Son günlerde okuduğum kitabın
adı Linç.
Alfa Yayın Grubu Mona Kitap
tarafından okurlara sunulmuş. Yazarı Talip Emiroğlu. Yazar, “Babanın Adı Var”
ve “Eğitim ve Çocuklar” adlı kitaplarından sonra Linç’i kaleme almıştır.
Linç hakkında söylenecekler aslında
kitabın kapağında resmedilmiştir. Kapak tasarımcısı mükemmel bir görselle
okuyucu için kitabı yenilecek lokma haline getirmiştir.
Üst üste yaşanan iki dünya
savaşından sonra 1950’lerde dünyada insan hakları kavramı ön plana çıkmıştır. Ardından
bunun bir sonucu olarak 1990’larda çocuk haklarından söz edilir olmuştur. Kadın için bu dönemlerde her hangi bir düzenleme
bulunmamaktadır. Erkek ile eş değerdedir. Zira hangisi lehine hukuksal
düzenleme yapılırsa bu, diğerinin değersizliğine yorumlanacaktı.
Ancak çok daha önceki 1910’larda
8 Mart Dünya Emekçi kadınlar günü ilan edilmiştir. Bu özel günün, kadınların
çalışma koşullarının düzenlenmesiyle sınırlı
olduğunu belirtmemiz gerekir. Dolayısıyla çalışma koşulları dışında kadın erkek
eşittir.
Ne var ki ülkemizde “Kadına
şiddet” diye bir kavram öne çıkarılmıştır. Adliye kayıtlarına baktığımızda
ülkemizde batıdan doğuya doğru artan bir oranda, tembel Anadolu erkeği
tarafından kadınların ağır bir yaşama zorlandıklarını belirtebiliriz. Dinsel ve
cinsel baskılar, ensest ilişkiler, çocuk evliliği gibi konular araştırma konusu
yapılmış, batılı kadın hakları savunucuları tarafından gündemde tutulmaya
çalışılmıştır. Eski Fransa cumhurbaşkanının eşi Bayan Mitterand buna örnektir.
Bazen sosyal medyada kediye ya
da köpeğe yapılan şiddet görüntülerine günlerce tanık oluruz. Yapanları kınar,
yapılmaması yönünde toplumu bilinçlendirmeye çalışırız.
Peki, erkeğe şiddeti yok
hükmünde mi saymalıyız? Yoksa şöyle mi demek isteniyor? “Erkek güçlü
kuvvetlidir, erkeğe şiddet olmaz.”
İşte Linç tam da bu gerçeğin
altını çizmiştir. Yazar daha önce “Babanın Adı Var” kitabıyla da toplumun
dikkatini çekmiştir. Bal gibi erkeğe de şiddet olur.
Kitaptan birkaç örnek verelim:
Karısını ve çocuklarını döven
koca olarak cep telefonu ile yapılan planlı ve kasıtlı kaydın yayımlanması…
11 ve 12 yaşlarındaki kızlarının
babasından uzaklaştırılması…
Öte yanda yurt dışına para
kaçırma, vergi kaçırma, çalışanlarına eksik prim ödeme, zimmetine para geçirme,
sahte diplomayla üniversite açma iddiaları…
Toplumun değer yargısına paralel
olarak başlangıçta taraftar toplayan bu başvuru dilekçeleri kadına şiddet
konusunda kadın cephesini iştahlandırmış, ancak her biri bir ok gibi “şiddet”
içerdiği için evrensel hukuk kuralları içinde erimek zorunda kalmıştır. Başlangıçta
kadının lehine gelişen durum, bir çuvaldız misali dilekçe sahibinin aleyhine
dönmüştür.
Ne var ki bütün bunlar baba ile
kızlarının 15 günde bir görüşmesinden öte fayda sağlamamıştır. Bu durum, kadına
şiddetten değil çocukların yaşından dolayıdır. Evlilik müessesesinin sona erişi
onuncu değil de örneğin yirminci yılda gerçekleşseydi yetişkin kızların
algıları değişik olacaktı. Yani kızlarının kendisine gösterilmesi “şiddet” olarak
kullanılamayacaktı. Başka bir ifadeyle, büyüyen çocuklar kendi özgür
iradelerini kullanabilecekti.
Biraz renkli bir gözlükle
baktığımızda şöyle bir sonuç çıkarabiliriz: Yazar, romanında bebekliklerinden
itibaren 11-12 yıl kızlarıyla iç içe ve mutlu geçen birlikteliğin aniden ve
umulmadık şekilde sona ermesiyle yaşanan sendromu okuyucularıyla paylaşmıştır. Kısmen
de olsa iki kız, babadan uzaklaşmıştır. Uzaklaştırılmıştır. Ama renkli camın
öte tarafında ikisi kız, biri ikiz yeni çocukların doğmasına vesile olmuştur.
Kızlar; “Babanın Adı Var” ve “Linç”,
diğeri de “Eğitim ve Çocuklar.” Ben okudum, beğendim. Size de okumanızı
öneririm!
Son söz: Kitapta bazı
kavramların öne çıkarıldığı görülmektedir. Bu bağlamda rüya, Kâbe ve büyüyü
sayabiliriz. Eserde, kızlarına olan sevgi dile getirilirken rüyaya başvurulmuştur.
Daha da ötesi kızlar 30 yaşlarındaki hallerinde bile “hayal” edilmiştir.
Yazar, zaman zaman dinsel
ritüellere girerek çocuk özleminin içtenliğini bu pencereden paylaşmak
istemiştir.
En önemlisi de baba evlat
ilişkilerinde yaşanan olumsuzlukları bir türlü kabullenemeyerek büyüye havale
etme isteği oluşmuştur. Sonuçta akıllarda istifham kalmaması için büyüyü; aklıyla,
rızkıyla başarılı olamayanların başvurdukları hileler olarak tanımlamıştır.
Eser okunup bitirildiğinde bütün
kapıların evlat sevgisine çıktığı müşahede edilmiştir. Çünkü onlardı, o
çocuklardı "Dünyanın Bütün
Çiçekleri" diye bize nakşedilenler…