Selam koca dünyanın koca tarihi,
Sana Türkiye’den sesleniyorum. Atatürk’ün Türkiye’sinden. Ben oralıyım. Kuzeydeki Giresun’dan. Yeşil ile mavinin kucaklaştığı Piraziz’den.
Bize Mollahasanoğulları derler. Ben, Molla Hasan’ın sekizinci kuşaktan torunuyum. Kendileri 1700’lerde yaşamış. Onun ataları da 1300’lerde Güneşin Yükseldiği Yer anlamındaki Horasan’dan (İran) Piraziz’e gelmişler.
Bu yazıyı hazırlarken bir internet sitesinde dünya nüfusu bir sayaca bağlı olarak saniye saniye görüntülenebiliyordu. Yazmaya başladığım 18 Ocak 2009 tarihinde saat 10’u gösteriyorken sayaçtaki numara 6,867,637,530 idi. http://www.ravda.net/dunyanufusu.htm
Bu rakamlar şu an itibarıyla yaşayan nüfusu ifade ediyor. Neredeyse 7 milyar..
Ya bu dünyadan göç edenleri de hesaba katarsak?
Başka bir deyişle, insanlık olalı beri bu dünyadan kaç insan gelip geçmiştir?
Bu hesap beni çok aşar. Ben bugün burada bu insanların ne geçmişini, ne de geleceğini yazacağım. Resmen kendimi yazacağım. Dolu dolu kendimden söz edeceğim. Bu yazının bir internet sitesinde yer bulacağına da inanıyorum. Böylece adımın kalıcılığını sağlamış olacağım.
Şöyle bir düşündüm de şu anda yaşayanlar arasında adı ansiklopedilere geçecek kadar ün yapmış kaç kişi vardır? Sayılarını bilemem ama hem dünyada, hem de ülkemizde gazetelerde, televizyonlarda onlarcası, yüzlercesi konuşulmaktadır. Ben inanıyorum ki onlar sonraki yıllarda da, sonraki yüzyıllarda da konuşulacaktır.
Ama ben?
Beni kim konuşacak ki..
Konuşulmam için ne yaptım ki..
Geçmişte yaşamış milyarlarca insandan, sadece bir kitabın sayfalarına sığacak kadar ünlü isim zikredilebilmektedir. Benim amacım, bu ünlü kişilerin listesine transfer olmaktır.
Olamaz mıyım?
Bal gibi olurum. Onlar gibi eserlerim, buluşlarım, yeni düşüncelerim yok ama parmaklarım şu anda, geçenlerde 14 liraya satın aldığım F tipi klavyemi tuşlamaya başladı bile. Benimle aynı yıllarda yaşamış ya da yaşamakta olan ünlü isimleri buraya yazacağım. Yazının altına da “Ben de onlar hayattayken yaşadım” diye not düşeceğim.
Tabii ki en önce benim bu satırları özgürce yazabilmeme vesile olan, yaşadığım ve yurttaşlık bağı ile bağlı olduğum ülkemin kuruluşunu sağlayan yüce insan Mustafa Kemal Atatürk ile aynı dönemde yaşadığımı söyleyerek başlamak isterdim. Bu fiziken mümkün olamadı. Çünkü tarihin her zaman yazacağı büyük kurtarıcımız, benim doğduğum 1956 yılından 18 yıl önce bu dünyadan ayrılmıştı. Ama hiç kahırlanmıyorum. Çünkü büyük önderimiz fikirleriyle, ilkeleriyle hep yaşadığı için ben, O yaşarken yaşadığıma inanıyorum.
İnsanlık tarihi, büyük kurtarıcımızla birlikte “İkinci Adam’ı da yazacak. İşte ben Atatürk’ün silah arkadaşı İsmet İnönü ile 17 yaşıma kadar bu güzelim ülkemizde aynı havayı teneffüs ettim. Yani ikimiz de 17 yıl süreyle de olsa aynı dönemde, aynı dünyayı paylaştık.
Burada şöyle bir mantık yürütebiliriz:
İsmet İnönü bu dünyada yaşadı.
İsmet İnönü yaşarken, Erol Özdemir de yaşadı.
O halde, Erol Özdemir de bu dünyada yaşadı.
Yani benim artık o milyarlarca sayı arasında esamem okunmayacak diye bir kuşkum kalmadı.
Diyeceksiniz ki esame böyle mi okunmalı? Esamen okunacak işler yapaydın?
O zaman da o büyük insanların farkı nasıl ortaya çıkabilirdi?
Örneğin Vehbi Koç. Çalışmış, zengin olmuş. Türk ekonomisinde en büyük isim haline gelmiş biri. Yine Sakıp Sabancı. Sanayinin akla gelen her alanında boy göstermiş ünlü bir isim. Şimdi aramızda değiller. Ama ben onlarla aynı atmosferde yaşadım. Gördüm. Dinledim. Feyiz aldım. Sen Tarih olarak onları hep yazacaksın. Her daim onlardan söz edeceksin. Ekonomideki girişimlerini anlatacaksın.
Benimle ilgisi mi ne?
Sevgili tarih, ben onların bu dünya sahnesinde yer aldıklarının canlı tanığıyım. Sakıp Sabancı ile tokalaştım. Sohbet bile ettim. Bunları inkâr edebilir misin?
Üstelik bu anlattıklarım ispatlı, şahitli. İstersen internette bir arama yerine gir. “Sakıp Sabancı”+”Erol Özdemir” yaz. Aynı yazı içerisinde benim adımı da göreceksin. Hatta tokalaştığımı bile öğrenme imkânın var.
Koca tarih, mademki onlarla aynı dönemde yaşadım. Benden onlarla ilgili başka şeyler de anlatmamı isteyebilirsin. Ama internetin öteki sitelerinde onlar hakkında o kadar çok bilgi var ki okumayanı döverler.
En iyisi ben aynı dönemde yaşadığım başka isimlerden söz edeyim. Mesela Hıfzı Veldet Velidedeoğlu. Profesörlerin ordinaryüsü. Bir bilim ve yazın adamı. Onunla da aynı dönemde yaşadım. Aynı dönemde derken “akran” gibi düşünme. Bir süre de olsa yaşam kesişmişliğimiz var. O olmasaydı Atatürk’ün büyük Nutuk’una, günümüz Türkçesiyle o lezzeti kim kazandırabilirdi?
Koca tarih, tonton tarih, ben şu an itibarıyla genç cumhuriyetimizde Cumhurbaşkanı olarak görev almış on bir büyüğümüzle yaşamış ya da yaşıyor olma şansını da yakalamış biriyim. Bu itibarla beni inkâr etme şansın hiç yok. İlk Cumhurbaşkanımız Gazi Mustafa Kemal Atatürk’le ilke ve inkılâplarında birlikte yaşadım ve ulus olarak aynı duygularla yaşamaya devam ediyoruz. İkinci Cumhurbaşkanımız İsmet İnönü, üçüncü Cumhurbaşkanımız Celal Bayar, dördüncü Cumhurbaşkanımız Cemal Gürsel, beşinci Cumhurbaşkanımız Cevdet Sunay, altıncı Cumhurbaşkanımız Fahri Korutürk, sekizinci Cumhurbaşkanımız Turgut Özal ile sağlıklarında aynı havayı teneffüs ettim. Yedinci Cumhurbaşkanımız Kenan Evren, dokuzuncu Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel, onuncu Cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer ve on birinci Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül ile şu anda aynı dünyayı paylaşıyor olma bahtiyarlığını yaşıyorum. Ben daha kaç Cumhurbaşkanı ile birlikte yaşayabilirim. Bunu bilemiyorum. Ama coğrafyasında yaşadığım ülkemin, şimdilerde olduğu gibi sonsuza değin insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, sosyal, lâik ve demokratik cumhurbaşkanları ile varlığını sürdüreceğine inanıyorum.
Hey yaşlı tarih, sen bayağı bunadın. Unutmayasın diye sık sık hatırlatıyorum. Ben, ülkemiz çok partili sistemle yönetilmeye başlandıktan altı yıl sonra dünyaya geldim. O dönemin başbakanı Adnan Menderes, ben henüz beş yaşındayken bu dünyadan ayrılmıştı. O, bebek Özdemir’e başbakanlık yaptığını bilemeyebilir. Ama bilesin ki, yetişkin Erol Özdemir şimdi bunun bilincinde.
Dokuzuncu Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel ile de uzun uzadıya yaşadım ve halen de yaşıyorum. O şimdi Ankara’da Güniz sokakta, ben ise birkaç kilometre berideki Birlik mahallesinde oturuyorum. Onun başbakanlığı da uzun olmuştu. Aralıklarla tam yedi kez başbakanlığımı yaptı. İşte o Erol Özdemir benim. Bülent Ecevit de benim başbakanlığımı yaptı. Süre olarak Demirel kadar yok ama siyaset sahnesindeki popülaritesi ondan aşağı değildi.
Tam 22 hükümet, ben dünyaya gelmeden iş başı yapmış. O hükümetler konuşulurken Erol Özdemir ismi zikredilmeyebilir. Ama 23’den 60’a kadar ki hükümetlerin günahıyla sevabıyla yaptıklarının da şahidiyimdir. Bu 38 hükümet, Molla Hasan’ın sekizinci kuşaktan torunu Erol Özdemir’e de hükümetlik yapmıştır. Erol Özdemir ve Erol Özdemir gibiler olmasaydı bu hükümetler olur muydu?
Ben aslında bazı ilk’lerle de yaşayan bir ilk’im. Örneğin ilk kadın başbakan Tansu Çiller ben yaşıyorken bu görevde bulundu. İlk kadın vali Lale Ataman ben yaşıyorken Muğla ilini temsil etti. İlk kadın emniyet müdürü meslektaşım Naciye Ekmekçibaşı Kırıkkale ve Antalya’da il emniyet müdürlüğü yaptı.
İlk kadın profesör Türkan Akyol’un bu akademik unvana ulaştığı 1971 yılında ben eğitimimi sürdürme çabası içerisindeydim.
Görüyor musun, bir gün bir yerlerde Türkiye’de ilk kadın profesörün kim olduğu konuşulurken Erol Özdemir’in de polis kolejinde öğrenci olduğu bilinecektir.
Kimi siyasiler polisimizi, abdest alırken havlu ve ibrik servisinde kullanmış, kimileri ayakkabı bağcıklarını bağlatmıştır. Buna inat İsmet İnönü’nün fizik bilgini oğlu Erdal İnönü, siyasi parti lideri ve başbakan yardımcısıyken çantasını taşımak isteyen polisleri kibarca reddetmeyi bilmiştir. Yani memurun, insanca yaşaması gerektiğini hatırlatmıştır. Onunla da kesişen yaşantım, dünyanın ilk kadın savaş pilotu Sabiha Gökçen ile de kesişmektedir.
Televizyon yayını ve internet; ben hayatta iken can buldu. Kapalı olmayan toplumlar bu iki çağ aracıyla kendilerini sürekli geliştirdiler. Burada Microsoft'un kurucusu ve üst yöneticisi Bill Gates ile de çağdaş olduğumu belirteyim ki bilgisayar ortamında yer alacağına inandığım bu yazımız güme gitmesin.
Ben hayata gelmeden benim ülkemde sinema ve tiyatro sanatı vardı. Sinemanın çirkin ve yakışıklı kralları Yılmaz Güney ve Ayhan Işık’la aynı havadan oksijen teneffüs ettik. Sinemanın Dörtlü Yoncası Hülya Koçyiğit, Türkan Şoray, Fatma Girik ve Filiz Akın’ın hanım hanımcık yaşam sürdürmeleri de benim yaşadığım döneme isabet etmektedir.
Nejat Uygur’u da tiyatroya kazandıran İsmail Hakkı Dümbüllü’yle, Cüneyt Gökçer’le, “Bir seyirciye bile oynarım” diyen Yıldız Kenter’le yaşadım, yaşıyorum. Senin bu isimleri unutman mümkün değil.
Türk sanat müziğinde Safiye Ayla’yı, Zeki Müren’i, Müzeyyen Senar’ı da unutamazsın.
Popüler müzikte Ajda Pekkan’ı, Sezen Aksu’yu da hatırlatmalıyım.
Sen beni bal gibi hesaba katmak zorundasın. Ben öyle bir dönüm noktasındayım ki 1800’lü yıllarda doğanlardan bazıları, ben hayata başlayıncaya kadar beni beklemişler. Bu ne demek oluyor, biliyor musun? Benim 19’uncu yüzyıldan gelen insanlarla birlikte yaşamışlığımı gösteriyor. Mesela 1889 yılında doğan ünlü romancımız Reşat Nuri Güntekin. Aylarla da ifade edilse onunla bu memlekette yaşadım. Bana 19’ncu yüzyıldan esintiler getirdi. 20’nci yüzyılda zaten 44 yıl yaşadım. Şimdi 9 yıldır 21’inci yüzyılda yaşıyorum. Üç ayrı yüzyıldan insanlarla yaşamışlığım varken beni inkâr edebilmen mümkün mü?
Öteki roman yazarları Yaşar Kemal, Kemal Tahir var. Usta hikâye yazarı Aziz Nesin var. İdare Hukuku alanında Tahsin Bekir Balta, Şeref Gözübüyük, sosyoloji alanında Emre Kongar var. İnsan ilişkileri ve iletişim alanında Doğan Cüceloğlu, Üstün Dökmen var. İslam dininin usta yorumcusu Yaşar Nuri Öztürk var. Hepsinden ilham almışlığım var.
Hukuk adamlarımız Faruk Erem, Yekta Güngör Özden var.
Yine ünlü tıp adamı Gazi Yaşargil var.
Hepsi beynimizin bizi nasıl yönettiği konusunda “beyin” görevi yapan dev isimler.
Halter sporunda başarılara imza atmış küçük dev adam Naim Süleymanoğlu var. Futbolun ordinaryüsü Lefter var. Can Bartu, kral Metin Oktay var. Brezilyalı Pele, Alman Beckenbauer var.
Daha çok var da, sırası geldikçe seninle paylaşacağım.
Sana önemli anekdotlar da hatırlatabilirim. Uzaya giden ilk insan Sovyet Uriy Gagarin, 1961 yılında aya ayak bastığında ben bu dünyaya çoktan merhaba demiştim.
1989 yılında SSCB dağıldı. Soğuk Savaş döneminin bitmesiyle iki kutuplu güç dönemi sona erdi. Tek güç kalan ABD’nin baba ve oğul Bush’ları, birinci ve ikinci körfez savaşlarının müsebbibi olarak senin sayfalarında yer aldılar.
Ben Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kuruluşuna da tanığım. Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş ile Dolmabahçe sarayında çay içmişliğimiz bile var.
Hey koca tarih, bir gün birileri “Erol Özdemir kimdi” diye sorduklarında kolayca hatırlayasın diye sana ipuçları verdim. Bunlara rağmen ben böyle birini hatırlamıyorum dersen aramız açılır.
Zaten sana kırgınlıklarım var. Bebek oldum, 27 Mayıs’ta beni ihtilalin kucağına attın. Çocuk oldum, 1970’lerde muhtıralı ortamda yaşattın. Genç oldum, 12 Eylül müdahalesi ile tekrar özgür yaşamımı böldün. Şimdi yetişkin oldum, Susurluk’la, Ergenekon’la bunaltıyorsun.
Böyle olduğun sürece seni sevmeyeceğim.
Dün IRA’nla, ETA’nla, terörünle, bölücülüğünle iğrençtin.
Hâlâ İsrail’inle, Hamas’ınla, El Kaide’nle çalkantılı halin devam ediyor. Gözünü petrol ve enerji hırsı bürümüş. Resmen krize girmişsin. Ciddi bunalım geçiriyorsun. Sana hastalığını yanlış söylemeyecek bir kurula başvurmanı öneririm.
Kirli Eller’i yok etmen için hiçbir gayretini göremiyorum. Temiz Eller’in, senin de yakana yapışacağından korkuyorsun. Ve bilesin ki sürekli batıyorsun.
Senin koynunda huzur arayan; benim ülkemde 70 milyon, dünyada 7 milyar insan var. Unutma ki biz olmazsak “Ben tarihim” diye ortaya çıkamazsın. Varlığını biz insanlara borçlusun.
Ey bunamış koca tarih, sana senin sayfalarında yer almam gerektiğini açıklamaya çalışıyordum.
Ama şöyle bir düşündüm. Sen Kirli Eller’den kurtulamadın. Bir türlü Beyaz Sayfa açamadın. “Genç” Erol Özdemir’e bir şey verememiştin. “Yetişkin” Erol Özdemir’e de umut olamıyorsun. Bundan sonra sayfalarının arasında beni yazsan da olur, yazmasan da..
Onun için seninle yollarımı ayırıyorum.
Hadi bana eyvallah..! (2009)
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder