Siyaset bilimcileri ile toplumbilimciler son zamanlarda şu söylemi sıkça ifade eder olmuşlardır: 19’uncu yüzyılın sonları ile 20’nci yüzyılın başlarında “devlet” kavramı ön planda iken, 20’nci yüzyılın sonları ile 21’inci yüzyılın başlarında “insan” kavramı daha önemli görülmeye başlanmıştır.
Bu bilince erişmiş toplumlar, düzenledikleri Anayasalar ile fertlerine kişi dokunulmazlığından konut dokunulmazlığına, haberleşme hürriyetinden din ve vicdan hürriyetine kadar özgürlükler sağlanmasına ön olmuşlardır.
Ne var ki, her dönemde az ya da çok şekilde bu hürriyetlerin sınırlandırılması da söz konusu olmuştur. 1982 Anayasası 13’üncü maddesinde bu sınırlamanın ne şekilde olacağını hükme bağlamıştır.
İnsanların temel hak ve hürriyetlerinde herhangi bir şekilde daralma olduğunda akla gelenlerden biri de polis olmaktadır. Çünkü polis, kamu düzenini ve genel asayişi sağlamakla görevlendirilmiştir. Polisin yapacağı en küçük bir yanlışlık ya devlete ya da insanların hak ve hürriyetlerine zarar getirebilecektir.
Genel bir kanı olarak mutlak özgürlük kavramının, sosyal çevre içinde tam anlamıyla yer alamadığını görmekteyiz. Çünkü sınırsız özgürlük anarşiyi, başka bir deyişle kargaşayı doğurur. Bu da özgürlükleri kullanılamaz duruma getirir. Başka bir anlatımla, sınırsız bir özgürlük, sınırsız bir tutsaklığı getirir. Her zaman güçlü, güçsüzü ezer, ancak güçlünün de daha güçlüsü ortaya çıkacağına göre toplum yaşamı ortadan kalkar. Bu durumda toplumun, dolayısıyla devletin var olabilmesi ve varlığını sürdürebilmesi için özgürlükleri sınırlamak kaçınılmazdır.
O halde kamu düzeninin sağlanması için özgürlüklerin belirli sınırlar içine alınması gereklidir.
Özgürlükler serbest bırakılırsa, kamu düzeni ihmal edilmiş olur. Sonuçta kargaşa vardır.
Kamu düzenine gereğinden çok ağırlık tanınırsa bu defa otorite ön plana çıkar. Sonuçta otokrat bir yönetimden söz edilir.
Bu nedenle özgürlüklerle kamu düzeni arasında denge sağlanmalıdır.
Demokratik hukuk devletlerinde bu dengeyi sağlama görevi yani özgürlüklerin sınırlanması işi yasama organına verilmiştir. Bu da sadece yasa ile yerine getirilir.
Yasaların uygulayıcısı ise polistir. Prof. Zeki Hafızoğulları da demokratik devletlerde polisin görevinin hukuku uygulamak olduğunu ifade etmektedir. “Devlet suç işleyemez ki, devletin memuru suç işlesin. Ya polis suç işlemiştir, hukuka uygunluk nedenleri altında davranmamıştır, fiili suçtur. Ya da polis hukuka uygunluk nedeni içerisindedir, fiili suç değildir. Bu ikisinin arasında gri bir durum söz konusu değildir.” (İnsan Hakları Merkezi Dergisi, 1995)
İşte özgürlükle güvenlik arasındaki bu hassas köprüde görev yapmak polis açısından çok anlamlı ve çok kutsaldır.
İnsan kavramının ön planda olduğu çağımızda, onun hak ve hürriyetleri konusunda ne kadar duyarlı olmamız gerekiyorsa, güvenliği sağlamada da aynı duyarlılığı gösterme zorunluluğumuz vardır. (2001)
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder