1937 yılında Büyük Atatürk'ün
direktifleri ile açılan polis enstitüsünde yüksek tahsil iki yıl ile sınırlı
idi. Mezunlar en fazla emniyet amiri rütbesine kadar yükselebiliyorlardı.
İl emniyet müdürü ihtiyacı, polis
kolejini başarıyla bitirenler arasından seçilerek hukuk ya da siyasal bilgiler
fakültelerine gönderilenlerden temin ediliyordu. Çünkü bu mezunlar, emniyet
amiri rütbesini tamamladıklarında emniyet müdürü rütbesine yükselebiliyorlardı.
Ne var ki 1950 yılında polis
koleji kapatıldı ve fakat eksikliklerinin belli olması üzerine 1958 yılında
yeniden öğretime açıldı.
1961 yılında polis enstitüsünde (daha
sonra polis akademisi adını almıştır) eğitim süresi üç yıla çıkarıldı. Hukuki
konulara daha çok yer verildi. 1967'lerde, önceki mezunlar da fark
imtihanlarına girerek üç yıllık mezun sayıldılar. Böylece il emniyet müdürleri,
polis akademisi mezunları arasından atanmaya başladı.
1964 yılı mezunlarından itibaren
komiser yardımcıları üçer yıl arayla komiser, başkomiser, emniyet amiri olup
onikinci yılda "müdür" seviyesine ulaştılar. Emniyet müdürlüğü
rütbesinde bugünkü gibi dört sınıf olmadığı için 1970'li yıllarda 30'lu
yaşlarda il emniyet müdürleri atanmış oldu. (Bugün birinci sınıf emniyet
müdürlüğüne ulaşmak için en az 24 yıllık süre gerekmektedir. Bu da en erken 45
yaşına tekabül etmektedir.)
Otuzlu yaşlardaki emniyet
müdürleri faal olmak, atak olmak, başarılı olmak istiyorlardı.
Aynı yıllarda istihbarat
birimlerinde yüksek okul mezunu olmayan orta-K'lı komiserler
çalıştırılmaktaydı. Başkomiserlikten yukarı terfi edemedikleri için birçoğu, bu
egolarını tatmin adına genç il emniyet müdürlerini yönlendirebiliyorlardı. Telsiz
cambazlığını, yalakalığı, yağcılığı iyi beceriyorlardı. Kendilerine koltuk
bulmak için diğer rütbelileri karalamayı mubah sayıyorlardı. Emniyet müdürleri hangi
fikirdense sevmediği akranlarını aksi fikirli olarak tanıtıyorlardı. Emniyet
müdürleri içkiye karşı ise rakiplerini ayyaş olarak bildiriyorlardı. Onlarla
yürütülen işlerde ideal düzey yakalanamıyordu. Hizmette verim artırılamıyordu. (Çok
kaliteli kişilik yapısına sahip orta-K'lı komiserler olduğunu da belirtmeliyiz.
Ancak sayıları az idi.)
1980 öncesinde toplumun tamamına
yakını politize olmuştu. Bundan nasibini alan emniyet teşkilatı mensupları da POL-DER,
POL-BİR gibi derneklere bölünmüştü. İl emniyet müdürünün belirlenmesinde, kıdem
ve liyakat yerine politik tercihler öne çıkmıştı.
Siyasi taraf olmanın yanında
rüşvet ve yolsuzluktan işlem yapılan mensup sayısı azımsanmayacak
boyutlardaydı. Öyle ki bu işlere bulaşanlar, karışmayan personeli beceriksiz ve
korkak olarak nitelendiriyorlardı.
İl emniyet müdürü atamalarında
yöneticilik özelliğine bakılmıyordu. Çoğu kere "Ben adamı ikiseksen uzatırım"
ya da "Koydum mu oturturum" felsefesi hâkimdi. İl emniyet müdürü
böyle olunca personeli de onun safında yer almaya gayret gösteriyordu.
İnsan hakları ihlali ile
yargılanan polis sayısı Batı standartlarının çok üstündeydi.
12 Eylül 1980 askeri
müdahalesinin ardından polis teşkilatında bina, silah, araç ve gereç konusunda fiziksel
iyileştirmeler yapıldı. Ne var ki bu yenilikler düşünce yapısına yansıtılamadı.
Eğitim için ABD'ye gönderilen genç komiserler, teşkilatımızın ufkunun açılmasında
beklenen verimi sağlayamadılar. Ya dönmediler ya da başka kurumlara transfer
oldular.
İşte bu ve buna benzer olumsuzluklar
polis teşkilatının ideal düzeye gelmesini engelledi. Kendi genel müdürünü kendi
içinden çıkaramaz duruma geldi. Fiziksel olarak güçlüydü. Fakat etkisizdi ve sanki
vesayet altındaydı.
Kendi bakanlığının merkez ve
taşra teşkilatı içinde yer bulamamıştı. Bir kenarından iliştirilmiş gibi "bağlı"
kuruluş olarak yer almaktaydı.
Halk; ilde emniyet müdürünü,
güvenliğini sağlayacak kişi olarak görüyordu. Fakat asayişi sağlama görevi valinindi.
Suçu ise savcı kovuşturuyordu.
Görev tanımının yapılmayışı
emniyet müdürünü boşluğa düşürüyordu. Onu, oyundan düşen bir sporcu konumuna
getiriyordu.
Teşkilatın bu olumsuz durumdan
bir an evvel kurtulabilmesi için il emniyet müdürlerine çok büyük görevler
düşmektedir. Bugün üçyüzbinlere tırmanan personelin kabaca yüzde 95'i, 81 il
emniyet müdürünün emrinde görev yapmaktadır.
Aileye yeni katılan çocuğun ana
babayı taklit ettiği gibi her bir polis mensubu da il emniyet müdürünü örnek
almaktadır. Buna hiyerarşi ve disiplin kavramını da eklediğimizde il emniyet
müdürünün personel üzerindeki etkisi daha net anlaşılabilecektir.
İl emniyet müdürlerinin başarısı,
mesleğiyle ilgili her masanın görevini çok iyi bilmesiyle ölçülmemelidir. Kendisine
görev ve yetki veren mevzuatı bilmesi, öte yandan birimler arası koordinasyonu
sağlaması yeterlidir.
Ancak il emniyet müdürlerinde
olması gereken birkaç kriter daha vardır ki bunları şu şekilde sıralayabiliriz:
İl emniyet müdürleri hizmette
verimi artırmayı planlayan, liderlik vasfı olan müdürler arasından seçilmelidirler.
İl emniyet müdürleri ülkenin
siyasal, toplumsal, ekonomik ve kültürel konuları hakkında bilgi sahibi
olmalıdırlar. Bu yönüyle dünya ülkelerinin ve dünya polisinin neresinde yer
aldığımızı iyi tahlil edebilmelidirler.
İl emniyet müdürleri, gereğinden
fazla katı disiplin nedeniyle kapalı durumdaki ast ve üst personel arasındaki
iletişimi sağlama konusunda gayret sarf etmelidirler. Personelin ve halkın
yönetime katılmasını sağlamalıdırlar. Takım ruhuyla çalışmalıdırlar.
İl emniyet müdürleri birim içi
eğitimi önemsemelidirler. Komşu illerin bile trafik plaka numarasını ya da
birçok trafik işaret levhasının anlamını bilmeyen trafik polislerinin olabileceği
test edilerek birim içi eğitimin güncel hale getirilmesinin önemi göz önünde bulundurulmalıdır.
Her polisin performansının;
çalıştığı şube müdürlüğünün, her şube müdürlüğünün performansının ise o il
emniyet müdürlüğünün performansını göstereceği bilinmelidir. Çünkü 81 il
emniyet müdürlüğü performansı, Emniyet Genel Müdürlüğünün performansını gösterecektir.
Polislik kutsal bir meslektir.
Özlük hakları yeterince verilmemiş olsa da bu durum, polisin görevini yerine
getirmesi konusunda engel teşkil etmez.
Aslında polisler aldıkları genel
eğitim nedeniyle ehil görevlilerdir. Bazen birim içi bilgi eksikliği, bazen
yanlış motivasyon, bazen de yanlış emir nedeniyle hatalı davranışlar sergileyebilmektedirler.
Yukarıdaki kriterlerle birlikte kutsal
dinimizin "Emaneti, ehline veriniz" kuralı da uygulandığında polis
teşkilatının geleceği daha parlak olacaktır.