30 Temmuz 2011 Cumartesi

SON YARIM YÜZYILDA NEREDEYİZ

Ülkemizin esas olarak çok partili rejimle 1950 yılında tanıştığı söylenebilir. On yıl sonra yaşanan askeri müdahale sonrasında 1961 Anayasası hazırlanmıştır.
Bu Anayasanın getirdiği geniş özgürlüklerin amaç dışı kullanılmasıyla öğrenci olayları baş göstermiştir.
Türk polisinin toplumsal olaylarla haşır neşir olması da o yıllara rastlamaktadır.
Daha sonra öğrenci olaylarına işçi hareketleri de eklenmiştir. Bu durum, polisin işini büsbütün güçleştirmiştir. İç güvenlikte yaşanan kaos sonucu 1971 yılında 12 Mart askeri müdahalesi yapılmıştır.
Problemin kaynağı olarak 1961 Anayasasındaki geniş hak ve özgürlükler görüldüğü için bu defa 1971 ve 1973 yıllarında Anayasaya özgürlük kısıtlayıcı hükümler getirilmiştir.
Buna rağmen artan sağ sol çatışmasının önüne geçilememiş ve 1980 yılında yeni bir askeri müdahale yaşanmıştır.
Bütün bunlar yetmiyormuş gibi Türkiye 1984 yılında bölücü terör belasıyla karşı karşıya kalmış, gerek 1980 öncesinde, gerekse 1984 sonrasında ülkemiz onbinlerce insanını terörde kaybetmiştir.
Aynı dönemlerde güvenliği sağlamak adına polisimiz de yüzlerce şehit vermiştir.
O güvenlik ki, insanoğlunun ekmek ve sudan sonraki yaşamsal ihtiyacıdır.
Yani olmazsa olmazıdır.
Aslında bir iç güvenlik birimi olarak 1980 sonrasında araç ve gereçlerimizle, iletişim imkânlarımızla, fiziksel görünümümüzle epeyce yol kat etmiştik. Ancak gün geldi ki bunların tek başına yeterli olmadığı görüldü. Zira beyinsel ilerlemede de aynı paralelliği göstermeliydik. Anlayışlılık ve faydalılık kapsamında daha çok hizmetler üretebilmeliydik.
Aksine 1980 sonrasında meslek içi huzur daha da azaldı. Ast üst arasında iletişim eksikliği arttı. Yeterli düzeyde ekonomik doygunluk sağlanamadı. Ağır çalışma koşulları hafifletilemedi. Personel, şüphelinin düşünüldüğü kadar düşünülmedi. Teşkilat yasası bayatladı. Terfi ve atamadaki sistem iyileştirilemedi. Disiplin tüzüğü öcü gibi gösterildi. Angarya görevler devam etti.
Şimdi kısa bir süre için Osmanlı İmparatorluğunun kuruluş yıllarına gidelim.
Mevlana, Hacı Bektaş ve Yunus Emre gibi değerleri o yıllarda görüyoruz. Onların gönül adamlığı bütün toplumu “insanlık adına” etkilemiş ve imparatorluk süper bir çıkış yakalamıştır. Üstelik iletişim olanakları bu denli etkili olmamasına rağmen gönül adamlarının mesajları ilgili yerlere o kadar etkili gitmiş ki toplum, tüm yönüyle dünyada örnek bir konum elde etmiştir.
Ancak yönetimde bozulmalar olması nedeniyle Osmanlı da gerileme dönemi başlamış, “hasta adam” durumuna düşmüş ve yerine, büyük önder Mustafa Kemal Atatürk tarafından Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulmuştur.
Polis teşkilatına da baktığımızda 1845 yılındaki kuruluşundan çok partili sisteme geçilen 1950’lere kadar başarılı çalışmalar yapılmıştır. Özellikle kurtuluş savaşında kahramanca mücadele veren emniyet mensuplarımız vardır.
Ancak 1960’lı yıllardan sonra ülkemizde baş gösteren siyasi çekişmenin getirdiği istikrarsızlık ortamı polisimizi olumsuz etkilemiş ve gerileme kaçınılmaz olmuştur.
Bugün yeni bir Atatürk yoktur. Yapmamız gereken en önemli şey iki elimizi başımızın arasına alıp düşünmektir.
Meslekte duygu bağı ile birbirlerine bağlı yeni gönül dostları yetiştirmemiz gerekmektedir.
Gönül, yüreğimizin bize bir lütfudur.
Akıl da beynimizin lütfudur.
Gerçek güzellikler gönül ve akıl süzgecinden geçtikten sonra daha da mükemmelleşmektedir. Gönül ve akıl birbirinden ayrı düşünülemez. Bilinmelidir ki, erdemliliğin adresi de orasıdır.
Polis teşkilatı mensupları, eski yıllarda olduğu gibi yakın geçmişte de çok büyük özverilerde bulunarak, önemli operasyonlar gerçekleştirmiş, çok büyük başarılara imza atmıştır. Çok sayıda şehit ve gazi vermiştir.
Büyük bir meslek aşkıyla bu uğurda bütünleşebilen meslektaşlarımız, ne yazık ki iç sorunları çözmede aynı başarıyı gösterememiştir. Burada ciddi bir çelişki görülmektedir.
Unutulmamalıdır ki, polisin iç sorunları ancak kendi içinde ve kendileri tarafından çözülebilir.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder