11 Temmuz 2018 Çarşamba

DEMOKRASİNİN CUMHURİYETTEKİ YERİ


Günümüzde 194 ülkenin 120’sinin cumhuriyetle yönetildiği bilinmektedir.
Önceleri mutlakıyet vardı. Güç kraldaydı.
Sonra meşrutiyet benimsendi. Güç, meclisli kralın oldu.
Cumhuriyette ise güç halktadır.
Yani!
Kral gücü…
Meclisli kral gücü…
Halkgücü…
Halkgücünün geçerli olduğu ülkelerde insanlar makul bir süreliğine kendisini yönetecek kişileri seçer ve seçtikleri tarafından “insan gibi” yönetilmek ister. “İnsan gibi” yönetilmezse halkgücünü yeniden kullanır ve “insan gibi” yönetecek olanı seçer.
Bu nedenle cumhuriyet en yeni, en modern yönetim biçimidir. Ancak cumhuriyetle yönetilen 120 ülkede her şey güllük gülistanlık olmadığı için şöyle tanımlayanlar da vardır: Cumhuriyet, en az kötü olan yönetim şeklidir.
Bu tanımdan anlaşıldığı üzere cumhuriyet için insanlar ağzı dolu dolu mükemmellikten söz edememektedirler.
Peki, cumhuriyet yönetimini “en az kötü” ya da “en mükemmel” diye ikilem içinde bırakan ana faktör nedir?
Çözüm halktadır. Halk, gücün kendisinde olduğunu biliyorsa cumhuriyet iyidir. Finlandiya böyle bir cumhuriyete örnek gösterilebilir. Tam bir “oy verenler” ülkesidir.
“Ben bilmem, baştakiler bilir” teslimiyetiyle halkgücünün kendisinde olduğunu idrak edemeyen cumhuriyet ise kötüdür. Saddam’ın Irak’ı tam da böyle bir cumhuriyetti. “Oyu elinden alınanlar” ülkesine örnektir.
Şimdi sorunu net olarak ortaya koyabiliriz: Halkgücünün kendisinde olduğunu bilenlerle bilmeyenler arasında gri bir alan vardır.
Finlandiya’nın grisi beyaza yakındır. Irak’ın grisi siyaha yakındır.
İşte 194 ülkenin 120 cumhuriyeti, tarif ettiğimiz bu siyahla beyaz arasında bir yerdedir. Gücün kendisinde olduğunu bilenler açık griyi, bilmeyenler koyu griyi tercih etmiş olurlar. Gri açıldıkça demokrasi, adalet, eşitlik gibi nimetler insanları mutlu kılar. Gri koyulaştıkça OHAL, biat, tek adamlık gibi baskılara maruz kalırlar.
O halde şöyle bir sonuca varabiliriz: Halkgücü ne kadar iyi kullanılırsa o kadar demokrasi vardır ve insan gibi yaşanır. Halkgücü iyi kullanılamazsa gücün kaptırıldığı kişiye biat etmek zorunda kalınır ve koyun gibi yaşanır.
Bu durumda halk sandıkta oyunu kullanma görevini yerine getirmeli ve gözlerini kendisini yönetmekle yetki verdiği kişilere dikmelidir. Güdülen değil, güden olmalıdır. Cumhuriyetin bahşettiği demokrasi nimeti tepilmemelidir. Yoksa sarı öküz hikâyesinde olduğu gibi tüm sürü kaybedilebilir.
Hem “cumhur”, hem de “demos” halk demektir. Cumhuriyet ve demokrasi yerine “halkgücü” kavramı kullanılsaydı bilinçlenme daha da kolaylaşabilirdi. Halkgücünün kendisinde olduğu konusunda aydınlanma dönemi geçiren milletler demokrasiyi hak etmişler, adil, eşit, özgür yaşamışlar. Kendi gücünün farkına varamayanlar ise koyun gibi yaşamaya mahkûm olmuşlardır. Bu nedenle halkın ne kadar büyük olduğu sindire sindire halka öğretilmelidir. Halk, oy verendir. Elinden oyu alınan durumuna düşmemelidir.
Evinden tarlasına, tarlasından evine giden halk gri alanın neresinde olduğunu bilemeyebilir. Batı toplumları bunu, üzerindeki din gömleğini çıkararak birkaç yüzyılda halkına öğretebilmiştir. Bizde ise Büyük Atatürk’ün ömrü yetmemiştir. Onun kurduğu köy enstitülerinin ışığı ise 1950’lerde söndürülmüştür. O ışığı yakalayıp halkı bilinçlendirmeye yeniden başlamak lazımdır.
Şunu demeye getiriyoruz: "Saddam'lı cumhuriyet olabilir ama Saddam'lı demokrasi olamaz.”




Hiç yorum yok :

Yorum Gönder