Günümüzde
194 ülkenin 120’sinin cumhuriyetle yönetildiği bilinmektedir.
Önceleri
mutlakıyet vardı. Güç kraldaydı.
Sonra
meşrutiyet benimsendi. Güç, meclisli kralın oldu.
Cumhuriyette
ise güç halktadır.
Yani!
Kral gücü…
Meclisli
kral gücü…
Halkgücü…
Halkgücünün
geçerli olduğu ülkelerde insanlar makul bir süreliğine kendisini yönetecek
kişileri seçer ve seçtikleri tarafından “insan gibi” yönetilmek ister. “İnsan
gibi” yönetilmezse halkgücünü yeniden kullanır ve “insan gibi” yönetecek olanı
seçer.
Bu nedenle
cumhuriyet en yeni, en modern yönetim biçimidir. Ancak cumhuriyetle yönetilen
120 ülkede her şey güllük gülistanlık olmadığı için şöyle tanımlayanlar da
vardır: Cumhuriyet, en az kötü olan yönetim şeklidir.
Bu tanımdan
anlaşıldığı üzere cumhuriyet için insanlar ağzı dolu dolu mükemmellikten söz
edememektedirler.
Peki,
cumhuriyet yönetimini “en az kötü” ya da “en mükemmel” diye ikilem içinde
bırakan ana faktör nedir?
Çözüm
halktadır. Halk, gücün kendisinde olduğunu biliyorsa cumhuriyet iyidir.
Finlandiya böyle bir cumhuriyete örnek gösterilebilir. Tam bir “oy verenler”
ülkesidir.
“Ben bilmem,
baştakiler bilir” teslimiyetiyle halkgücünün kendisinde olduğunu idrak edemeyen
cumhuriyet ise kötüdür. Saddam’ın Irak’ı tam da böyle bir cumhuriyetti. “Oyu
elinden alınanlar” ülkesine örnektir.
Şimdi sorunu
net olarak ortaya koyabiliriz: Halkgücünün kendisinde olduğunu bilenlerle
bilmeyenler arasında gri bir alan vardır.
Finlandiya’nın
grisi beyaza yakındır. Irak’ın grisi siyaha yakındır.
İşte 194
ülkenin 120 cumhuriyeti, tarif ettiğimiz bu siyahla beyaz arasında bir
yerdedir. Gücün kendisinde olduğunu bilenler açık griyi, bilmeyenler koyu griyi
tercih etmiş olurlar. Gri açıldıkça demokrasi, adalet, eşitlik gibi nimetler
insanları mutlu kılar. Gri koyulaştıkça OHAL, biat, tek adamlık gibi baskılara
maruz kalırlar.
O halde
şöyle bir sonuca varabiliriz: Halkgücü ne kadar iyi kullanılırsa o kadar
demokrasi vardır ve insan gibi yaşanır. Halkgücü iyi kullanılamazsa gücün
kaptırıldığı kişiye biat etmek zorunda kalınır ve koyun gibi yaşanır.
Bu durumda
halk sandıkta oyunu kullanma görevini yerine getirmeli ve gözlerini kendisini
yönetmekle yetki verdiği kişilere dikmelidir. Güdülen değil, güden olmalıdır.
Cumhuriyetin bahşettiği demokrasi nimeti tepilmemelidir. Yoksa sarı öküz
hikâyesinde olduğu gibi tüm sürü kaybedilebilir.
Hem
“cumhur”, hem de “demos” halk demektir. Cumhuriyet ve demokrasi yerine
“halkgücü” kavramı kullanılsaydı bilinçlenme daha da kolaylaşabilirdi.
Halkgücünün kendisinde olduğu konusunda aydınlanma dönemi geçiren milletler
demokrasiyi hak etmişler, adil, eşit, özgür yaşamışlar. Kendi gücünün farkına
varamayanlar ise koyun gibi yaşamaya mahkûm olmuşlardır. Bu nedenle halkın ne
kadar büyük olduğu sindire sindire halka öğretilmelidir. Halk, oy verendir.
Elinden oyu alınan durumuna düşmemelidir.
Evinden
tarlasına, tarlasından evine giden halk gri alanın neresinde olduğunu
bilemeyebilir. Batı toplumları bunu, üzerindeki din gömleğini çıkararak birkaç
yüzyılda halkına öğretebilmiştir. Bizde ise Büyük Atatürk’ün ömrü yetmemiştir.
Onun kurduğu köy enstitülerinin ışığı ise 1950’lerde söndürülmüştür. O ışığı
yakalayıp halkı bilinçlendirmeye yeniden başlamak lazımdır.
Şunu demeye
getiriyoruz: "Saddam'lı cumhuriyet olabilir ama Saddam'lı demokrasi olamaz.”
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder