
Adam olan hakkı ve sabrı tavsiye eder
Yetimin parasını kutuya dolduranlar
Geçti ama “İnsan gerçekten ziyandadır” der

Hani Allah'ın ipine yapışılacaktı
Mevzu inançsa asla apışılmayacaktı
Daha çok rüşvet, daha çok yolsuzluk diye mi
Dünya malı arsızlıkla kapışılacaktı

Hepsi güzel elçiler! İbrahim, Musa, Harun
Milletine azgınlık yapmış şımarık Karun
Umre biletiyle ve villalarla meşgulken
“Ah” aldın sen, doğrulmaz belin ey Firavun

Kötüsün sen, karnın zakkum, kuru diken dolsun
Yetim malını yedin, benz’in sararıp solsun
Servet ve çocuk dedin, onlar yedi başını
Yolcusun civanım, hadi sana geçmiş olsun!
Yolcusun civanım, hadi size geçmiş olsun!

11 Ocak 2019 Cuma

TAVUK TOPLUMLAR


Akarsular, geçtikleri yerlerden taşıdıkları alüvyonlu toprakları, denize döküldüğü yerde verimli ovalara dönüştürürler. Organik maddelerle zenginleşmiş bu ovalarda yetişen bitkiler, akarsuların getirdiklerinden bolca nasiplerini alırlar. Kızılırmak'la Bafra, Yeşilırmak'la Çarşamba ovası gibi...
İşte yetişmiş insanlar da böyledir. Akarsuların, geçtiği yerlerden taşıdığı değerler gibi aileden, okuldan, çevreden aldıkları kültürle sürekli kendilerini geliştirirler. Çok okurlar. Araştırıcı bir yapıya sahiptirler. Mesleklerinde en üst düzeye gelmek için çaba gösterirler.
Eğer yetişmiş insan alüvyonlu toprak ise kıraç toprak insanını siz düşünün!
Arap ülkelerinin, petrol gibi önemli nimeti ellerinde bulundurmalarına rağmen gelişememeleri yetişmiş insanları olmamasındandır.  
183 ülkenin kişi başına düşen milli gelirleri sıralamasında İslam İşbirliği Teşkilatına üye 52 ülkeden sadece 5’i petrol sayesinde ilk 50 dünya ülkesi arasına girebilmiştir.
Diğerleri için istatistikler iyi tablo çizmemektedir. 52 İslam ülkesinden 33’ü, 100’ncü sıradan geridedir. 14’ü ise son 33 ülke arasındadır. Türkiye, 183 ülke arasında 64’üncü sırada yer alabilmiştir.
Durum, imam ve sel fıkrasında olduğu gibi minarenin tepesine kadar kaçan imamın tekne ve helikopter gönderilmesine rağmen “Allah beni korur” diye inatlaşıp boğulmasına benzemektedir.
Burada insanın aklına bilim insanı Darwin’in o meşhur sözü gelmektedir: “Bilim ve sanat bir kuşun iki kanadı gibidir. Bu iki kanadı kullanabilen toplumlar uçar ve özgür olurlar. Uçamayanlar ise tavuk olurlar. Tavuk toplumlar, önüne atılan bir avuç yemi gagalarken, arkadan yumurtalarının alındığının farkında bile olmazlar.”



2 Ocak 2019 Çarşamba

HALKÇI OYLARLA MİLLİYETÇİ OYLAR DENGESİ


Başlangıç ruhu 1889 yılında askeri tıbbiye öğrencilerinin kurduğu İttihadı Osmanî Cemiyetine dayanan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), 1923’den itibaren 27 yıl hükümet etme görevini yerine getirmiştir.
Başlangıcı 1908 yılında kurulan Ahrar Fırkasına dayanan Demokrat Parti (DP) ve bu partinin değişik isimlerle kurulan uzantıları 1950’den itibaren -birkaç istisna dışında- günümüze kadar hükümet etme şansı bulmuştur.
2002’ye kadar geçen 52 yıllık çok partili süreçte milliyetçilerin oy oranı ortalaması yüzde 63 iken halkçıların oy oranı ortalaması yüzde 34’tür. (http://erolozdemir28.blogspot.com/2011/07/osmanlidan-gunumuze-siyasi-partiler.html)
1950 öncesinin CHP’si asker ve aydın kesime hitap etmiştir. Bu yönüyle “Seçkinci” olarak tanınmıştır. Oysa yeni kurulan Demokrat Parti (DP) kendisini halka daha yakın göstermesini bilmiştir. Üstelik siyasi rakibini, o zamanlar tehlikeli bilinen komünizmle özdeşleştirerek halktan uzaklaştırmıştır. “Öcü” gibi gösterip halkın “soğuk” ve “itici” davranmasını sağlamıştır. İlerleyen yıllarda zaman zaman birlikte hareket ettikleri uzantılarıyla (AP, MSP, MHP, ANAP, DYP, AKP) bir olup CHP’lilerin akıllarına gelmeyenleri ustaca halkın aklına getirmiş ve psikolojik savaşla rakibini güçsüz bırakabilmiştir. (Bu blokta yer alan parti başkanı seçim sonunda başarılı olamayan partilisine “Oyu düşen kendini sorgulamalı” diye hesap sorabilmektedir. Çünkü hangi seçim bölgesinde kaç oyun nasıl alınacağı hesaplanmıştır. Maaş, iş, para, kömür, bulgur gibi elle tutulabilen gözle görülebilen somut ve ölçülebilir vaatlerin göreceli olarak artırılmasıyla rakip partinin önüne geçme yolu gösterilmiştir. Oysa CHP oy için demokrasi, insan hakları, adalet, güvenlik  gibi kiloyla ve metreyle ölçülemeyen soyut vaatler sunmaktadır. Ekonomik yapısı, eğitim durumu dikkate alındığında seçmenin tercih ibresi, somut vaatlere doğru kayma göstermektedir.)
Çok partili dönemin yaşandığı 69 yıllık süreçte CHP genelde ikinci parti durumunda kalmıştır. Bugün CHP oylarının yüzde 15’i demokrasiye, hukuka, insan haklarına inanmış Atatürkçü düşüncedeki insanların kemikleşmiş oyudur. Aynı CHP, yüzde 25’leri kendi çalışmasıyla aldığı zannıyla kendini yanıltmıştır. Sahadaki faaliyetleri yetersiz kalmıştır. İkinci yanılgısı ise başarıyı, rakiplerinin başarısızlığında aramıştır.
Bu durumda CHP’ye iki önemli görev düşmektedir.
Birincisi, CHP önce halk nazarında soğuk ve öcü gibi görünme sendromundan kurtulmalıdır. Bunun reçetesi insan ilişkileri konusunda akademik donanımlı iletişim uzmanlarıdır.
İkincisi, her bir partilinin performansının, genel merkezin performansının toplamı olacağı bilinmelidir. Reçete, köy enstitüleri modelidir. Yüzde 50 içeride ise yüzde 50 de bizzat sahada çalışmaktır.
O zaman halkçılar ile milliyetçiler arasında denge sağlanacak ve özlenen istikrar yakalanacaktır.