Sosyal medya olgusu, içinde bulunduğumuz çağa paralel olarak hızlı
gelişme kaydetmektedir. Facebook sayfası, WhatsApp grubu gibi paylaşım alanları
insanları birbirine iyice yaklaştırmaktadır.
Zaman zaman grup içi paylaşımlarda öyle konular vardır ki
aslında bir teşkilatın iç dünyasını yansıtır. Biraz da geçmişteki bastırılmış
duygularımızı açığa çıkarır. Artık emekli olunmuştur. Görevin saygınlığından,
öneminden, ağırlığından, sorumluluğundan dolayı daha önce paylaşılamayan birçok
konu emekli olunca bu sitelerde konuşulabilir olmuştur.
Biz 1960’ların, 1970’lerin mezunları olarak ilk başlarda
sağcılıkla solculukla tanıştırılmıştık.
Alevilik Sünnilik ile tanıştırılmıştık.
Bölücü terör bizlere tanıştırılmak istenmiştir.
Dincilikle tanıştırılmıştık.
*
Sağcılık solculuk bayağı tuttu. Çoğumuz Polder’li, Polbir’li
olduk. Sonuçta ülke, askeri müdahaleye maruz kaldı.
Bölücülüğü hiç tutmadık. Aksine daha da birleştik.
Alevilik-Sünnilik konusu toplumumuzu biraz sarstı. Ama teşkilatımızda
ciddi bir sancı yaşanmadı.
Ne olduysa dincilikte oldu. Halkın yüzde 99’unun Müslüman
olduğu ülkemizde iktidarlar, dindar yapılı muhafazakâr insanlarımızla iç içe
yaşadı. Bu güzel bir davranıştı. Ama zaman içinde dincilerin (dindarların
değil) saman altından su yürütmelerine göz yumdular. Allah’ın ipine ve sonuçta
devletin belirlediği kurallara sıkı sıkı yapışacaklarına dincilerin oylarına
yöneldiler. (Uğur Mumcu bu durumun
sonuçlarını şöyle özetlemektedir: “1949 yılında CHP din derslerini kabul etti.
Yıkıldı. 1957 yılında Demokrat Parti Said-i Nursi’nin cübbesini bayrak yaptı.
Yıkıldı. 1960’ların ortalarında Süleyman Demirel Nur tarikatının,
Süleymancıların sakallarını okşadı. Yıkıldı. 1980’lerin sonlarında Anavatan
Partisi haç seferleri düzenledi. Yüzde 20’lere geriledi ve yıkıldı.”)
Bu durum teşkilatımıza da yansıdı. Bugün sosyal medyada adı geçen
Ali Osmanlar, Mustafalar, Aliler, Ahmetler böyle türedi. Hepsi meslekte iken
memurluğa alınma şartlarını kaybetmişlerdi bile. Ama himaye edildiler. Üstelik yeni
cemaatçilerin yetişmelerine sebep oldular. Polis kolejinde, polis akademisinde öğrencilere
kimi baskı uyguladı, kimi ikinci kura torbalarıyla yakalandı. Bu durum, dönemin
emniyet genel müdürüne şu sözleri söyletti: “Polis teşkilatında haksızlık
olursa, polis başkasına haksızlık yapmayı hak sayar.”
(http://www.caginpolisi.com.tr/unal-erkan-ile-soylesi/)
Bu haksızlıklar oldu mu? Ziyadesiyle oldu. Polis kolejine göstermelik
sınavlarla girildi. Meğer onlar kolej kimliğinden önce cemaat kimliği üstlenmiş
kişilerdir. Cemaati, polislikten yüce görmüşlerdir. Mezun olunca da doğal
olarak polis amiri değil, fetocu olarak kadroya çıkmışlardır. Bir başka ifadeyle cemaatçilik ruhu, polislik ruhunun önüne geçmiştir.
Aynı dönemlerde başka kurumlardan insanlar da fetocu olarak
ülke sathına yayılınca gece yarısını bile bekleyemeden fetöcü tohumları ekmeye yeltenmişlerdir.
İşte bu kurumlarda sahte sınav, sahte kura gibi haksızlıklar
olursa, dönemin emniyet genel müdürü Ünal Erkan’ın dediği gibi o kurumdakiler
başkalarına haksızlık yapmayı hak sayarlar.
Oysa bu kutsal ocaklardan Atatürk Türkiye’sine yakışan
bireyler de mezun olmuşlardır. Emekli de olunsa meydanlar boş bırakılmadan iyi,
güzel ve faydalı mücadeleye devam edilmelidir. Bu kadar tecrübeyle yapılan her
bir katkının, teşkilatımız için bir doktrin
niteliğinde olacağı unutulmamalıdır.
Bu muhteşem birikimi, birbirimizden ve gençlerimizden esirgememeliyiz.
Dostça, sevgiyle, kardeşçe paylaşmalıyız.
Kırmadan, üzmeden…
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder