10 Mart 2013 Pazar

GÜVENLİK VE İSLAM


 
Yazımızın başlığı için "Güvenlik ve Barış" da deseydik aynı anlamı ifade etmiş olacaktık. Çünkü İslam, barış demektir. Barış ise savaşın karşılığıdır ve daha sevimli bir kavramdır.

Üstelik barış ortamı varsa güvenlik var demektir.

Sözü edilen güvenlik ise bilim adamı Abraham Maslow tarafından ihtiyaçlar hiyerarşisi içinde en başlarda sayılmıştır.

Maslow'un sıralaması şu şekildedir:

Fizyolojik ihtiyaçlar,

Güvenlik ihtiyacı,

Ait olma, sevgi, sevecenlik ihtiyacı,

Saygınlık ihtiyacı,

Kendini gerçekleştirme ihtiyacı.

Sıralamaya baktığımızda yeme içme ve cinsellik gibi fizyolojik ihtiyaçların, güvenlik ihtiyacına göre bir adım önde olduğunu görüyoruz.

Çünkü şu gerçeği biliyoruz: Yeme içme olmadan insan yaşayamaz. Ve yine cinsellik olmadan üreme olmayacağı için insanlık son bulur.

Yani bu ihtiyaçlar, olmazsa olmazlardandır.

Bu durumda konumuz olan güvenlik ihtiyacı bir bakıma ilk sıraya çıkmaktadır. Şöyle ki; yiyebilen, içebilen, çoğalabilen insanlar olduğu sürece bu insanlara lazım gelen birinci ihtiyaç "güvenlik"tir.

Tabii ki burada esas olan kişinin can güvenliğidir. Zaten modern anayasalar kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamayacağı hükmünü güvence altına almışlardır. Ayrıca aile güvenliği, sağlıklı olma güvenliği, iş güvenliği, mülkiyet güvenliği de önem arz etmektedir.

Eğer kişi güven içinde değilse Maslow'un belirttiği üçüncü, dördüncü ve beşinci sırada yer alan ihtiyaçlar sınıfındaki arkadaşlık, sıcak ilişki, başarı, kendine saygı, başkalarına saygı, diğerlerinin saygısı, erdemlilik, yaratıcılık, doğallık, problem çözme, önyargısız olma gibi hususların hiçbir önemi kalmaz.

Güvende olmama durumunun önemini en yalın anlamıyla şöyle anlayabiliriz: Yirmidört saatlik bir süre içinde hiç hukuk, polis, mahkeme, cezaevi olmadığı düşünüldüğünde olabilecek suçları tasavvur edelim. Bugün hepsi olduğu halde bile cezaevleri dolup taşmaktadır. Hukuk ortamının olmaması düşünüldüğünde her şey güçlünün elinde olacak, diğer insanlar yaşama şansı bulamayacaklardır. Hatta güçlünün de güçlüsü olmak isteyenler çıkacak ve yaşam kâbusa dönüşecektir.

Bu yönüyle bakıldığında İslam öncesinde çöl Araplarının yaşadığı cahiliye döneminde de iç karatıcı birçok suçun işlendiği görülmektedir.

Sadece cana yönelik olanlardan bir kaçını sayalım:

Fakirlik korkusuyla çocukların öldürülmesi,

Kız doğduğunda ondan utanılması ve toprağa gömülmesi,

Haksız yere Yüce Allah'ın yasakladığı cana kıyılması.

Ve o dönemlerde "Vücut bütünlüğüne dokunulamaz" gibi yasal güvenceler de yoktur.

Cahiliye döneminde işlenen diğer suçların onlarcasını da Yüce Kur'an saymaktadır: Yetimin malına el uzatılması, ölçü ve tartıda hilecilik, erkeğin ümit edeceği şekilde kadınların açılıp saçılması, fuhuş, zina, eşcinsellik, intihar, sahtekârlık, iftira gibi...

Şimdi bize okurken bile korkunç gelen bu suç âleminin içinde çaresizce yaşanıyor olmasının yaratacağı hezeyanın boyutunu tahmin etmek hiç de zor olmasa gerekir.

Milattan sonra altıyüzlü yıllarda insanlık, tarım toplumu dönemini yaşamaktadır. Arap yarımadasında da bu böyledir. Toprağın ekilmesi ve hayvanlar fizyolojik ihtiyaçlara yetebilmektedir.  

Ancak güvenlik konusunda çok ciddi sıkıntılar vardır. Mekke ve civarında suçlar diz boyundadır. Polis, mahkeme, cezaevi gibi kavramlar olmadığı için kabileler arasında güçlü olanların hükmü geçerli olmakta, güçlü olma yarışına girildiği için de sürekli bir çatışma ortamı yaşanmaktadır.

İşte bu çatışmaların ve suç ortamının önüne geçmek için bir "barış" ilan edilmesi gerekli görülmüştür. Her şeye gücü yeten Yüce Allah tarafından, suç işleyen insanların öldükten sonra dirilecekleri öteki dünyalarında cezalandırılacaklarına, iyilik yapanların ise ödüllendirileceklerine ilişkin Yüce Peygamber Muhammed'e vahyedilen uyarı ve öğütlerle yeni bir dinin oluşumu sonucunda istenilen barış ortamının sağlanabileceği vaat edilmiştir. Böylece, "Barış" amaçlı olarak "İslam" dini ortaya çıkmıştır.

Öncelikle cahiliye dönemi Arapları arasında iç güvenliğin sağlanması önemli görülmüş, işlenen suçlar ve bu suçlara karşı verilecek cezalar çeşitli vesilelerle Yüce Kur'an'da sayılıp açıklanmıştır. Ardından da evrenselleştirilerek bütün insanlığın dini olduğu belirtilmiştir.

Türkler de yüzlerce yıl süren Orta Asya'dan göçleri sırasında, yolları Araplarla kesiştiği için yeni dinin etkisinde kalarak Müslüman olmuşlardır.

Bunun sonucu olarak İslam dini, bugün dünya nüfusunun beşte biri tarafından kabul görmüş ve dünyanın ikinci büyük dini durumuna gelmiştir.

Ancak günümüzde yüzde doksandokuzu Müslüman olan Türkiye, son kırk yıldır yaşanan terör belası ile "güvenlik" konusunda 1400 yıl öncesinin gerisinde kalmıştır. Adında "barış" olan bir dine mensup olanların böylesi bir savaş(!) ortamında yaşaması insanı gerçekten utandırmaktadır. Hele de polis olunca bu utanç daha da artmaktadır.

Sadece Türkiye mi?

Irak, Mısır, Libya, Suriye...

İran, Pakistan, Afganistan...

Tanrının lütfu petrole rağmen.

Bir İslam ülkesi ki terör örgütünü bilerek bağrında barındırsın.

Ya da uluslararası uyuşturucu trafiğinde kaynak ülke rolü oynasın.

Ve de bu ülkelerin insanları, "barış" dinine mensup olsunlar.

Pakistanlı yazar Faruk Saleem'in, Müslümanların neden bu kadar güçsüz ve güvensiz kaldığını belirten araştırmasından birkaç rakam verelim:

"Elliyedi İslam ülkesinde beşyüz üniversite varken sadece ABD'de 5.758 üniversite vardır. Hıristiyan dünyasındaki okuryazarların yüzde 98'i ilkokulu bitirmişken, Müslüman dünyasında bu oran yüzde 50'dir. Hıristiyan dünyadaki okuryazarların yüzde 40'ı üniversite mezunudur ve bu oran Müslüman dünyasında yüzde 2'yi geçememektedir."

Ve acı bir gerçektir ki bu insanlara gelen ilk emir "Oku" olmuştur.

Bugün İslam dünyasında yaşananlara bakıldığında Müslümanlar daha ilk derste sınıfta kalmışlardır.  

İlk ders hazmedilerek öğrenilememişse yeterli altyapı oluşmadığı için diğer derslerde de başarı gelmeyecektir.

Tıpkı "güvenlik" olmayınca arkadaşlık, sıcak ilişki, başarı, kendine saygı, başkalarına saygı, diğerlerinin saygısı, erdemlilik, yaratıcılık, doğallık, problem çözme, önyargısız olma gibi hususların bir anlam ifade etmeyeceği gibi...

İlk dersler önemlidir.

"Oku" emri daha da önemlidir.  2013

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder