Fıkralar, insan yaşamının her evresinde yer bulabilen nükteli ve güldürücü hikâyelerdir.
Şimdi birine yer vereceğiz. Ama yazının sonunda bu fıkraya tekrar döneceğiz.
Temel ile Dursun çocukluk arkadaşıdır. Dursun okuyup doktor olmuştur. Bir vesile ile memlekete geldiğinde Temel’i ziyaret eder. Bir süre hasret giderdikten sonra Temel Dursun’a hasta olduğunu söyler ve kendisini muayene etmesini ister. Dursun muayeneyi yapar ve “Bir şeyin yok, iyisin” der.
Temel, birkaç ay sonra memlekete gelen Dursun’dan, kendisini yeniden muayene etmesini rica eder.
Dursun, kontrol sonucunda, önemli bir şeyi olmadığını söyler.
İlerleyen günlerde Temel’in durumu ağırlaşır. Dursun’un ziyarette bulunacağını bildiği için mezar taşına şu notu yazdırır:
“Ula Tursun, hastayım dedum inanmadın. Öleyrum dedum inanmadın. Ne oldi?”
*
Kuruluşundan günümüze birbuçuk asrı çoktan geride bırakan polis teşkilatımız, birçok sorununu yıllardan beri beraberinde taşımaktadır. Omuzundaki birçok lüzumsuz yükten kurtulamamıştır.
Gerek “Çağın Polisi” dergisinin muhtelif sayılarında, gerekse öteki yayın organlarında söz konusu sorunlar dile getirilmiş, ancak somut sonuçlar alınamamıştır.
Bugün emniyet teşkilatımız; tayin, terfi ve özlük hakları konusunda beklenen gelişmeyi gösterememiştir. Bu nedenle olması gereken yerden çok uzaktadır.
Çalışma saatlerine ilişin düzenleme, personel memnuniyetini sağlayacak nitelikte değildir.
Polisin; hangi saatte görevde, hangi saatte istirahatte olacağı belli değildir. Programlı bir yaşamdan yoksundur ve sürekli “iş stresi” baskısı altındadır.
Aslında yukarıda sözü edilen yayın organlarına bir göz atıldığında teşkilatımızın daha iyi düzeye gelmesi için birçok çözüm önerisini görebilmek mümkündür.
Örneğin terfinin bir özlük hakkı olduğu, kıdem ve liyakatin iyi puanlanması gerektiği, liyakat tespitinde, kanaatten öte, somut ya da somuta yakın kriterlerin bulunması gerektiği bu satır aralarında belirtilmiştir. Terfide en önemli kriterin ÖSY merkezinin danışmanlığında yapılacak sınavlardaki başarı olmasına dikkat çekilmiştir.
Özellikle özlük haklarının iyileştirilmesi ile ilgili dikkat çekici söylemlerde bulunulmuştur.
Benzer işler yaptığımız kamu görevlileri kadar ücret alamadığımıza dikkat çekilmiştir.
Emekli olunca en düşük emekli aylığını teşkilat mensuplarımızın aldığının altı çizilmiştir.
Derginin genel yayın yönetmeni Özgüner Polat, teşkilat mensuplarımızın özlük haklarıyla ilgili sıkıntılarını bu satırlar arasında sık sık zikretmiştir.
Birçok milletvekilimiz polisin özlük haklarının yeterli düzeyde olmadığını dile getirmiştir.
Bu gerçekten hareketle Türkiye Emekli Emniyet Müdürleri Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği bir kanun tasarısı taslağı hazırlayarak TBMM’de ilgililere sunmuşlardır. Bu tasarı ile emniyet teşkilatı çalışanları ve emeklilerinin özlük haklarının düzeltilmesi istenmiştir.
*
Mesleğimizin daha iyi düzeylere gelebilmesi için daha neler söylenmemiştir ki..
Teşkilat yasamızın 30 maddesi güncelliğini yitirmiştir.
Disiplin tüzüğünde ‘sopa’nın kullanılmasında cömert davranılıyorken, ‘havuç’ için cimri davranılmaktadır.
AR-GE’ye yeteri kadar önem verilmemektedir.
158 kadar faal görev yapan birinci sınıf emniyet müdürü varken, bunun 4-5 kat fazlası bir rezervle çalışma lüksü yaşanmaktadır.
Birkaç istisna dışında kurum içerisinden genel müdür çıkarılamamıştır.
Genel müdür, il emniyet müdürü gibi makam sahiplerinin görev ve yetkileri, teşkilat yasalarında sayılmış değildir.
Alt rütbedekiler ile üst rütbedekiler arasında ciddi bir iletişim eksikliği vardır. Her iki kesim, yoğun iş yükü altında, iletişime zaman ayıramamaktadır.
Birinci sınıf bir emniyet müdürü bile çoğu zaman Genel Müdürlük makamına çıkabilmek için özel kalem ve sekreterya hizmet birimlerini aşamamaktadır.
Polis teşkilatı, ikiyüz binlere varan sayısıyla mevcut elbiseye sığmamaktadır.
Polis Müsteşarlığı olma gereği vardır.
Teşkilat mensupları, daha ziyade duygu bağı ile bağlanabileceği üst düzey yöneticilerle çalışmak istemektedir.
Halen kullanılmakta olan rütbe isimleri için “muavin”, “yardımcı”, “ikinci sınıf”, “üçüncü sınıf” gibi uygun olmayan sıfatlar kullanılmaktadır. En küçük polis amiri rütbesi komiserden başlamalı ve yarkomiser, serkomiser olarak devam etmelidir. Emniyet amirleri ergüven, müdür sınıfları ise aygüven, baygüven, yargüven ve sergüven olarak yeniden düzenlenmelidir.
Emniyet teşkilatı çalışanları, 21’inci yüzyılı yedi geçe hâlâ derneklerin kurucusu ve üyesi olamamaktadır.
80 yataklı moral eğitim merkezlerinde birinci sınıf emniyet müdürleri çalışırken, nüfusu 300 binlere varan ilçelerde üçüncü sınıf emniyet müdürleri çalıştırılmaktadır.
Teşkilat içerisinde görev yapan sivil memurlar hâlâ ülke genelindeki en düşük maaşı alanlar statüsündedirler. Ceza verilirken polis gibi, özlük hakları konusunda başka memurlar gibi muameleye tabi tutulmaktadırlar.
Yeni emekli olan üst düzey yöneticileri bile, saçlarının ağardığı Genel Müdürlük hizmet binasına girememektedir. Giriş kartları ellerinden alınmaktadır.
*
Polisimizin sorunları ile ilgili medya mensuplarının da çarpıcı söylemleri olmuştur.
NTV Brüksel Muhabiri Güldener Sonumut 15 Ekim 2003 tarihli raporunda, bir derbi maçına 3500 polis, 12 veya 16 saat boyunca görevlendiriliyorsa, o zaman o ülkede iç güvenlik ve politika açısından bir sorun olduğunu yazmıştır.
Emin Çölaşan, Hürriyet gazetesindeki 10 Nisan 2004 tarihli yazısında, “Polislerin hafta sonu tatili yok, yıllık izin dışında izni yok, bayram tatili yok, hiçbir şeyi yok. İnsanlık dışı bir olay” nitelemesi yapmıştır.
Cüneyt Ülsever çalışma saatlerinin uygunsuzluğunu rakamlarla ifade etmiştir: “Memurlar hafta sonu 2 gün tatil yapıyorlar, polisler 1 gün. Bu demektir ki; polislerin ayda 26 gün x 11 saat/gün= 286 saat; düz memurların ayda 22 gün x 9 saat= 198 saat çalıştıklarını görüyoruz.”
Oktay Ekşi, 18 Mart 2007 günlü yazısında “Güvenlik konusunda dibe vurmuş haldeyiz” ifadesinde bulunmuştur.
*
İyileştirme modelleri çeşitli raporlarla da yansıtılmıştır:
Örneğin Polis Başmüfettişi Yücel Tutkun 12 Mart 2003 tarihli raporunda, teşkilat mensuplarına ilişkin konuların 657 sayılı yasadan ayrı olarak yeni bir metinle düzenlenmesi gereğine dikkat çekmiştir.
Yine bir valimiz başkanlığında yapılan değerlendirme sonucunda idari yargı davalarının çoğunlukla İdaremiz aleyhine sonuçlanmasına dikkat çekilmiştir. Bu raporda “Genel Müdürlük ve bağlı birimlerince, teşkilat mensuplarına ve vatandaşlara karşı yapılan işlem ve eylemlerin yüzde 45’inin hukuka aykırı olduğu ya da hukuken yanlış olduğunun mahkeme kararlarıyla tespit edilmesi, yapılan işlem ve eylemlerin yeniden gözden geçirilmesini zorunlu kılmaktadır” ifadesi yer almıştır.
Bir başka rapor 29 Nisan 2004 tarihinde Vali Cengiz Akın, Mülkiye Başmüfettişleri Arif Yıldırım ve Ahmet Apan, Polis Başmüfettişleri Osman Özbek ve Bekir Tanrıkulu ile Polis Akademisi Öğretim Üyeleri İhsan Bal ve Mehmet Özcan tarafından hazırlanmıştır.
Bu raporda polis teşkilatının; halkın yönetime katılmasını sağlayan, yönetenle yönetilenler arasında yabancılaşmayı ve kopukluğu gideren, üstün stratejik yönetim amacını ve astın yaratıcılığını ön plana çıkartan bir anlayışla yönetilmesi gerektiği vurgulanmıştır.
Bu raporda ayrıca her türlü kayırmacılığın önlenmesi, takım ruhu ve takım çalışmasının yaratılması, sorunları çözecek projeler hazırlanması, astların görüşlerinin alınması, personel yönetiminde adaletli davranılması, yaratıcılığın ve risk almanın özendirilmesi, yöneticinin kolaylaştırıcı ve yönlendirici olması konularına yer verilmiştir.
*
Bütün bunlar çeşitli ortamlarda söylendi ve yazıldı.
Söyleniyor ve yazılıyor da.
Ama sonuç Temel’in fıkrasından pek de farklı değil..
“Ne oldi?” (2007)
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder