Başbakan Bülent Ecevit’in yaşlılığı ve hastalığı
nedeniyle iktidarın zafiyete girmesiyle Fazilet Partisinden ayrılarak kurulan
Adalet ve Kalkınma Partisi, 2002 genel seçimlerinde yüzde 34 oranında oy alarak
iktidar oldu. CHP yüzde 19’da kaldı. Diğer partilerden hiçbiri barajı aşamadı.
Böylece yüzde 47’lik bir kesim parlamentoda temsil edilememiş oldu.
2002 seçimleriyle ilgili bir başka olumsuzluk ise seçimlere katılım oranının düşük olması ve yüzde 79’da kalmasıydı. (Oy kullanmayanlara cezanın
öngörüldüğü 1983’den sonraki en düşük orandır.)
Temsilin az, katılımın düşük olduğu bir irade ile
beş yıllık iktidarın sonunda 2007 seçimleri gelmiştir.
(Bir not: AKP, pek de iktidar şansı bulamayan CHP’den
tedirgin değildir. Ama 2002 seçimlerinde yüzde 7’yi geçen Genç Parti’den
korkmuştur. AKP, ticaret alanından gelen milletvekillerinden oluşan bir
partidir. Bu tecrübelerini kullanarak Genç Parti genel başkanı Cem Uzan’ı
-siyaseten değil- ticari faaliyetlerindeki yanlışlarından dolayı ülke dışına kaçırarak
olası siyasi rakiplerinden birini elimine etmiştir.)
Mayıs 2007’de
Mehmet Ağar’ın genel başkanı olduğu DYP ile Erkan Mumcu’nun genel başkanı
olduğu ANAP, Demokrat Parti (DP) adıyla birleşmiş ve iki ay sonra yapılan genel
seçimlerde iradelerini AKP’ye teslim etmişlerdir. (Kriminolojik nedenlerle
siyaset içinde yer bulamayan Mehmet Ağar, oğlunun 2018 yılı genel seçimlerinde AKP’den
milletvekili yapılmasıyla memnun edilmiştir.)
AKP, 2007 seçimlerinde oy oranını yüzde 46’ya
çıkarmış, fakat MHP’nin barajı aşmasıyla milletvekili sayısı 341’e düşmüştür. (Demek
ki 2002 seçimlerinde yüzde 47’lik irade milletvekillerine dönüşseydi AKP 363
değil, çok daha az milletvekili çıkaracaktı. Burada demokrasi tanımı öne
çıkıyor. Demokrasi, mutlaka monarşiden ve oligarşiden iyidir. Ama çok mükemmel de
değildir. Başka bir anlatımla mevcut yönetim şekillerinin en az kötüsüdür.)
Bundan sonra AKP’nin dayangaçlı dönemi başlamıştır. 2007’de
DP’de genel başkan olan Süleyman Soylu, 2012’de AKP’ye genel başkan yardımcısı
olarak katılmıştır.
Aynı şekilde Saadet Partisinde ve Halkın Sesi
Partisinde (HAS) genel başkanlık görevini sürdüren Numan Kurtulmuş, 2012
yılında genel başkan yardımcısı olarak AKP saflarında politikaya devam
etmiştir. Böylece AKP, geçmişin Demokrat Partisi ve Anavatan Partisiyle
birlikte din motifli partilerden gelen desteğe kapılarını açmak zorunda
kalmıştır.
Öte yanda milliyetçi cephedeki MHP’de genel başkan
yardımcısı iken Bakanlık teklifine “Evet” diyen Tuğrul Türkeş 2015 yılında
AKP’ye geçmiştir.
Bütün bu desteklere rağmen AKP, Haziran 2015
seçimlerinde Parlamentoda salt çoğunluğu sağlayamamıştır. Hükümet kurma
çalışmaları sırasında Devlet Bahçeli’nin muhalefet görevi yapmaması üzerine beş
ay sonra yapılan erken seçimde yeniden iktidar şansını elde etmiştir.
Daha sonra 24 Haziran 2018 seçimlerinde MHP’nin
dayangaçlığı devam etmiş, AKP ile ittifak kurarak seçimlere katılmıştır. Bu seçimlerde
güvenoyu uygulaması kaldırılmış, ittifak yapan partilerde baraj sorunu
yaşanmayacağı kuralı getirilmiştir. Böylece barajı aşamasa da Devlet Bahçeli’nin
partisinin başında göreve devam etmesinin yolu açık tutulmuştur.
Bütün bunlardan çıkan sonuç şudur:
Bir tarafta 1889’dan itibaren çizgisini koruyan ve
askeri dönemler dışında dimdik ayakta duran bir CHP vardır. Atatürkçü
düşünceyle donatılan bu anıt, çizgisinden ödün vermeden Türk demokrasi tarihindeki
yerini muhafaza etmektedir.
Öte tarafta 1908’de “Hürriyetçiler” olarak tanınan Ahrar
Fırkası vardır. Prens Sabahattin taraftarlarınca kurulmuştur. Ne olduysa altı
ay içinde olmuştur. 1909 yılında Saidi Kürdi’nin kurduğu İttihadı Muhammediye
Fırkası mensupları, dinciliği devlet yönetimi içine sokmuşlardır. Maalesef bu
gelenek günümüze kadar sürmüştür. (Bu tehlikeyi gören Gazi Mustafa Kemal, 1931
yılında Cumhuriyet Halk Fırkası ilkelerine “Laiklik” kavramını eklemiştir.)
1950’ler Türkiye’sinde iktidarı ele geçiren Demokrat
Parti zihniyeti, bunu bir zafer sarhoşluğu gibi algılayınca büyük hatalar
yapmış ve 1960 yılında askeri müdahaleye maruz kalmıştır.
Aynı şekilde DP’nin devamı olan AP, çerez
partilerden destek almışsa da altı defa gidip yedi defa gelmekten
kurtulamamıştır. 1965 yılında başlayan iktidar serüveni, 1980 askeri
müdahalesiyle sona erdirilmiştir. Liderleri Süleyman Demirel “Bana ‘sağcılar
suç işliyor’ dedirtemezsiniz” demiştir.
1983 yılında devreye giren ANAP bir ara partisidir. Dört
eğilimi temsil ettiğini söyleyerek işe başlamış ama devamında dincilikten
kendini soyutlayamamıştır.
AKP de bir ara partisidir. Dinci Fazilet Partisinden
ayrılarak kurulduğu için sürekli din argümanlarıyla hareket etmiştir. Ara
partisi olmasına rağmen ANAP gibi dinci sağ kulvarda yoluna devam etmiştir.
Liderleri Recep Tayyip Erdoğan, miting alanlarına elinde Kuran’la çıkmıştır. Kendilerini
iktidardan düşürmeye kalkışan dinci FETÖ terör örgütü örneği ortadayken ülkenin
her yanında dal budak salan Süleymancılar, Menzilciler, Nakşiler,
İsmailağacılar, İskenderpaşacılar, Cübbeciler, Müslümcüler, Kurdoğlucular,
Okuyucular, Yazıcılar gibi dinden nemalanan oluşumların faaliyetlerine el
koyamamakta, mal varlıklarını devlete aktaramamaktadır. Çünkü her biri oy
deposu olarak görülmekte ve dinci partilerin arka bahçesi niteliğinde
değerlendirilmektedir.
Sonuç
Bugünkü CHP’yi doğuran İttihadı Osmani Cemiyeti üyeleri
genç, milliyetçi, laik ve mektepliydiler. Devletçi ve dış yardıma karşıydılar. 1950
sonrası CHP, çokça iktidar şansı bulsaydı bu çizgide ülkeyi yöneterek
gelişmişlik sağlayabilirdi.
Ya da öte tarafta ilk kurulan Ahrar Fırkası, hürriyetin
önemini idrak etmiş bir ekolden gelen mensuplarıyla âdemi merkeziyetçilik, özel
girişim ve liberal ekonomi alanında ülkemizin gelişmişliğine öncü
olabilirlerdi. Ne var ki Ahrar Fırkası, şeriatı isteyen Saidi Kürdi’nin İttihadı
Muhammediye Fırkasıyla 1911 yılında birleşip Hürriyet ve İtilaf Fırkasına dönüştürülmüştü.
Böylece masumane “Hürriyetçi” düşünceye “din” bulaştırılmıştı.
Bu durumda Türkiye’yi ne genç, dinamik, laik,
eğitimli, devletçi ve dış yardıma karşı olan idealistler yönetmiştir. Ne de âdemi
merkeziyetçi, özel girişimci ve liberal ekonomiyi savunan hürriyetçiler…
1950 sonrası Türkiye’si, içine din bulaştırılarak
arabesk bir tarzda yönetilmiş ve çağdaş seviyenin çok gerisinde kalmıştır. Kanıtı ise bir tarafta bronz abidesi olarak
her daim ortada duran CHP ile diğer tarafta altın suyuna bandırıldığı için
ikide bir sararıp solan DP, AP, ANAP, DYP, AKP gibi ömürsüz partiler…
Özetin özeti
Şunu iddia edebilirim ki Ahrar düşüncesindeki HÜRRİYETÇİLER
ile Atatürk ilkelerine bağlı CHP’li DEMOKRATLAR; yüzde 50’leri zorlayarak, iyi
olanın yöneteceği çağdaş, donanımlı, aydınlık bir Türkiye’yi oluşturacaklardır.