11 Haziran 2011 Cumartesi

MESLEKTAŞIMA AÇIK MEKTUP

Sevgili Meslektaşım, bundan tam iki yıl önce bir terfi listesi hazırlamıştın. İçinde benim ismim de vardı.
Gerçi benim adımı bir yıl daha önceki listeye not etmeliydin. Ama olsun. Bir yıl sonra da olsa “ikinci sınıf” olmaktan kurtulmuş ve birinci sınıf emniyet müdürlüğüne terfi etmiştim.
Sen bunu zaten ilk kez yapmıyordun. Öteki birçok rütbemde de beni “listezede” etmiştin. Ama “zaman ilaç gibidir” derler. Unuttuk gitti.
Terfi ettiğimiz yıl, küçük de olsa bir liste daha hazırladın. Bu listede, mevcut APK uzmanlarından teftiş kuruluna geçenler yazılıydı. Ve bugünün parasıyla 400 milyon lira fazla alacaklardı.
O güzelim ellerinle yazdığın bu listede adımı aradım. Ama bulamadım.
Aynı listede terfi ettiğimiz birçok arkadaşımız, birdenbire 400 milyon lira fazla almaya başlarken beni bu haktan mahrum bıraktın.
“Liyakatli değildin” diyemezsin. Çünkü yıllarca polislik yapan biri için “teftiş işini beceremez” yakıştırması tutmaz.
Belki de elinde yeterli kontenjan ya da kadro yoktu ki bir yıl beklettin.
Bu arada alamadığım 400 milyonlar, 12 ayda tam 4.8 milyarı buldu. Yani 5 milyar liraya yakın.
Sonra aradan bir yıl geçti ve bir liste daha hazırladın. Benimle terfi edenlerin birçoğunu paralı listeye yazdığın halde beni bu listeye de yazmadın. Nedenini anlamak çok zor.
Benim almam gereken ve fakat alamadığım özlük hakkım, akranlarıma göre 24 ay sonunda tam 9.6 milyara ulaştı. Bir ay geçince tam 10.000.000.000 Türk Lirası.
Yazıyla da belirteyim mi?
“On milyar lira.”
Eğer ilk yıl hemen teftiş kuruluna geçemeyeceğimi söylüyorsan, beni 2004’de de APK’da bekleterek, 2005’e kadar yine aynı meblağdan mahrum bıraktın.
Her bir aylık fark, asgari ücretli parasından da fazla.
Biliyor musun, bu parayla tam beş çocuk üniversiteye hazırlanıyor.
Polis kantininden bu parayla tam 770 kg. et alınabiliyor.
Ya da başka yiyecekler...
Başka ihtiyaç maddeleri...
Vicdanın nasıl elverdi de benim adım yerine başkasını yazdın. Ve beni bu özlük hakkımdan mahrum bıraktın.
Oysa biz seninle aynı tavanın balıklarıydık.
Bornozu seninle aynı ocakta tanımıştık.
Üç öğün düzenli yemeğimizi belki de o ocakta yeme imkânı bulmuştuk.
Yüce bir mesleği, daha da yüceleştirmek için birlikte and içmiştik.
Yüce Ata’mızın çağdaş Türkiye’sinde vatandaşımızın hukukunu birlikte sağlayacaktık. İlmimiz ve vicdanımız hür olacaktı.
Her türlü yasal düzenlemenin kaynağını, anayasadan alacağına inanmıştık. Böylece hukukun üstünlüğü ilkesini sağlayacağımıza söz vermiştik.
Yüce dinimizin kurallarını birlikte öğrenmiştik. Kul hakkı yemenin çok büyük günah olduğunu, telafisi olmadığını unutmamız mümkün mü?
Nasıl oldu da bu 10 milyarın benim yerime, benden sonraki meslektaşıma geçmesini sağladın?
O zaten sırası gelince alacaktı.
Ne oldu da cüceyi yüce yaptın?
Bana söyleyebilir misin, şu kanundan ya da şu tüzükten dolayı yaptım diye?
O güzelim ellerin, hani o aynı lavabolarda yıkadığımız ellerin, aynı kombinede spor yaptığımız, aynı potaya basket topu attığımız o güzel ellerin nasıl oldu da Ali yerine Veli yazdı. Ne oldu sana? Bir türlü anlayamıyorum.
Neydi seni bu kadar acımasız kılan?
Oysa benim bildiğim sen, bu kadar acımasız olamazsın.
Yoksa birileri sana zorla mı yaptırıyor bunu. Ali yerine Veli yaz diye zorlayanlar mı var?
Ama biz seninle yeni memur olurken rüştümüzü ispat ederek yani kazai rüşt kararıyla ilk maaşlarımızı almadık mı?
Kimsenin kanunsuz emrine boyun eğmeyip özgür irademizle vicdanımız hür olarak karar vermeyecek miydik?
Mezun olurken, elimizi bayrağın ve silahın üzerine koyarak, kanunların bize verdiği vazifeleri sadakatle yapacağımıza birlikte yemin etmemiş miydik?
Turgut Bayram’lı, İclal Korhan’lı, Cahide Savaşyar’lı, sonraki yıllarda Coşkun Üçok’lu, Şeref Gözübüyük’lü eğitim yuvamız bu olupbittileri duysa ne der, diye düşünmedin mi?
“Daha birbirinizin hakkını koruyamıyorsunuz, başkalarının hak ve hukukunu nasıl sağlayacaksınız” demezler mi?
Sakın bana “isimleri dışarıdan veriyorlar” deme. Ben seni ‘dışarıdan kumandalı liste hazırlayıcı’ olarak düşünemiyorum. Seninle aynı yemekhanede yemek yedik, aynı koğuşların havasını teneffüs ettik.
Seni iyi tanıdığım için bir türlü inanamıyorum. Ama listezede olduğumu görünce de kafam allak bullak oluyor. Klavye başına geçince ellerinin yanlış tuşa vurmasını kabullenemiyorum. Yoksa öğretilmedi miydi bize “doğrular birdir” diye.
Senin doğrun, neden eğrildi sevgili meslektaşım!
Yoksa doğruları gösterecek birine mi ihtiyacımız var?
Ama rüştümüzü ispat eden devlet görevlisiyiz demiştik ya...
Yoksa doğrular bir prosedüre mi bağlanmamıştı? Yani bir sisteme...
Ya da bizim bir sahibimiz mi yoktu?
Sosyal haklarımız, Anayasamızın ikinci maddesinde anlamını bulan hukuk devletinde neden tıkır tıkır yürümüyordu. Yoksa bütün bunlar için sendikal faaliyetler içerisine mi girmek gerekiyordu?
Ama sağımıza solumuza baktığımızda, birilerinin etkisinde kalınmadan personel arasında iç huzurun sağlanabildiğini görebiliyoruz.
Anlaşılan, senin etrafını dikenli teller sarmış. Dışarı çıkmak istiyorsun. Ama çıkamıyorsun. Bunu bir kader sayıp teslim olmuşsun. Ama ne olur, bizim geleceğimizi teslim etme.
Sevgili meslektaşım, ne olursa olsun, kimden gelirse gelsin, kendi doğrularımızı artık kendimiz belirleyelim.
Özlük hakkı, kişinin öz hakkıdır. Yani kul hakkıdır. Yüce dinimize göre, başka günahlar affedilebilir, ama kul hakkı yiyen asla affedilmez. Dinimizin bu kuralını bilmiyordum diye sakın söyleme. Çünkü inandıramazsın.
Bizim aklımıza böyle kötü şeyler gelirken, sen bu sene birden bire o kadar adilane bir liste çıkardın ki başta ben olmak üzere bir çoğumuz çok etkilendik.
Önceki büyüklerimizin yaptıkları yanlışlık sonucu özlük mağduru olanlarımız vardı. Birinci sınıf emniyet müdürlerine farklı maaş sistemi uygulamışlardı. Şimdi ise, bu mağduriyeti gidermek için emekliliğine iki yıl kalanlardan başlamak üzere yeni bir liste yaptın. Ne kadar mükemmel bir düşünce idi. Meslektaşlarımız, sırasıyla özlük haklarını alacaklar, en önemlisi emekliliklerinde de bu haktan yararlanacaklardı. Zira onlar da yıllarca bu meslekte saçlarını ağartmışlardı.
Bu liste 10 kişilikti. Onlar çok sevindiler.
İnanın sevgili meslektaşım, ben de çok sevindim. Çünkü sondan başlanmıştı. Artık sıra bana da gelecekti. Bir kere sisteme bağlanınca problem hallolacaktı.
Listeyi görünce “ellerinize sağlık” dedim. “Allah razı olsun” dedim. “Klavyeyi tuşlayan parmaklarınız dert görmesin” diye geçirdim içimden.
Bu uygulamadan duyduğum mutluluğu önce evimde, sonra da yakın çevremde paylaştım.
İnanır mısın, bundan önce yaptığın tüm liste yanlışlarını unuttum bile.
Fakat ertesi gün öyle bir liste daha çıkardın ki evlere şenlik.
Tam 34 kişilik bir liste.
Yine birçoğu benden sonraki meslektaşlarımız. APK’dan teftiş kuruluna transfer edilmişler. Yine benden ayda 400 milyon lira fazla özlük hakkı alacaklar.
Madem bu kadar kadro vardı. Sondan başlayarak yaptığın listeyi 10 yerine 44 yapsaydın bana ve benim gibilere daha çabuk sıra gelebilirdi.
Yani 58 yaşındaki 10 personelimize yansıttığın iyiliği, mademki elinde 34 kadro vardı, neden 57, 56 hatta 55 yaş grubuna yansıtmadın?
Çiçeği burnundaki bir yıllık birinci sınıf emniyet müdürlerini 400 milyonluk bu hakka dahil ettin de, yıllarca bu özlük hakkını bekleyenleri hangi vicdanla bir çırpıda pas geçtin?

Bir gün önce boşuna sevindiğimi anladım.
Meğer atalarımız boşuna dememişler:
“Huylu, huyundan kolay vazgeçmez” diye.
İnanır mısın sevgili meslektaşım, şimdi aynen oyundan düşmüş futbolcu gibiyim.
Ne oldu sana da bir günde bu kadar değişebildin?
Sen bana güvenmiyorsun ki listeye benim adımı yazmayıp benden sonrakileri kaydediyorsun.
Söyler misin bana, şimdi cephede ben nasıl güveneyim sana?
Sevgili meslektaşım, şimdiki rüyalarımız, okullu günlerimizde gördüklerimizden bir hayli farklı. Ama seninle paylaşmayı uygun gördüm.
Mektubuma son verirken sana yine de selamlarımı sunuyorum. Yine de seni çok seviyorum. Allah iyiliğini versin.
2005 listesinde görüşebilmek ümidiyle… (2004)

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder