Allah Celle celaluhu
O’nun şanı ne yücedir!
Kuran Azimüşşan
Şanı pek büyük Kuran!
Peygamber Sallallahu
aleyhi ve sellem
Allah'ın selamı O'nun üzerine olsun!
Her şeye gücü yeten tek Tanrı...
Kâinatı ve canlıları yarattı.
Kuran
114 sure, 6236 ayet…
Allah’ın uyarı ve öğütlerini sundu.
Peygamber
Allah’ın elçisi Yüce Muhammed...
Doğdu, büyüdü, iletti, öldü.
Allah net emirler sundu:
Suç işlemeyin!
Kötülükten uzak durun!
Toplumsal kurallara uyun!
İbadete yönelin!
Ortak koşmayın!
Yetim hakkı, kul hakkı yemeyin!
Yoksula yardım edin!
Kuran uyardı:
Kişi, kendi kuyusunu kendi kazar!
Peygamber iletti:
Yoksa cehenneme gidersiniz!
ÖNSÖZ
Ülkemizde kimi insanlar
Yüce Kuran’ı Arapça metniyle okurlar. Arapça okumayı bilmeyenler ise parmağıyla
sürerler. Kutsal Kitabımızı böyle okumanın daha çok sevap olduğunu düşünürler.
Okunurken hissedilen ahenk de bunda etkendir.
Yüce Allah ise “Oku”
emrini vermiş ve uyarılarının Yüce Muhammed tarafından insanlara iletilmesini
istemiştir.
Dolayısıyla “Ben
Müslüman’ım” diyenlerin Yüce Allah’ın emirlerinden haberdar olmama gibi bir
lüksleri olamaz. (Günümüzde ‘Kanunu bilmemek mazeret sayılmaz’ diye yaygın ve
geçerli bir söylem vardır.) Haberdar olmak için de Yüce Kuran’ı kendi diliyle
okumaları gerekir. Okumak, anlamak ise insan, en iyi ana diliyle öğrenir.
Bugün hem piyasada, hem
de internette çok sayıda Türkçe Kuran çevirisine ulaşmak mümkündür.
(http://www.Kuranmeali.org/ Kuran_meali.aspx) Kişi, anlamadığı Arapçası yerine,
kendi diliyle okuyarak kendisine verilmek istenen mesajı öğrenmelidir.
Anlaşılmasında güçlük
çekilen ayetler, birden fazla çeviriden okunduğunda daha kolay
anlamlandırılabilmektedir.
Bu çalışmanın amacı Yüce
Kuran’ı daha iyi anlamaya katkıda bulunmaktır. Hacmin dar tutulmasına özen
gösterilmiştir. Okuyucuya kolaylık olması için birden fazla sayıda yapılan
uyarılara bir kez yer verilmiştir. Örneğin dört ayrı yerde geçen domuz eti
yasağı sadece bir kez kullanılmıştır. Aynı şekilde Musa’nın asasının yılan
olması beş yerine bir kez yazılmıştır.
Kutsal Kitabımızın özünü
teşkil eden “Allah”, “Kuran” ve “Peygamber” kavramları bölümler haline
getirilmiştir. Ayrıca Yüce Allah’ın uyarı ve öğütleri ayrı bir bölümde ele
alınmıştır.
Gerek Yüce Peygamber
Muhammed Mustafa döneminde, gerekse öncesinde işlenen suçlar ve bu suçlar için öngörülen
cezalar ile önceki nesillerin yaşadıkları ibretlik olaylar ek bir bölüm halinde
sunulmuştur.
Bölüm başlıkları ve yan
başlıklar, anlamayı kolaylaştırmak için düzenlenmiştir. Metne dâhil
edilmemelidir.
Hatalar ve eksikler
yalnızca bana aittir. Erol ÖZDEMİR
BİRİNCİ BÖLÜM
ALLAH
Esirgeyen ve bağışlayan Allah’ın adıyla..!
Allah birdir
Allah birdir. Benzeri
ve dengi yoktur. Arş üzerinde egemenlik kurmuştur. Doğurmamıştır, doğurulmamıştır.
Bütün insanlar Allah'a
muhtaçtır. Fakat Allah hiç kimseye muhtaç değildir.
Geçmişin ve geleceğin
bilgisi yalnız Allah'tadır. Allah, insanların kalbinin içinden geçenleri bilir.
Bir şeyin olmasını istediğinde ona sadece "Ol" der, o da hemen
oluverir.
Allah dilerse o andaki
insanları yok eder. Yerine yeni bir halk getirir. Ölen insanı ahiret gününde
yeniden diriltir. Zira gökleri ve yeri yorulmadan yaratan Allah’ın, ölüleri de
diriltmeye gücünün yeteceği bilinmelidir.
Canlı ve cansız her
şeyi Allah yaratmıştır. Gökler ve yer yıkılsa, onları, Allah'tan başka kimse
tutamaz.
Mademki her şeyin
Allah'ıdır. O halde O’ndan başka Tanrı aranmamalıdır.
Eğer yeryüzündeki
ağaçlar kalem olsa, deniz de arkasında yedi deniz daha katılarak mürekkep olsa,
Allah'ın kelimeleri tükenmeden önce deniz tükenir.
Allah tarafından
insanlara gönül gözleri verilmiştir. Kim görürse kendi yararına, kim körlük
ederse kendi zararınadır.
Allah'tan başka tanrı
edinenler kınanır ve yalnız başına oturmak zorunda kalır.
Allah'a giden yolda
Meryem oğlu İsa'nın yardımcıları havarilerdir. Allah'ın yardımcıları da inanç
sahipleridir.
Allah kâinatı yarattı
Allah; yeryüzünü,
gökyüzünü ve ikisi arasındakileri altı günde yaratmıştır. Sonra arşa kurulmuş,
mülkünü oradan yönetmektedir. Geceyi, gündüzü, güneşi, ayı, yıldızı, şimşeği,
bulutu, rüzgârı ve yağmuru yaratmıştır. Bütün bunlar Allah'ın kudretini
göstermesi açısından önem arz eder.
Dağlara bakıldığında
yerinde durur gibi görülür. Hâlbuki dağlar, bulutların hareket ettiği gibi
hareket etmektedir. Bu, her şeyi güzel ve yerli yerinde yapan Allah'ın
sanatıdır.
Allah, güneşi ısı ve
ışık kaynağı yapmıştır. Güneş, kendine özgü bir durma noktasına doğru akıp
gitmektedir. Allah, gölgenin uzamasını ya da kısalmasını güneşin ışığına bağlı
kılmıştır.
Ay, eğri hurma dalı
gibi hilâl olur ve sonra geri döner. Ne güneş aya erişebilir, ne de gece,
gündüzün önüne geçebilir. Hepsi bir yörüngede yüzmektedir. Allah ay'ı; hesabı
ve yılların sayısını bilebilmek için bir ışık yapmış ve ona evreler takdir
etmiştir. Bütün bu oluşumlar rastgele değil, şaşmaz ölçülere bağlı olarak
meydana getirilmiştir.
Allah, karanın ve
denizin karanlıklarında yollarını ve yönlerini bulsunlar diye insanlar için
yıldızları yaratmıştır.
Gece, gündüzü örter,
her yer karanlığa gömülür. Bunun için Allah geceyi insanlar için dinlenme,
gündüzü de kalkıp çalışma zamanı yapmıştır.
Allah, müjdeci olarak
rüzgârları gönderir. Dölleyicilik görevi yapan rüzgârlar, aynı zamanda
bulutları taşır. Bulutlar yağmur getirir. Yağmur ölü toprağı canlandırır.
İnsanlar susuzluğunu giderir. Hayvanlar sulanır. Yağmur olmazsa insanlar
yeterli suyu depolayamazlar.
Topraktan yeşil otu
çıkaran ve sonra onu kapkara bir sel artığına çeviren de Allah’tır.
Allah, iki denizi
birbiri üstüne salmıştır. Fakat ikisinin arasına bir perde koyduğu için geçiş
engellenmiştir. Birbirine geçip karışmazlar. Birinin suyu tatlı, diğerinin
tuzlu ve acıdır.
Denizden taze balık eti
yenir. Mercan, inci, sedef gibi süs eşyaları çıkarılır. Görkemli gemilerle
yolculuk yapılır.
Allah, gökyüzünü yazı
kâğıtlarının tomarını dürer gibi dürebileceğini, gerekirse ilk yaratılışta
başlandığı gibi onu baştan yapabileceğini vahyeder.
Geçici dünya hayatının
durumu gökten indirilen yağmura benzer: İnsanların ve davarların yedikleri
yeryüzü bitkisi yağmurla karışmıştır. Sonuçta toprak, takılarını kuşanmış,
süslenmiştir. Çeşitli renkte meyveler çıkmıştır. İnsanlardan ve hayvanlardan da
türlü renkte olanlar vardır. Hatta toprak katmanının rengine göre değişik
renklerde beyaz, kırmızı, kapkara yollar yapılmıştır. Bundan dolayıdır ki
kulları arasında Allah'ı gereği gibi sayanlar bilim adamlarıdır. Toprağın
sahipleri onun üzerinde egemen olduklarını sanmaktadırlar. Oysa her şeyin
sahibi Allah'tır. Allah isterse toprağın bitirdiklerini biçip atarak yok
edebilir.
Allah insanı yarattı
Kuran'a göre insanın
tarih sahnesinde görünmesinden önceki dönem, sonsuz bir zaman kesitinden
ibarettir. İnsanın henüz dikkate değer bir varlık olmadığı bir zaman kesiti..
Allah, insanı önce
topraktan, sonra spermden, sonra embriyodan, sonra biçimlenen ve biçimlenmeyen
bir çiğnem et parçasından yaratmıştır. Topraktan yaratılan insan, sağlam bir
bekleme yerinde bir damlacık haline getirilmiş, sonra o damlacık embriyoya
çevrilmiş, embriyo bir çiğnemlik ete, bir çiğnemlik et ise kemiklere
dönüştürülmüştür. Kemiklere de et giydirilerek insan yapılmıştır.
Sonuçta bir erkek ve
bir kadından yaratılan insan, annelerinin karnında karanlık içinde üç aşamalı
safhadan geçirilmiş ve doğduktan sonra birbirlerini tanımaları için milletlere
ve sülalelere ayrılmıştır. Ancak şu bir gerçektir ki, Allah yanında en üstün
olan; ırk, renk, soy ve servetçe değil, günahlardan en çok korunandır.
Allah canlıları çiftler
halinde üretmiştir. Bir dişinin gebe kalması ve doğurması Allah'ın
bilgisiyledir. Bir canlının ömrünün uzun ya da kısa olması onun kitabında
yazılıdır. Bu canlılardan kimi karnı üzerinde sürünerek ilerler, kimi iki ayak
üstünde yürür. Kimi de dört ayak üstünde hareket eder.
Bütün canlıların yaşam
süresini Allah belirler.
Allah emaneti göklere,
yere ve dağlara sunmuştur. Ama ne var ki gök, yer ve dağlar korkmuş ve bu
yükten kaçmışlardır. Bu defa emaneti insanlar yüklenmişlerdir. Fakat insan
zalim ve cahil olduğu için emanetin ağır sorumluluğunu tam kavrayamamıştır.
Allah, yaptığı bir
örneklemede güzel sözün; kökü yerde, dalları gökte olan güzel bir ağaca
benzediğini söyler. O ağaç ki Allah'ın izniyle yemişlerini her zaman verir.
Kötü söz ise gövdesi toprağın üstünde destek bulmuş bir ağaca benzer. Onun
dayanağı yoktur.
Allah hayvanları
yarattı
Allah, kendi kudretinin
eseri olarak kurt, köpek, aslan, maymun, fil, bit, sinek, örümcek, kelebek,
arı, bıldırcın, karga, hüdhüd, karınca, çekirge, yılan, balık, kurbağa, at,
katır, eşek, deve, domuz, inek, koyun, keçi gibi hayvanları yaratmıştır.
Kimine binilir, arzu
edilen yere gidilir. Kimiyle, insan taşırsa canının yarıya ineceği yükler
taşınır.
Kiminin eti yenilir,
sütü içilir. Kiminin tüyünden yatak yapılır.
Evcil hayvanların
akşamleyin meradan gelişlerinde, sabahleyin meraya gidişlerinde ayrı bir
güzellik vardır. Onların gidiş gelişleri insanlara zevk verir.
Kuşların, göğün
boşluğunda, düşmeden uçmaları Allah'ın büyüklüğüne işarettir. Onları havada
Allah'tan başka tutan yoktur.
Üzerine Allah'ın adı
anılarak kesilen hayvanlardan yenilmelidir.
Aslında Peygambere
vahyolunanlar içinde, yenilecek şeyler için haram kılınmış bir şey yoktur.
Yalnız leş, kan, domuz eti ve Allah'tan başkası adına kesilmiş, boğulmuş,
vurulmuş, yuvarlanmış, süsülmüş, yırtıcı hayvanlar tarafından yenilmiş hayvan
eti haramdır. Ama kim çaresiz kalırsa, başkasının hakkına saldırmamak ve
zorunluluk sınırını aşmamak üzere bunlardan yiyebilir.
Yahudilere bütün
tırnaklı hayvanlar haram kılınmıştır. Zulümleri yüzünden bir ceza olarak sığır
ve koyunun iç yağları da Yahudilere yasaklanmıştır.
Allah bitkileri
yarattı
Yüce Allah sulanan
topraktan her türlü bitkiyi çıkarmıştır. İnsanların ve hayvanların yararına
olmak üzere topraktan çimenler, ekinler, yoncalar, sebzeler, iri ve sık ağaçlı
bahçeler, hurma, incir, üzüm, zeytin, muz, nar, kiraz gibi meyveler
bitirmiştir.
Hepsi aynı su ile
sulanmalarına rağmen lezzetleri ve renkleri birbirinden farklıdır.
Her birinin
meyvesinden, olgunlaştığı zaman yenilmeli ve hasat gününde onun hakkı
verilmelidir. İsraf edilmemelidir. Allah israf edenleri sevmez.
Zeytinden hem yağ, hem
de yiyenlerin ekmeğine katık yapılır.
Hurma ve üzümlerden de
sarhoş edici bir içecek ve güzel bir rızık elde edilir.
Arıların, her çeşit
meyveden yiyerek karıncıklarından çıkan renkli içeceklerle insanlara şifa
verilir.
Allah'a ortak koşma
Allah'a ortak koşmak
suçtur. Allah’ın alternatifi yoktur.
Hiçbir şey yaratmayan,
kendileri yaratılan şeyler Allah'a ortak koşulmaz. O putlar ne kendilerine, ne
de başkalarına yardımcı olamazlar. Onların yürüyecekleri ayakları mı vardır?
Tutacakları elleri mi vardır? Görecekleri gözleri mi vardır? İşitecekleri
kulakları mı vardır?
Hiç kimse Allah'ı aciz
bırakacak davranışta bulunmamalıdır. Allah dışında hiç kimseye dua etmemelidir,
yalvarmamalıdır. Allah hakkında saçma sapan şeyler söylenmemelidir.
Allah'tan başka tanrı
yoktur. Akla başka tanrılar getirmeden, hiçbir benzer, eş, ortak koşmadan
sabırla Allah'a ibadet edilmelidir. Sadece Allah'tan yardım istenmelidir.
Önceki nesillerden birçoğu yıldızı, ayı ve güneşi tanrı olarak kabul etmişlerse
de battıklarını görünce vazgeçmişlerdir.
İnkârcılar ve onların
Allah'tan başka taptıkları, cehennem odunudurlar. Tapılan putlar birer tanrı
olsalardı zaten cehenneme girmezlerdi. Oysaki hepsi cehennemde sonsuza kadar
kalacaklardır.
İnsanların günahlarının
bağışlanması için Allah'tan başka dost da, yardımcı da yoktur.
Hepsini yaratan
Allah'tır. O halde, yaratan Allah, yaratmayan putlar gibi olur mu? Putlar,
hiçbir şey yaratamazlar. Çünkü onlar kendileri yaratılmışlardır. Putlar, hayat
bulmaz ölülerdir. Ne zaman diriltileceklerini bile bilmezler.
İnsanlar; Lat, Uzza, Menat,
Ba'l ya da Ved, Suva, Yeğus, Yeuk ve Nesr gibi putlara tapmışlar, fakat rızık
vermediklerini, çağrıları cevaplayamadıklarını görünce Allah'a yönelmişlerdir.
Çünkü bu putlar, keyfi olarak tanrı diye isimlendirilmişlerdir.
Allah'ın yerine konulan
putlara çağrılsa, çağrıyı duymazlar. Duysalar da cevap veremezler.
İnsanların, Allah'ın
dışında taptıkları, toplansalar bir sinek bile yaratamazlar. Hatta sinek
onlardan bir şey kapsa onu ondan geri alamazlar.
Gerçek dua, ancak
Allah'a yapılır. O'ndan başka dua ettikleri ise, kendilerinin hiçbir
isteklerini karşılayamaz. Onlar ancak ağzına gelsin diye suya doğru iki avucunu
açan kimse gibidir. Hâlbuki suyu ağzına götürmedikçe su onun ağzına girecek
değildir. İşte inkârcıların duası öyle boşa gider.
Taşan derelerin sel
suları bol köpükler oluşturur. Aynı köpükler mücevherat yapmak için eritilen
madenlerin eriyiklerinde de görülür. Allah gerçeği ve gerçek olmayanı böyle bir
örnekle tanıtır. Köpük, kaybolup gider. Ancak insanlar için yararlı olanlar
meydanda kalır.
İnsan, Allah’ın verdiği
rızıklarda, kölesinin, kendisine eşit ortak olmasını kabul eder mi? Gel gör ki
haksızlık edenler, bilgisizce kötü arzularına uyabilmişlerdir.
Allah'a ortak koşanlar,
sanki gökten düşmüş de kendisini kuş kapıyor veya rüzgâr onu uzak bir yere
sürüklüyor gibidir.
Allah’ın hiçbir delil
indirmediği güçsüz şeyleri ve yetkisiz kişileri Allah'a ortak koştukları için
inkârcıların kalplerine korku salınacaktır. Gidecekleri yer de cehennemdir.
Kısaca Allah birdir,
uludur, yücedir. Tek yaratandır. Tek ibadet edilendir. Tek yakarılandır. Tek yardımına
başvurulandır. Güçlüdür. Esirgeyen ve bağışlayandır. Tövbeleri kabul edendir.
Bilen, gören, işiten ve hükmedendir. Sonu olmayandır. Övgüyle yüceltilerek
anılmalıdır.
İKİNCİ BÖLÜM
KURAN
Âlemin Kutsal Kitabı
Yüce Kuran; Allah'ın her emrinin, her öğüdünün yer aldığı Kutsal Kitaptır.
Yüce Kuran'da yer alan her öğüde uyulmalı, her emir yerine getirilmelidir. 610
yılından 632 yılına kadar geçen sürede Yüce Allah tarafından gönderilen
vahiyler Yüce Kuran'da bir araya getirilmiştir. Yüce Kuran, insanların ayrılığa
düştükleri konuları açıklamış ve yeni bir din olan İslam’a inananlar için yol
gösterici olmuştur.
Yüce Kuran'da yazılı öğütler ve emirler bütün insanlara indirilmiştir.
Yüce Kuran'a inananlar ve onun içinde yazılı olan Yüce Allah'ın emirlerini
yerine getirenler İslam dinini oluşturmuşlardır. Yüce Kuran'ın en önemli
amaçlarından biri peyderpey gelen ayetlere insanların inanmalarını sağlamaktır.
Böylece insanlar iki grupta değerlendirilmişlerdir: Yeni İslam dinine inananlar
ve inanmayanlar... İnananlar mümin ya da inanç sahibi diye anılmışlar,
inanmayanlara ise inkârcı ya da kâfir denilmiştir.
Kuran, insanları
uyarması, inananlara öğüt vermesi için çok değerli bir Peygambere indirilen bir
Kitaptır. İlahî cömertlikle doludur. İnanan bir toplum için yol göstericidir.
Hak ile batılı yani gerçek ile gerçek olmayanı ayırdeder. Her şeyi açıklayan ve
saklayıp koruyan bir Kitaptır.
Kuran bir feyz
kaynağıdır. Kuran ile öncelikle medeniyetlerin anası Mekke ve çevresindekilerin
uyarılması hedeflenmiştir. Kuran’a göre inananların büyük günahlardan ve çirkin
işlerden kaçınmaları gerekir.
O Kuran ki, kendilerine
ilim verilenlerin içlerinde yer eden apaçık ayetlerdir. Allah'ın ilmiyle
indirilmiştir. Kesin bilgi edinecek insanların kalp gözünü açan bir ışıktır.
'Müslüman oldum' diyebilmek için Allah'ın indirdiği Kuran'a inanmak gerekir.
Kuran, bin aydan daha
hayırlı olan Kadir gecesinde indirilmiştir. O gece, tan yeri ağarıncaya kadar
her yer esenliktir. Melekler ve Ruh,
Allah'ın izniyle yapılacak her iş için peyderpey o gece inerler.
Aslında Kuran, herkesin
yapıp ettiğinin karşılığının tam verildiği dünya düzenini açıklamıştır. Buna göre
yeryüzü, Allah'ın ışığıyla aydınlanmıştır. Kuran ortaya konmuştur. Kuran’da,
küçük büyük hiçbir şey bırakmaksızın suçluların yaptıkları sayılıp dökülmüştür.
Hatta suçlular Kuran’da yazılı olanlardan korkmuş ve "Vay halimize"
diyerek serzenişte bulunmuşlardır.
Kitap, Müslümanlardan
önce Hıristiyanlara ve Yahudilere de indirilmiştir. Şimdiki insanlar,
"Bize de kitap indirilseydi, biz onlardan daha çok doğru yolda
olurduk" diyemesinler diye Kuran indirilmiştir. Daha önce kendilerine
kitap verilenler de bu Kuran'a inanırlar.
Kuran’la Muhammed ’e söylenenler,
aslında önceki peygamberlere de söylenmiştir. Kuran, kendinden önceki Tevrat,
Zebur ve İncil kitaplarını doğrulayıcı bir Kitaptır. "Bana da
vahyolundu" ya da "Ben de Allah'ın indirdiği ayetlerin benzerini
indireceğim" diyenler zalim kişilerdir ve ölümün boğucu dalgaları içinde
cezalandırılacaklardır.
Kimi sözleri Kuran’ın
sözüymüş gibi göstermek doğru bir davranış değildir. İnkârcılar, Kuran
ayetlerinin, insan sözünden başka bir şey olmadığını, Peygamberin onu başkasına
yazdırdığını ileri sürmüşlerdir. Ayrıca "Önceki nesillerin
masallarıdır" yakıştırması yapmışlardır.
Kuran, kâğıt üzerine
yazılmış bir kitap olarak indirilseydi ve inkârcılar, elleriyle o Kitaba
dokunsaydı bile sihirbazlardan öğrenilip nakledilen bir büyü olduğunu iddia
ederlerdi. Hâlbuki Kuran, inkâr edenlerin sorduğu her geçersiz soruya onu yok
edecek en güzel açıklamayı yapabilen bir Kitaptır.
Kuran'ı iptal etmek
için tuzak kuranlar yanılgı içindedirler. Allah da o inkârcıları yakalamak için
bir tuzak kurmaktadır. Kuran ayetlerini yalanlayanlar, deve iğne deliğine
girinceye kadar cennete giremeyeceklerdir.
İnkarcılar yalanlasa da
Kuran çok yüce bir Kitaptır. Levh-i Mahfuz'da yani kaybolmayacak bir
levhadadır.
Kuran'ın hayranlık
verici olduğuna, yol göstericiliğine ve doğru yola ilettiğine inanılmalıdır.
Kuran'daki öğütler, değerli ve güvenilir kâtiplerin ellerindedir. Yüce ve
tertemiz sayfalardadır. Dileyen düşünüp Kuran'dan öğüt alır.
Kuran, sindirilerek
okunabilmesi için azar azar indirilmiştir. Sure olarak, ayet olarak okuma
parçalarına ayrılmıştır. Ayetler çeşitli başlıklarla verilmiştir. Amaç, iyice
açıklayarak insanların ders almasını ve Peygamberin kalbine iyice
yerleştirilmesini sağlamaktır. Zira ilimden nasiplenen bir toplumun yaratılması
için bu zorunludur.
Arapça Kuran
Peygambere indirilen
Kuran’daki uyarı ve öğütler, kolayca anlaşılıp insanlar günahtan korunsun diye
kendi kavminin dili olan Arapça indirilmiştir. Kuran'ın bir ibret ortaya
koyması ve insanların bu ibretten ders çıkarmaları istenmiştir. Arap'a yabancı
dilden Kitap olmazdı. Kuran yabancı dilden gelseydi "Ayetler ayrıntılı
şekilde açıklanmalı değil miydi?" derlerdi.
İnsanlar ve cinler bu
Kuran'ın bir benzerini getirmek üzere toplansalar ve birbirlerine destek olup
yardım etseler yine onun benzerini getiremezler.
Kuran'da insanlara her
çeşit ibretlik hikâyeler türlü biçimlerde anlatılmıştır.
Allah, önceki
nesillerin haberlerini, Kuran sayesinde Peygambere vahyederek insanlara ibret
olmasını sağlamıştır.
Allah'ın sözü; doğruluk
ve adalet bakımından tamamlanmış ve Kuran'da nihai yerini almıştır. O sözler
asla değişmez.
Allah, sözün en
güzelini, birbirine benzer iç içe ikili manalar ifade eden bir Kitap halinde
indirmiştir. Allah'ından korkanların Kuran karşısında derileri ve kalpleri
yumuşar.
Kuran’ın bazı ayetleri
'kesin' anlamlıdır. Diğerleri de 'benzer' anlamlıdır. Kesin anlamlılar Kuran’ın
özüdür. Benzer anlamlıların peşine daha çok kalplerinde hastalık bulunanlar ve
farklı anlam vermek isteyenler düşer.
Allah'ın ayetlerinin
inkâr edildiği, bu ayetlerle alay edildiği işitildiğinde, bir başka konuya
geçinceye kadar, o ikiyüzlülerin yanında oturulmamalıdır. Hiç kuşkusuz Allah,
bütün ikiyüzlüleri ve inkârcıları cehennemde bir araya getirecektir.
Yahudiler, Allah'ın
insana hiçbir şey vahyetmediğini söylerler. Oysa Musa Peygamberin insanlara bir
ışık ve yol gösterici olarak getirdiği Tevrat Kitabını da Allah indirmiştir.
Yahudiler Tevrat’taki bilgilerden bir kısmını kâğıtlara yazarak insanlara
açıklamışlar, bir kısmını da gizlemişlerdir. Ama Kuran'da onların ve atalarının
bilmediği her şey öğretilmiştir.
İbranice Tevrat
Yahudilere indirilen
Tevrat, Musa'ya İbranice verilmiştir. Bundan başka Musa, kavmini karanlıklardan
aydınlığa çıkarsın ve onlara Allah'ın geçmiş kavimlerin başına getirdiği
felaket günlerini hatırlatsın diye mucizelerle gönderilmiştir.
Kendilerine kitap
verilmiş olanların hepsi de Tevrat'ı ve İncil'i okudukları halde Yahudiler, Hıristiyanların;
Hıristiyanlar da Yahudilerin doğru yolda olmadığını söylerler.
Kendilerine kitap
verilmiş olanlardan öyleleri vardır ki, Allah'a ve kitaplara inanırlar. Allah'a
karşı saygılıdırlar. Allah'ın ayetlerini parayla satmazlar. Onların da Rableri
katında ödülleri vardır.
Tevrat'ta yazılı
buyrukları tutmayanların durumu, ciltlerce kitap taşıyan eşeğin durumuna
benzer. Allah'ın ayetlerini yalanladıkları için durumları çok kötüdür. Ama şu
var ki Yahudiler hem Tevrat’ta ayrılığa düşmüşlerdir, hem de Kuran hakkında
şüphe içindedirler.
Muhammed tarafından
kendilerine her türlü ayet getirilse de Yahudiler ve Hıristiyanlar, Muhammed’in
kıblesine uymazlar. Birbirlerinin kıblelerine de uymazlar. Muhammed de,
kendisine gelen ilimden sonra onların kıblesine ve keyfine uymamalıdır.
Allah Kuran'da,
inananlara, Yahudilerle ve Hıristiyanlarla en güzel bir biçimde tartışmalarını
söyler. Kendilerine indirilen Kuran’a ve onlara indirilen kitaplara
inanmalarını hatırlatır. Kendilerinin tanrısı ile onların tanrısının bir
olduğunu ifade eder.
Yahudiler ve
Hıristiyanlar, Muhammed’e indirilen Kuran'a sevinirler. Fakat Müslümanların
aleyhinde birleşen bazı gruplar, Kuran'ın bir kısmını inkâr ederler.
Kendilerine verilen
Kitabı, gereğince okuyanlar gerçekten inanırlar. Onu inkâr edenler ise ziyana
uğrarlar.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
PEYGAMBER
Müslümanların ilki
Muhammed
Yüce Allah'ın
emirlerini ve öğütlerini Yüce Kuran sayesinde insanlara duyurma görevi Yüce
Peygambere verilmiştir. Muhammed, Allah'tan aldığı vahiyleri insanlara
iletmiştir. Akıl, güzellik ve güç sahibi olan Cebrail, en yüksek ufuktayken
yere doğru sarkarak Yüce Muhammed'e iki yay uzunluğu kadar yaklaşmış ve
Allah’ın vahyini bildirmiştir. Bu yönüyle Muhammed, üstelik Peygamber
unvanıyla, Müslüman olanların ilki olması emredilen kişi olmuştur.
Zaten Muhammed, ataları
uyarılmadığından tümüyle habersiz kalmış bir toplumu uyarması için
gönderilmiştir. Çünkü onlar, önceden, açık bir sapıklık içindeydiler. Çoğu
okuma yazma bilmeyen ümmi Araplar idi. Arınıp temizlenmeleri gerekiyordu.
Onlara Kuran’ı ve bilgeliği öğreten bir Peygambere ihtiyaçları vardı. Ve bu
Peygamber, Allah’ın ortaya koyduğu gerçekleri yalan sayanlara boyun
eğmemelidir. Onlar yumuşak davransınlar diye yumuşak olmamalıdır. Yerine göre
sert ve katı bir tutum takınmalıdır.
Allah her peygamberi
sadece kendisine itaat edilsin diye göndermiştir. İnsanlar, aralarında çıkan
anlaşmazlıklarda peygamberi hakem yapıp, sonra da peygamberin verdiği hükme,
içlerinde bir burukluk duymadan tam anlamıyla teslim olmadıkça inanmış
olmazlar. Allah'a ve peygambere itaat eden kişiler, Allah'ın kendilerine nimet
verdiği peygamberlerle, hak dostlarıyla, şehitlerle, hayrı ve barışı sevenlerle
beraberdirler. Onlar iyi arkadaştırlar.
Her toplumun bir
peygamberi vardır. Peygamberler, Allah'ın izni olmaksızın herhangi bir ayet
getiremezler. Allah'ın emri geldiğinde, adaletle hükmedilir ve gerçeği hükümsüz
kılmaya çalışanlar orada hüsrana uğrarlar.
Kuran’ı Muhammed'in
uydurduğuna inananlar da vardı. Ama tek bir sure getirmeleri istendiğinde bunu
yapmaları mümkün değildir. İlmini kavrayamadıkları ve yorumu kendilerine asla
gelmemiş olanlara Muhammed şu cevabı vermiştir:
“Benim yaptıklarım
benim, sizin yaptıklarınız sizindir. Siz benim yaptıklarımdan uzaksınız ve ben
de sizin yaptıklarınızdan uzağım.”
Böylece inkârcılar,
kendi sorumlulukları ile başbaşa bırakılmışlardır. Muhammed’e kulak vermeleri
ve akıllarını kullanarak kalp gözleriyle görmeleri ve dinlemeleri istenmiştir.
Muhammed’den önce de
vahiy verilenlerden başkası peygamber olmamıştır. Peygamberler yemek yemeyen
cesetler olarak yaratılmamıştır. Ölümsüz de değillerdir.
İnsanlar bir cezaya
çarptırıldıklarında, kendilerine bir peygamber gönderilseydi böyle alçak ve
rezil olmadan Allah'ın ayetlerine uyardık diye serzenişte bulunurlar.
Muhammed’in görevi
doğru yolu ve hak dinini getirmek ve getirdiği bu İslam dinini de bütün dinlere
üstün kılmaktır.
Allah, her kasabaya bir
peygamber gönderme gücüne sahipken evrensel uyarıcılık görevini sadece
Muhammed'e vermiştir.
Öyle ki Yüce Muhammed
bu görevini yerine getirirken “Onlar inanmıyorlar diye neredeyse kendini
üzüntüden tüketir gibisin” denilerek Allah katında teselli edilmiştir. Hatta
boyun eğip inanmaları için Allah tarafından onların üzerine gökten bir ayet
indirilebileceği dile getirilmiştir.
Yüce Kuran'da, Yüce Peygamber
Muhammed’in, Yüce Allah tarafından yetim olarak bulunup barındırıldığı, yol
bilmez iken doğru yola yöneltildiği, fakir iken zengin edildiği, bu nedenle de
yetimleri üzmemesi, el açıp isteyenleri azarlamaması gerektiği ifade
edilmiştir.
Ayrıca insanların
üstüne bir zorba olmadığı, yaptığı iyiliği başa kakmaması, Allah'ın tehdidinden
korkanlara sadece Kuran'la öğüt vermesi istenmiştir. Çünkü Muhammed Peygamberin
kendi başına insanlara zarar verme ya da fayda sağlama gücü yoktur.
Böyle olduğu halde
inkârcılar Muhammed hakkında yakışıksız sözler söylemişler ve ona suikast
yapmaya yeltenmişlerdir. Bu durumda Allah tarafından Muhammed’in inkârcılarla
ve inanmış gibi görünenlerle cihat etmesi ve onlara karşı sert davranması
istenmiştir.
Aynı şekilde
Muhammed’e, Yüce Allah tarafından ilim ve iyi ahlaklılık verilmiş, şanı
yüceltilmiştir. Her güçlükle beraber bir kolaylık olduğu hatırlatılarak boş
kaldığında hemen yeni bir işe koyulması istenmiştir. Güzel giysilerle, tertemiz
duygularla Allah'ın yüceliğini duyurma görevi verilmiştir.
Allah, geçmiş ve
gelecekle ilgili gizli bilgileri Muhammed dışında kimseye bildirmemiştir. Onun
da önünden ve arkasından gözetleyiciler yürütmüştür ki öğüt ve uyarılarının
halka ulaştırılıp ulaştırılmadığı bilinsin.
Peygamber, Allah
tarafından bizzat kendisine yönelik uyarı ve öğütleri yerine getirmekle övgüye
layık bir konuma getirilmiştir. Bulunduğu konumdan dolayı sorumluluğunu bildiği
için yine de Allah'tan gireceği yere doğrulukla girmesi, çıkacağı yerden
doğrulukla çıkması için güç talep etmiştir.
Şair ve mecnun
İnanmayanlar Peygamber
için şair, büyücü, kâhin, mecnun benzetmelerini kullanmışlardır. Muhammed'e,
Allah tarafından şiir öğretilmemiştir. Ona vahyedilen sadece Kuran'ın öğüt ve
uyarılarıdır. O, büyük bir ahlak sahibidir. Cinlenmiş bir deli değildir.
Peygamberlik görevini
ücret karşılığı yapmamaktadır. Öyle ki Allah, Peygambere, insanlardan bir
karşılık isteyip istemediğini bizzat sormuştur ve o da Allah'ın vereceğinin
daha iyi olacağını söylemiştir.
Bir gün Peygamberin
yanına hiç bir muhtaçlığı olmayan biri gelmiş ve Peygamber bu kişiye yakın ilgi
göstermiştir. Yüce Allah bu durumu farketmiştir. Başka bir gün Yüce Peygamberin
yanına içi titreyerek korkan kör bir adam gelmiştir. Peygamberin yüzünü ekşitip
başka tarafa dönmesi üzerine Yüce Allah
"Nerden biliyorsun, belki o senden öğrendikleriyle
temizlenecekti" diyerek Peygamberi uyarmıştır. Kör kişinin İslam’ı kabul
etmeyip temizlenmemesinden Peygamberin sorumlu olmadığını, sadece tebliğ
etmekle görevli olduğunu hatırlatmıştır.
Allah ve Peygamberi,
bir işte hüküm verdiği zaman, artık inanmış bir erkeğin ve inanmış bir kadının,
o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur.
Kimi insanlar, bir
ticaret veya bir eğlence gördükleri zaman, Peygamberi ayakta yalnız bırakıp
oraya akın ederler. Bu doğru bir davranış değildir.
Peygamberle beraber,
ortaklaşa bir iş üzerinde bulundukları zaman, ondan izin almalıdırlar. Makul
ihtiyacı olanlara Peygamberin izin vereceği bilinmelidir.
Peygamber, insanların
kendi aralarında birbirlerini çağırdıkları gibi çağrılmamalıdır.
Muhammed ile insanlar
arasında Allah tanıktır. İşte Allah'ın, insanları uyarması için Kuran'ı,
Muhammed'e vahyetmesi bundan dolayıdır.
Önceki nesillere de
peygamberler gönderilmiştir. Peygamber gönderilen ülkelerin halkına,
yakarsınlar diye zorluklar gösterilmiştir. Sonra zorluğun yerine mutluluk ve
güzellik getirilmiş, bu esnada çoğalmışlardır. Eğer inansaydılar ve suç
işlemekten sakınsaydılar üzerlerine gökten ve yerden nice bereket kapıları
açılırdı. Ama kuşluk vakti eğlenirlerken veya geceleyin uyurlarken Allah'ın
tuzağına yakalanmışlardır. Tüm bu olanlar, önceki nesillerin yerine gelip
yeryüzünde yaşayanlara şu mesajı vermiştir: Allah dilerse suç işleyenleri
günahları yüzünden felakete çarptırır. O halde Muhammed Peygamber de bunları
bilmeli ve yoldan çıkmamaları için insanları uyarmalıdır.
İnkârcılar, Peygamberi;
kendileri gibi yemek yediğini, çarşılarda dolaştığını belirterek inandırıcı
bulmamışlardır. Onlara göre Peygambere gökten bir melek indirilmeli, bir hazine
gönderilmelidir. Peygamberin altın madeninden bir evi, bol ürünlü hurma ve üzüm
bahçeleri olmalıdır. Peygamber yerden pınarlar fışkırtabilmeli, Allah'ı ve
melekleri inkârcıların huzuruna getirebilmeli, inkârcıların üzerine gökten
taşlar yağdırabilmeli ve göğe yükselebilmelidir.
Buna karşılık Muhammed
inkârcılara boyun eğmemeli ve Kuran ile onlara karşı olanca gücüyle savaş
vermelidir. İnkârcılar tarafından yalanlandığında üzülmemelidir. Zira açık
belgeler, ilahîler ve aydınlatıcı kitaplar getirdikleri halde önceki
peygamberler de yalanlanmışlardır.
Allah, inanmakta
direnenlere Peygamber aracılığıyla şunu iletmiştir:
“Eğer onlar yeryüzünde
uslu uslu yürüyen melekler olsaydı, elbette onlara gökten melek olan bir
peygamber gönderirdik.”
Allah'ın elçisi
Muhammed ve beraberindeki inananlar, inkârcılara karşı sert tutum
içerisindedirler. Kendi aralarında ise sevecendirler. Allah'tan lütuf ve
hoşnutluk dilerken secde ederler. Hatta yüzlerinde secdelerin izleri vardır.
Tevrat'taki nitelikleri de böyledir. İnananların İncil'deki nitelikleri ise, filizini
çıkarıp güçlendirmiş ve kalınlaşıp gövdesi üzerine dikilerek ekincileri
sevindiren bitki gibidir.
Peygamber hanımları
Allah, Muhammed’den
önce de peygamberler göndermiştir. Eşleri, çocukları olmuştur. Bir kısım
peygamberin hayat ve hatırası Kuran'da yer almış, diğer bir kısmından söz
edilmemiştir.
İnananlara Peygamber,
kendi canlarından daha dost, daha yakındır. O kadar ki, Peygamberin eşleri
inananların anneleridir.
Peygamber hanımları
herhangi bir kadın gibi değildir. Yabancı erkeklere karşı çekici bir eda ile
konuşmamalıdır. Sonra kalbinde hastalık bulunanlar ümide kapılırlar.
Peygamber hanımları
evlerinde oturmalı, eski cahiliye döneminde olduğu gibi açılıp saçılmamalıdır.
Namazı kılmalı, zekâtı vermeli, Allah'a ve resulüne itaat etmelidir. Açıkça
hayâsızlık yapanların cezası iki katına çıkarılır. Peygamber hanımlarından
Müslümanlığa inanıp itaat edenler, özü sözü doğru olanlar, sabredenler, Allah
korkusuyla ürperenler, sadaka verenler, oruç tutanlar, ırz ve iffetlerini
koruyanlar, Allah'ı çok ananlar ise ödüllendirilirler.
Peygamberin evine,
yemeğe çağrılmadan gidilmemelidir. Öyle bir çağrı da beklenmemelidir. Çağrılıp
da gidildiğinde yemek sonrası sohbete dalmadan ayrılmalıdır. Çünkü bu hareket Peygamberi
üzmekte, fakat o utandığı için söyleyememektedir. Peygamberin hanımlarından bir
şey istenecekse perde arkasından seslenilmelidir. Ayrıca Peygamberden sonra
onun hanımlarıyla nikâhlanmak mümkün değildir.
Peygamberin hanımları, Peygamberin
kızları ve inananların kadınları bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman dış
giysilerini üzerlerine almalıdırlar. Onların tanınıp incitilmemesi için en
elverişli olan budur.
İnsanlar, eşleri ve
sahip olduğu cariyeler dışında iffetlerini korurlar. Onlarla ilişkilerinden
dolayı kınanmazlar. Kim bunun ötesini
ararsa haddi aşmış olur.
Bir gün Peygamber,
eşlerinden birine gizlice bir şeyler anlatır. Fakat eşi, anlatılanları diğer
eşe haber verir. Allah da bunu Peygambere bildirir. Peygamber, eşine söyler.
Eşi de kimin bildirdiğini sorar. Peygamber, Allah’ın haber verdiğini belirterek
eşine şunları söyler:
“Eğer Peygambere karşı
birbirinize arka verirseniz bilesiniz ki onun dostu ve yardımcısı Allah’tır,
Cebrail’dir ve erdemli inananlardır. Bunların ardından melekler de ona
yardımcıdır. Eğer o sizi boşarsa Rabbi ona, sizden daha iyi kendini Allah'a
veren, inanan, gönülden itaat eden, tövbe eden, ibadet eden, seyahat edebilen
dul ve bakire eşler verebilir.”
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
GENEL UYARI VE ÖĞÜTLER
Ömür akıp
gitmektedir
Yüce Allah, insana ilk
olarak “Oku” emrini vermiştir. Sonra kalemle yazmayı öğretmiştir. İnsanın her
şeyi bilmesini istemiştir.
Yaşam mücadelesi
içerisinde hastalıklar vardır. Rızık aramak üzere yeryüzünde çaba göstermek
vardır. Allah yolunda çarpışmak vardır. Bu süreç içerisinde hem Kuran okunmalı,
hem de diğer ibadetler yapılmalıdır.
İnsanlara, Allah
tarafından verilen en büyük servetlerin başında mal ve oğullar gelmektedir.
İnsanlar arasında öyle nankörler vardır ki hem daha çok servet istemekte, hem
de Kuran'a inanmamaktadırlar.
Güneş katlanıp
dürüldüğünde, yıldızlar ışıklarını yitirdiğinde, dağlar sallanıp yürütüldüğünde,
gebe develer salıverildiğinde, vahşi hayvanlar toplanıp bir araya
getirildiğinde, denizler kaynatıldığında, ruhlar bedenlerle birleştirildiğinde,
hangi suç yüzünden öldürüldü diye diri diri toprağa gömülen kız çocuğuna
sorulduğunda, iyi ve kötü işlerin yazılı olduğu defterler açıldığında, göğün
örtüsü açılıp ortaya serildiğinde, cehennem ateşi kızıştırıldığında ve cennet
yaklaştırıldığında her kişi, iyilik ya da kötülük olarak önceden ne
hazırlamışsa bilmiş olacaktır.
İnsanlar hep
kendilerini düşünürler. Rablerinin kendilerine ikramda bulunduğunu söylerler.
Rızkı kısılanlar ise Rableri tarafından perişan edildiklerini belirtirler.
Zaten insanlar Allah tarafından güçsüz ve zayıf bebek olarak yaratılmışlardır.
Büyüdükçe kuvvetlenmişlerse de ardından ihtiyarlık ve zayıflık gelmiştir.
Sağırlaşınca kendilerine yapılan çağrıları duymazlar. Körler, sapıklıklarından
aydınlığa çıkmazlar. Ölüler, söz dinlemezler. Bu nedenle Kuran’da kendilerine
her türlü örnekler verildiği halde zalimce davrananların ve inkâr edenlerin
kıyamet günündeki özürleri kendilerine bir yarar sağlamayacaktır.
Denizi koca dağlar gibi
yarıp giden görkemli gemiler, içinde bulunanları hoş bir rüzgârla bir yerden
başka bir yere taşırlar. İnsan, şiddetli bir kasırga sonucu gelen dalgalarla
denizde bir boğulma tehlikesiyle karşılaştığında Allah'tan başkasından yardım
istemez. Karaya çıkınca Allah'ı unutur. Hâlbuki Allah karaya çıkıldığında
insanı yeniden denize göndererek salacağı kasırga ile boğabilir. Yerin dibine
geçirebilir. Başına taş yağdırabilir.
Akıp giden zaman içinde
ömür de geçmektedir. Bu yönüyle bakıldığında inanıp iyi işler yapanlar,
birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler dışında insan gerçekten
ziyandadır.
Allah yolunda göç eden
kimse, yeryüzünde gidecek çok yer ve bolluk bulur. Kim Allah ve Peygamberi için
göç etmek amacıyla evinden çıkar da kendisine ölüm yetişirse, onun ödülünü
vermek Allah'a düşer.
Allah, Kâbe'yi yıkmaya
gelen fil sahiplerinin kötü planlarını boşa çıkarmış, üzerlerine sürü sürü
kuşlar göndermiştir. Kuşlar, fil sahiplerine pişkin tuğladan yapılmış taşlar
atarak onları, kurt yeniği ekin yaprağına çevirmiştir.
Yüce Peygamber,
düğümlere üfürüp büyü yapan üfürükçü kadınların ve insanların kalplerine kötü
düşünceler fısıldayan bütün vesvesecilerin şerrinden Allah'a sığındığını
belirtmektedir.
Kureyş halkı yokluk
dolayısıyla anlaşmazlık içerisindedir. Ticaret amaçlı olarak kışın Yemen'e,
yazın Şam'a yaptıkları yolculuklarda güvenlik sorunuyla karşı karşıyadırlar.
Allah, onları açlıktan kurtarıp doyurmuş ve korkudan güvenliğe kavuşturmuştur.
Yol gösterici
Kitaplar
Köle azat edenler,
açlık gününde yetim ya da yoksul doyuranlar, inanıp birbirlerine sabır ve
merhamet tavsiye edenler kitabı sağından verilen uğurlu kişilerdir. Ahirette
yüksek bir cennet bahçesinde, meyvelere ulaşabilecek mesafede ve mutlu bir
yaşantı içindedirler. Kolay bir hesaba çekilecekler ve sevinçli olarak
ailelerine döneceklerdir.
Kuran ayetlerini tanımayanlar
ise kitabı solundan verilen uğursuz kişilerdir. Hesaplarının yazılı olduğu
kitabın kendilerine verilmesini istememişlerdir. Servetlerinin hiçbir fayda
sağlamadığını anlamışlardır. Allah'a inanmadıkları, yoksulu doyurmadıkları için
cehennemde yetmiş arşın zincire vurulmuşlardır.
Kitabı ardından
verilenler ise dünyada, ailesi içinde mal mülk sebebiyle şımardıkları ve
Allah'a dönmeyeceklerini sandıkları için öldükten sonra alevli ateşe
gireceklerdir.
Kuran, azap yakaya
yapışmadan yardım etmesi için Allah'ın uyarı ve öğütlerinin yerine
getirilmesini söyler.
Kuran’la insanların
yeryüzünde bozgun çıkarmamaları, tam tersine, barışın ve esenliğin getirilmesi
istenmiştir.
Peygamber de, Allah'tan
indirilen Kuran'a uyulması hususunu insanlara tebliğ etmiştir. Bu tebliğ ile
birlikte Yüce Peygamberin önemle duyurduğu bir konu daha vardır. O da Allah'tan
başka velilere uyulmamasıdır. Allah'tan başka veliler edinenler, ev edinen dişi
örümceğe benzerler. Evlerin en dayanıksızı dişi örümceğin evidir. Zaten onların
başına ne geleceği önceki nesillere verilen ceza biçimleriyle ifade edilmiştir.
Öyle ki, geceleyin ya da öğlen uykusu uyumakta oldukları bir sırada
memleketleri yerle bir edilmiştir.
İbadetlerin en
büyüğü
İbadetlerin en büyüğü
Allah'ı anmaktır. Allah, yüceltilerek anılmalıdır. Övgüyle yüceltilmelidir.
Bununla birlikte Kuran'dan dualar okumak, namaz kılmak, oruç tutmak, zekât
vermek ve hacca gitmek zorunlu ibadetlerdendir.
Namaz kılanlara ve
öteki ibadetlerini yapanlara Allah merhamet edecektir.
Gösteriş için ve
koşullu olarak ibadet yapılmamalıdır. İşler iyi gidince sevinip felaketle
karşılaşıldığında yüz çevrilmemelidir. Bu durumda insan hem dünya, hem de
ahiret hayatında kaybetmiş olur.
Namaz
Namaz, insanları
hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyan bir ibadettir. Diğer ibadetler gibi yalnız
Allah için yerine getirilir. İnananlar için farzdır. Kişi, sabırla namazına
devam etmelidir. Ailesini de namaza özendirmelidir.
Yetimi itip kakanların,
yoksulları doyurmayanların kıldıkları namaz gösterişten öte bir şey değildir.
Namaz; gündüzün iki
tarafında yani sabah, akşam ve geceye yakın saatlerde kılınır.
Namaz öncesi abdest
almak için yüzler ve eller yıkanır. Baş ve ayaklar meshedilir. Hasta veya
yolculuk halinde iken ya da tuvaletten gelinmişse, kadınlara dokunmuş da su
bulunamamışsa eller ve yüzler temiz bir toprakla teyemmüm edilebilir.
Ne söylediğini
bilmeyecek kadar sarhoşken namaz kılınmaz.
Namazda yüz Kâbe’ye
çevrilmelidir. Dualar yüksek sesle okunmamalıdır.
Cuma günü ezan
okunduğunda alışveriş bırakılarak Allah’ı anmak için namaza koşulmalıdır. Namaz
bitince yeniden rızık aramak için çalışılmalıdır.
Namaza durulurken
Allah'a saygı ve bağlılık esastır. Bir korku ve endişe duyulduğunda, yürüyerek
veya binek üzerinde bile namaz kılmak mümkündür.
Savaş için yolculuğa
çıkıldığında inkârcıların saldırısı söz konusuysa namazı kısaltmakta bir
sakınca yoktur. Savaş döneminde namaz kılınırken diğer grup onların arkalarında
durarak onları ve silahlarını korumalıdır. Namazı bitirmiş olan grup ise
silahlarını alıp diğerleri için nöbet tutmalıdırlar.
Allah, Muhammed’in,
güneşin batmaya yöneldiği andan gecenin karardığı yatsı vaktine kadar namaz
kılmasını istemiştir. Ayrıca uzunca Kuran okunan sabah namazını da unutmamasını
öğütlemiştir. Yine bizzat kendisine yönelik olarak gecenin bir kısmında Kuran
okuyup namaz kılmak üzere uyanmasını tavsiye etmiştir.
Oruç
Oruç, farz olan
ibadetlerdendir. İslam öncesinde de mevcuttur. Ramazan ayında tutulur.
Sabahın beyaz ipliği,
siyah ipliğinden ayırt edilince başlar ve akşam güneşin batmasıyla tamamlanır.
Hastalık ya da yolculuk
nedeniyle oruç tutulamayan günler kaza edilebilir. Yaşlılık veya ağır hastalık
mazeretiyle oruç tutmaya güçleri yetmeyenler bir fakir doyumu kadar fidye
verebilirler.
Ramazan gecelerinde
eşlere yaklaşılabilir. Ancak mescitlerde ibadete çekilmişken kadınlarla
birleşilmemelidir.
Zekât
İnanan bir topluluğa
ibret olsun diye Allah, dilediğine rızkı genişçe vermekte, dilediğinden de
kısmaktadır.
Zekât ya da sadaka
Allah'ın farzlarından biridir. Anaya, babaya, en yakınlara, yetimlere,
fakirlere, düşkünlere, zekât toplamakla görevlendirilenlere, kalpleri İslam'a
yakınlaştırılıp ısındırılacak olanlara, kölelere, borçlulara, Allah yolundaki
çalışmasından dolayı özgürlükleri kısıtlanarak göç etme imkânından yoksun
bırakılmış ihtiyaç sahiplerine, akrabadan insanlara, yolda kalmış yolculara
verilir.
Zekât verilen insanları
tanımayanlar, onurlu tavırlarından dolayı onları zengin sanır. Onlar
yüzlerinden tanınır. Yüzsüzlük ederek istemezler.
Zekât verenler; Allah'a
ve ahiret gününe inananlarla, namaz kılanlarla, tövbe edenlerle ve Allah'tan
başka kimseden korkmayanlarla aynı kategoride görülmüştür.
Bazen insanlar
yeryüzünde ne kadar malı varsa hepsini verseler de kendilerini cehennem
ateşinden kurtaramazlar. Kendilerine kötülük dokunduğunda sızlanırlar, feryat
ederler. Ama iyilik ve nimet ulaşınca ondan başkalarının yararlanmasına engel
olurlar. Sadece namaz kılanlar bunun dışındadır. Yoksul ve yoksun olanlar için
mallarından belli bir payı zekât olarak ayırırlar.
İnsanların malları
içinde, artması için verilen faiz, Allah katında artmaz. Ama Allah'ın rızasını
isteyerek verilen zekât, sevabı ve malı kat kat artırır.
Yetimi itip kakanlar,
dini yalanlayanlardır. Onlar yoksulları da doyurmazlar. En ufak bir yardıma ya
da zekâta engel olurlar. Sadece gösteriş için ibadet yaparlar. Namazlarında da yanılmaktadırlar.
Bir zamanlar Allah,
İsrailoğullarına şöyle demişti: "Eğer namazı dosdoğru kılar, zekâtı verir,
peygamberlerime inanır, onları desteklerseniz ve ihtiyacı olanlara Allah rızası
için faizsiz borç verirseniz sizin günahlarınızı silerim ve sizi, zemininden
ırmaklar akan cennetlere sokarım." Görüldüğü üzere zekât, öteki
iyiliklerle birlikte, cennet ödülü verilmesini de sağlayabilmektedir.
Mallarını Allah yolunda
harcayanların durumu, her başağında yüz tane olmak üzere yedi başak veren bir
tanenin durumu gibidir.
Güzel, yapıcı bir söz,
bir bağışlama; ardından eziyet gelen sadakadan daha üstündür.
Başa kakmak ve eziyet
etmekle verilen sadakalar bir anlam ifade etmez. Öylesinin durumu, üzerinde
biraz toprak bulunan kayaya benzer ki, bir sağanak yağmur yağdığında üstündeki
toprağı silip süpürerek onu sert bir taş haline getirir. Böyleleri,
kazandıklarından bir şey elde edemezler.
Allah'ın rızasını
kazanmak ve ruhlarındaki inancı kökleştirmek için mallarını harcayanların
durumu da tepe üzerinde bulunan bir bahçeye benzer ki, bol yağmur alınca
ürününü iki kat verir. Yağmur olmasa bile düşen çise yine ürün verir.
Kişinin, kendisine
verilse kabul etmeyeceği mallar, yardım olarak başkasına verilmemelidir.
Öte yandan sadakaları
açıktan vermek güzeldir. Fakat gizlenerek fakirlere verilirse bu daha da iyidir
ve günahlardan bir kısmını kapatır.
Yardımlar Allah için
olmalıdır. Muhtaçlara yapılan her iyilik, eksiksiz olarak yardım edene
dönecektir.
İnsanlar kendilerine
ölüm gelmeden önce Allah'ın verdiği rızıktan ihtiyaç sahipleri için
harcamalıdırlar. Zira ölüm geldiğinde "Rabbim benim ölümümü yakın bir
süreye kadar erteleseydin de sadaka verip iyilerden olsaydım" demenin bir
faydası olmayacaktır.
Allah'ı ve Peygamberi
inkâr edenlerin, namaza üşenerek gelenlerin ve içinden gelmeyerek yardım
yapanların verdikleri zekât geçerli olmaz.
Hac
İnsanlara mabet olarak
kurulan ilk ev, Mekke'deki Kâbe’dir. Âlemlere uğur, bereket ve yol gösterici
olarak kurulmuştur. Kâbe’ye girenler emniyettedirler. Allah, İbrahim Peygamberi
Kâbe’nin mekânına yerleştirmiştir. Orada yerleşenlerin ve ziyaret amaçlı
gelenlerin Kâbe’de rükû ve secde etmelerini sağlamıştır. Kâbe’yi temizletmiş ve
insanlar için haccı ilan etmiştir. Çünkü Kâbe, kıble ve ibadet yeridir.
Yaya ya da deve
sırtında ziyaret amaçlı gelenler asla Kâbe’den geri çevrilmemelidir. İnsanlar,
saçından tırnağına temizlenerek Kâbe’yi ziyaret etmelidirler.
Allah, her toplum için
bir kurban ibadeti koymuştur. İnsanlar, hac ziyareti sırasında kendilerine
rızık olarak verilen hayvanların etlerinden yemeli, isteyen istemeyen yoksulu
doyurmalıdır. Kulağı yarılan, yemin sonucu salıverilen, erkek dişi ikizler
doğuran ve on defa doğurması yüzünden yük vurulamayan hayvanların adanması
doğru değildir. Aslında Allah'a ne o hayvanların etleri, ne de kanları ulaşır.
Allah'a ancak insanların erdemli davranışları ulaşır. Hac yolculuğu için azık
hazırlanırken en hayırlı azığın erdemlilik olduğu unutulmamalıdır.
Hac, bilinen aylarda
uygulanmalıdır. Hac günlerinde kadına yaklaşılmamalı, kötülük yapılmamalı ve
kavga edilmemelidir.
İnananlar, Allah'ın hac
âdetlerine, savaşmanın yasak olduğu haram aylara, gerdanlık takılmış kurbanlık
hayvanlara, Allah'ın lütuf ve rızasını arzu ederek Kâbe’ye gelenlere
saygısızlık etmemelidir.
Hac veya umre niyetiyle
Kâbe'yi ziyaret edenler, Kâbe'nin etrafını Safa ve Merve tepelerini de
dolaşarak dönmelidirler.
Hac ve umre Allah için
tamamlanmalıdır. Hac ve umreyi yapmaktan herhangi bir şekilde engellenenler
kurbanını göndermelidir. Kurban, yerine varıncaya kadar başlar tıraş
edilmemelidir. Hastalığı olanlar oruç tutarak veya zekât vererek ya da kurban
keserek fidye vermelidir. Hacca kadar umreden yararlanmak isteyenler, kolayına
gelen bir kurban kesmelidir. Bunu yapamayanlar ise hac günlerinde üç,
memleketine döndüğünde de yedi olmak üzere on gün oruç tutmalıdır. Bu
söylenenler, ailesi Kâbe'nin bulunduğu Mescid-i Haram'da oturmayanlar içindir.
Allah'a ortak koşanlar
Kâbe'nin bulunduğu Mescid-i Haram'a yaklaşmamalıdırlar. Eğer Allah'a ortak
koşanların, hacca gelmemeleri sonucu ekonomi bozulup yoksulluğa düşme tehlikesi
olursa Allah'ın kendi lütfundan zengin edeceği bilinmelidir.
Hac mevsiminde ticaret
yaparak Allah'tan gelecek bir kazancı aramada herhangi bir günah yoktur.
Kâbe’nin bulunduğu
alanda ve ihram giysili iken avlanma yasaktır. Fakat eğitimli avcı hayvanların,
tuttukları avlar rahatça yenilebilir.
Hac yolculuğu sırasında
insanların, kendilerine ve yolculara bir geçimlik olmak üzere deniz avı
yapmaları ve onu yemeleri helal kılınmıştır.
Dünyevi hayat
Dünya hayatı bir oyun
ve eğlenceden başka bir şey değildir. İnsanlar arasında övünme, servet ve çocuk
çoğaltma yarışıdır. Tıpkı bir yağmura benzer. Bitirdiği ot, ekincilerin önce
hoşuna gider, sonra kurur, sararır, çerçöp olur. Öldükten sonra gidilecek
ahirette ise çetin bir azap ya da Allah'tan bir hoşnutluk vardır.
Kuran'a göre ahirete
inanmak zorunludur. Çünkü ahiret, kişinin dünyada iken yaptığı suçların
cezasını göreceği 'öteki dünya'dır. Aynı şekilde yaptığı iyiliklere karşılık
ödüllendirileceği yerdir. Cennet ve cehennem öteki dünyadadır. Dünyada iken
ölen kişi, rüzgârın taşıdığı bulutların getirdiği yağmur sularının ölü toprağı
canlandırdığı gibi tekrar dirilmektedir.
Uhrevi hayat
Ahiret hayatı,
kıyametin kopmasıyla başlar.
Kıyamet günü bazı
yüzler ışıl ışıl parlar. Bazıları da asıktır.
İnsan kendisine, beli büken bir belanın yapılacağını sezinler. Ne zaman
ki can, köprücük kemiğine gelip dayandığında, "Kim var okuyup
üfleyecek" denilir. Ölüm
korkusundan ayaklar birbirine dolaşır.
Kıyamet; canın, Allah'ın huzuruna sevk edildiği gündür.
Şimşeğin çaktığı, ayın
tutulduğu, güneşle ayın bir araya getirildiği kulakları sağır eden korkunç
titreşimli patlama sesiyle kıyamet kopmuş olur. Boruya üflendiğinde Allah'ın
dilediği kimseler dışında göklerde ve yerde kim varsa çarpılıp yere serilir,
ikinci defa üflendiğinde ise ölüler dirilerek ahiret hayatı başlar.
İnsanların bir eceli
vardır. Ecelleri geldiği zaman artık ne bir saat geri kalırlar, ne de ileri
giderler. Yani her canlı ölümü tadacaktır. Bu gerçeği gören insanlar Peygambere
en çok kıyamet gününün gerçek olup olmadığını ve ne zaman geleceğini sorarlar.
Hatta Allah, kıyametin gelmesini belli bir süre ertelediğinde inkârcılar
"Onun gelmesini engelleyen nedir" derler. Bu işi büyücülüğe yorarlar
ve alay ederler. Allah, Peygambere bu kıyamet azabının bir kısmını hayattayken
gösterir. Diğer bir kısmını da vefat ettirildiğinde ahirette göreceğini
belirtir. Sözkonusu azap bir gerçektir ve kimse yakayı ondan kurtaramaz. Öyle
ki insanlar yeryüzündeki bütün servete sahip olsa da azaptan kurtulmak için onu
feda etmeye hazırdırlar ve azabı gördükleri zaman için için yanarlar.
Kıyamet gününde
inananlar ve inanmayanlar birbirlerinden ayrılırlar. İnanıp iyi işler yapanlar,
çiçekli, ırmaklı bir bahçe içinde neşelendirilirler. İnkâr edip, ayetleri ve
ahiret buluşmasını yalanlayanlar da azabın içine sokulurlar.
Kıyamet farkı
Kıyamet gününde gökyüzü
beyaz bulutlarla yarılır ve erimiş maden gibi olur. Dağlar, sarsıntı sonucu
atılmış, renkli yüne dönüşür. Yeryüzü dümdüz edilir. İnsanlar, yayılmış
pervanelere dönerler.
Kıyamet gününün
sarsıntısıyla çocuklar ak saçlı ihtiyarlara döner. Her emzikli kadın emzirdiği
çocuğu unutur, her gebe kadın çocuğunu düşürür. İnsan, kendisinin kemiklerinin
bir araya toplanamayacağını sanır ama insanın parmak uçlarını bile aynen eski
haline getirmeye Yüce Allah'ın gücünün yettiği pek âlâ görülür.
Böyle bir günde dost
dostun halini sormaz. Birbirlerine gösterilirler. Fakat herkes kendi derdine
düştüğünden başkasıyla ilgilenemez. Suçlu ister ki o günün azabından kurtulmak
için oğullarını, eşini, kardeşini, kendisini koruyup barındıran tüm ailesini ve
yeryüzünde kim varsa hepsini fidye olarak versin de, tek kendini kurtarsın.
Fakat bu mümkün olmaz. Kısaca kıyamet, her türlü azaptan kurtulma gayretinin
sonuçsuz kalacağı bir gündür.
Kıyamet günü inkârcılar
da kardeşinden, anasından babasından, hatta eşinden ve çocuklarından kaçar.
Gözleri korkudan gömgök bir haldedir. Yüzleri hüzünden kapkara kesilmiştir.
Boyunları büküktür. Sesleri kısıktır. Fısıltı halinde konuşurlar. Dünyada iken
ömürleri kendilerine hiç bitmeyecek gibi uzun gelmiştir. Mahşerde
toplandıklarında ise birbirlerine dünyada sadece on gün kaldıklarını söylerler.
Dünyada iken kötülük
yapanlara, kıyamette karşılaşacağı güçlükler anlatılarak insanların kötü
davranışlardan caydırılması amaçlanmıştır. "Ah, keşke ben ahiret hayatım
için sağlığımda iyi işler yapsaydım" dememek için insanların hayattayken
kötülüklerden kaçınmaları hedeflenmiştir.
O gün zalim kimse
üzüntüden elini ısırıp "Keşke, Peygamberle aynı yolu tutsaydım" diye
iç geçirir.
Kötülük işleyenler
sağlıklarında ve yeniden dirildiklerinde kendilerinin, inanıp iyi işler yapan
kimselerle bir tutulacağını sanmamalıdırlar.
Kıyamet günü için
adalet terazileri kurulur. Hiç kimseye zerre kadar zulüm edilmez. Hardal tanesi
kadar bir şey olsa ortaya getirilir. Tartılan iyilikleri ağır basanlar,
hoşnutluk verici bir yaşayış içindedirler. Tartıları hafif gelenlerin yeri ise
cehennemdir.
Cehennem
Cehennem, inkârcılar
için bir hapishanedir. Bedenin parça parça edildiği, hiçbir şey bırakmadığı,
tekrar eski haline getirip azap edildiği kötü bir yerdir. Orada yakıcı ateş
vardır. İnsanın derisi kavrulur.
Cehennem, büyük bir
felakettir, insanlar için uyarıcıdır. Orada her kişi kendi günahıyla yani kendi
suçuyla mahkûm olur.
Cehennemdekiler,
Kuran'dan yüz çeviren kimselerdir. Sağa sola kaçışan yaban eşekleri gibidirler.
Aslandan ürkmüşlerdir bir kere. Yeniden kendilerine ilahî vahiy verilmesini
isterler. Önceden yaptıkları kötülükler yerine iyi şeyler yapacaklarını
söyleseler de artık vakit geçmiştir. ‘Keşke biz de Müslüman olsaydık'
demelerinin de bir anlamı yoktur. Üstelik şefaatçilerin yani aracıların yardım
ve desteği onlara fayda vermez.
Namaz kılmayıp dua
etmeyenler, yoksulu doyurmayanlar, boş lakırdılara dalıp gidenler, kıyamet
gününü yalanlayanlar cehenneme giderler.
Cehennemdekiler, dünya
hayatında iken servet ve refahla şımarmışlardır. Günah işleme hususunda ısrar
etmişlerdir.
Kötü işler yaparak
cehenneme girenlerin yüzlerini bir aşağılanma duygusu kaplar. Sanki yüzleri,
karanlık geceden parçalara bürünmüştür. Başları öne düşüktür. Onlara bir
'Merhaba' bile yoktur.
Cehennem azabı inatçı
ve yapışkandır. Cehennemde insanlar ne ölüp kurtulacak, ne de rahat bir hayat
yaşayacaktır. Yani ölmelerine izin verilmeyeceği gibi cezaları da
hafifletilmeyecektir.
Cehennemdekiler
iliklere işleyen bir ateş ve kaynar su içinde, kapkara dumandan bir gölge
içindedirler.
Başlıca yemekleri;
beslemeyen ve de açlığı gidermeyen kuru dikenden ibarettir. Bir de zakkum
ağacından yiyebilirler. Zakkum, günahkârların yemeğidir. Erimiş maden gibi
midede kaynar. Üstüne, susamış develerin suya saldırışı gibi kaynar sudan
içerler.
Cehennem azabını
görenler; cehennem bekçisine, "Böyle yaşamaktansa ölmek daha iyidir"
diyerek işlerinin bir an evvel bitirilmesi için Allah'a iletmesini isterler.
Cehennem bekçisinin cevabı ise onların oradan hiçbir surette kurtulamayacakları
yönündedir.
Cennet
Cennet, gökle yer arası
kadar geniş bir alandır. Sürekli Allah'a yönelen ve O'nun ayetlerindeki
uyarılara uyan herkesedir.
Cennet, görmediği halde
Allah'a saygı gösteren ve O'na yönelen bir kalple gelen kimselere
yaklaştırılmıştır.
Namaz kılanlar, yoksul
ve yoksun olanlar için servetinden belli bir payı zekât olarak ayıranlar,
kıyamet gününü doğrulayanlar, ırzlarını koruyanlar, verilen emanetlere ve söze
sadık kalanlar, tanıklıklarını tam yapanlar cennette ağırlanırlar.
Cennete selamla,
esenlikle girilir.
Allah, inananların
canlarını ve mallarını, karşılığında kendilerine cennet vermek üzere satın
almıştır. O inananlar ki; tövbe edenler, ibadet edenler, Allah'ı övgüyle
ananlar, seyahat ederken oruç tutanlar, rükû edenler, secde edenler, iyiliğe
özendirip kötülükten alıkoyanlar, Allah'ın koyduğu sınırları koruyanlardır.
Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler, öldürülürler. Bu, Allah'ın,
Tevrat'ta, İncil'de ve Kuran'da üstlendiği gerçek bir sözdür.
Cennettekiler ilk
ölümden başka ölüm tatmazlar. Sürekli yaşarlar. Yüzleri hep mutludur.
Yüzlerinde nimetin sevinç ve parıltısı sezilir.
Allah'ın emirlerine
karşı gelmekten korunanlara söz verilen cennetin temsili anlatımı şöyledir:
Altından ırmaklar akar. Yemişi de süreklidir, gölgesi de. Cennette bozulmayan su ırmakları, tadı
değişmeyen süt ırmakları, içenlere lezzet veren şarap ırmakları ve süzme bal
ırmakları vardır.
İnsanlar cennette güven
içindedirler. Sevinç ve mutluluk içinde eğlenirler. Onlara hiçbir yorgunluk ve
bıkkınlık dokunmaz. Orada boş söz değil, hoş söz duyarlar. Selamı, barışı
işitirler.
Cennettekiler;
bahçelerde, gölgeler altında, süslü, nakışlı tahtlar üzerinde, karşılıklı yan
gelip yaslanırlar. Akıp duran bir pınarın başında, yüksek sedirler içinde, sıra
sıra dizilmiş yastıklarda, serilmiş halılarda mutludurlar.
İnce ipekten ve parlak
atlastan giyerler. Altın bilezikler ve inciler takınırlar.
Cennettekiler; yüklü
dalları bükülmüş kiraz ağaçları, meyveleri salkım salkım dizili muz ağaçları,
uzayan gölgeler, çağlayarak akan sular ve daha birçok meyveler arasındadırlar.
Meyveler elle alınacak kadar yakındır. Kendilerine gönüllerince seçtikleri
meyveler, canlarının çektiği kuş etleri sunulur. Sabah akşam kendilerine ait
rızıkları hazırdır.
Sürahiler, ibrikler ve
içkilerle doldurulmuş kadehlerle gencecik uşaklar çevrelerinde dolaşıp hizmet
eder. Kendilerine mühürlenmiş halis bir içki sunulur. Karşılıklı kadeh
tokuştururlar. İçki, ne başlarını döndürür, ne de akıllarını karıştırır.
Cennette gözlerini
yalnız eşlerine çevirmiş huyu güzel, yüzü güzel dilberler vardır ki, inci misali
iri ve siyah gözlüdürler. Göğüsleri yeni tomurcuklanmıştır. Eşlerine sevgiyle
tutkun ve yaşıt, hepsi bakire cilveli dilberler halinde kabartılmış atlastan
yataklar içindedirler.
Kısaca cennet bahçeleri
nimetlerle doludur. Orada insanların diledikleri her şey mevcuttur.
Şeytandan uzak
durulmalıdır
İnsanın yanında
kendisini gözetleyen, dediklerini yazan melekler hazır bulunur. Bu melekler,
insanın sağında ve solunda oturur, onun her davranışını ve her sözünü yazarlar.
Allah, meleklere
çamurdan bir insan yaratacağını söyler. Tamamlayıp içine ruhundan üflediğinde
meleklerin ona secde etmesini ister. Meleklerin hepsi secde ederken İblis
büyüklük taslayarak inkârcılardan olur. Buna gerekçe olarak kendisinin ateşten,
insanın çamurdan yaratıldığını söyler. Bu sözü üzerine cennetten kovulur.
İblis, kıyamet gününe kadar süre ister. İstediği süre kendisine verilir. Fakat
yine de insanları azdırarak kötülük yapmaya sürükler. Allah, inanan insanların
kandırılamayacağını ve cehennemin İblis gibilerle doldurulacağını belirtir.
Şeytanlar, gerçeği ters
yüz eden dönek insanlara ve günaha düşkün olan yalancılara inerler. O dönek ve
yalancı insanlar, şeytanlara kulak verirler. Şairlere gelince, onlara da
çapkınlar ve yoldan çıkanlar uyar. Her vadide şaşkın şaşkın dolaşırlar. Hem de
yapamayacakları şeyleri söylerler.
Kimi insanların, bazı
cinlere sığınmasıyla cinlerin şımarıklıkları artmıştır. Allah’ın hiç kimseyi
diriltmeyeceğini sanmışlardır. Cinler eskiden, gökyüzünün, dinlemek için
oturulan yerlerinde oturur, geçmişin ve geleceğin haberlerini dinlemeye
çalışırlardı. Ama şimdi gökyüzü ışınlarla doludur. Kim dinlemeye kalksa kendini
alevde bulur.
Cinlerden kimileri de
hiç kimseyi Allah’a ortak koşmayacaklarını, hayranlık verici bir Kuran dinlediklerini,
Kuran’ın insanları doğru yola ilettiğini, Allah’ın eş ve çocuk edinmediğini
belirtmişlerdir.
Kendi aralarında
iyilerin de, başka türlü olanların da varlığını kabul ederek çeşit çeşit
yollara ayrıldıklarını itiraf etmişlerdir.
Allah'a teslimiyet göstererek
Müslüman olan insanlar ve cinler, bol su ile ödüllendirilmişlerdir. Haksızlığa
sapanlar ise cehenneme odunu yapılmışlardır.
Kuran'da ceza
sorumluluğu şahsîdir. Başka bir ifadeyle herkesin kazanacağı yalnız kendisine
aittir. Her kişi kendi günahıyla yani kendi suçuyla mahkûm olur. Hiç kimse
başkasının suçunu ya da günahını yüklenmez. Suçun ya da günahın bir kısmını
akrabası üstlense bile bu geçerli sayılmaz. Körle görenin, karanlıkla
aydınlığın, gölge ile sıcaklığın, dirilerle ölülerin bir olmadığı gibi...
Yalnız şu bir gerçektir
ki kişi, işlemediği bir şeyle cezalandırılmaz.
Şu da bilinmelidir ki
bir peygamber gönderilmemişse yani neyin suç olduğu insanlara duyurulmamışsa
ceza da verilmez.
Allah huzuruna iyilikle
gelenlere, getirdiğinin on katı mükâfat verilir. Kötülükle gelene ise
yaptığından fazla ceza verilmez.
Eğer ceza ile karşılık
verilecekse, ancak yapılan kötülüğün türü ve miktarı kadarıyla karşılık
verilmelidir. Orantısız güç kullanımı yoktur.
İyilikle kötülük bir
olmaz. Kötülük, birtakım tedbirlerle önlenmelidir. O zaman birbiriyle düşman
olan kişiler sanki candan bir dost olurlar.
Kim iyi bir iş yaparsa,
bu kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa aleyhinedir. Örneğin hırsızlık yapan
erkek ve kadının, işlemiş oldukları fiillere karşılık, caydırıcı bir ceza
olarak elleri kesilir.
Yeryüzündeki canlıların
en kötüsü akıllarını işletmeyenlerdir. Gerçeklere sağır ve dilsiz kalanlardır.
Allah onlarda bir iyilik olduğunu görseydi, onlara işittirirdi. İşitmedikleri
halde işittik diyenler gibi olunmamalıdır.
Allah'ın, kabulünü
üstlendiği tövbe, bilgisizlikle kötülük işleyip de çok geçmeden tövbe edenler
içindir. Allah, böylelerinin tövbesini kabul eder. Yoksa kötülükleri yapıp da
ölüm gelip çattığında yapılan tövbelerin bir anlamı yoktur.
Günah işlerken
insanlardan gizlenip de Allah'tan gizlenmeyenler yanlış yoldadırlar. Geceleyin
Allah’ın istemediği sözü söyleyip plan kurarlarken Allah onların yanındadır.
Allah onların ne yaptıklarını çok iyi bilir.
Allah'a ortak koşanlar,
putlara tapanlar ve ahirete inanmayanlar ilimi gözardı ederek sadece zanna yani
tahmine uymaktadırlar. Oysa zan, gerçek bakımından hiçbir şey ifade etmez. Yani
zan ile gerçeğe ulaşılmaz. Zan ile hareket ederek insanlar hakkında hüküm
verilmemelidir.
İnananlar, adaletli
olmalıdırlar. Hakkı ayakta tutmalıdırlar. Kendisi, anası, babası, yakınları
aleyhine de olsa, zengin veya fakir de olsalar, adaleti dimdik ayakta tutarak
Allah için tanıklık yapmalıdırlar. Keyfe uyarak adaletten sapmamalıdırlar. Dil
eğilip bükülmemelidir. Bir topluluğa duyulan kin, insanları adaletten
saptırmamalıdır.
Allah emanetlerin, ehil
olanlara verilmesini ve insanlar arasında hükmedenlerin adaletle hükmetmesini
emreder. İnsanlar kendilerine emanet edilen şeylere dikkat etmelidirler.
Verdikleri sözleri yerine getirmelidirler.
Aile içi ilişkiler
Allah, anaya babaya
iyilik edilmesini, güzel söz söylenmesini emreder.
Analar sıkıntılara
katlanarak karnında taşır. Zahmetle doğurur. Bebeğin, ana karnında taşınması ve
sütten kesilmesi otuz aydır.
Kız çocuğu doğdu diye
haber verilenlerin yüzleri nedense kapkara kesilir. Doğumu, diğer insanlardan
gizlenir. Ya aşağılık duygusu içinde yanında tutarlar ya da toprağa gömerler.
Kendilerine hoşlandıkları erkek çocuklarını alırlar. Arlandıkları kızları
Allah'a lâyık görürler.
Evlat edinilenler, öz
babalarıyla bağlarını kesmeyecek biçimde çağrılmalıdır. Babaları bilinmiyorsa
ailenin bireyiymiş gibi görülmelidir. Evlatlıklara karşı yanılarak yapılan
hatalarda evlat edene bir sorumluluk yoktur.
İnananlar, evlatlıkları
eşleriyle ilişiklerini kestiklerinde onlarla evlenebilirler. Muhammed’in,
evlatlığı Zeyd'in eşiyle evlenmesi böyle olmuştur. Allah'ın kendisine takdir
ettiği bir şeyi yerine getirmekte, Peygambere herhangi bir güçlük yoktur.
Önceki nesiller arasında da Allah'ın yolu yöntemi böyle olmuştur.
Yeni nikâhlanan inanmış
kadınlara henüz dokunulmamışsa boşanabilir.
Allah, Muhammed’e;
kendisini mehirsiz olarak Peygambere hibe eden inanmış kadını, ücretlerini yani
mehirlerini verdiği eşlerini, ganimet olarak gelen cariyeleri, amca, hala, dayı
ve teyzelerinin birlikte göç eden kızlarını helal kılmıştır.
Peygamber, dilediği
hanımı yanına alır, dilediğini geriye bırakır. Boşadıklarından birini tekrar
yanına almasında sakınca yoktur. Böyle yapılması o kadınların mutlu olmalarına,
üzülmemelerine ve hepsinin, Peygamberin verdiklerine razı olmalarına daha
uygundur.
Bunların dışında Peygamberin,
güzellikleri hoşuna gitse bile, elinin altında bulunan cariyeler hariç, başka
kadınlarla evlenmesi helal görülmemiştir.
Peygamberin
hanımlarına; babaları, oğulları, kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları,
kızkardeşlerinin oğulları, hizmetindeki kadınlar ve ellerinin altındaki köleler
hakkında bir günah yoktur. Bunlar Peygamberin evlerine gelebilir ve hanımlarıyla
karşılaşabilirler.
Evlenme ve boşanma
ilişkileri
Erkeklerin kadınlar
üzerindeki hakları gibi, kadınların da erkekler üzerinde eşit hakları vardır.
Erkeklerin, kadınlar üzerindeki hakları, bir derece fazladır.
Erkekler; kadınları
gözetip kollayıcıdırlar. Allah, insanların bazılarını bazılarından üstün
kılmıştır ve erkekler mallarından bol bol harcamışlardır. İyi ve temiz kadınlar
saygılıdırlar. Allah'ın kendilerini koruduğu gibi, gizliliği gereken şeyi
korurlar. Sadakatsizlik ve iffetsizliklerinden korkulan kadınlara önce öğüt
verilmeli, sonra yataklarında yalnız bırakılmalı ve nihayet evden çıkarılmalıdır.
Eğer karı kocanın
aralarının açılmasından endişe duyulursa, erkeğin ve kadının ailesinden birer
hakem gönderilmelidir. Bunlar barıştırmak isterlerse, Allah onların arasını
bulur.
Kişi; anası,
kızkardeşleri, teyzeleri, halaları, kardeş kızları, sütanneler, eşinin anası,
eşinin üvey kızı, oğlunun eşiyle evlenemez. Ayrıca iki kız kardeşle bir arada
evlenilmez. Yine babanın evlendiği kadınla evlilik yapılmaz.
İnanmış hür kadınlarla
evlenmeye gücü yetmeyenler, inanmış genç köle kızlardan biriyle evlenebilir.
Herkes aynı kökten gelmektedir. Aynı toplumun bireyleridir. İnsanlık bakımından
bir fark yoktur. Yalnız evlendikten sonra fuhuş yaparlarsa onlara, hür
kadınlara verilen cezanın yarısı uygulanır.
İnananlar, Allah'a
ortak koşan putperest kadınlarla evlenemezler. Allah’a ortak koşan putperest
erkekler de inanan kadınlarla evlenemezler.
Hoşa giden hür kadın
ortak koşan biriyse, inanan bir cariye ile evlenmek daha doğrudur.
Ölen erkeklerin geride
bıraktığı eşleri, evlenmeksizin dört ay on gün beklerler. Sürelerini doldurunca
artık kendileri için uygun olanı yapabilirler.
İnanan, namuslu, hür
kadınlar ile kendilerine kitap verilenlerden namuslu hür kadınlar -zina etmezse,
gizli dost tutmazsa, namuslu bir biçimde evlenmek üzere mehirleri verilirse-
helaldir. Kim İslamî hükümlere inanmayı kabul etmezse, onun yaptıkları güzel
şeyler boşa çıkmıştır ve o, ahirette kaybedenlerdendir.
İnanmış kadınlar göç
ederek geldiği zaman inkârcılara geri gönderilmemelidir. Mehirleri yani
ücretleri kendilerine verildiğinde onlarla evlenmekte günah yoktur. İnkârcı
kadınlar nikâh altında tutulmamalıdır.
İnanan kadınlar Peygambere
sığındıklarında, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina
etmemek, çocuklarını öldürmemek, bir iftira uydurup getirmemek ve doğru işlerde
Peygambere karşı gelmemek hususunda söz verirlerse onların sözleri kabul
edilmelidir.
Kadınların aybaşı hali
bir rahatsızlıktır. Temizleninceye kadar uzak durulmalıdır. Kadınlara güzel
davranılmalıdır.
Kadınlarına
yaklaşmamaya yemin edenler dört ay beklerler. Bu sürenin sonunda kadınlarını
boşamaya karar verirlerse ayrılırlar.
Boşanmak istenen kadın
âdetten kesilmiş ya da hiç âdet görmemiş ise bekleme süresi üç aydır. Hamile
olanların bekleme süresi ise, doğum yapmaları ile son bulur. Boşanan kadın evin
bir bölümünde oturtulmalı, evden çıkmaya zorlanmamalıdır. Şayet hamile iseler,
doğum yapıncaya kadar geçimleri sağlanmalıdır. Çocuğu emzirmeleri halinde
ücreti verilmelidir. Bu konuda anlaşma sağlanamazsa baba hesabından başka bir
kadına emzirilmelidir. Varlıklı kimse, varlığı oranında nafaka yardımında
bulunurken dar gelirliler Allah'ın kendisine verdiğinden nafaka vermelidirler.
Boşanmış kadınlar
başkasıyla evlenmeden önce kendi kendilerine üç ay beklemelidir. Hamile olup
olmadığına bakmalıdır. Hamile olmaları halinde kocaları barışmak isterlerse
onları geri almaya daha fazla hak sahibidirler.
Emzirmeyi tamamlatmak
isteyen baba için, anneler çocuklarını iki tam yıl emzirirler. Onların örfe
uygun olarak beslenmesi ve giyimi baba tarafına aittir. Bir insan ancak gücü
yettiğinden sorumlu tutulur. Hiçbir ana ve baba, çocuğu yüzünden zarara
uğratılmamalıdır. Mirasçının da aynı şeyi yapması gerekir. Eğer ana ve baba
birbiriyle görüşerek ve karşılıklı anlaşarak çocuğu memeden kesmek isterlerse, kendilerine
günah yoktur. Ücreti ödenmek kaydıyla çocuklar sütanneye emzirtilebilir.
Boşanmış kadınlar için
kocaları tarafından uygun bir geçim yardımı yapılmalıdır.
Zina eden biri, zina
eden ya da Allah'a ortak koşan biriyle evlenebilir.
Zina eden erkeğe ve
kadına yüz değnek vurulmalıdır. Bu cezanın uygulamasında acıma duygusu olmamalı
ve inananlardan bir grup da onlara uygulanan cezaya tanık olmalıdır.
Namuslu kadınları zina
ile suçlayıp da sonra bu iftiralarını ispat için dört tanık getirmeyenlere
seksen değnek vurulmalıdır.
Çünkü hakkında bilgi
sahibi olunmayan şey, dilden dile dolaştığı için insan onurunu zedelemektedir.
Önemsiz sanılarak yapılan iftira, aslında Allah katında çok büyük bir suçtur.
Özellikle bir şeyden habersiz namuslu inanmış kadınlara zina iftira edenler
dünyada da ahirette de lanetlenmişlerdir. Onlar için büyük bir azap
vardır.
Fuhuş yapan kadınlara
karşı dört tanık getirilmelidir. Dört kişi tanıklık ederse kadınlar ölünceye
kadar ev hapsinde tutulmalıdır.
İki erkeğin eşcinsellik
yapması durumunda eziyet edilerek ceza verilmelidir. Durumlarını düzeltmeleri
ve tövbe etmeleri durumunda eziyetten vaz geçilmelidir.
İnanan erkekler,
kadınlara gözünü dikip bakmamalıdırlar. Aynı şekilde inanan kadınlar da,
gözlerini sakınmalıdırlar. Edep yerlerini korumalıdırlar. El, yüz ve ayak gibi
görünmesi zorunlu olanların dışında ziynetlerini göstermemelidirler.
Örtülerini, göğüs yırtmaçlarının üzerine vurmalıdırlar.
Kadınlardan "Sen,
bana anamın sırtı gibisin" diyerek ayrılmak isteyip de sonra söylediklerinden
dönenlerin eşleriyle temas etmeden önce bir köleyi serbest bırakmaları gerekir.
Ancak serbest bırakılacak bir köle bulamazsa, cinsel temastan önce üst üste iki
ay boyunca oruç tutmalıdır. Buna güç yetiremeyen ise altmış fakiri
doyurmalıdır.
Evdeki köle ve
hizmetçiler ile henüz erginliğe ermemiş çocuklar; sabah, öğle ve yatsı namazı
sonrasında büyüklerin odasına izin alarak girmelidirler. Çünkü bu saatlerde
insanların üstü açılabilir.
Evlenme arzuları
kalmamış, hayızdan ve evlattan kesilmiş kadınların, ziynetlerini göstermek için
ortalıkta dolaşmamaları şartıyla dış giysilerini çıkarmalarında kendileri için
bir günah yoktur. Ama sakınmak için titiz davranmaları, onlar için daha iyidir.
Yetim hakkı
hassasiyet ister
İnsanlar, yetimin
malını kendi malına katmamalıdır. Evlenme yaşına geldiklerinde yetimlerde
olgunluk görülürse malları kendilerine teslim edilmelidir.
Yetim kızlar konusunda
adaleti yerine getiremeyeceğinden kuşku duyanlar, onlarla evlenme yerine, helal
olan başka kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikâhlayabilirler. Eğer
onlarla da adalet sağlanamayacaksa tek eş alınmalıdır. Ya da cariyelerle
yetinilmelidir.
Allah'ın, geçim kaynağı
olarak verdiği mallar düşük akıllılara verilmemelidir. Fakat o mallarla onlar
beslenmeli ve giydirilmelidir. Onlara güzel sözler söylenmelidir.
Nimet bekleyenlere, eli
dar olup yardım yapamayanlar en azından yumuşak söz söyleyerek gönüllerini hoş
tutmalıdırlar.
İnkârcılar
hüsrandadırlar
İnsan zayıf olarak
yaratılmıştır. Allah, insanın ağır olan
yüklerini hafifletmek ister. Kimi doğru yola iletmek isterse onun kalbini
İslam'a açar. Kimi de saptırmak isterse göğe çıkıyormuş gibi kalbini iyice
daraltır.
Mekke inkârcıları da
söz dinlemeyen kişilerdir. Herhangi bir konuda düşünce ürettikleri yoktur.
Hayvan gibidirler. Hatta hayvandan da şaşkındırlar.
İnanmış gibi görünenler
ise karanlık gecede bir ateş yakan kimse gibidir. O ateş yanıp da etrafını
aydınlattığı anda Allah, hemen onların aydınlığını giderir ve onları
karanlıklar içinde bırakır. Artık hiçbir şeyi görmezler. Onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler.
Onlar gerçeğe dönmezler. Gökten boşanan,
içinde karanlıklar, gök gürlemesi ve şimşekler bulunan bir yağmura tutulmuş
gibidirler. Yıldırım seslerinden ölüm korkusuyla parmaklarını kulaklarına
tıkarlar. Oysa Allah, inkârcıları tamamen kuşatmıştır. Neredeyse gözlerini
kapıverecek olan şimşek önlerini aydınlattı mı onun ışığında yürürler.
Üzerlerine karanlık çökünce çakılıp kalırlar. Eğer Allah dileseydi, işitme
güçlerini de, gözlerini de elbette alıp götürürdü. Özetle inkâr edenlerin
durumu kör ve sağır kimseler gibidir.
'Müslüman oldum'
diyerek yeni İslam dinine inananların durumu ise gören ve işiten kimseler
gibidir. İnsanlar bu durumdan ibret almalıdırlar.
Dinde zorlama yoktur.
Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır. O halde Allah'a inananlar
sağlam kulpa yapışmıştır. Karanlıklardan aydınlığa çıkarlar. İnkâr edenler ise
haddi aşan azgınlardır. Aydınlıktan alınıp cehennem karanlığına götürülürler.
Hep birlikte Allah'ın
ipine yani İslam'a sımsıkı yapışılmalıdır. Ayrılığa düşülmemelidir.
Dinlerini parça parça
edip fırkalara, hiziplere bölünenler yanlış yoldadırlar. İşleri Allah'a
kalmıştır.
Babalar ve kardeşler,
eğer inançlı olmaya karşı inkârı tercih ederlerse dost edinilmemelidirler.
Eğer babalar, oğullar,
kardeşler, eşler, akrabalar, kazanılan mallar, kötü gitmesinden korkulan
ticaret, hoşlanılan evler; insanlara Allah'tan, Peygamberinden ve O'nun yolunda
cihat etmekten daha sevgili ise artık bilinmelidir ki Allah, bu şekilde yoldan
çıkmış topluluğu doğru yola iletmez.
İnkâr edenlerin
servetleri de, oğulları da kendilerine hiçbir fayda sağlamayacaktır. Onların bu
dünya hayatında harcadıkları malların durumu, kendilerine zulmeden bir
topluluğun ekinine vurup onu mahveden dondurucu bir rüzgârın tahribatına
benzer.
Çöl Arapları,
inkârcılıkta ve ikiyüzlülükte daha beterdirler. Allah'ın, Peygamberine
indirdiği hükümlerin sınırlarını tanımamaya daha yatkındırlar. Kimi Allah’a ve
ahiret gününe inanırken kimi de Allah yolunda harcadığını angarya sayar ve
inananların başına belalar gelmesini bekler.
İnanç sahipleri,
inkârcıları sırdaş edinmemelidir. İnkârcıların kin ve düşmanlıkları,
ağızlarından dökülen sözlerinden belli olmaktadır. Kalplerinde sakladıkları
düşmanlıkları ise daha büyüktür.
İnkârcılar Peygamberden,
düşmanlıklarını gizlemeleri için gönüllerinden geçeni gizlerler. Oysa Allah
onların kalplerinden geçenleri dahi bilir.
İnananlar, Allah'a
yaraşır Müslümanlar olmalı ve öyle ölmelidirler. İnkârcı olarak ölenler ise
kendilerini kurtarmak için dünya dolusu altın verseler de kabul edilmeyeceğini
bilmelidirler.
İnsan kendisine bir
zarar dokunduğu zaman yatarken, ayaktayken veya otururken Allah'a yalvarır.
Zarar kendisinden kaldırıldığında ise hiç yalvarmamış gibi çekip gider. Nimete
kavuştuğunda kötülüklerin kendisinden uzaklaştığını sanır ve şımarır. Nimet
elinden alındığında ise ümitsizliğe kapılır ve nankörleşir. Bu şekilde haddi
aşanlara yapmakta oldukları şeyler güzel gösterilmiştir.
Mescitler kutsal
yerlerdir
Allah, inananları
korumuştur. Aksi takdirde Allah'ın isminin çokça anıldığı mescitler, kiliseler,
sinagoglar ve manastırlar yıkılırdı.
Mescitlere giderken
güzel elbiseler giyilmelidir.
Allah'ın mescitlerini,
içlerinde O'nun adı anılıyor diye engelleyen ve onların yıkımı için uğraşan
kişiden daha zalim kim olabilir. Böylelerinin, o mescitlere girmeleri ancak
korka korka olacaktır. Böyleleri için dünyada bir rezillik vardır. Ahirette ise
bunlara çok büyük bir azap öngörülmüştür.
İyilikten başka
niyetlerinin olmadığını belirterek inananlara zarar vermek, inkârcılığı
pekiştirmek, inananların arasını açmak ve önceden Allah ve Peygamberiyle
savaşmış olan adama yataklık yapmak için bir mescit yapanlar da vardır. Yalan
söyleyen bu kişilerin yaptırdığı mescitlerde namaza durulmamalıdır.
Öldürme yerine canı
yaşatma
Yanlışlıkla olması
dışında inanmış bir kimsenin başka bir inanmış kişiyi öldürmeye hakkı olamaz.
Yanlışlıkla inanan bir kimseyi öldürenin, inanmış bir köle azat etmesi ve
ölenin ailesine teslim edilecek bir diyet vermesi gereklidir.
Her kim inanmış birini
kasten öldürürse, onun cezası, içinde sürekli kalacağı cehennemdir. Allah ona
öfke ve lanet etmiştir.
Kuran'a göre öldürmede
kısas esastır. Hür kişiye karşılık hür, köleye karşılık köle, kadına karşılık
kadın öldürülür.
Öte yandan Allah
İsrailoğullarına Kuran’da, masum bir kişiyi öldürenin tüm insanları öldürmüş
olduğunu, o canı yaşatanın ise bütün insanları yaşatmış olduğunu yazar.
Ayrıca insanlar intihar
edip kendi canlarına kıymamalıdırlar.
Miras adaleti
Yüce Kuran, miras
bölüşümünde kimlerin ne oranda pay alacağı konusunu belirlemiştir. Payların hak
sahiplerine verilmesi sırasında akrabalar, yetimler ve yoksullar hazır
bulundurulmalı ve payları güzel sözler söylenerek verilmelidir.
İnsanlar öldüklerinde
anasına, babasına, yakınlarına mallarını bırakmayı vasiyet edebilirler.
Vasiyeti değiştirmek günahtır. Ancak vasiyette bir hata olduğu konusunda endişe
varsa taraflar arasında yeni düzenlemeye gidilebilir.
İçki ve kumar şeytan
işi
İçki ve kumarda hem
günah, hem de insanlar için yararlar vardır. Ama zararları çok daha fazladır.
İçki, kumar, tapılmak
için dikilen taşlar, şans okları şeytan işi birer pisliktir. Şeytan; bu tür
kötü alışkanlıklara inananlar arasına düşmanlık ve kin sokmak ister. Bunlardan
kaçınmak gerekir.
Tefecilik alışveriş
değildir
Tefeciler yani faiz
yiyenler mezarlarından, şeytan çarpmış kimselerin cinnet nöbetinden kalktığı
gibi kalkarlar. Tefeciler, tefeciliğin alışveriş gibi olduğunu düşünürler.
Hâlbuki Allah, alışverişi helal, faizi haram kılmıştır.
Verilen borç bir yere
yazılmalıdır. Borç alan kişi aklı ermez ya da çaresiz biri ise velisi, iki
erkeği tanık göstermelidir. Eğer iki erkek yoksa tanık olarak bir erkek ve iki
kadın gerekir. Bu kadınlardan biri unutursa diğeri ona hatırlatsın diyedir.
Doğru söz doğru
davranış
Topraktan yaratılan
insan, yeryüzünün her tarafına dağılmıştır. Renkleri ve konuştukları dilleri
farklılık göstermiştir. Kendileri için huzura kavuşacakları eşler yaratılıp
aralarında sevgi ve esirgeme oluşmuştur.
Allah, insanlar için
dağlarda oturulacak barınaklar, mağaralar var etmiştir. Göç sırasında ya da
konaklarken kolayca taşınabilecek evler yapmıştır. Bu evler, huzur ve dinlenme
yerleridir. Yarattığı ağaç, ev, bulut gibi şeylerden gölgeler oluşturmuştur.
Muhafazalı elbiselerle insanları sıcaktan soğuktan korumuştur. Zırhlı
elbiseleri savaşta insanlara kalkan yapmıştır.
Öyle ki Allah, insana
şah damarından daha yakındır.
İnananlar, kendini
düzeltmeye bakmalıdırlar. Düzgün hareket edenlere kötü insanlar zarar
veremezler.
Yeminler kötüye kullanılmamalıdır.
Allah’a verilen söz, basit bir ücret karşılığı satılmamalıdır. İpliğini
sağlamca eğirdikten sonra çözen kadın durumuna düşülmemelidir.
Konuşmaların yapıldığı
dost meclislerinde yer açılması istendiğinde yer açılmalı, kalkılması
istendiğinde de kalkılmalıdır.
Sahiplerinden izin
almadan, bir de ev sakinlerine selam vermeden başkasının evine girilmemelidir.
Bir eve girildiğinde
Allah'tan güzel, kutlu bir yaşam dileyerek selamlama yapılmalıdır.
İnananlar seslerini Peygamberin
sesinin üstüne çıkarmamalıdır.
Allah'ın, büyüklük
taslayıp böbürlenenleri sevmediği bilinmelidir.
Köre, topala, hastaya
yapamayacakları görev yüklenmemelidir. Onlara güçlük gösterilmemelidir.
Doğru insanlar şu nitelikleri taşımalıdırlar ki toplumsal kurallara
uymuş olsunlar:
Allah'a, ahiret gününe,
meleklere, kitaplara, peygamberlere inanmalıdırlar.
Allah'ın rızasını
gözeterek yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere ve
kölelere sevdikleri maldan harcamalıdırlar.
Anlaşma yaptığı zaman
sözlerini yerine getirmelidirler.
Sıkıntı, hastalık ve
savaş zamanlarında sabretmelidirler.
İbadetlerini
yapmalıdırlar.
Allah'a isyandan
sakınmalıdırlar.
Açıklandığı zaman hoşa
gitmeyecek şeyleri sormamalıdırlar.
Başka birileriyle alay
etmemelidirler. Alay ettiklerinin, kendilerinden daha iyi olabileceğini
düşünmelidirler.
Birbirlerinde kusur
aramamalıdırlar.
Birbirlerini kötü
lakaplarla çağırmamalıdırlar.
Birbirlerinin gizli
şeylerini araştırmamalıdırlar.
Birbirlerini arkadan
çekiştirmemelidirler.
Mallarını gösteriş olsun
diye harcamamalıdırlar.
Düşmanlık ve haksızlık
yaparak haram yememelidirler.
İsraf etmemelidirler.
Allah’ın israf edenleri sevmediğini bilmelidirler.
Cimrilikten
kaçınmalıdırlar.
Ölçüyü ve tartıyı tam
uygulamalıdırlar.
Boş ve yararsız şeylere
itibar etmemelidirler.
Bir selam ile
selamlananlar, onun daha güzeliyle ya da aynısıyla karşılık vermelidirler.
Anaya, babaya, yakın
akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, arkadaşa, yolda
kalmış yolcuya, köleye, cariyeye ve hizmetçiye iyi davranmalıdırlar.
Kendilerine emanet
edilen şeylere dikkat etmelidirler. Verdikleri sözleri yerine
getirmelidirler.
Allah yolunda savaş
Hoşa gitmese de savaş
inananlara zorunlu kılınmıştır. Ancak hac görevinin yapıldığı ramazan ayında
savaşmak günahtır.
İnananlar hep birlikte
İslam’a yani barışa girmelidir. Şeytanın adımları izlenmemelidir. Çünkü şeytan
apaçık düşmandır.
Allah'a göre hürmetler
ve yasaklar karşılıklıdır. Bu durumda saldırana, aynı şekilde ve aynı ölçüde
saldırılabilir.
İnananlara karşı
savaşanlar yakalandığı yerde öldürülmelidir. İnananların Mekke'den çıkarıldığı
gibi onlar da inkârcıları Mekke'den çıkarmalıdırlar.
Fitne ya da baskı, adam
öldürmekten daha kötüdür. İnkârcılarla savaşılmalı ki fitne ya da baskı ortadan
kalkabilsin.
Kim Allah yolunda
savaşır da öldürülür veya galip gelirse, Allah tarafından ödüllendirilir.
İnananlardan özürsüz
olarak evlerinde oturanlarla, mallarıyla canlarıyla Allah yolunda savaşanlar
bir olmaz. Allah, mallarıyla canlarıyla savaşanları, derece bakımından evinde
oturanlardan üstün kılmıştır.
Bir düşman topluluğu
ile karşılaşıldığında inananlar çekişip birbirine düşmemelidir. Korkuya kapılıp
gücünü kaybetmemelidir. Düşmana karşı direnç gösterilmeli ve sabırlı olunmalıdır.
Eğer inkârcılar barışa
yanaşırlarsa inananlar da anlaşmaya olumlu yaklaşmalıdırlar.
Düşmanlara karşı
yeterli kuvvet ve besili atlar hazır bulundurulmalıdır.
İnananlar savaşa
özendirilmelidir. İnananlardan dirençli yirmi kişi olsa, iki yüz kişiyi
yenebilir. İnançlı yüz kişi, kâfirlerden bin kişiye bedel olabilir.
İnananlar savaşta,
inkâr edenlerle karşılaştıklarında boyunlarını vurmalıdır. Yakalananlar
sindirilmeli ve bağları sıkıca bağlanarak esir alınmalıdır. Sonra fidye
alınarak bırakılabilir. Allah dileseydi kendisi onlardan öç alırdı. Fakat
insanları birbiriyle denemek için savaşı emreder. İnananlar, eğer Allah adına
İslam’ı destekler ve Müslümanlara yardım ederlerse Allah da onlara yardım eder
ve ayaklarını sağlam bastırır.
İnananlar gerek
mallarıyla, gerek canlarıyla atlı veya yaya olarak Allah için savaşa
çıkmalıdırlar. Peygambere yardım etmelidirler. Peygamber, Ebubekir ile birlikte
inkârcılar tarafından Mekke’den çıkarılırken bulundukları mağarada inananların
göremedikleri askerlerle Allah tarafından desteklenmiştir.
İnananlarla birlikte
savaşa çıkmayanların savaş için zaten bir hazırlıkları yoktur. Savaşa
çıksalardı inananları birbirine düşürmek için uğraşırlardı. Kötülük ve zarardan
başka katkıları olmazdı.
Peygamberin isteği aksine
savaşa gitmeyip geride kalanlar sevinmişlerdir. Sıcakta savaşa gitmekten
hoşlanmamışlardır. Kadınlarıyla ve çocuklarıyla oturmayı tercih etmişlerdir.
Kazandıkları günahın cezasıyla az gülecekler, çok ağlayacaklardır. Artık savaşa
katılmak için izin isteseler de kendilerine izin verilmeyecektir. Onlardan ölen
olursa namazı kılınmayacak, mezarı başında dua edilmeyecektir.
Kör, topal, hasta ve
zayıflar savaşa katılmak zorunda değillerdir.
Kendilerine binek
hayvanı bulamadığı için sefere katılmadan geri dönen kimseler için de günah
yoktur.
İnananların hepsinin
birden savaşa çıkmaları doğru değildir. Onların her kesiminden bir grubun dinde
derin bilgiler edinmek ve sefere çıkan topluluk geri döndüğünde, korunmaları
ümidiyle onları uyarmak için arkada kalmaları faydalıdır.
Allah, inananların,
silahsız ve güçsüz Kervan ordusu yerine, kötülüğü temsil eden Kureyş ordusunun
yok edilerek inkârcıların ardının kesilmesini istemektedir. Bunun için bin
melek ile yardım edeceğini müjdelemektedir.
İnananlar, toplu halde
inkârcılarla karşılaştıklarında onlara arkalarını dönmemeli, korkup
kaçmamalıdır.
Savaş meydanında
inkârcıları öldürenler Muhammed ve inananlar değildir. O inkârcıları öldürerek
tuzaklarını bozan Allah'tır.
Mekke’nin fethiyle elde
edilen zafer sonrasında insanlar kitleler halinde Allah'ın dinine girerler.
İşte bu durumda Allah övgüyle yüceltilerek anılmalı, O'ndan bağışlanma
dilenmelidir.
Bedir savaşında
inananların ordusu ile inkârcıların ordusu vadinin iki yamacında mevzilenmiştir.
Allah, Peygambere rüyasında inkârcıları sayıca az göstermiştir. İnkârcılar ise
Allah yolunda savaşanları kendilerinin iki katı görmekteydiler.
Düşman orduları,
vadinin üst ve alt tarafından inananlara saldırdığında gözler şaşkınlıktan
dönmüş, kalpler ağızlara gelmiştir.
Korkularından dolayı
kaçmaya ve düşmana katılmaya yeltenmişlerdir. Bir kısmı evleri korunduğu halde
korumasız kaldığını öne sürerek Peygamberden izin istemişlerdir.
İnananlar unutmamalı ki
başka orduların saldırısına uğradıklarında, Allah saldırı yapanların üzerlerine
bir rüzgâr ve görülmemiş ordular göndermiştir.
Kimi insanlar, savaşla
burun buruna geldiklerinde, üzerlerine ölüm baygınlığı çökmüş kimse gibi
gözleri korkudan dönmüş bir halde Peygambere bakarlar. Tehlike geçip de
ganimetleri paylaşırken, mala düşkünlükleri belli olur ve insanları sivri
dillerle incitirler.
Korkmadan
savaşılmalı
Korkaklıklarından
dolayı düşman ordularının Medine'den gitmediklerini sanan bir grup insan, o
orduların ikinci kez gelmesi halinde çölde bedevi Araplar arasında bulunmayı,
savaşta başlarına gelecekleri oradan sorup öğrenmeyi arzu ederlerdi.
İnananlar düşman
ordularını gördükleri zaman korkmamışlardır. Öyle erkekler vardır ki, Allah'a
verdikleri sözde durmuşlar, şehit oluncaya kadar çarpışacakları sözünü
vermişlerdir. Nitekim çarpışmışlar ve şehit düşmüşlerdir. Kimi de şehitlik
beklemektedir. Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir.
Peygamber, Uhud'da
inananları savaş üslerine yerleştirirken bozulmaya yüz tutan iki bölüğe Allah
yardım etmiştir.
Aynı şekilde
inananların güçsüz olduğu bir dönemde Allah Bedir'de de yardım edip zafere
ulaştırmıştır. İndirilmiş üç bin melekle inananları desteklemiştir. Düşmanın
aniden üzerlerine gelmesi durumunda eğitilmiş beş bin melekle takviye edeceğini
belirtmiştir.
Allah, bu yardım sözünü
inananlara sırf bir müjde olsun ve kalpleri rahatlasın diye yapar ki inkâr
edenler perişan olup umutsuz olarak dönüp gitsinler.
Allah yolunda
savaşanlar başlarına gelenlerden dolayı gevşememeli, üzülmemelidirler.
İnananlar Uhud'da bir
acıya uğradıysa, Bedir'de de düşmanları yenilgiyi tatmıştır. Allah, inananları
ortaya çıkarmak için zaferi bazen bir topluma, bazen diğerine nasip eder.
Allah'ın izni olmadan
hiçbir kişi ölmez. Ölüm, belirli bir süreye göre yazılmıştır.
Nice peygamberler gibi
Muhammed de inkârcılarla savaşmıştır. Muhammed’in ölmesi ya da öldürülmesi
durumunda inananlar eski dinlerine dönmeksizin yılmadan, boyun eğmeden
mücadelelerini sürdüreceklerdir.
İnananlardan bir
bölümü, Peygamber arkalarından çağırdığı halde savaş alanından
uzaklaşmışlardır. Faydalı bir şey olsaydı savaşta öldürülmeyeceklerini
belirtmişlerdir. Oysa üzerlerine ölüm yazılmış olanlar, yataklarında bile olsa
ölümden kaçamayacaklardır. Canı veren de, alan da Allah'tır.
Allah yolunda
öldürülenler ölü sanılmamalıdır. Bilakis onlar diridirler. Allah'ın huzuruna
çıkarılırlar. Allah'ın merhametine kavuşmuş olurlar.
Allah'ın yardım
ettiklerini hiçbir güç yenemez.
Geçmişte Arapların
bulunduğu bölgeye yakın yerdeki Rum orduları da yenilmişlerdir. Ancak birkaç
yıl içinde Allah’a ortak koşan İranlılara karşı galip geleceklerdir. İnananlar
ise Allah'ın yardım etmesinden dolayı sevineceklerdir.
Allah, ister erkek
olsun, ister kadın olsun herkesin eşit olduğunu, çalışanları ödülsüz bırakmayacağını,
göç edenlerin, yurtlarından çıkarılanların, Allah yolunda işkence ve hakarete
uğrayanların, vuruşanların, öldürülenlerin suçlarını örteceğini ve içlerinde
ırmaklar akan bahçelere yerleştireceğini belirtmektedir.
İnananlar, sabretmeyi
ve direnmeyi bilmelidirler. Başarıya ulaşmak için uyanık bulunmalı ve savaşa
hazırlıklı olmalıdırlar.
Savaşta ganimet
Savaş sonrası elde
edilen ganimetler esasen Allah'a ve Peygambere aittir. Helal ve hoş olarak
yenilebilir.
Bir peygamberin ganimet
mallarından, hakkından fazlasını alması, hıyanet etmesi olur şey değildir. Kim
emanete hıyanet eder, hakkından fazlasını alırsa kıyamet günü boynuna yüklenip
getirir. Sonra herkese kazandığı tastamam verilir. Hiçbir haksızlığa uğratılmazlar.
Allah'ın, fethedilen
ülkeler halkından Peygamberine verdiği ganimetler; Allah, Peygamber, yakınları,
yetimler, yoksullar ve yolda kalmış yolcular içindir. Öyle ki bu mallar, zengin
olanlar arasında dönüp dolaşan bir devlet gücü olmamalıdır. Peygamber ne
verdiyse alınmalı, neyi yasakladıysa ondan sakınılmalıdır.
Allah'ın verdiği
ganimet malları, yurtlarından ve mallarından uzaklaştırılmış olan, Allah'tan
bir lütuf ve rıza dileyen, Allah'ın dinine ve Peygamberine yardım eden fakir
göçmenlerindir.
Daha önceden Medine'yi
yurt edinmiş ve gönüllerine inancı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine göç
edip gelenleri severler ve onlara verilen ganimetlerden dolayı içlerinde bir
rahatsızlık hissetmezler. Kendileri ihtiyaç içinde bulunsalar bile ötekilere
verilmesini isterler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar
kurtuluşa erenlerdir.
Önceki dinler önceki
Kitaplar
Allah katında din,
İslam’dır. Daha önceden kendilerine kitap verilmiş olan Hıristiyanlar ve
Yahudiler, kendilerine ilim geldikten sonra sırf aralarındaki kıskançlık
yüzünden ayrılığa düşmüşlerdir. Bu durumda kendilerine kitap verilmiş
olanlarla, din konusunda bilgisi olmayan ümmiler kavgayı kesip İslam'a
girmelidirler.
Allah; Nuh'a,
İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiye ettiklerini Muhammed Peygambere de din
kılmıştır. Hatta Nuh'a "Dini ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin"
tavsiyesinde bulunmuştur. O peygamberler, Allah tarafından kendilerine ilim
verilmesine rağmen birbirlerini çekememiştir. Onlardan sonraki Kitaba mirasçı
olan nesiller, Kitap hakkında kuşkulu ve tereddütlü olunca Muhammed
Peygamberin, emrolunduğu üzere insanları yeni bir din olan İslam’a çağırması
istenmiştir. Muhammed Peygamberin çağrısı şu şekildedir:
“Ben Allah'ın indirdiği
Kitaba inandım ve aranızda adaleti sağlamakla emrolundum. Allah bizim de
Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz
de sizedir. Aramızda tartışılabilecek bir konu yoktur. Allah hepimizi bir araya
toplayacak ve aramızı bulacaktır. Dönüş, O'nadır."
Böylece suçun yoğun
işlendiği topluma, gerçeği içeren Kitap ve adalet terazisi indirilerek barışın
tesis edilmesi hedeflenmiştir. Bu çağrıyla birlikte Allah hakkında kuşkulu ve
tereddütlü davrananların delilleri Allah tarafından geçersiz kılınmıştır.
Allah, Yahudilere; yol
gösteren ve içinde ışık bulunan Tevrat'ı indirmiştir. Allah dostları ve ilim
adamları Tevrat’la hükmetmelidirler. Tevrat'taki cezalar; cana can, göze göz,
buruna burun, kulağa kulak, dişe diş karşılığındadır. Yaralama suçu da kısasla
yani aynısıyla cezalandırılır.
Sonra Allah İsa'ya
İncil'i göndermiştir. İncil, Tevrat'ı doğrulayıcı bir Kitaptır ve erdemliler
için bir kılavuzdur. İncil'e inananlar, onda indirilen hükümler ile
hükmetmelidirler. Aksi takdirde dinden çıkmış günahkâr durumuna düşerler.
Allah, Muhammed'e de
daha önceki kitabı doğrulamak ve onu korumak üzere Kuran'ı göndermiştir. Kimi
insanlar, İslam öncesi cahiliye dönemindeki hükümleri arasalar da Muhammed,
kendisine gelmiş Kuran hükümleriyle hükmetmelidir.
İnananların gönül
dostları Allah'tır ve O'nun Peygamberidir. Yahudilerden ve Hıristiyanlardan
gönül dostları edinilmemelidir. Onlar ancak birbirlerinin gönül dostlarıdır.
Dini alay konusu yaparlar. Çoğu günah, düşmanlık ve haram yemede birbirleriyle
yarışırlar. Aslında din adamlarının ve bilim adamlarının, onları günah söz
söylemekten, haram yemekten men etmeleri gerekirdi.
Eğer Hıristiyanlar ve
Yahudiler Tevrat'ı, İncil'i ve bütün insanlara indirilen Kuran'ı doğru dürüst
uygulasalardı, şüphesiz hem ağaçların meyvelerinden, hem de yerdeki ürünlerden
yerlerdi. İçlerinde ılımlı bir grup varsa da çoğu kötü işler yapmaktadırlar.
İnananların en azılı
düşmanı Yahudiler ve Allah'a ortak koşanlardır.
İnananların sevgice en
yakınları da Hıristiyanlardır. Çünkü Hıristiyanların içinde rahipler ve
keşişler yani din adamları ve bilim adamları vardır ve onlar büyüklük
taslamazlar. Ödülleri ise cennettir.
Kendilerine kitap
verilmiş olan Hıristiyan ve Yahudilerden Allah'a ve ahiret gününe inanmayan,
Allah'ın ve Peygamberinin haram kıldığını haram saymayan ve İslam'ı din
edinmeyen kimselerle, küçülüp boyun eğerek kendi elleriyle vergi verinceye
kadar savaşılmalıdır.
Yahudiler Uzeyr'i,
Hıristiyanlar da Mesih'i, Allah'ın oğlu diye söylemişlerdir. Sözlerini, Allah'a
ortak koşanların sözlerine benzetmektedirler.
Yahudiler, din adamı
olarak gördükleri hahamlarını, Hıristiyanlar da rahiplerini ve Meryem oğlu İsa
Mesih'i Allah'tan ayrı tanrılar olarak kabul etmişlerdir. Oysa Allah'tan başka
tanrı yoktur. Yalnız tek tanrıya inanıp ibadet etmekle emredilmişlerdir. Allah,
onların ortak koştukları kimselerden de çok yücedir.
Allah'ın ışığını
ağızlarıyla üfleyerek ya da laf kalabalığı ile söndürmek istemektedirler. İnkâr
edenler istemese de Allah ışığını tamamlayacak ve olanca aydınlığıyla
yayılmasını sağlayacaktır.
Yahudi din adamlarından
ve Hıristiyan rahiplerden birçoğu, insanların mallarını haksızlıkla yerler ve
insanları Allah yolundan çevirirler. Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah
yolunda harcamayanlara acı bir azap vardır.
Gün gelir o
biriktirdikleri altınlar ve paralar cehennem ateşinde kızdırılarak onlarla
alınları, böğürleri ve sırtları dağlanır.
İslam dinine girme
hususunda muhacirler öncü rolü oynamışlardır. Cennete gitmişlerdir.
Cumartesi gününü tatil
ve ibadet günü yapmak, onda ayrılığa düşen Yahudilere farz kılınmıştır. Allah,
tartışmakta oldukları şey hakkında, onlar arasında kıyamet günü hüküm
verecektir.
İsrailoğulları,
kimsenin kimse yerine bir şey ödeyemeyeceği, kimseden fidye kabul edemeyeceği,
kimseye yardım ve destekte bulunamayacağı kıyamet gününden sakınmalıdırlar.
Yahudiler, yalnız
kendilerinin Allah'ın dostları olduğunu iddia ederler. Ama yapmış oldukları
günahlar yüzünden asla ölümü temenni etmezler. Ne var ki kaçıp durdukları ölüm,
mutlaka onları bulacaktır.
Allah; inananlar, ortak
koşanlar, yıldıza tapan Sabiiler, ateşe tapan Mecusiler, Hıristiyanlar ve Yahudiler
arasında kıyamet günü ayrım yapacaktır.
Kendilerine kitap
verilmiş olanlar, iyice korunmuş şehirlerde veya duvar arkasında olmaksızın
inananlarla toplu halde savaşamazlar. Kendi aralarında şiddetli ayrılık vardır.
Kalpleri darmadağınıktır. Çünkü onlar akıllarını işletmeyen bir topluluktur.
Kendilerine kitap
verilmiş olan Hıristiyanların ve Yahudilerin yemeği, İslam dinine inananlara
helal sayılmıştır. İnananların yemeği de onlara helaldir.
Hıristiyanlardan ve
Yahudilerden kimileri vardır ki, yüklerle mal emanet bıraksan, noksansız iade
ederler. Kimileri de bir dinar emanet bıraksan, tepesine dikilip durmazsan geri
vermez.
Muhammed’e gelen ilim, Allah’tandır.
Eğer Muhammed, gelen ilimden sonra, Yahudilerin ve Hıristiyanların arzularına
uyarsa Allah’tan kendisine dost ve yardımcı olmayacaktır.
Önceki nesiller
masum değildi
Allah, şimdiki
insanları önceki nesillerin yerine getirmiştir. Yaşayışı şımarıklığa ve
gösterişe yol açmış nice toplumları yok etmiştir. Aslında Nuh, Âd ve Semud gibi
kavimler önceden yaşamışlardır. Onlardan sonra da çok kavimler gelmiş
geçmiştir. Ki onların sayısını Allah'tan başka kimse bilmez.
Allah, toplumun ileri
gelen zenginlerinin iyilikler yapmasını istemiştir. Verdiği nimetlerle kimi
insanları diğerine göre derecelerle yükseltmiştir. Amaç o insanları denemektir.
Ama zenginler orada kötülük yapmışlardır.
İşte bu şekilde önceki nesillerden kötülükte
bulunanlar, bozgunculuk yapanlar ve zulmedenler Allah tarafından kırılıp
geçirilmiştir. Kuruyup biçilmiş ekine, sönmüş ateşe çevrilinceye kadar bu feryatları
devam etmiştir. Allah'ın şiddetini hissettiklerinde oradan dörtnala
kaçmışlardır. Ancak ne kadar zalim olduklarını, ahiret sorgusunda
anlamışlardır. Yok edilen önceki nesillerin yerine yeni toplumlar
getirilmiştir. Hiçbir toplum ecelini ne öne alabilmiş, ne de erteleyebilmiştir.
Zaten Allah, yeryüzüne iyilik ve barış seven kullarının mirasçı olacağını
Tevrat'tan sonra Zebur'da da yazmıştır.
İnsanlar, önceki
milletlerin yok oluşlarını duydukça, kendilerine uyarıcı bir peygamber gelmesi
halinde o milletlerden çok daha doğru yolda olacaklarını söylemişlerdir. Fakat
uyarıcı olarak Muhammed gelince söylediklerine uymamışlardır. Yeryüzünde
büyüklük taslamışlardır. Kötü tuzaklar kurmuşlardır. Hâlbuki kişi kazdığı
kuyuya kendi düşer. Eğer Allah, insanları yaptıkları işler yüzünden hemen
cezalandıracak olsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı kalmazdı. Fakat Allah, onları
ecelleri gelinceye kadar ertelemiştir. Zamanı geldiğinde onları yaptıkları
işlere göre cezalandıracaktır. Allah'ın yol ve yönteminde asla bir değişme
olmaz. Kötülük yapmaları halinde, önceki nesiller gibi yok olacaklardır.
Üstelik önceki neslin insanları kuvvet bakımından onlardan daha güçlüydüler.
Kısaca önceki nesiller,
bozgunculuk yaptıkları için yok edilmişlerdir. Onların içindeki kimi akıllı kişiler
de bozgunculuk yapanlara yeterince mani olamamışlardır. Az sayıda gayret
gösterenler zulüm görmekten kurtulmuşlardır. Yoksa halkı uslu ve masum insanlar
olsalardı Allah o nesilleri yok etmezdi. Zaten herkes masum olsaydı Allah
insanları tek bir topluluk yapardı. Ne var ki Allah'ın acıdıkları dışındaki
insanlar birbirleriyle çekişmeye devam edeceklerdir. Allah’ın “Ben cehennemi
hep cinlerden ve inkârcı insanlardan dolduracağım" sözü de bundan olsa
gerektir.
BEŞİNCİ BÖLÜM
EKLER
Ek-1 Suçlar ve Cezalar Listesi
Suçlar
Allah'ın verdiği
cana kıymak
İlimsizlik
yüzünden ve geçim endişesiyle çocuğunu katletmek
Kız çocuğunu
diri diri toprağa gömmek
İntihar
Yaralama
Hırsızlık
İftira
Sahtekârlık
Ölçü ve tartıda
hile
Tefecilik
İçki
Kumar
Zina
Fuhuş
Eşcinsellik
Erkeğin ümit
edeceği şekilde açılıp saçılmak
Kuran'ı
yalanlamak
Kuran'ı parça
parça edip falcılık aracı yapmak
Allah'tan başka
tanrıya dua etmek
Allah'a ortak
koşmak
Yalan uydurarak
Allah'a iftira etmek
Yalan yere yemin
edip durmak
Allah'a verilen
söze sadık kalmamak
Allah'ın verdiği
rızkı, Allah'a iftira ederek haramlaştırmak
Kötülüklerin
açığına gizlisine yaklaşmak
Saldırgan ve
kaba davranışta bulunmak
Haram yemek
Yetim malı yemek
Yetime ikramda
bulunmamak
Yoksulu doyurmak
için birbirini teşvik etmemek
Haram helal
demeden miras yemek
Malı aşırı
biçimde sevmek
İsraf etmek
Cimrilik etmek
Eli sıkı ya da
büsbütün açık olmak
Ana babaya kötü
davranmak
Akrabaya,
yoksula ve yolcuya hakkını vermemek
İyiliğe ve
yardıma engel olmak
Kusur aramak ve
kınamak
Adalet
gözetmeden konuşmak
Kasılıp
böbürlenerek yürümek
Söz götürüp
getirmek
Servet ve oğul
sahibi olmuş diye şımarmak.
Cezalar
Öldürmek
Asmak
Suda boğmak
Elleri ve
ayakları çaprazlama kesmek
Hırsızın elini
kesmek
Kısas yapmak
Kulakları sağır
etmek
Gözleri kör
etmek
Kalpleri
mühürlemek
Burunlara damga
vurup sürtmek
Boyunlara demir
halkalardan boyunduruk geçirmek
Yüzleri ateş
bürümek
Sürgün etmek
Zincire vurmak
Cehenneme atmak
Yüzükoyun ateşe
atmak
Kuru diken
yedirmek
Zakkum yedirmek
Kaynar su
içirmek
İrinli su
içirmek
Boğazından
geçmez bir yiyecek yemek zorunda bırakmak
Başlarından
aşağı kaynar su dökmek
Elbiselerini
ateşten biçmek
Katrandan gömlek
giymek
Taşlanarak
öldürmek
Demir kamçılarla
dövmek
Değnekle dövmek
Savrulmuş toza
çevirmek
Pişmiş çamurdan
taş yağmuru indirmek
Gönderilen
kasırgayla üzerlerine taşlar savurmak
Korkunç
titreşimli patlama sesiyle yerin dibine geçirmek.
Ek-2 İbretlik olaylar
Allah’ın sopası yoktur
İnsanların işledikleri
günahlar yüzünden karada ve denizde felaketler yaygınlaşmıştır. Bunun üzerine Yüce
Allah, insanların yeryüzünde dolaşmalarını ve önceki nesillerin sonunun nasıl
olduğunu görmelerini istemiştir.
Böylece günlük yaşamda
yapılacaklar konusunda insanlar uyarılacaklar ve önceki nesillerin
yaşadıklarından da dersler çıkaracaklardır. Zira önceki nesillerin insanları;
hem kuvvetçe, hem de yaptıkları eserler bakımından daha zorlu olmalarına rağmen
yok olmuşlardır. Çoğu kere ülkelerinin üstü altına getirilmiş, korkunç
titreşimli patlama sesiyle yerle bir edilmişlerdir. Sefasını sürdükleri nice
makamları, bahçeleri, pınarları başka toplumlara miras bırakmak zorunda
kalmışlardır. Üzerlerine balçıktan pişirilmiş taşlar yağdırılmıştır. Önceki
nesillerin başına gelen bu olaylar, insanların gözlerinin önünden geçmiş, onların
düştüğü zor durumlarla karşılaşmamaları için kötülük yapmaktan çekinmişlerdir.
Yüce Kuran'da, önceki dönemlerde yaşayan toplumların nerede hata
yaptıkları ve bu hataları sonucunda ne tür felaketlerle karşılaştıkları örnek
olaylarla açıklanmıştır. İbretlik
olayların başlıcaları şunlardır:
Yoksula yardımdan
kaçarken yangına yakalananlar
Eski bir geleneğe göre
tarla sahipleri ekin biçmeye giderken yoksullara da haber verirler ve ürünlerinden
bir miktarını onlarla paylaşırlardı. Bir sabah tarla sahipleri oldukça erken
kalkarlar ve yoksullara görünmeden ekin biçmeye giderler. Niyetleri yoksullara
yardım etmemektir. Hâlbuki yardıma güçleri yeten insanlardır. Ne var ki
tarladaki ekinler, onlar uykudayken Allah'tan gelen bir ateşle yanıp küle
döndürülür. Tarlalarını gördüklerinde bütün servetlerinden mahrum kaldıklarını
anlarlar. Yoksula yardım etmekten kaçındıkları için suçlarını kabul ederler.
Cezaları ise ahiret azabıdır.
Bozguncu ve hileci
Medyenliler
Medyen kavmi, önceki
nesillerdendir. Ölçü ve tartıda hileli davranırlar. İnsanların eşyasını
değerinden düşürüp eksiltirler. Yeryüzünde sürekli bozgunculuk yaparak
karışıklık çıkarırlar. Kendilerine uyarıcı olarak gönderilen Şuayb Peygambere
de karşı çıktıkları için korkunç deprem onları yakalar ve yurtlarında diz üstü
çöktürülerek yok edilirler.
Su içme nöbetine
riayetsizlik
Semud kavmi, vadilerde
kayaları oyarak yaptıkları evlerde kalırlar. Onlara; suyun, deveyle
paylaştırılarak kullanılacağı haber verilir. Buna göre su içme nöbeti bir gün
kendilerinin, bir gün de devenin olacaktır. Kavmin insanları bu nöbete
uymadıkları gibi deveyi de keserler. Uyarılmaları için peygamber olarak
gönderilen Salih'in yol göstericiliğine karşın körlüğü doğru yola tercih
ederler. Bunun karşılığı ceza olarak azgın sarsıntı ile yok edilirler.
Zorba kavim
Âd kavmi, sütunlarla
dolu, yüksek binaları olan İrem şehrinde yaşarlar. Yakaladıkları başka
kavimlere zorbaca davranırlar. "Bizden daha kuvvetli kim var" diyerek
yeryüzünde haksız yere büyüklük taslarlar. Hem Tanrılarını, hem de kendilerine
peygamber olarak gönderilen Hud'u inkâr ederler. Ceza olarak yedi gece ve sekiz
gün boyunca üzerlerine salınan sert ve azgın bir kasırga ile içi boş hurma
kütükleri gibi yere serilerek yok edilirler.
Ebu Lehep ve eşi
Ebu Lehep, Yüce
Peygamberin insanları İslam’a davet edişine eşiyle birlikte karşı çıkar. Ne var
ki kazandığı malı, onu Allah'ın kahrından kurtaramaz. Alevli bir ateşe girmekle
cezalandırılır. Eşi de odun taşıyarak ve boynunda hurma lifinden iple aynı
cezaya çarptırılır.
İki davacı ve koyunları
Birinin 99, diğerinin
bir koyunu olan iki kişi tartışırlar ve adaletle hükmedeceğine inandıkları
Davud'a gelirler. 99 koyunu olan, tek koyunun da kendisine verilmesini ister.
Tartışma sonucu tek koyunu da alır. Davud, bunun haksızlık olduğuna karar
verir. Ortakçıların çoğunun, birbirlerinin haklarına tecavüz ettiklerini,
inanıp iyi işler yapanların ise böyle olmadığını beyan eder. Ne var ki Davud,
Allah'ın kendisini imtihan ettiğini düşünür ve Allah'a yönelerek af diler.
Sonunda toplumuna yönetici yapılır.
Çalımlı safkan koşu
atları
Süleyman atları çok
sever. Bu nedenle Allah tarafından kendisine safkan koşu atları sunulur. Akşam
oldukça atların getirilmesini ister, onların boyunlarını, bacaklarını sıvazlar.
Aslında Süleyman, tahtının üzerine bir ceset bırakılarak imtihan edilir. Derhal
bağışlanmasını isteyerek Allah'a yönelir ve Allah'tan kimsenin ulaşamayacağı
bir yönetim vermesini ister. Sonuçta emrine, kötülük yapanların üzerine
estireceği rüzgâr verilir. Ayrıca her biri birer bina ustası ve dalgıç olan
şeytanlar da Süleyman'a bağışlanır.
Yasaklı ağaç
Allah, Âdem'e eşiyle
birlikte cennette yerleşip diledikleri yerden yemelerini, içmelerini söyler.
Yalnız gösterdiği ağaca yaklaşmamalarını ister. Bu arada şeytan devreye girer.
Amacı, Âdem ile eşinin gizlenmiş olan edep yerlerinin kendilerine görünmesidir.
Âdem’e ve eşine şöyle fısıldar: "Rabbinizin sizi bu ağaçtan men etmesinin
sebebi, ikinizin birer melek veya birer ebedi varlık olmamanız içindir."
Yine Âdem'e dönerek sonsuzluk ağacını ve sonu gelmez bir saltanatı
göstereceğini söyleyerek aklını karıştırır. Böylece şeytan tarafından
aldatılmış olan Âdem ve eşi aşağı düşer ve ağacın meyvesini tattıklarında edep
yerleri kendilerine görünür. Bahçedeki yapraklarla üzerlerini örterler. Aslında
insanlara, edep yerlerini örten ve onları süsleyen elbiseler hazırlanmıştır.
Esas olan, kötülüklerden sakınma elbisesinin bunlardan daha iyi olduğunu
bilmektir. Çünkü şeytan ve şeytan gibi düşünen yandaşları, atalarını böyle
bulduklarını ve edepsizlik yapmayı Allah'ın emrettiğini söylerler. Bilinmeyen
şeyleri Allah'ın üzerine atarlar. Allah da şeytanları, inanmayanların dostları
yapar. İşte, Allah'ın, insanların bir kısmını doğru yola iletirken, diğer bir
kısmını sapkınlığa layık görmesi şeytanları dost edinmelerindendir.
Cennetliklerle
cehennemliklerin ahiret buluşması
Ahirette cennetliklerle
cehennemliklerin arasını bir perde bölmektedir. Ara noktada burçlar vardır.
Burçların üzerinde herkesi yüzlerinden tanıyan birkaç adam bulunmaktadır. Henüz
cennete girmemişlerdir, fakat girmeyi ümit ederler. Cennetlikleri selamlarlar.
Sonra cehennemdekilere dönerler. Dünyada iken büyüklük taslayan ve servet
biriktiren kimselerin bu güçlerinin kendilerine bir yarar sağlamadığını
görürler. Her biri birer inkârcı olan cehennemdekiler, dinlerini bir eğlence ve
oyun edinmişlerdir. Dünya hayatı onları aldatmıştır. Bu günler ile
karşılaşacaklarını unutmuşlardır. Ayetleri bile bile inkâr ettikleri için şimdi
de kendileri unutulmakla karşı karşıya bırakılmışlardır. Öyle ki cennetliklerin
suyundan ve yiyeceğinden istediklerinde Allah'ın bunları inkârcılara haram
kıldığı cevabıyla karşılaşmışlardır.
Irmaktaki bebek
Allah, Musa bebeğin
annesine, onu emzirmesini ve başına bir şey gelmesinden korkması halinde bir
sepet içinde ırmağa bırakmasını vahyeder. Daha sonra onu peygamber yapacağını
da bildirir. Nihayet Firavun ailesi onu kaybolmuş bir çocuk olarak ırmaktan
alır. Musa bebek aslında Firavun ailesi için bir düşman olacaktır. Firavun'un
eşi sepetin içinden erkek çocuk çıkınca kocasına göz aydınlığı diler. Onu evlat
edinebileceklerini söyler. Fakat Musa'nın annesi heyecan içindedir. Ablasına
bebeği takip ettirir. O da, kimse farkına varmadan uzaktan ırmaktaki kardeşini
izler. Bebeğe Allah tarafından başka kadınların sütünü emmesi bilerek
yasaklanmıştır. Firavun ve ailesi, çocuğun emeceği bir dadı bulma telaşı içine
düşer. Durumu uzaktan izleyen ablası, onun bakımını üstlenecek ve onu eğitecek
bir aileyi buluvereceğini söyler. Böylece Musa öz annesine geri döndürülürken
Allah'ın vaadinin kesinlikle gerçek olduğu bilinmiş olur.
Öldüren yumruk
Musa, yiğitlik çağına
ulaşıp olgunlaştığında Allah tarafından kendisine ilim ve hükmetme gücü
verilir. Şehre gittiği bir gün iki kişinin dövüştüğünü görür. Biri tanıdığıdır
ve Musa'dan yardım ister. Musa ötekine yumrukla vurur ve adam orada ölür. Bunun
şeytanın işi olduğunu düşünerek korku içinde şehirde sabahlar. Ancak
kendisinden dün yardım istemiş olan adam, feryat ederek yine Musa'dan yardım
ister. Musa onun yaramaz biri olduğunu düşünse de kendisinin ve yardım
isteyenin de düşmanı olan adamı yakalamak ister. Adam Musa'ya; dün birini
öldürdüğünü, bugün de kendisini öldürmek istediğini, bunun zorbalık olduğunu,
barışseverlikle bir ilgisinin bulunmadığını söyler. Bu arada şehrin öbür
tarafından koşarak gelen bir adam Musa'ya, bir kısım insanların kendisini
öldürmek için aralarında konuştuklarını ve buradan uzaklaşması gerektiğini
söyler. Musa korka korka, etrafı kollayarak oradan çıkar ve Allah'ın kendisini
doğru yola iletmesi dileğiyle Medyen'e hareket eder.
İki kadın
Musa, Medyen suyuna
varınca suyun başında birçok insanın, hayvanlarını suladıklarını görür. Onların
gerisinde, diğerlerinin hayvanlarına karışmasın diye hayvanlarını sudan
uzaklaştıran iki kadın vardır. Musa, onlara hayvanları neden suya
bırakmadıklarını sorar. Kadınlar, babalarının yaşlı olduğunu, gelemediğini,
kendilerinin ise çobanlar sulayıp çekilmeden onların içine sokulup hayvanlarını
sulayamayacaklarını bildirirler. Bunun üzerine Musa, onların yerine davarları
sular ve gölgeye çekilerek Allah'a yönelir ve vereceği her nimete muhtaç
olduğunu bildirir. Bir süre sonra o iki kadından biri çekingen bir tavırla
Musa'nın yanına gelir ve babasının çağırdığını, hayvanları sulama ücretini
vereceğini söyler. Babasıyla görüştükten sonra kadınlardan biri onun güçlü biri
olduğunu belirtir ve babasından Musa'yı ücretle tutmasını ister. Yaşlı adam
Musa'ya sekiz yıl hizmet etmesi şartıyla iki kızından birini nikâhlamak ister.
Musa, dediklerine Allah'ın kefil olduğunu belirterek anlaşmayı kabul eder.
Gemi çocuk duvar
Musa, genç
yardımcısıyla iki denizin birleştiği yere kadar yürümek için yola çıkar. Yolda
birine rastlarlar. Rastladıkları kişi, Allah tarafından ilim verilmiş biridir.
Musa, ona öğretilenden kendisine de öğretilmesi şartıyla o kişiye tabi
olabileceğini söyler. Adam, kendisi anlatıncaya kadar yaptıkları hakkında soru
sormaması kaydıyla Musa'nın talebini kabul eder. Birlikte yola koyulurlar. Bir
süre sonra gemiye binerler. Adam gemiyi deler. Musa sorar: "İçindekileri
boğmak için mi deldin gemiyi? Vallahi korkunç bir iş yaptın." Adam, soru
sormama şartını hatırlatınca Musa unuttuğunu söyler ve geçiştirir. Yollarına
devam ederler. Bir süre sonra bir çocuğa rastlarlar ve adam çocuğu öldürür.
Musa, adama kötü bir iş yaptığını söyler. Adam, soru sormama şartını
hatırlatınca Musa artık bir şey söylemeyeceğine söz verir. Yine yola
koyulurlar. Bir şehre gelirler. Halktan yiyecek isterler. İnsanlar onlardan
çekindikleri için yemek vermezler. Orada, yıkılmak üzere bir duvara rastlarlar.
Genç adam duvarı onarır. Musa yine müdahale ederek "İsteseydin buna
karşılık bir ücret alabilirdin" der. Bu son müdahale adamla Musa'nın
arasının ayrılmasına yol açar ve adam tahammül edemediği şeylerin iç yüzünü
açıklar: Gemiyi bilerek delmiştir. Çünkü gemi, balıkçılıkla geçinen bir grup
yoksula aittir. Biraz ötelerindeki kral, tüm sağlam gemilere zorla el
koymaktadır. Yoksul balıkçıları mağduriyetten kurtarmıştır. Öldürdüğü çocuğun
ana babası inanmış kişilerdir. Çocuğun onları azgınlığa ve inkâra
sürüklemesinden korkulmuştur. Allah tarafından kendilerine ondan daha temiz ve
daha merhametli çocuğun verilmesi istenmiştir. Ücret almadan onardığı duvar,
şehirde iki yetim çocuğa aittir. Duvarın altında çocuklara ait bir hazine
vardır. Babaları iyi bir insandır. Çocuklar büyüyünce Allah'tan bir rahmet
olarak hazinelerini çıkarmaları istenmiştir.
Firavun'un askerleri
Firavun ve orduları
Mısır'da yaşarlar. Yaptıkları sanat eserleriyle, yükselttikleri binalarla ve
yetiştirdikleri bahçelerle ünlenirler. Ne var ki ülkelerinde azgınlaşırlar ve
İsrailoğullarına çok kötülük ederler. Onların oğullarını öldürüp kadınlarını
sağ bırakırlar. Kendilerine uyarıcı olarak gönderilen Musa Peygambere uyanların
ellerini ve ayaklarını çaprazlama keseceği ve hurma dallarına asacağı
tehdidinde bulunurlar. İsrailoğulları, Musa tarafından ikna edilerek geri
dönerken Firavun ve askerleri tarafından takip edilirler. Musa'ya, Allah
tarafından asasıyla denize vurması vahyedilir. Bunun sonucu olarak deniz hemen
yarılır ve her dalga kümesi kocaman bir dağ gibi olur. Musa ve adamlarının
ardından, Firavun ve askerleri de denizde açılan yollara girerler. Musa ve
beraberindekiler karaya çıkınca deniz kapanır ve Firavun, askerleriyle birlikte
suda boğulur.
Musa'nın asası
Musa'nın,
İsrailoğullarını serbest bırakmasını istemesi, Firavun'un sert tutumuna yol
açar. Kendisinden başka ilah edinmesi durumunda Musa'yı zindana atacağı
tehdidinde bulunur. Musa, İsrailoğullarını götürmek istediğini ve bu konuda bir
mucizeye sahip olduğunu bildirir. Firavun, Musa'dan mucizesini göstermesini
ister. Musa, asasını yere atar. Birden asa, yılan olur. Ayrıca elini cebinden
çıkarır. Birden o el, seyredenlere bembeyaz görünür. Bu defa Firavun,
adamlarına haber vererek ülkesindeki bütün maharetli büyücülerin toplanmasını
ister. Bir bayram günü büyücüler sergiledikleri hünerlerle halkı büyülerler.
Sıra Musa'ya gelince Allah tarafından asasını yere atması vahyedilir. Görülür
ki asa, büyücülerin büyülerini yutup yok eder. Bunun üzerine büyücüler Musa'nın
tanrısına inandıklarını belirtirler. Firavun daha da öfkelenir. Askerleriyle
onların ardına düşer. Denizin üstlerine kapanmasıyla boğulup ölürler.
Oniki pınar
Yahudiler, Yakup'un
oniki oğlundan gelen oniki torun kabileye ayrılır. Kavmi, Musa'dan su isteyince
Allah tarafından asasını taşa vurması vahyedilir. Asanın vurduğu yerden oniki
pınar fışkırır. Her kabilenin içeceği yer belli olur. Sonra üzerlerine buluttan
gölge yapılır. Kudret helvası ve bıldırcın eti gönderilir. Kudüs şehrinde
oturmaları söylenir. Deniz kıyısında bulunan şehir halkı cumartesi çalışma
yasağını çiğnemektedirler. Çünkü cumartesi tatili yaptıkları gün, balıklar
bollaşarak akın akın onlara gelmektedir. Cumartesi tatili yapmadıklarında gelmemektedir.
Aslında böylece kendileri yoldan çıkmalarından dolayı imtihan edilmektedirler.
İçlerinden bir grup,
Allah'ın yıkıma uğratacağı bir kavme ne diye öğüt verildiğini sorar. Bunun iki
nedeni vardır. Biri, Tanrıya mazeret beyan edebilmek içindir. İkincisi ise suç
işlemekten sakınırlar diyedir. Kibirlenip de kendilerine yasak edilen şeylerden
vazgeçmeyince onlara "Aşağılık maymunlar olun" denilir. Allah bu
maymunlaşmış insanlar hadisesini bizzat görenlere ve sonradan gelen nesillere
bir ibret dersi vesilesi kılar.
Sonraki yıllarda
Yahudiler grup grup yeryüzüne dağıtılır. Bir kısmının durumu iyidir. Diğer bir
kısmı ise kötü durumdadır. Kötülüklerinden belki dönerler diye iyilik ve
kötülüklerle imtihan edilirler. Ardından, Tevrat'ı miras alan bir nesil onların
yerine geçirilir. Ne var ki onlar da dünya malına tamah eden bozuk bir
nesildir. "Nasıl olsa bağışlanacağız" düşüncesiyle karşı taraftan
gelecek bir menfaate kanarlar. Nihayet Muhammed Peygambere, Yahudilere bir
adamın ibretlik haberini okuması istenir. Bu habere göre kendisine ayetler
verilen adam, öğüt ve uyarılara uyacağı yerde şeytanın da peşine takılarak
azgınlardan olur. Onun durumu köpeğin durumuna benzetilir: Üstüne varsan da
dilini sarkıtıp solur, kendi haline bıraksan da dilini sarkıtıp solur.
İsrailoğullarını
yöneten Peygamber
Yüce Kuran'da
İsrailoğulları olarak anılan millet Yahudilerdir. Peygamberleri Musa'dır.
Allah; yıllar önce Musa ile yaşananları, ders çıkarması için Yüce Muhammed’e
nakleder. Buna göre Yahudiler, Musa'nın önderliğinde Firavun ve adamlarının
eziyetinden kurtulurlar. Musa'yla birlikte denizi geçerler. İleride kendilerine
mahsus birtakım putlara tapan bir kavme rastlarlar. Musa'dan, onların tanrıları
gibi tanrı yapmasını isterler. Musa, Allah'tan başka bir tanrı aranmaması
gerektiğini belirtir. Musa'ya, Tur dağına giderek tanrıya ibadet etmesi için
kırk gün süre verilir. Musa, kardeşi Harun'u yerine bırakarak Tur dağına
hareket eder. Dağa ulaştığında Allah'ın kendisine görünmesini ister. Allah, bunun
mümkün olmadığını, ancak bakmasını istediği dağın yerinde durması durumunda
kendisini görebileceğini belirtir. Ne var ki Allah dağa görününce dağ
darmadağın olur. Musa korkar bayılır. Ayılınca hemen tövbe ederek af diler.
Bunun üzerine Allah, Musa'yı, gönderdiği vahiylerlerle insanların başına
seçtiğini belirtir. Vahiyler, Tevrat Kitabını oluşturur. Allah Musa'dan,
kavminin, ayetlerde yazılı öğütlere sarılmalarını ister. Yoldan çıkmışları ve
haksız yere büyüklenenleri ayetlerinden uzaklaştıracağını belirtir.
Musa, Tur dağına
Allah'la konuşmaya gidince kavmi, Samiri adında birinin saptırmasıyla bir
buzağı heykelini tanrı edinir. Buzağı heykeli, ne konuşabilmekte, ne de onlara
yol gösterebilmektedir. Musa dönünce kardeşi Harun'a ve kavmine kızar. Allah'ın
emrini beklememekle acele ettiklerini belirtir. Kardeşiyle birlikte
affedilmelerini ister. Buzağıyı tanrı diye benimseyenlerin
cezalandırılacaklarını, ancak kötülük işledikten sonra tövbe edip inananlar
için Allah'ın bağışlayıcı olacağını hatırlatır. Tanrısını yakacağını ve parça
parça edip denize dökeceğini söyleyerek Samiri'yi kovar. Kendi tanrılarının
ancak kendisinden başka tanrı olmayan Allah olduğunu, Allah'ın ilminin her şeyi
kuşattığını açıklar.
Musa, kırk gece
ibadetten sonra kavminden seçtiği yetmiş adamı Allah'ın huzuruna getirir.
Gelenler, Musa ile Allah arasındaki o yüce konuşmayı işitmekle yetinmeyip
Allah'ı açıkça görmedikçe inanmayacaklarını söylerler. Bu büyük bir suçtur ve
korkunç titreşimli patlama sesiyle yok edilirler. Musa, içlerinden çıkan bazı
beyinsizlerin hatalarından dolayı hepsinin ceza görmemesi gerektiğini
belirterek yeniden af diler. Allah ise cezasının dilediği kişiye dokunacağını,
kötülükten sakınanlara, zekâtını verenlere ve ayetlere inananlara merhamet ve
esirgeyicilik göstereceğini belirtir. Çünkü kötülükten sakınanlar, Tevrat'da ve
İncil'de varlığı belirtilen ve mektebe gitmemiş Muhammed Peygambere uyarlar.
Muhammed onlara iyiliği emreder, kötü ve çirkinden onları alıkoyar. Onlara
güzel şeyleri helal, çirkin şeyleri haram kılar. Üzerlerindeki ağırlıkları,
sırtlarındaki zincirleri kaldırıp atar. O Peygambere inanan, destekleyerek ona
saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla beraber indirilen ışığa yani Kuran'a
uyanlar kurtuluşa ererler.
Zengin Karun
Karun, Musa'nın
kavmindendir. Zengindir. Servetinin,
kendi bilgi ve becerisi sayesinde verildiğini iddia eder. Kavmine azgınlık
yapmış biridir. Kavmi onun şımarmamasını, bozgunculuk yapmamasını ister. Onu
süsü püsü içinde görenlerden dünya hayatını benimseyen bir grup, ona verilenin
benzerinin kendilerine de verilmesi dileğinde bulunurlar. Kendilerine ilim
verilmiş olanlar ise inanıp iyi işler yapanlara Allah'ın mükâfatının daha
önemli olduğunu, buna da sabredenlerin kavuşabileceğini söylerler. Sonuçta
Karun'un evi barkı yere batırılır. Kendisine yardım edecek bir topluluğu olmaz.
Geçmişte onun yerinde olmak isteyenler böylece inkârcıların iflah olmadığını
daha iyi anlarlar.
İki kez bozgunculuk
Musa'ya gönderilen
Tevrat Kitabında İsrailoğullarının iki kez bozgunculuk yaptıkları ve çok
böbürlendikleri belirtilir. Birinci kez bozgunculuk yaptıklarında, güçlü
kuvvetli kullarla üzerlerine gidilir. Evlerine kadar girilir. Memleketin her
tarafı kontrol altına alınır. İkinci kez bozgunculuk yaptıklarında yine
Kudüs'teki Mescit'e girilir ve ele geçirdikleri her şey tahrip edilir. Ancak
yeniden bozgunculuk yapmaları halinde Allah tarafından cezalandırılacakları
belirtilir. Çünkü bilinir ki cehennem, inkârcılar için bir hapishanedir.
İneğin eti ölüye
vurulursa
Allah Musa'dan, kavmine
bir inek kesmelerini duyurmasını ister. Bu inek; sarı renkli, parlak tüylü,
seyredenlerin içini açan, hiç alacası olmayan, toprağı sürmemiş, ekini
sulamamış, çifte koşulmamış, boyunduruk altına alınmamış olacaktır. Kavminden
insanlar, Allah'ın emrini yerine getirmeye bir yol bulacaklarını söyleseler de
istemeye istemeye ineği keserler. Aslında kavmin insanları bir adam öldürmüşler
ve katili hakkında birbirleriyle tartışmaktadırlar. Allah, onların gizlediğini
ortaya çıkaracaktır. Kesilen hayvanın etinden bir parçayla, öldürülen adama
vurulmasını ister ve adam dirilir. İşte Allah ölüleri de böyle diriltmektedir.
Gerçek olan odur ki Allah insanların gizlediklerini de, açığa vurduklarını da
bilir.
Antakya'da üç elçi
Antakya şehrine
Allah'ın buyruklarını açıkça duyurmak için üç elçi gönderilir. Şehir halkı;
elçilerin kendileri gibi insan olduklarını, yalan söylediklerini, Allah'ın
hiçbir şey indirmediğini, hatta elçiler yüzünden uğursuzluğa uğradıklarını,
vazgeçmemeleri halinde elçileri taşlayacaklarını bildirirler. Elçiler halka;
uğursuzluklarının kendilerinden kaynaklandığını ve haddi aşan bir kavim
olduklarını hatırlatır. Bu arada şehrin öbür ucundan koşarak bir adam gelir.
Oradaki insanlara, kendilerinden bir ücret istemeyen bu elçilere uymalarını
söyler. Ayrıca Allah yerine putlara tapılmasının hiçbir yarar sağlamayacağını
belirtir. Buna rağmen şehir halkı koşarak gelen bu adamı öldürür. Adam, ölüm
anında Allah tarafından bağışlanır ve cennete girmesi sağlanır. Kendilerinden
önce gelen nice nesillerin yok edildiğini bilmiyorlar gibi hareket eden şehir
halkı ise üzerlerine gelen korkunç titreşimli patlama sesiyle hareketsiz bir
kül yığınına döndürülür.
İyi ve barışçı Yahya
Yakupoğulları soyunun
devam edebilmesi için Zekeriya, Allah'tan bir çocuk vermesini ister. Allah ona
efendi, nefsine hâkim ve iyilerden bir peygamber olacak Yahya'yı müjdeler.
Zekeriya, eşinin kısır olduğunu, kendisinin ihtiyarlığın son sınırına vardığı
halde bunun nasıl mümkün olduğuna şaşırır. Bu, Allah için kolaydır. Zekeriya'yı
da öyle yaratmıştır. Yahya doğup büyür. Henüz çocuk iken kendisine Allah
tarafından ilim ve bilgelik verilir. Ayrıca şefkat ve dürüstlükle donatılır.
Tevrat'a vargücüyle sarıldığı için zorba ve isyankâr değildir. Kötülüklerden
sakınır. Ana babasına iyi davranır. İyilik ve barış için çalıştığından doğduğu,
öldüğü ve yeniden dirildiği gün kendisine esenlik vaat edilir.
Meryem'in İsa'sı
Meryem, ailesinden
ayrılır ve doğuda bir yere çekilir. Allah ona, bir ruh olarak insan şeklinde
görünen Cebrail'i gönderir. Meryem korkup ürkse de Cebrail, Allah'ın gönderdiği
bir elçi olduğunu, tertemiz bir erkek çocuk armağan etmek için geldiğini
belirtir. Meryem, iffetsizlik yapmadığını, kendisine erkek dokunmadığını
söyler. Allah'ın gücünün bir delili olarak kararlaştırıldığı için Meryem İsa'ya
gebe kalır. Bir hurma dalının altında çocuğunu doğurur. Kucağında kavmine
getirir. İnsanlar tuhaf karşılarlar. Babasının kötü biri olmadığını, annesinin
iffetsiz olmadığını söylerler. Meryem, konuşmaları için çocuğu gösterir. Çocuk
onlara; Allah'ın kendisine İncil'i verdiğini, kendisini peygamber yaptığını,
bulunduğu yerde kutsal ve bereketli kıldığını, yaşadığı sürece ibadet etmesini
önerdiğini bildirir. Ayrıca annesine; iyilik yapmasını, zorba olmamasını
söyler. Bu yönüyle kendisine doğduğu, öldüğü ve yeniden dirildiği gün esenlik
vaat edilir. İşte Meryem oğlu İsa'nın kimliği hakkında kuşkuya düşülen konunun
gerçeği budur. Allah'ın çocuk edinmesi olacak şey değildir. Konuyla ilgili
olarak Muhammed insanları uyarmalıdır. Meleklere göre Allah İsa'ya yazmayı,
bilgeliği, Tevrat'ı, İncil'i öğretir. İsa, İsrailoğullarına bir peygamber
olarak geleceğini ve çamurdan yapacağı kuşa üfleyince onun uçacağını, körü ve
cüzzamlıyı iyileştireceğini, ölüleri dirilteceğini, kendisinden önce gelen
Tevrat’ı doğrulayacağını bildirir. Allah konuyla ilgili olarak Muhammed
Peygambere; Hıristiyanlarla ve Yahudilerle ortak bir sözde birleşilmesini,
Allah'tan başkasına tapılmamasını, Allah'a ortak koşulmamasını emreder.
İnkârcıları dost tutan ikiyüzlüler, İsa'yı öldürdükleri için lanetlenirler.
Hâlbuki ne öldürürler, ne de asarlar. Tam aksine, Allah İsa'yı kendisine yükseltir.
Fakat öldürdükleri onlara İsa gibi gösterilir. Onun hakkında ayrılığa düşenler
bundan dolayı tam bir kararsızlık içindedirler.
Kıyamet günü
körleşen gözler
Allah, Kuran'dan yüz
çevirenler için zor ve sıkıcı bir hayat sunar. Kıyamet günü yüz çevirenleri kör
olarak ortaya çıkarır. Kişi, önceden gören biri olduğunu, mahşerdeki toplantı
yerine neden kör olarak sürüldüğünü sorar. Çünkü ayetler geldiğinde onları
unuttuğu için şimdi de kendisi unutulmuştur. İşte bu kör edilme, ayetlere
inanmayanlara verilen bir cezadır.
Melike
Kendisine Allah
tarafından ilim verilen Süleyman için, cinlerden, insanlardan ve kuşlardan
ordular oluşturulur. Karınca vadisine geldiklerinde bir karınca diğerlerine,
Süleyman'ın ordularının farkında olmadan ezmemesi için yuvalarına girmesini
söyler. Süleyman, karıncanın sözüne güler ve Allah'tan verdiği nimete
şükrettiğini, gönlüne faydalı işler yapmasını ilham etmesini ister. Sonra
kuşları teftiş eder. Hüdhüd'ü neden göremediğini sorar. Mazeretini gösteren bir
delil getirmemesi durumunda canını yakacağını söyler.
Çok geçmeden Hüdhüd
kuşu gelir ve Sebe'den çok önemli bir haber getirdiğini belirtir. Orada
Sebelilere hükümdarlık eden ve yüce bir tahtı olan bir kadın bulduğunu söyler. Kadın
ve toplumu arşın sahibi Allah'ı bırakmış, güneşe secde etmektedirler.
Süleyman, Hüdhüd'le
Sebe melikesine bir mektup gönderir. Mektupta teslimiyet göstermeleri,
Melike'nin ve toplumunun kendisine gelmeleri istenir. Melike, konuyu ileri
gelenleriyle konuşur. Süleyman gibi hükümdarların bir memlekete girdiler mi
orayı perişan edeceklerini belirtir. Sonra
da Süleyman'a hediye göndermeye karar verir. Hediyeler gelince Süleyman elçiye
Allah'ın verdiğinin onların vereceğinden daha iyi olduğunu belirtir. Oraya
gelmesi halinde onları başları yerde oradan çıkaracağını söyler.
Elçinin gitmesinden
sonra Süleyman ileri gelenlere, o kadının tahtını kimin getirebileceğini sorar.
Allah tarafından ilim verilmiş biri hemen getirebileceğini söyler ve Süleyman,
Melike'nin tahtını yanıbaşına yerleşmiş olarak görür. Süleyman, tahtın
biçiminin değiştirilmesini ister. Melike geldiğinde, tahtının böyle mi olduğu
sorulur. Melike tahtı tanır ve kendisine ait olduğunu söyler.
Daha önce Allah'tan
başka taptığı şeyler, Melike'nin Müslüman olmasına engel olmuştur. Bu defa
köşke girmesi istenir. Adımını attığında köşkün parıldayan zeminini su sanır ve
eteğini yukarı çeker. Süleyman, zeminin cilalı, şeffaf sırçadan olduğunu
söyler. Melike daha önce kendine zulmettiğini anlar ve Süleyman'la birlikte,
âlemlerin Rabbi olan Allah'a teslim olduğunu bildirir.
Nuh'un gemisi
Nuh, kavmine peygamber
olarak gönderilir. Kavminin inkârcı ileri gelenleri, Nuh'un insandan başka bir
şey olmadığını söylerler. "Eğer Allah peygamber göndermek isteseydi,
muhakkak ki melekler gönderirdi" derler. Atalarından böyle bir şey
duymadıklarını belirtirler. Doğruluktan uzaklaşıp zalimce ve azgınca hareket
ederler. Yüce Allah Nuh’a, dini ayakta tutmalarını ve dinde ayrılığa
düşmemelerini tavsiye ettiği halde insanlar buna uymazlar ve suç işlemeye devam
ederler. Üstelik Nuh'a "Mecnundur" yakıştırmasında bulunarak
incitirler. Bu durumda Allah'tan yardım dileyen Nuh'a bir gemi yapması
vahyedilir. Sular coşup yükselmeye başlayınca, Nuh’un yanında yer alan her
cinsten eşler gemiye bindirilir. Tahtadan yapılmış gemi, dağlar gibi dalgalar
arasında gider ve sular çekilince Cudi dağının üzerine yerleşir. İçindekiler
kurtulur. Nuh, oğluna da gemiye binmesini söyler. Fakat oğlu, kendisini sudan
koruyacak bir dağa sığınacağını belirterek bu çağrıya uymaz ve öteki
inkârcılarla birlikte boğulur.
Yıldızın ayın
güneşin kısa tanrı hikâyesi
Allah, kesin
inananlardan olması için İbrahim'e, göklerin ve yerin muhteşem varlıklarını
göstermektedir. İbrahim, gece olunca bir yıldız görür ve Allah'ının yıldız
olduğunu, yıldız batınca batanları sevmediğini söyler. Ardından ay'ı doğarken
görür, Allah'ının ay olduğunu, o da batınca vazgeçtiğini söyler. Aynı şekilde
güneşi doğarken görür ve Allah'ının güneş olduğunu söyler. Üstelik güneş daha
büyüktür. Fakat onun da battığını görünce yeri göğü yaratan tek tanrıya
inandığını, Allah'a ortak koşanlardan olmadığını söyler. Kavmi onunla
tartışmaya girer. Fakat o Allah'ın ilminin her şeyi kuşattığını söyleyerek iki
topluluktan tek Allah'a inananların, Allah'a ortak koşanlardan daha çok güvene
layık olduğunu söyler. Güvende olma, inanıp da inançlarını herhangi bir zulümle
kirletmeyenlerin hakkıdır. Böylece kavmine karşı dereceleri yükseltilen
İbrahim'e üstün meziyetler verilir.
İşitmeyen görmeyen
putlar
İbrahim'in babası
işitmeyen, görmeyen ve hiçbir yararı olmayan putlara tapmaktadır. İbrahim,
kendisine ilim geldiğini belirterek babasının şeytana uymamasını ister. Babası,
putlardan ibaret olan tanrılarına yüz çevrilmesinden hoşnut olmaz. Onlara dil
uzatmaktan vazgeçmemesi halinde İbrahim'i taşlayacağını bildirir. İbrahim,
babasının esenlik içinde kalmasını ve lütufkâr olan Allah'tan bağışlanmasını
diler. Sonra putları parça parça kırar. Yalnız en büyüğünü bırakır. İbrahim'e
kızarlar. "Tanrılarımızı sen mi parçaladın" diye sorarlar. İbrahim,
kendisinin değil, en büyük putun parçaladığını söyler. Eğer konuşurlarsa, putlara
sorulmasını ister. Bu davranışı sonucunda Allah İbrahim'e; İshak'ı ve İshak'ın
oğlu Yakup'u bağışlar ve her birini peygamber yapar. Onlara, rahmetinden
nimetler bağışlar ve kendileri için yüce bir doğruluk dili oluşturur.
Kurban
İbrahim, puta
tapanların ellerinde yonttukları şeylere taptıklarını görünce hem kendilerini,
hem de yaptıkları şeyleri Allah'ın yarattığını söyleyerek onları uyarır. Buna
tepki gösteren putperestler İbrahim'i bir mancınık marifetiyle odun ateşine
atarlar. Puta tapanların hevesleri Allah tarafından kursaklarında bırakılır ve
İbrahim oradan kurtulur. (Rivayete göre
ateş suya, odunlar da balığa dönüşür ve Urfa’daki balıklı göl oluşur.) Daha
sonra İbrahim Allah'a gider ve ondan hayırlı bir çocuk ister. Kendisine bir oğlan
müjdelenir. Adı İsmail'dir. Koşabilecek yaşa geldiğinde, babası rüyasında İsmail’in
boğazını kestiğini görür ve bu rüyasını oğluna anlatır. İsmail, babasına
emrolunduğu şeyi yapması konusunda rıza gösterince İbrahim, onu kurban etmek
için alnı üzerine yatırır. Oysa bu Allah'ın İbrahim'i bir sınavıdır. Oğluna
bedel olarak bir koç kurban verilir ve İsmail kurtulur. Böylece İbrahim'e iyi
bir nam bırakılmış olur. İyiler, Allah tarafından bu şekilde ödüllendirilir.
Üç melek elçi
Üç melek elçi, İbrahim
Peygambere oğlu olacağı müjdesini vermeye geldiklerinde, Sodom şehri halkını
perişan edeceklerini bildirirler. Çünkü Sodom şehri erkekleri, kadınları
bırakıp şehvet için hemcinslerine gitmektedirler. Yol kesip toplantılarda
çirkinlikler sergilemektedirler. İbrahim, elçilere Sodom’da Lût’un olduğunu
hatırlatır. Elçiler, Allah’ın emirlerini duyurmak için Lut’a giderler. Lût,
şehir halkına üç melek elçiyi göstererek onların kendi misafiri olduğunu ve
onlara karşı kendisinin utandırılmamasını ister. Şehir halkı "Şunu bunu
korumak sana mı kalmış" diyerek iyi niyetli olmadıklarını belli ederler.
Elçiler yüzünden uğursuzluğa uğradıklarını öne sürerek bu işten vazgeçmelerini,
aksi takdirde elçileri taşlayacaklarını bildirirler. Bu arada şehrin öbür
ucundan koşarak gelen bir adam, ücret istemeyen bu elçilere uymalarını söyler.
Allah’tan başka tanrı edinilmemesini, putların hiçbir yarar sağlamadığını
hatırlatır. Buna rağmen Lût, şehir halkına kızlarını göstererek düşündükleri
buysa onlarla evlenebileceklerini söyler. Onlar ise ne halt ettiklerini
bilmeyecek kadar sersemdirler. Aslında Lût'a, Allah tarafından suçlu toplumun
sabaha karşı köklerinin kesileceği vahyedilmiştir. Üç melek elçi, Lût’un,
ailesini geceden yola çıkarmasını ve arkalarına bakmadan istenen yere
gitmelerini istemiştir. Lût’un karısı, bir istisna olarak suçlu toplumla
birlikte bırakılmıştır. Güneş doğarken hepsini korkunç titreşimli patlama sesi
yakalamış ve üzerlerine balçıktan pişirilmiş taşlar yağdırılmıştır. Şehirleri
yerle bir edilmiştir.
Kuyudaki kardeş
Bir zamanlar Yusuf,
babası Yakup'a; rüyasında güneşi, ay'ı ve on bir gezegeni kendisine secde
ederken gördüğünü bildirir. Babası Yakup, şeytanın, insan için açık bir düşman
olduğunu hatırlatarak rüyasını kardeşlerine anlatmamasını ister. Böylece
Allah'ın, Yusuf’a rüya yorumlarını öğreteceğini söyler. Diğer kardeşleri,
Yusuf’la Bünyamin'i ,
babalarının daha çok sevdikleri konusunda hemfikirdirler. Bir kısmı Yusuf'u
öldürmeyi, diğer bir kısmı da kuyunun dibine bırakmayı teklif ederler.
Kervanlardan birinin alacağı düşüncesiyle kuyuya bırakmaya karar verirler.
Babalarına Yusuf konusunda kendilerine güvenmelerini, gezip oynaması için izin
vermesini, onu koruyup gözeteceklerini söylerler. Babaları tedirgin olduğunu ve
onu bir kurdun yemesinden korktuğunu söyler. Kardeşleri, kurdun yemesine fırsat
vermeyecekleri konusunda babalarını ikna ederler. Onu kuyunun dibine bırakmaya
karar verdiklerinde Allah, Yusuf’a şöyle vahyeder: "Üzülme, onların bu
yaptıklarını bir gün hiç farkında olmayacakları bir sırada onlara
anlatacaksın." Akşamleyin ağlayarak babalarına gelirler. Oynarken Yusuf'u
eşyalarının yanında bıraktıklarını ve onu kurdun yediğini söylerler. Kan
sürdükleri gömleğini babalarına gösterirler. Babaları Yakup, nefislerinin
çocuklarını aldatmış olduğunu ve böyle bir işe sevkettiğini söyleyerek
sabredeceğini bildirir. Oradan geçmekte olan bir kervan su almak için kuyuya
geldiğinde Yusuf'u farkeder. Ticaret maksadıyla onu saklar ve Mısır'a
vardıklarında ucuz bir fiyata satar. Onu satın alan Aziz, evlat edinmeyi
düşünür. Bu arada Yusuf ergenlik çağına gelir ve kendisine Allah tarafından
ilim verilir. Ayrıca rüyaların yorumlanması öğretilir. Evinde kaldığı kadın,
Yusuf'u arzular ve nefsinden gönlünü tatmin etmek ister. Aslında Yusuf da onu
arzular. Fakat kötülük ve fuhuş ondan uzak tutulduğu için kabul etmez. Kapıya
doğru koşuşurlar. Kadın, Yusuf'un gömleğini arkadan çekip yırtar. Kapıda
kadının kocasına rastlarlar. Kadın kocasına, Yusuf'un, kendisine kötülük yapmak
istediğini söyler. Yusuf ise, kadının kendisini birlikte olmaya çağırdığını
belirtir. Kadının akrabasından biri şu yargıda bulunur: Gömlek önden yırtılmışsa
kadın, arkadan yırtılmışsa erkek yalan söyler. Gömleğin arkadan yırtılmış
olduğunu gören koca, Yusuf'a bundan kimseye söz etmemesini, kadına da günahının
affını dilemesini söyler. Şehirde kimi kadınlar Aziz'in karısının, genç
uşağının nefsinden gönlünü eğlendirmek istediği, aşktan yüreğinin zarının
delindiği yönünde dedikodu çıkarırlar. Bunu duyan kadın, şehirdeki diğer
kadınları evine davet eder. Güzelce ağırlar. Meyve ikram eder. Ellerine bıçak
verir. Meyve soyarken yanlarına gönderilen Yusuf'un yakışıklılığını görünce ona
hayranlıklarından dolayı ellerini keserler. Aziz’in karısı diğer kadınlara
ısrarla Yusuf'tan murat almak istediğini, kabul etmezse onu zindana
attıracağını söyler. Şiddetle sakınan Yusuf sonunda zindana atılır. Onunla
birlikte zindana iki delikanlı daha girer. Biri rüyasında şarap yaptığını,
diğeri başının üstünde kuşların yemekte olduğu bir ekmek taşıdığını gördüğünü
söyler. Yusuf'tan rüyalarını yorumlamasını isterler. Yusuf rüyaları
yorumlamadan önce ataları olan İbrahim, İshak ve Yakup'un dinine bağlı
olduğunu, Allah'a herhangi bir şeyin ortak koşulmaması gerektiğini, tek
tanrının çeşitli tanrılardan daha iyi olduğunu zindan arkadaşlarıyla paylaşır.
Sonra da rüyalarını yorumlar. Birisi Allah edindiği kişiye şarap sunacaktır. Diğeri
ise asılacaktır ve kuşlar onu başından yiyecektir. Yusuf, zindandan
kurtulacağını düşündüğü birinci kişiye, Allah edindiği kişi yanında kendisini
anmasını söyler. Ne var ki adam bunu unutur ve Yusuf yıllarca zindanda kalır.
Bir gün Kral bir rüya görür ve ileri gelenlerden yorumlamalarını ister.
Rüyasında yedi cılız inek, yedi besili ineği yemektedir. Ayrıca yedi yeşil
başak, yedi de kuru başak vardır. Yorumcular, bilemeyeceklerini söylerler.
Yalnız zindandan kurtulan kişi, kendisinin zindana gönderilmesi durumunda
yorumunu yapabileceğini söyler. Zindana gönderilir. Yusuf'la görüşür. Yusuf'tan
aldığı yoruma göre yedi yıl ekin ekeceklerini, biçtiklerinden yiyecekleri
kadarını alıp gerisini başağında bırakacaklarını, bunun ardından yedi yılın
kurak geçeceğini, kuraklık yıllarında tohumluk dışında önceden
biriktirdiklerinden yiyebileceklerini, daha sonra ise yağmur sonucu bolluğun
geleceğini ve halkın rahat edeceğini söyler. Kral, bu yorumu yapanın
getirilmesini ister. Yusuf zindandan çıkarılıp getirildiğinde onu özel
danışmanı yapar. Ülke hazinelerinin yönetilmesi görevini verir.
Kuraklık başlayınca
Yusuf'un kardeşleri erzak almak için Mısır'a gelirler. Hazine görevlisi
Yusuf'un huzuruna çıkarlar. Yusuf onları tanır. Fakat onlar Yusuf’u
tanıyamazlar. Yusuf bir yandan erzak yüklerini bağlatırken bir yandan da
kardeşlerle konuşur. Onların küçük bir kardeşleri olduğunu, onu kendilerine
getirmelerini, eğer getirmezlerse artık erzak vermeyeceğini bildirir.
Kardeşler, bunu yapabileceklerini ima ederek ayrılırlar. Yusuf, gittiklerinde
fark edip tekrar gelmeleri için erzak bedeli olarak aldığı sermayeyi yüklerinin
içine geri koydurur.
Döndüklerinde, yeniden
erzak alabilmeleri için kardeşleri Bünyamin'i de göndermesi hususunu babalarına
iletirler. Önceden Yusuf hakkında güven yitirdikleri için babaları tereddüt
içindedir. Bu arada sermayelerinin geri verildiğini yüklerini açınca görürler.
Babaları Yakup, kuşatılmaları ya da çaresiz kalma durumu dışında Bünyamin'i
geri getirme konusunda Allah adına söz alır ve Mısır’a bir tek kapıdan değil,
ayrı ayrı kapılardan girmelerini söyler.
Babalarının emrettiği
yerden Mısır'a girerler. Gerçekten Yakup, Allah tarafından kendisine ilim
verilmiş biridir. Kardeşleri Yusuf'un yanına girince, Yusuf, öz kardeşi Bünyamin'i
yanına alır ve ona kardeşi olduğunu, diğer kardeşlerinin kendilerine
yaptıklarına üzülmemesini söyler. Sonra da kardeşlerinin yüklerini hazırlatır.
Bu arada kralın su tasını bilerek Bünyamin'in yükü içine koyar. Tellalın,
kafilenin hırsızlık yaptığı yönünde haykırmasını ister. Kardeşler, Mısır'a
hırsızlık için gelmediklerini, tasın kimin yükünde çıkarsa bu ülkede kalmasına
razı olduklarını bildirirler. Nihayet su tası, öz kardeşinin heybesinden çıkar.
Yusuf'a daha önce Allah tarafından böyle bir plan öğretilmiştir. Çünkü her ilim
sahibinin üstünde bir başka bilen vardır. Yusuf’un kardeşleri şimdi Bünyamin'in
hırsızlık yaptığını, daha önce de onun kardeşinin çaldığını iftira ederler.
Yusuf, kendisinin kastedildiğini açığa vurmaz ve Allah'ın daha iyi bildiğini
söyler. Kardeşler, ihtiyar babalarının buna çok üzüleceğini, Bünyamin yerine
bir başka kardeşin alıkonulmasını isterlerse de Yusuf bunu kabul etmez. Çaresiz
dönerler. Babaları üzülür ve yine sabra sarılır. Yusuf'u anarak sızlanır.
Oğullarının tekrar Mısır'a giderek Yusuf'u ve Bünyamin'i aramalarını, Allah'tan
umut kesmemelerini ister. Yakup'un oğulları, Yusuf'’un yanına vardıklarında az
bir sermaye ile tam ölçü zahire vermesini isterler. Yusuf ise onların cahil
zamanlarında Yusuf ile kardeşine yaptıklarını hatırlatır. Yusuf adı anılınca
onun Yusuf olduğunu anlarlar. Yusuf, Allah'ın, güzel düşünüp güzel davrananları
ödülsüz bırakmayacağını söyleyerek gömleğini babalarına götürmelerini, sonra da
bütün aile olarak kendi yanına gelmelerini ister. Kafile Mısır'dan yola
çıktığında babaları yanındakilere Yusuf'un kokusunu duyduğunu belirtir. Müjdeci
gömleği getirince gözleri açılır ve başkalarının bilemeyeceği şeyleri Allah
tarafından gönderilen vahiy ile bildiğini söyler. Oğullar, babalarına
seslenerek Allah’tan günahlarının bağışlanmasını dilemesini isterler. Hep
birlikte Mısır'a hareket ederler. Yusuf anasına ve babasına sarılır. Onları
tahtın üstüne çıkarır. Hepsi, Yusuf'un önünde secde eder gibi eğilirler.
Balığın karnındaki
Yunus
Yunus, Allah tarafından
gönderilen peygamberlerdendir. Allah'tan izinsiz olarak kavminden ayrıldığı
için kaçtığı gemiden denize atılır ve balık onu yutar. İnsanların
diriltilecekleri güne kadar balığın karnında kalması gerekirken çıplak bir
araziye atılır. Üzerine gölge yapması için kabak türü geniş yapraklı bitki
örtülür. Yüzbinden fazla kişiye peygamber olarak gönderilir ve hepsi ona
inanırlar. Çünkü balığın karnında iken Allah'ı yücelterek anmıştır.
Lokman'ın öğütleri
Lokman çocuğuna şu
öğütleri verir: Yapılan iyilik ya da kötülük, bir hardal tanesi ağırlığında
bile olsa ve bu, bir kayanın içinde veya göklerde ya da yerin derinliklerinde
bulunsa da Allah tarafından kişinin karşısına getirilir. Bu nedenle kişiler
iyiliğe yöneltilmeli, kötülüklerden vazgeçirilmelidir. Küçümseyerek insanlardan
yüz çevrilmemelidir. Yeryüzünde böbürlenerek yürünmemelidir. Doğal olunmalıdır.
Ses yükseltilmemelidir. Seslerin en çirkininin merkeplerin sesi olduğu
unutulmamalıdır. Allah'ın, kendini beğenmiş övünüp duran kimseleri sevmediği
bilinmelidir.
Mağara arkadaşları
Önceki nesiller içinde
Allah'a inanmış bir grup yiğit genç, o yerin hükümdarı karşısında ayağa
kalkarak, tanrılarının yeri göğü yaratan Allah olduğunu, Allah'ın dışında
tapmakta oldukları putlardan uzaklaşılmasını isterler. Sayıları hakkında üç
kişidir diyenler olduğu gibi beş ya da yedi kişi olduklarını söyleyenler
olmuştur. Ayrıca bir de köpeklerinin varlığından söz edilmektedir. İçlerinden
biri, hükümdara karşı Allah'ın koruyuculuğunu sağlaması ve bir kurtuluş yolu
hazırlaması için mağaraya sığınmalarının uygun olacağını söyler. Bunun üzerine
Allah tarafından uykuya daldırılırlar. Mağaranın sağ tarafından doğan güneş
onlara isabet etmeden sol taraftan geçip batar ve uykuda rahatsız olmazlar.
Uyurken sağa ya da sola dönerler. Köpekleri de mağaranın girişinde ön
ayaklarını uzatmış yatmaktadır. Sonra mağarada ne kadar kaldıklarının tespiti
için uyandırılırlar. "Bir gün kaldık" diyenler olduğu gibi
"Dokuz yıl artısıyla üçyüz yıl kaldık" diyenler de olur. Kaç kişi
olduklarını ve mağarada ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir. Zira
insanlar arasında ashab-ı kehf diye anılan mağara arkadaşları hakkında bilgisi
olanlar çok azdır. Bu nedenle kesin delil olmadıkça mağara arkadaşları hakkında
münakaşaya girişilmemeli ve onlar hakkında ileri geri konuşanlardan bilgi
istenmemelidir. Uyandıklarında yiyecek almak üzere birini şehre gönderirler.
Gizli hareket etmesini, çünkü yakalandıklarında kendi dinlerine döndürülme ve
taşlanarak öldürülme tehlikesinin bulunduğunu bilirler. Sonuçta onları bulan
şehir halkı, onların üstüne bir bina yapılmasını isterler. Fakat onların
durumuna karar verme yetkisini ellerine geçirenler onların üstüne bir mescit
yapılmasını kararlaştırırlar. Hükümdar, Allah dışında tanrılara tapılmasını
dayatmaktadır. Bu nedenle Allah, Muhammed Peygambere, kötü arzularına uymuş ve
işi gücü aşırılık olan kimseye boyun eğilmemesini vahyeder. Ve şu mesajı
hatırlatır:
“Nasıl onları uyutup
sonra uyandırdıksa yine böylece onları bazı insanlara buldurduk ki, Allah'ın
öldükten sonra diriltme sözünün gerçek olduğunu ve kıyamet gününün geleceğinden
asla şüphe olmadığını bilsinler."
İki adam iki bağ
İki adamın birer bağı
vardır. Arasından bir ırmak akar. Bağlar, yemişlerini vermiştir. Adamlardan
birinin başka gelirleri de vardır. Servetçe ve oğulca daha zengindir. Bir gün
bağına gittiğinde, bağının kuruyacağını sanmadığını, kıyametin kopacağına
inanmadığını, Allah'ın huzuruna götürüldüğünde bu dünyadakinden daha iyisini
bulabileceğini söyler. Bağındaki ürün bolluğunun Allah’tan geldiğine şükretmez.
Gökten gelebilecek bir afetle bağının kuruyup yalçın kaya kesilebileceği
ihtimalini düşünmez. Diğeri ise insanı Allah'ın yarattığını, Allah'a hiç
kimseyi ortak koşmadığını söyler. İnsanların, karşısındaki kişiyi servetçe ve
oğulca basit görmemesini, Allah’ın ona da daha değerli bir bağ verebileceğini
hatırlatır. Nitekim zengin olduğunu iddia eden adamın kendisine Allah'tan başka
yardım edecek destekçileri yoktur. Kendi kendini de kurtaracak güçte değildir.
Bunun sonucu olarak bütün ürününe el konulur. Bağ için harcadıklarına
vahlanarak avuçlarını ovuşturur ve Allah’a ortak koştuğu için pişman olur. İşte
böyle bir durumda, dostluk ve koruma, hak olan Allah'tandır. O, karşılık verme
bakımından da iyidir, iş sonuçlandırma bakımından da iyidir.
Yecuc Mecuc
Geçmiş dönemlerde
Zülkarneyn, Allah tarafından iki nesil kadar yönetime sahip kılınmıştır. Bir
gün güneşin battığı bir yerde bir kavme rastlar. Allah tarafından Zülkarneyn'e,
onlara azap ya da iyilik etme yolunu seçmesi istenir. O, haksızlık edenlerin
cezalandırılacağını, inanıp iyi davrananların ödüllendirileceğini söyler. Başka
bir gün güneşin doğduğu yere ulaşır. Güneş, kendilerini güneşten koruyacak
herhangi bir şeye sahip olmayan bir topluluk üzerine doğmaktadır. Zülkarneyn,
yüksek bir mevkinin ve hükümranlığın sahibidir. Nice bilgi ve yetki, Allah
tarafından kendisine verilmiştir. Sonra yoluna devam eder. İki dağ arasına
ulaştığında bir kavme rastlar. Kavmin insanları Yecuc ve Mecuc'un bozgunculuk
yaptıklarını, onlarla kendileri arasına bir set yapmasını, bunun için vergi
verebileceklerini söylerler. Zülkarneyn, Allah'ın kendisi için verdiği
imkânların, onların vereceğinden daha iyi olduğunu belirtir ve bedensel
güçleriyle yardım etmeleri halinde set yapacağını söyler. İki dağın arasını
demir kütleleriyle doldurtup dağlarla aynı seviyeye getirince üflemelerini
ister. Demir kütleleri ateş haline gelince üzerine erimiş katran döker. Yecuc
ve Mecuc o seti bir daha aşamazlar.
Talut Calut
İsrailoğullarının ileri
gelenleri ile peygamberleri arasında, savaşın insanları yurtlarından çıkardığı,
çocuklarından ayırdığı hususunda konuşmalar geçerken Allah, Talut'u hükümdar
olarak gönderir. Onun bilgisini ve gücünü artırır. Talut, savaş için ordugâhtan
çıkınca askerlerine; Allah'ın kendilerini bir ırmakla deneyeceğini, bu nedenle
ırmaktan kana kana değil, sadece bir avuç su içmelerini söyler. Ne var ki, içlerinden
pek azı hariç, hepsi kana kana su içerler. Talut ve kendisiyle beraber
inananlar, ırmağı geçince Calut'a ve askerlerine karşı güçlerinin
yetmeyebileceğini söylerler. Allah'a kavuşacaklarına kanaat getirenler ise
Allah'ın, sabredenlerle beraber olduğunu, az bir topluluğun Allah'ın izniyle
çok topluluğu yenebileceğini belirtirler. Calut ve ordusuyla karşılaştıklarında
onları yenerler. Davud, Calut'u öldürür. Allah Davud'a hükümdarlık ve bilgelik
verir. Dilediği ilimleri ona öğretir. Eğer Allah, insanlardan bir kısmının
kötülüğünü, diğerleriyle savmasaydı elbette yeryüzü bozguna uğrardı. Fakat
Allah bütün insanlığa karşı lütuf ve kerem sahibidir.
Canı yaşatmak
Âdem'in iki oğlu birer
kurban keserler. Biri kabul edilir, diğeri edilmez. Kurbanı kabul edilmeyen,
kabul edileni öldüreceğini söyler. Diğeri Allah'ın, kötülükten sakınanların
kurbanını kabul edeceğini ve kendisine öldürmek için el uzatması halinde
karşılık vermeyeceğini söyler. Nihayet nefsi onu kardeşini öldürmeye kışkırtır
ve onu öldürür. Derken Allah, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini ona
göstermek için yeri eşeleyen bir karga gönderir. Karganın yaptığını görünce;
kardeşinin cesedini gömmek için şu karga kadar da olamadığını anlayarak pişman
olur. Bunun için Allah, İsrailoğullarına Kuran’da şunu yazar:
“Kim, cinayet işlememiş
veya yeryüzünde bozgunculuk yapmamış bir kişiyi öldürürse tüm insanları
öldürmüş gibidir. Kim de o canı yaşatırsa, bütün insanları yaşatmış gibi olur.”
Âmin
Allah kabul etsin.
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder