15 Temmuz 2011 Cuma

TÜRKİYE'DE ANARŞİ VE TERÖRÜN NEDENLERİ-HEDEFLERİ

"Bir gruptan kimseleri devamlı korku içinde tutmak amacıyla, sistemli olarak şiddet hareketlerine ve cinayetlere başvurmak eylemi"
Ansiklopediler terörün eşanlamlısı ‘tedhiş’i böyle tanımlamaktadır. Gerçekten ‘dehşet’ bir tanımlama.
Tanımı biraz daha açarsak bir eylemin ‘Terör’den sayılabilmesi için şu unsurların olması gerektiğini görürüz: İlk olarak hedef bir grup olacak. İkincisi bu grubu oluşturan insanlar sürekli korku içinde tutulacak. Üçüncü olarak cinayete kadar uzanan şiddete başvurulacak. Son olarak tüm bu işlemler sistemli yapılacak.
Türkçe sözlüğün ‘yıldırma, korkutma’ olarak tanımladığı terör tehlikesinden gençlerimizi uzak tutmak amacıyla Genel Müdürlüğümüzce derlenen ve konumuzun başlığını oluşturan çalışmadan esinlenerek terörün oluş nedenlerini ve terörden kurtuluş yöntemlerini bir kez daha sayıp dökmenin faydalı olacağı düşünülmüştür.
Öncelikle ansiklopedik tanımdaki “Bir gruptan kimselerin” yaşadıkları bölgeye, yere bakıyoruz. Siyasal bilimciler burada "Jeopolitik" sözcüğünü kullanıyorlar. "Jeo", yer demek olduğuna göre biz "Jeopolitik"ten insanların yaşadıkları yere siyasi açıdan bakışı anlayacağız. Konuya basit bir örnekle yaklaşalım: Ana yola yakın arsanın, bu özellikleri taşımayan aynı büyüklükteki diğer bir arsaya, yine şehir merkezindeki bir apartmanın şehrin banliyösündeki apartmana oranla daha fazla değerli olacağı açık bir gerçektir.
İşte Türkiye Cumhuriyeti Devleti de bu stratejik öneme haizdir. Ülkemiz, geçmişte olduğu gibi, günümüzde de, üzerinde ve yakın çevresinde dünya güç dengesini etkileyecek tarzda sürekli ve çok yönlü çıkar ve güç çatışmalarına sahne olan hassas bir coğrafi konuma sahip bulunmaktadır. Bu konumu ile Türkiye; Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarının düğüm noktası olarak nitelendirilen Akdeniz ve Ortadoğunun Doğu-Batı ve Kuzey-Güney asli çizgileri üzerinde bir köprü durumundadır. Bilindiği üzere Avrupa, Asya ve Afrika farklı fiziksel, sosyal, kültürel ve ekonomik bir yapıya sahiptir. Türkiye; kara, deniz ve hava sahalarıyla bu üç kıtanın ortasında bir köprü durumundadır.
Kısaca söylemek gerekirse Türkiye’nin Jeopolitik-Jeostratejik değeri, ülkenin hassas coğrafi konumundan ve mevcut yapısından kaynaklanmaktadır.
İstanbul ve Çanakkale boğazlarını, Marmara denizini elinde bulundurması ülkemize önemli bölgesel değer kazandırmaktadır. Bizi çevreleyen ülkelerin birbirleri ile olan politik, ekonomik ve askeri ilişkilerine doğrudan etkisi olması nedeni ile ülkemiz taraf ülkelerce her zaman hesaba katılması gereken önemli bir faktördür. Zira İstanbul Boğazı, Marmara Denizi ve Çanakkale Boğazı Karadenizi Akdenize ve öteki sıcak denizlere bağlayan önemli bir su yoludur.
Ülkemiz sosyo-ekonomik açıdan da önemli değere haizdir. 60 milyonu aşan nüfusa, zengin yer altı ve yerüstü kaynaklarına sahiptir. Besin ihtiyaçlarını karşılayabilen ender ülkelerden biridir. Ekonomik ve ticari ilişkileri irtibatlandıran uluslararası ulaşım yolları ülkemizden geçer.
Türkiye, topraklarının büyük bölümü Asya'da bulunmasına rağmen, siyasal gruplaşma bakımından bir Avrupa ülkesidir.
Siyasal organizasyon bakımından Batı Avrupa grubuna dâhildir.
Coğrafi konum itibariyle bir Balkan ülkesidir.
Bir Ortadoğu ülkesidir.
Bir Akdeniz ülkesidir.
NATO üyesi olduğu için bir Atlantik ülkesidir.
Bu özellikleri ile ülkemizi sözgelimi bir Belçika ile karşılaştırdığımızda ilginç sonuçların ortaya çıktığını görürüz. Bu konuya girmeden önce şu gerçeği dile getirmeliyiz: Günümüzde sıcak savaş yerini soğuk savaşa bırakmıştır. Böylece ülkelerin içerden çökertilmesi hedeflenmiştir. Günümüz toplumları sıcak harpleri ve özellikle kimyasal silahlar ile meydana gelecek kayıpları göze alamamaktadır. Hedefe varmada psikolojik harekâtı ve onun yaygın silahı olan propagandayı temel araç kabul etmektedir.
Gelişmekte olan ülkelerde psikolojik hasar daha etkili olmaktadır. Zira temel müesseseler tam teşekkül etmemiştir. Sosyal, ekonomik, politik ve kültürel yapıda zafiyetler vardır.
Bu durumun bizler açısından önemi, psikolojik harekât içinde bulunanların gençlik kesimini hedef almalarıdır. Gençlik camiası; toplumu etkileme gücü, ortak hareket edebilme özelliği ve kolayca örgütlenebilme potansiyeli bakımından propagandacıların değişmez hedefi olmaktadır. Bu nedenle gençlik kesiminin hatta tüm vatandaşların yeterli bilgi sahibi olmaları gerekir. Konu hakkında eksik bilgiler ülkemize yönelen tehdidi daha da etkili hale getirmektedir.
Öncelikle gençlik üzerinde etkili olan öğretim kadroları uyanık olmalıdır. Bu kadrodaki insanlar orta yaş insanlardan oluşmaktadır. Ekonomik ihtiyaçların ağır basması, geçim şartlarından doğan endişelerin çoğalması bu döneme rastlar. Kötü niyetlilerce planlanan fikirler fiyat, ücret, zam kavramları üzerinde yoğunlaştırılır.
Kötü niyetlilerce hedef alınabilecek ikinci grup ise olgunluk ve yaşlılık dönemi insanlarıdır. Bu dönemde acıma ve şefkat duyguları ön plana çıktığı için silahsızlanma, barış dernekleri, af örgütleri devreye sokularak insanlar etki altına alınmaya çalışabilmektedir.
Üçüncü ve en önemli hedef grubunu ise gençlik kesimi oluşturmaktadır. Gençlik, otoriteden kurtulmak ister. Otoriteyi sevmez. Gençlikte duygular mantığa üstün gelir. Kötü niyetliler ülke çapında gençlik kesimi üzerinde kural tanımama konusunda etkili olurlar.
Böylece gençler çevreye güvensiz hale gelirler, bundan da mevcut düzen ve rejim zarar görür.
Bir ülkenin sıcak savaşla istila edilmesi yerine eğitim ve kültür istilasına uğratılması çok daha kolay ve etkili bir yöntemdir. Bu bakımdan "Öğretmenler, yeni nesil sizin eseriniz olacaktır" diyen Atatürk, kültür istilasına karşı yetişecek neslin dirençli olmasını istemektedir.
Şimdi yeniden ülkemizin coğrafi konumu itibarıyla Belçika ile karşılaştırılması hususuna dönebiliriz. Önceden belirtildiği gibi Türkiye; Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarının kesiştiği noktada bir uçak gemisi gibidir. En önemlisi komşularımız farklı ırklardan müteşekkildirler ve farklı dinlere sahiptirler. Rejimlerinde de farklılık mevcuttur. Belçika'da pek böyle bir durum yoktur. Komşularının dinleri, yönetim şekilleri birbirine benzemektedir. Birinin ötekine vermek isteyeceği fazla bir şey yoktur. Ülkemizde ise Belçika'daki gibi demokratik bir yönetim şekli mevcuttur. Üstelik nüfusun yüzde 99' u aynı dine mensup. Yine komşularımızda Slavlar, Yunanlılar, İranlılar ve Araplardan oluşan 4 ırk, en az beş ayrı dil kullanılmaktadır.
Komşularımızı tek tek ele aldığımızda şu gerçekleri görürüz:
BULGARİSTAN: 1990 yılına kadar totaliter rejim hâkimdir. Yönetim biçimi komünist cumhuriyet idi. Sosyalist rejimlerin çökmesi ve SSCB'nin dağılması üzerine demokratik yönetime geçiş süreci başladı. Bulgaristan'ın milli hedefi; Karadeniz'den Adriyatik'e, Tuna'dan Ege'ye kadar olan bölgeye sahip olmaktır.
SOVYET RUSYA: 1990 yılına kadar komünist parti denetiminde federal bir birlikti ve totaliter rejim hâkimdi. En büyük emeli boğazları ele geçirerek Ortadoğu ve petrol bölgelerine hâkim olmaktır.
YUNANİSTAN: Aralık 1974 'de monarşi kaldırılıncaya kadar totaliter rejimin hâkim olduğu ülke idi. En büyük ideali, Kıbrıs'ı, İstanbul'u, tüm batı ve orta Anadolu’yu içine alan büyük YUNANİSTAN'ın kurulmasıdır.
İRAN: Tek parti hâkimiyeti vardır. Yönetim biçimi İslam Cumhuriyeti'dir. İslam Devrimini, komşu müslüman ülkelere yayma eğilimi içindedir. (İslami Cumhuriyet Partisi)
IRAK: Totaliter rejim hâkimdir. Tek parti egemenliği mevcuttur. (BAAS) Tarihten kaynaklanan bir takım duygularla hiçbir devirde güçlü bir Türkiye oluşmasını istememektedir.
SURİYE: Totaliter rejim hâkimdir. Tek parti egemenliği mevcuttur. (BAAS) Hatay dâhil olmak üzere Doğu Toroslara kadar uzanan topraklarımız üzerinde tarihi emelleri bulunmaktadır. Turistik haritalarda Hatay'ı sınırları içinde göstermektedir. Bu emelini gerçekleştirmek için Sovyet Rusya ile yakın ilişki içine girdiği bilinmektedir.
Bu arada egemenliğin kime verilmesi halinde rejimin ne olacağı hakkında oluşan tabloyu sayıp dökersek komşu ülkelerimizin rejimleri ile ülkemiz rejimini daha kolay karşılaştırma imkânına sahip olabiliriz:
Bir devlette egemenlik dine verilmişse rejim teokratiktir.
Bir devlette egemenlik ırka verilmişse rejim nazisttir
Bir devlette egemenlik işçi sınıfına verilmişse rejim marksisttir.
Bir devlette egemenlik devlete verilmişse rejim faşisttir.
Bir devlette egemenlik okumuşlara verilmişse rejim aristokrattır.
Bir devlette egemenlik zengine verilmişse rejim burjuvazidir.
Bir devlette egemenlik halka verilmişse rejim demokratiktir.
Bir dizi propaganda ile rejimimizi olumsuz yönde etkilemek isteyen kötü niyetlilere karşı önlem almamız gerekmektedir. Türkiye üzerinde çeşitli emeller besleyen ülke ve toplumlar bilhassa mevcut potansiyelleri nedeniyle öğrenci kesimini ve idarecilerini hedef almakta, kendi düşünce ve fikirlerini onlara aşılamaktadırlar.
Bu tür propagandalara karşı neler yapılabilir?
Öncelikle psikolojik hasar yaratabileceği varsayımıyla gençlik kesimi ve idareciler tam ve doğru bilgilerle donatılmalıdır.
İkinci olarak, gelecek propaganda mesajları çürütülmeli, hedef kitleye bu propagandaların gerçek dışı, taraflı olduğu anlatılmalıdır.
Üçüncü olarak, propagandaya karşı koymak başka bir yöntemle mümkün olmazsa hedef kitlenin ilgileri başka alanlara çekilmelidir.
Dördüncü olarak, eğitim ve öğretim propagandaları ile ülkemize yönelik terör hareketleri konusunda hedef kitle eğitilmelidir.
Son olarak milli birlik ve beraberliği hedef alan her tür propagandayı önleyecek yasal düzenlemeler yapılmalıdır.
Propaganda yapanlar hedef kitleler üzerinde hak, adalet, eşitlik, özgürlük, sömürü, geri kalmışlık, dünya ve bölge barışı, bağımsız olmama hali, milli, dini, tarihi değerlerin çağ dışı olduğu konularını işleyerek bunları yaymada şu araçları kullanırlar:
İkili temas, grup teması, sosyal faaliyetler (yüz yüze)
Broşür, gazete, kitap (göze)
Radyo, teyp, hoparlör (kulağa)
Televizyon, Sinema, Video (göze kulağa)
Öğretim kurumları, özellikleri nedeniyle ülke içi toplumsal odak noktalarından birini oluşturmaktadır. Birçok ideolojinin en masrafsız ve en kolay uygulandığı kesim gençlik kesimi olarak görülmektedir. Gençliği bu tehditten kurtarmak ulusal bir görev olmalıdır.
Fertlerin zihinlerinde tereddütler yaratarak "acaba" sözcüğünü yerleştirebilmek amaca ulaşmakla eşanlamlı olmaktadır.
Terör yanlılarının işledikleri konular gerçekleri yansıtmamaktadır. Bunlara karşı uyanık ve dikkatli olmak gerekir. Aksi halde huzur ve güvenle sürdürülen eğitim ve öğretim faaliyetlerinin yerini kargaşa ve kaos alır.
İnsan zihnine girerek duygu ve düşüncelerini hedef alan propagandanın etkisinde kalarak bağımsız mahkemelerde ifade veren, cezalarını çekmekte iken pişmanlık duyan insanlarımız "bize ailemiz, öğretmenlerimiz, idarecilerimiz bu konuda açıklayıcı bilgiler vermediler, kandırıldık ve teröristlerin oyuncağı haline geldik" diyerek gerçeği dile getirmektedir.
İdareciler ve öğretim görevlileri vatana millete yararlı gençler yetiştirmek durumundadırlar. Zira gençliği, gelebilecek terörden ve felaketten haberdar etmeliyiz.
Yıkıcı unsurları aşırı sol, aşırı sağ, zararlı dini unsurlar ve bölücü unsurlar olmak üzere dört başlıkta toplayabiliriz:
Türkiye Komünist Partisi, Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu, Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi (THKP-C), Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi gibi aşırı solcu ve komünist örgütlerin amacı mevcut anayasal düzeni yıkıp komünist ideolojiyi yaymak ve Marksist bir düzen kurmaktır.
Ülkücü Gençlik Derneği, Büyük Ülkü Derneği, Ülkü Yolu Derneği, Ülkücü İşçiler Birliği Derneği gibi aşırı sağcı örgütlerin amacı devletin yeniden teşkilatlandırılması için yeni bir kadro oluşturulması ve bu kadronun iktidar yapılmasıdır.
Nurculuk, Süleymancılık, Nakşibendilik, Humeynicilik, Bahailik, Müslüman Kardeşler, Yahova Şahitleri gibi zararlı dini unsurların amacı laikliğe aykırı olarak sosyal, siyasal, ekonomik ve hukuksal düzeni dini esaslara uydurmak, şer’i bir düzen kurmak, İslam ülkelerini hilafet müessesesi altında birleştirmektir.
Partiye Karkare Kürdistan ( PKK ), KAVA, Kürdistan Ulusal Kurtuluş, Ala Rızgari, Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi gibi bölücü unsurların amacı Türkiye Cumhuriyetini parçalayarak Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde kendi görüşleri doğrultusunda bağımsız bir devlet kurmaktır.
Ulu Önder Atatürk’ün 1921'de söylediği söz çok anlamlıdır: “Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize görecekleri öğrenimin sınırı ne olursa olsun, ilk önce ve her şeyden önce Türkiye’nin bağımsızlığına, kendi benliğine, milli geleneklerine düşman olan bütün unsurlarla mücadele etmek gereği öğretilmelidir.”
Atatürk 1922'de yine şöyle demiştir: "Onlara her karşıt düşünceye karşı savunma zorunluluğu telkin edilmelidir."
O halde ilk olarak gençlik bilgili kılınmalıdır. Yıkıcı odakların sempatizan kitle oluşturması engellenmelidir.
İkinci olarak idari sorunlara eğilmek gereklidir. Öğrencinin okula gelişinden okuldaki ihtiyaçlarının karşılanmasına, öğretim elemanı-öğrenci diyalogunun sağlanmasına, öğrencilerin birbirleriyle ilişkilerine, beslenmesinden barınmasına kadar her tür idari aksaklıkları en alt düzeyde tutmak, bunlar için fedakârlıktan kaçınmamak idarecilerin üzerinde duracakları önemli konular olmalıdır.
Üçüncü olarak konu ile ilgili bilimsel çalışmalara ağırlık verilmelidir. Üniversitelerimiz bu potansiyele sahiptir. Yıkıcı unsurlar üzerinde araştırma merkezleri kurulmalı, lisans düzeyinde ya da lisansüstü tez ve araştırmalarla soruna çözüm aranmalıdır. Elde edilecek sonuçlar ilgili makamlarca toplumu bilinçlendirmede kullanılmalı ve terör odakları ile yapılacak mücadeleye bilimsel katkı sağlanmalıdır. (2000)

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder