20 Eylül 2018 Perşembe

LİNÇ

Son günlerde okuduğum kitabın adı Linç.
Alfa Yayın Grubu Mona Kitap tarafından okurlara sunulmuş. Yazarı Talip Emiroğlu. Yazar, “Babanın Adı Var” ve “Eğitim ve Çocuklar” adlı kitaplarından sonra Linç’i kaleme almıştır.
Linç hakkında söylenecekler aslında kitabın kapağında resmedilmiştir. Kapak tasarımcısı mükemmel bir görselle okuyucu için kitabı yenilecek lokma haline getirmiştir.
Üst üste yaşanan iki dünya savaşından sonra 1950’lerde dünyada insan hakları kavramı ön plana çıkmıştır. Ardından bunun bir sonucu olarak 1990’larda çocuk haklarından söz edilir olmuştur. Kadın için bu dönemlerde her hangi bir düzenleme bulunmamaktadır. Erkek ile eş değerdedir. Zira hangisi lehine hukuksal düzenleme yapılırsa bu, diğerinin değersizliğine yorumlanacaktı.
Ancak çok daha önceki 1910’larda 8 Mart Dünya Emekçi kadınlar günü ilan edilmiştir. Bu özel günün, kadınların çalışma koşullarının düzenlenmesiyle sınırlı olduğunu belirtmemiz gerekir. Dolayısıyla çalışma koşulları dışında kadın erkek eşittir.
Ne var ki ülkemizde “Kadına şiddet” diye bir kavram öne çıkarılmıştır. Adliye kayıtlarına baktığımızda ülkemizde batıdan doğuya doğru artan bir oranda, tembel Anadolu erkeği tarafından kadınların ağır bir yaşama zorlandıklarını belirtebiliriz. Dinsel ve cinsel baskılar, ensest ilişkiler, çocuk evliliği gibi konular araştırma konusu yapılmış, batılı kadın hakları savunucuları tarafından gündemde tutulmaya çalışılmıştır. Eski Fransa cumhurbaşkanının eşi Bayan Mitterand buna örnektir.
Bazen sosyal medyada kediye ya da köpeğe yapılan şiddet görüntülerine günlerce tanık oluruz. Yapanları kınar, yapılmaması yönünde toplumu bilinçlendirmeye çalışırız.
Peki, erkeğe şiddeti yok hükmünde mi saymalıyız? Yoksa şöyle mi demek isteniyor? “Erkek güçlü kuvvetlidir, erkeğe şiddet olmaz.”
İşte Linç tam da bu gerçeğin altını çizmiştir. Yazar daha önce “Babanın Adı Var” kitabıyla da toplumun dikkatini çekmiştir. Bal gibi erkeğe de şiddet olur.
Kitaptan birkaç örnek verelim:
Karısını ve çocuklarını döven koca olarak cep telefonu ile yapılan planlı ve kasıtlı kaydın yayımlanması…
11 ve 12 yaşlarındaki kızlarının babasından uzaklaştırılması…
Öte yanda yurt dışına para kaçırma, vergi kaçırma, çalışanlarına eksik prim ödeme, zimmetine para geçirme, sahte diplomayla üniversite açma iddiaları…
Toplumun değer yargısına paralel olarak başlangıçta taraftar toplayan bu başvuru dilekçeleri kadına şiddet konusunda kadın cephesini iştahlandırmış, ancak her biri bir ok gibi “şiddet” içerdiği için evrensel hukuk kuralları içinde erimek zorunda kalmıştır. Başlangıçta kadının lehine gelişen durum, bir çuvaldız misali dilekçe sahibinin aleyhine dönmüştür.
Ne var ki bütün bunlar baba ile kızlarının 15 günde bir görüşmesinden öte fayda sağlamamıştır. Bu durum, kadına şiddetten değil çocukların yaşından dolayıdır. Evlilik müessesesinin sona erişi onuncu değil de örneğin yirminci yılda gerçekleşseydi yetişkin kızların algıları değişik olacaktı. Yani kızlarının kendisine gösterilmesi “şiddet” olarak kullanılamayacaktı. Başka bir ifadeyle, büyüyen çocuklar kendi özgür iradelerini kullanabilecekti.
Biraz renkli bir gözlükle baktığımızda şöyle bir sonuç çıkarabiliriz: Yazar, romanında bebekliklerinden itibaren 11-12 yıl kızlarıyla iç içe ve mutlu geçen birlikteliğin aniden ve umulmadık şekilde sona ermesiyle yaşanan sendromu okuyucularıyla paylaşmıştır. Kısmen de olsa iki kız, babadan uzaklaşmıştır. Uzaklaştırılmıştır. Ama renkli camın öte tarafında ikisi kız, biri ikiz yeni çocukların doğmasına vesile olmuştur.
Kızlar; “Babanın Adı Var” ve “Linç”, diğeri de “Eğitim ve Çocuklar.” Ben okudum, beğendim. Size de okumanızı öneririm!
Son söz: Kitapta bazı kavramların öne çıkarıldığı görülmektedir. Bu bağlamda rüya, Kâbe ve büyüyü sayabiliriz. Eserde, kızlarına olan sevgi dile getirilirken rüyaya başvurulmuştur. Daha da ötesi kızlar 30 yaşlarındaki hallerinde bile “hayal” edilmiştir.
Yazar, zaman zaman dinsel ritüellere girerek çocuk özleminin içtenliğini bu pencereden paylaşmak istemiştir.
En önemlisi de baba evlat ilişkilerinde yaşanan olumsuzlukları bir türlü kabullenemeyerek büyüye havale etme isteği oluşmuştur. Sonuçta akıllarda istifham kalmaması için büyüyü; aklıyla, rızkıyla başarılı olamayanların başvurdukları hileler olarak tanımlamıştır.
Eser okunup bitirildiğinde bütün kapıların evlat sevgisine çıktığı müşahede edilmiştir. Çünkü onlardı, o çocuklardı "Dünyanın Bütün Çiçekleri" diye bize nakşedilenler…

HANEFİ AVCI'NIN BEŞİNCİ KİTABI


Polis akademisinden devre arkadaşımız Hanefi Avcı’nın beşinci kitabının adı “Son Eşik”
Kavşaktaki Seçim olarak nitelendirdiği 24 Haziran 2018 seçimlerinde verilecek oyların ülkeyi nereye götürebileceğinin artılarını ve eksilerini bu kitabında anlattı.
Özetle “Eğer mevcut anlayış tercih edilirse tüm devlet sistemimizin kuvvetler birliğine, tek adamlığa, kurumsal yapılar yerine bütün yetkilerin tek kişide toplandığı geçmişte Ortadoğu’da çok görülen diktatörlüğe gidiş kapısı açılacaktır” dedi. Ayrıca farklı tercihin bu yoldan dönüşe imkân tanıyacağını da hatırlattı.
Nasıl geçmişte cemaat kabul edilmemişse bugün Menzilciler, Süleymancılar, Okuyucular, Yazıcılar, Kurdoğlu gibi gruplara oy için ayrıcalıklı işlem yapıldığı söylentisini dile getirdi.
Ne var ki seçimler erkene alınarak yapıldı. Ülke, ikinci bir partinin desteğiyle yönetimini sürdürdü.
Devre arkadaşımız daha önce yazdığı “Haliç’te Yaşayan Simonlar” adlı kitabında cemaati anlatmış ve FETÖ tehlikesinin sinyallerini vermişti. Bu tehlikeler zuhur etmiş ve 17-25 Aralık (2013) ile 15 Temmuz (2016) darbe girişimi yaşanmıştı.
Ardından yazdığı üç kitabında erken uyarılarda bulunarak hocanın ayağının nasıl kaydığını, cemaatin iflasını, Fırat’ın doğusundaki hassasiyeti dile getirmişti. Kısaca “Ben size dememiş miydim” mesajı vermişti.
Allah devre arkadaşımıza bu beşinci kitabından sonra “Ben size dememiş miydim” diye yeni bir kitap yazdırmaz inşallah…
Okuyun sağlıcakla…