Ünlü fikir adamımız İlber Ortaylı’nın “Devlet zayıfken
kilise, devleti kontrol ederdi” yönünde bir görüşü vardır. Nitekim 1200’lü
yıllarda Bizans İmparatorluğu en zayıf dönemini yaşıyordu. Bu dönemde kiliseler
ve papazlar insanların günahlarını affedeceklerini öne sürerek dini paraya alet
ediyorlardı. Karşı çıkıldığında da engizisyon mahkemelerinde acımasızca
işkence ve kötü muamele yapıyorlardı. Daha sonra Avrupa; Rönesans, Reform ve
Aydınlanma süreciyle büyük hamleler yaptı ve ortaçağ karanlığından kurtuldu.
Ünlü hukuk
adamımız Sabih Kanadoğlu ise “Şayet
Diyanet İşleri Başkanlığı olmasa, devleti tarikatlar, mezhepler kaplar”
şeklinde görüş belirtmiştir. (Cazim Gürbüz, Yeniçağ Gazetesi)
Nitekim Osmanlı İmparatorluğunun
zayıfladığı dönemlerde peydahlanan bu tür unsurlar için cumhuriyetin ilanından
dört ay gibi kısa bir süre sonra Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştu. Büyük
Atatürk bu makamda müftü, hatip, imam gibi muvazzaf memurlar bulunduğunu iki
yıl sonraki Kastamonu nutkunda dile getirmişti. Atatürk’e göre Diyanet
kadrosunda işin erbabı olacak, ümmiler bu işin dışında tutulacaktır. Atatürk,
Osmanlının zayıf dönemindeki yobazlaşmaya da işaret ederek şöyle demişti: “Arkadaşlar,
efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler,
müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet
tarikatıdır.”
İşte Diyanet İşleri Başkanlığı böyle bir
vizyonla ortaya çıkmıştı. Sorumluluğu büyüktü. Dinsel konularda tek otorite
oydu.
(Bunu anlamak için 1924’den 1951 yılına
kadar görev yapan ilk üç Diyanet İşleri Başkanının biyografisine bakmak
yeterlidir. Birincisi Mehmet Rıfat BÖREKÇİ müderristir. Müftülük ve
milletvekilliği yapmıştır. Papyonlu ve fraklı Diyanet İşleri Başkanı olarak
tanınmıştır. İkincisi Şerafettin YALTKAYA’dır. Ender ordinaryüs
profesörlerimizdendir. 60’dan fazla eseri vardır. Üçüncüsü Ahmet Hamdi AKSEKİ’dir.
Henüz 32 yaşında iken 3 fakülte bitirmiştir. Doktora sınavında birinci
olmuştur. Müderrislik yapmıştır. Arapça, Farsça ve İngilizce bilmektedir.)
O yılların Türkiye’sinde dolar ile Türk
lirası baş başa gidiyordu. Cumhuriyetin kazanımlarıyla çok daha ileriye
gideceğimizi düşünürken 1970’li yıllarda yetmiş sente muhtaç kaldık. Gelişmiş
ülkeler sınıfına geçemedik. Yani zayıf kaldık. İşte bu zayıf dönemimizde
tarikatlar, cemaatler devlet otoritesi olan Diyanet İşleri Başkanlığını etkisi
altına aldı. Hatta iktidarlarla beraber yürüdü.
Bugün elimizde çok somut bir örnek var.
1970’lerden beri büyük bir çoğunluğun toz kondurmadığı FETÖ cemaati, kötü
emellerini 15 Temmuzda netlikle ortaya koydu.
Günümüz Türkiye’sinde halen toz
kondurulamayan çok sayıda dinci unsur gündemdedir. Adnan Oktar dışındakilere karşı
tedbir alınmamaktadır. Zira bazı siyasi partiler bu dinci unsurların oylarıyla
beslenmektedirler. Yanlış yapacaklarına kanaat getirseler de ürkütmemeye
çalışmaktadırlar.
Sonuç olarak belirtebiliriz ki zararlı bütün dinsel unsurları disipline edemeyecek
kadar aciz kalmak Diyanet İşleri Başkanlığına yakışmamaktadır. Diyanet İşleri
Başkanlığı geçmişteki KİT’ler gibi istihdam alanı olmaktan çıkarılmalı ve uzman
kadrosuyla aslına rücu etmelidir.
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder