İsterseniz bir anıyla başlayalım:
Maktul, yerleşimin olmadığı bir arazidedir. İz ve delillerin kaybolmaması için polisçe gerekli tedbirler alınmıştır. Cumhuriyet savcısının olay yerine gelmesi beklenmektedir. Bu arada olayı duyan medya mensupları da gelmiştir. Polisin belirlediği mesafenin dışından görüntü almaya devam etmektedirler. Ancak biri var ki daha yakından görüntü almak için omzundaki kamerasıyla yasaklanan alana girmek istemektedir. Polis kendisini sözlü olarak uyarır. Ancak o büyük bir titizlikle öteden beri gelerek adeta görüntüyü tek başına kucaklamak istercesine polisi duymayarak daha doğrusu duymak istemeyerek görüntü almaya devam etmektedir. Polis dokunarak yasağı hatırlattığında ise bu defa polisi de görüntü içine alır. Amacı polisin mukavemetini kırmaktır.
Burada medya mensubunun maktule ne kadar yaklaştığı, iz ve delilleri ne ölçüde olumsuz etkilediği ya da polisin karşı koyuş biçimi konusunda olayın sonucunda olumsuz bir durum söz konusu olmamıştır.
Ancak omzunda tuttuğu kamerayı bir silah gibi kullanarak polisin karşı koyuşuna engel olmaya çalışmıştır.
Buradan şu sonucu çıkarmak mümkündür:
Polise yasayla, kendisine veya başkasına yapılacak saldırıyı bertaraf etmesi için silah taşıma ve kullanma yetkisi verilmiştir. Öte yanda sadece görüntü almaya yarayan bir cihazın neredeyse bir silah kadar etkili olabildiği gözlemlenebilmiştir. O halde bu önemli silahı neden terörle mücadelede kullanmayalım?
Aslında medya toplumsal yaşamda yasama, yürütme ve yargı erkinden sonra dördüncü kuvvet ölçüsünde değerlendirilecek kadar etkili bir konuma sahiptir. Ancak ister istemez terörizmin kötü emellerini gerçekleştirmesine de katkı sağlayabildiği görülebilmektedir.
Medyanın en ortasındaki isimlerden biri olan Saim Ertuğ’un fikirlerinden de yola çıkarak belirtmeliyim ki terör örgütleri medyadan yararlanabilmektedirler. Bunu iki türlü yaparlar. Ya kendi yayın organları aracılığı ile ya da ulusal veya uluslararası yayın organları ile.
Terör örgütleri medyadan öncelikle kendi yayın organları aracılığıyla yararlanırlar. Bunlar çoğu kere bir dergi ya da gazetedir. Ancak uluslararası boyuta ulaşmış bulunan terör örgütleri bu anlamda çok daha büyük imkânlara kavuşmuşlardır. Terör örgütleri kendilerine doğrudan bağlı bu yayın organlarıyla, bir taraftan aracısız olarak propagandalarını yapmaktalar, diğer taraftan da hedef gösterip talimatlar yağdırabilmektedirler.
Bu tür girişimlere karşı alınacak önlemler bellidir. Öncelikle gerekli yasal düzenlemeler yapılmalı ve konuyla ilgili olarak güvenlik görevlilerinin eğitimleri tamamlanmalıdır. Ayrıca yurt dışından yapılan yayınları engellemek için uluslararası girişimlerde bulunulmalıdır. Kısacası illegal olarak yayın hayatlarını sürdürmek isteyenlerin yayın organları kapatılmalıdır.
Görüldüğü üzere bu yöntemle sonuç almak kesindir ve mücadele yasal zeminde yapılmış olmaktadır.
Terör örgütlerinin medyadan yararlanma biçimlerinden ikincisi de ulusal ve uluslararası yayın organlarıdır. Terör örgütleri, çok daha büyük kitleleri etkileme gücüne sahip olan ulusal ve uluslararası medya kuruluşlarını kullanmaya ve onlardan birer propaganda aracı olarak faydalanmaya yönelik girişim ve eylemlerde bulunurlar. En tehlikelisi de budur. Bir veya birkaç dış ülkeden destek almayan hiçbir terörist grubun uzun vadede varlığını sürdüremeyeceği açık bir gerçektir.
Terörist organizasyonların dış ülkelerden aldıkları destek, günümüzde sadece silah, askeri eğitim, lojistik destek ya da parasal yardım değildir. Yardım, çoğu zaman medyadan yararlanma olanağı da yaratabilmektedir. Terörist organizasyonlar artık yardım gördükleri dış ülkelerde legalize olarak, gazete, dergi çıkarabilmekte, haber ajansı açabilmekte, radyo ve televizyon yayını bile yapabilmektedirler. Üstelik bu yayınlar o ülke sınırlarını aşıp hedef kitlelerine ulaşabilecek güce ve boyuta varabilmektedir. Birçok dost ve müttefik ülkenin, terör örgütleri için yayın organlarını, haber ajanslarını propaganda amaçlı kullanabildikleri bilinmektedir.
Terörizmin Medya İhtiyacı
Terörizm, medyaya iki önemli nedenle ihtiyaç duyabilmektedir. Birincisi, medya aracılığı ile büyük kitlelere ulaşabilme imkânı bulabilirler. İkincisi, toplumda oluşan tepkileri anında toplama, ölçme ve değerlendirme şansını elde ederler.
Büyük Kitlelere Ulaşabilme İmkânı
Terör örgütlerinin karıştıkları olaylara bakıldığında toplumda en büyük yankıyı yapacak ve seslerini en iyi duyuracak eylemleri tercih ettikleri görülecektir. Medya- terör ilişkileri bu yönüyle incelendiğinde, ikili bir ilişki söz konusudur. Bir taraftan terör medyayı kullanırken, diğer taraftan medya haber ihtiyacını karşılamaktadır. Yani ihtiyaç duyduğu habere ulaşabilmektedir. Bu, demokratik ülkelerde böyledir.
Ancak eski doğu bloku ülkelerinin hiç birisinde demokrasi yoktu. Dolayısıyla özgür medya da yoktu. Kendilerine yönelik terörist bir faaliyetten de söz edilemezdi. Bugün Küba’da, Kuzey Kore’de ve Çin Halk Cumhuriyetinde de durum aynıdır. Yakın bir geçmişte, Saddam Hüseyin diktatörlüğünde Irak’ta da aynı durum mevcuttu. Ne muhalefetten, ne de muhalif medyadan söz edilebilmekteydi. Irak’ın kuzeyindeki ayrılıkçıların davranışları, belki de kitle imha silahları kullanılarak bastırılıyordu.
Hafız Esat’ın Suriye’si için de aynı şeyler söylenebilir. Bir ülkede demokrasinin varlığından, muhalefetten, siyasi partilerden ve özgürlüklerden söz edilebiliyorsa bağımsız medyadan da söz edilebilecektir. Böyle bir ortamda bağımsız medya kuruluşları aynı zamanda birer ticari müessese oldukları için tiraj ve reyting yükseltme yarışına da gireceklerdir. İşte bu noktada mevcut özgürlüklerden de yararlanarak kendisine daha kolay taraftar bulma imkânına kavuşan terör örgütleri, yapacakları eylemleri, medyanın bu zaafından maksimum düzeyde yararlanarak en geniş kitlelere ulaştırmayı amaçlarlar.
Demokrasiden ve bağımsız bir medya yapılanmasından vazgeçilemeyeceğine göre bu durumu bir kader gibi kabul etmek yerine bir dizi tedbirler alarak medyanın haber ulaştırma görevinin devam ettirilmesi sağlanmalıdır. Demokrasiden vaz geçilemeyeceği gibi medyadan da vaz geçilemez. Bu durumda medya, terörle ilgili haberleri verecektir. Aksi takdirde toplumun haber alma hürriyeti engellenmiş olacaktır. Bu da antidemokratik bir ortamın oluşmasına yol açacaktır.
Esas mesele medyanın bu haberleri nasıl vereceğidir. Bu noktada terörizmin tanımına gitmek gerekmektedir. Murat Özgen, Polis Dergisinin 40’ıncı sayısında yayımlanan yazısında terörizmi şöyle tanımlamaktadır: “Terörizm; saldırılan veya korkutulan sivil ve masum kurbanlar aracılığıyla hedeflenenden daha büyük bir kitleyi yıldırıp korkutarak, yasa dışı stratejik ve siyasal amaçlarını gerçekleştirmek için bir grubun veya devletin planlı bir biçimde şiddeti kullanması veya kullanma tehdidinde bulunmasıdır.” Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere, terör ve şiddet iç içedir. Şiddetsiz terör olmaz. Bu noktada, medyanın şiddet ve terör haberlerini nasıl verdiğine ve bunun toplum üzerinde nasıl bir etki yaptığına bakmak gerekmektedir.
Şiddet ve terör haberleri verilirken, farkında olmayarak da olsa terörizme hizmet edilebileceği bilinmelidir. Çünkü haberler esnasında terör örgütlerinin propagandası yapılabilmektedir. Öte yandan korku ve yılgınlık duyguları oluşursa terör örgütü yandaşlarına moral verilebilmektedir.
Bunun tersi de söz konusudur: Terör örgütleri nasıl bir örgütlenme modeli içinde olursa olsun, kimden ya da kimlerden destek görürse görsün mutlaka başarısızlığa uğrayacağı yönünde bir kanaatin oluşmasına katkıda bulunularak, toplumda devlete ve güvenlik güçlerine bir sempati ve güven duygusu oluşturup, sempatizanlarının moral değerlerinin çökertileceği intibaı yaratılabilmelidir. Esasen, temelde sorun bu iki nokta da düğümlenmektedir. Eğer birinci durum söz konusu ise süratle önlemler almak, ikincisi geçerli ise mevcut durumun sürdürülmesine katkıda bulunmak gerekir.
Meselenin bir diğer yönü de farkında olmadan ya da reyting veya tiraj hevesiyle terör ve şiddet haberlerinin gereğinden daha uzun süre ile verilmesidir. Bu durum toplumu büyük ölçüde etkileyebilmektedir. Burada dikkat edilmesi gereken husus, terör örgütlerinin medyayı sonuna kadar kullanmaya çalışma istekleridir. Bir akademisyen olan Cengiz Özdiker, bir yazısında ABD’de yapılan bir araştırmanın sonuçlarına yer vermiştir. (Polis Dergisi, Sayı 40) Buna göre ABD’de bir çocuk, ilkokulu bitirinceye kadar tv ve sinemalarda yaklaşık 8 bin kişinin öldürüldüğünü seyretmektedir.
ABD’de kitle iletişim araçlarında şiddet görüntülerine gereğinden çok fazla yer verildiği bilinmektedir. Ancak beraberinde; kötü insanların şiddete başvurduğu, şiddet uygulayanların bir polis, bir siyasi kişi ya da bir bürokrat olsa bile cezalandırılacağı, başarısızlığa uğrayacağı, jüri önünde yani toplumun temsilcileri önünde hesap vereceği de belirtilmektedir. Eğer bir ülkede günlük hayatta verilen bu mesajları doğrulayan olaylar yaşanabiliyorsa o ülkede medya istediği kadar sayfalarına ya da ekranlarına şiddeti taşısın, ciddi hiçbir etki yapamayacaktır. Belki de tiraj ve reyting kaybedecektir. Kaldı ki yaşadığı toplumun bir parçası olan medya mensupları ve medya organlarının sahipleri, içinde yaşadıkları toplumla aynı duyarlılıkta olacakları için büyük ölçüde kendiliğinden ve gönüllü olarak şiddet ve terör haberlerini yayınlarken daha dikkatli ve temkinli olacaklardır. Sorumluluk sahibi birer insan olarak yönlendiriliyor olma ya da kullanılıyor olma kaygısı taşıyacaklardır.
Oysa azgelişmiş ya da gelişimini ve demokrasisini tamamlayamamış ülkelerde toplumsal yapı ve doku, birtakım farklılıklar arz etmektedir. Böyle ülkelerde toplum çok daha kolay provoke edilir. Kamplaşmalar daha kolay sağlanır. Yoksulluk ve diğer dengesizliklerin yarattığı huzursuzluk da eklenince dokunun parçalanması süreci daha hızlı işler. Türkiye’deki gibi yasalar sık sık değişir ve her 3-5 yılda bir af ilan edilirse, toplumun adalete ve devlete olan güveni daha kolay sarsılır. “Herkesin yaptığı yanına kâr kalıyor” mantığı yerleşir. Bu durumda rüşvetçiler, hortumcular, yolsuzluk yapanlar çoğalır. Eğer bunlar süratle gerekli cezayı almazlarsa durum daha da kötüye gider. Siyaset yapmak ya da siyasi partilere destek vermek, yasal ya da gayri ahlaki yollarla pastadan pay kapma yarışına dönüşebilir. Hukuk unutulur. Adaleti herkes kendisi uygulamaya kalkışır. Belli gruplar adalet dağıtmaya başlar. Bu durum mafya örgütlerinin çoğalmasına yol açar. Bu tür örgütlenmeler, belli bir kesim tarafından meşruiyetle anılabilir. Yasalar yavaş yavaş önemini yitirir ve yasal boşlukları arayıp bulmak ve ondan yararlanma yoluna gitmek bir marifet ve başarı olarak algılanır.
Bu, terörün aradığı bir ortamdır. Bu ortamda terör hedefine daha kolay ulaşır. Daha kolay taban bulur. Çünkü terörist, bu yaşananlara karşı bir direniş içerisinde olduğuna daha kolay ve çabuk inandırılır. Bütün bunların doğal bir sonucu olarak da böyle ülkelerde ve toplumlarda medyadan verilen terör ve şiddet haber ve görüntüleri daha büyük bir etki yapar. Bir insanlık suçu işlemekte olan terörist, kendisinin doğal tabanı olarak gördüğü hedef kitlesinin hiç değilse bir kısmının gözünde daha kolay ve çabuk kahraman olur. Diğer ülkelere nazaran bu ülkelerin medyası da terörizme daha kolay alet olabilir. Çünkü hem terör ve şiddet haberleri daha çok tüketilir, hem de doğruyla eğri, suçsuzla suçlu birbirine karıştırılmış olabilir.
Toplumda yaşanan bu kaostan medya mensubu ya da yayın organı sahibi de, toplumun bir parçası olarak etkilenecektir. Durum böyle olunca, haberi veren ya da yorumu yapan medya en göz önündeki kurum olarak daha kolay suçlanabilecektir.
Bir ülkede demokrasi bütün kurum ve kurallarıyla yerleşmişse, adalet mekanizması etkin ve hızlı bir şekilde işliyorsa, güvenlik güçleri gerekli bütün bilgi, beceri ve teçhizatla donatılmışsa, o ülkede vurgundan, soygundan, hırsızlıktan, hortumdan, kapkaçtan söz edilmiyor demektir. Böyle olunca toplumun devlete olan güveni maksimum düzeye çıkar. Toplumlarının birer parçası konumunda olan medya organ ve mensupları da bu ortak kanıya sahip olduklarında, terör ve terörizme karşı ortak bir tavır gelişmiş demektir. Bu durumda medya oto kontrol ya da oto sansür sistemini daha kolay geliştirip yerleştirecek ve anti terör faaliyetleriyle ilgili olarak daha kolay ikna olacaktır.
Türkiye gibi terörün her türünü yaşamış ve birçok alanda eksiklerini giderememiş, ancak bu anlamda da büyük gayretler içerisinde olan bir ülkede, terörizmle mücadelede bütün yük ve sorumluluğun güvenlik güçlerinin üzerinde bırakılması hem adil ve doğru değildir ve hem de kalıcı bir çözüm oluşturmaz.
Terörizmle topyekun bir mücadele şarttır. Askeri güçle birlikte öteki milli güç unsurları olan siyasi güç, ekonomik güç, nüfus gücü, coğrafi güç, sosyo kültürel güç, bilimsel ve teknolojik güç bir arada kullanılabilmelidir. Uzun soluklu bu mücadelede toplumun her kesimine görev ve sorumluluk düşmekte ise de medyanın rolünün çok büyük olduğu da ortadadır. Çünkü medya Türkiye gibi ülkelerde hâlâ çok etkin bir konumdadır.
Tepkileri Ölçme ve Değerlendirme İmkânı
Terörizmin, medyaya ihtiyaç duyma nedenlerinden ikincisi; eylemin ardından toplumda oluşan tepkileri toplama, ölçme ve değerlendirme hizmetini sunuyor olmasıdır. Her terör örgütü, kendisine göre planlı ve stratejik bir eylem gerçekleştirdiğinde bunun toplumda uyandırdığı reaksiyonu, meydana getirdiği etkiyi ve oluşan toplumsal tepkileri derleyip analizini yapmak ister. Çünkü sonraki eylemleri için bazı değerlendirmelerde bulunacak ve bir öncekinden dersler çıkaracaktır. Amaç; daha sonraki eylemlerinde en az hata yapmaktır. Ayrıca;
• Eylem istenen etkiyi yaptı mı?
• Toplumun reaksiyonu ne oldu?
• Yeterli korku unsuru yaratılabildi mi?
• Destek mi gördü?
• Nefret mi edildi?
Bu soruların cevabını almak için geniş bir anket çalışması yapmalarına hiç gerek olmayacaktır. Çünkü yanıtları en geniş anlamda medyada bulabilecektir. Köşe yazarları ve program yapıcıları gazeteler, tv ve radyolarda yaptıkları değerlendirmelerle, verdikleri fotoğraf ve görüntülerle, yaptıkları röportajlarla yukarıda sözü edilen bilgileri halkın yanı sıra terör örgütüne de sunmuş olurlar. Hem de terör örgütünün gündemde kalmasını sağlamış olurlar.
İşte bu noktada da medyaya çok büyük sorumluluklar düşmektedir. Haberi sunuş biçimi ve süresinden çok daha önemli ve daha kalıcı bir etki bırakacak olan şey, şiddeti yani terör eylemini, kısacası bu insanlık suçunu gündemde tutmaktır. Haberin kısa ya da uzun verilişinden ziyade günlerce sunulması, yorumlanması terörizmin daha çok işine yaramaktadır. En uygun saatlerde yayımlamakla da terör eylemi daha etkili kılınmış olmaktadır.
Terörizmin, Medya Aracılığıyla Yapacağı Etkiye Karşı Alınan Önlemler
Terörizme karşı verilecek mücadele çok yönlüdür. Uzun vadeli ve topyekun bir çalışmayı gerektirir. Saim Ertuğ’un da betimlediği gibi medya üzerinden yapacağı etkiyi en aza indirmek için temelde iki nokta üzerinde durulmasında fayda vardır.
Bunlardan ilki, devletin medyayı toplumun çıkarları doğrultusunda yönlendirmesidir. İkincisi ise medyanın kendi özdenetimidir.
Devletin Rolü
Mademki terör örgütleri medyayı kullanarak bir sonuç almaya çalışmaktalar ve bu çabalarından da asla vazgeçmemektedirler. O halde devlet de medyayı kendi arzuladığı biçimde ve toplumun çıkarları doğrultusunda yönlendirebilmelidir. Burada devletten kastımız bütün kamu kurum ve kuruluşlarıdır. Demokratik ülkelere bakıldığında bu işin çok açık ve profesyonelce yapılmakta olduğunu görebilmek mümkündür. Bu ülkelerin hemen hepsinde kamu ve özel sektör kuruluşlarının, mesleğinde uzman basın ve halkla ilişkiler elemanları aracılığıyla medyayı etkileme yoluna gittikleri gözlemlenmektedir. Siyasi partiler daha da ileriye giderek imaj maker gibi uzman kişilerle çalışmaktadırlar. Türkiye’de medyayı etkileme işi, özel sektörde kısmen yapılıyor olsa da, kamuda pek önemsenmediğini söylemek mümkündür.
Tüm kurum ve kuruluşlarıyla terörizmle mücadele etmek devletin asli görevlerindendir. Tüm kurumların, özellikle de güvenlik ve istihbarat örgütlerinin, medyayla ilişkilere özel bir önem verip, koordinasyon içerisinde ve hassasiyetle hareket ederek, terör örgütlerinin bir adım önünde yer almaları gerekmektedir.
Birçok alanda olduğu gibi bu konuda en başarılı örneği ABD vermektedir. Bir propaganda aracıymış gibi basını ayrı bir yerde tutabilmeyi başarmaktadır.
Öyle ki özellikle birinci körfez savaşında, CNN televizyonunu yanına almayı bilmiş ve savaşı neredeyse bütün dünyaya naklen ve istediği şekilde izlettirmiştir. Hatta dünya medyasını da etki altına alarak CNN çıkışlı haber ve görüntüler yayınlatmıştır.
Terör örgütü El Kaide, 11 Eylül saldırılarını dünyaya naklen izletme başarısını gösterebilmiştir. Dünya Ticaret Merkezi ikiz kulelerine ilk uçağın çarptırılmasının ardından adeta medya mensuplarının bölgeye gelmelerini bekleyip 20 dakika sonra ikinci uçağın kuleye çarpmasını sağlamış, böylelikle de saldırıların bütün dünyada naklen izlenmesini temin etmişlerdir.
Bu saldırılarda ABD önlem olarak hiçbir ceset ve kan görüntüsünün yayınlanmamasını sağladıysa da, saldırıların naklen yayınına engel olamamıştır.
Bütün bunlardan ders çıkaran İngiltere, Londra metrosunda meydana gelen terörist saldırının hemen sonrasında olay yerini çevreleyip, giriş çıkışı yasaklamış, böylece de vahşet ve şiddet görüntülerinin yayınlanmasının önüne geçmiştir.
Görünen o ki, herkes bir şekilde medyayı kullanmak, ondan maksimum düzeyde yararlanmak ve yönlendirmek, bazen de medya aracılığıyla oluşacak yıkımı en aza indirmek çabası içerisine girmiş bulunmaktadır. Amaç, medyanın işlevini kendi lehine kullanmaya çalışmaktır.
Bütün kurum ve kuruluşlar basın ve halkla ilişkiler birimlerini geliştirip, daha aktif bir konuma getirmelidirler. Çünkü halkı terörizm tehlikesine karşı en hızlı ve yaygın biçimde bilinçlendirmenin yolu medyadan geçmektedir. En iyi bu yolla halkın güveni kazanılıp teröriste korku ve ümitsizlik pompalanabilir. Murat Özgen’in aktardığına göre İngiltere’de yapılan bir araştırmada, yakalanan suçluların yüzde 80'in üzerinde bir oranla halkın verdiği bilgiler sayesinde ele geçtiği tespit edilmiştir. (Polis Dergisi, Sayı 40) Buradan şu sonuca ulaşmak mümkün olabilir: Buna göre İngiliz polisi kendi halkının güvenini kazanmış ve o toplum için çalıştıkları bilincini halkına vermeyi başarmıştır.
Bu bilinci verip böyle bir ilişki ağı kurmanın en doğru ve kestirme yolu, başarılarıyla kendini kanıtlamanın yanı sıra, iyi bir basın ve halkla ilişkiler birimi kurup, bunu işlevsel bir konuma getirmektir. Bunun için öncelikle medyayla sıkı bir ilişki geliştirilmeli, onlarla iyi bir iletişim ağı kurulmalıdır. Örneğin belirli aralıklarla belirli merkezlerde medya mensupları, yöneticileri ve sahipleri davet edilerek bilgilendirilmeli ve terörle mücadelede hedefler ve gelinen aşamaya ilişkin olarak bilgiler verilmelidir. Bu alanda zaaflar tespit edilerek, terörle ilgili haber ve yorumlarda daha özenli ve dikkatli olmaları istenebilir. Bu yapılırken asla sansürden söz edilmeden, ancak dikkatsizlik ve özensizlikten kaynaklanan haber ve yorumların toplum üzerinde yaptığı tahribata değinilmelidir.
Ayrıca güvenlik birimlerinin faaliyetleriyle ilgili bilgilere, basının süratle ulaşması sağlanarak başka haber kaynakları arama çabalarına son verilmelidir. Hatta bazı durumlarda basın için özel araçlar sağlanarak zamanında olay yerine intikalleri sağlanabilir.
Birinci körfez savaşı sonunda, Türkiye’nin Güneydoğu sınırlarına gelen sığınmacılarla ilgili Türk ve dünya basınının temsilcileri, sınırın hem Türkiye hem de Irak tarafını görmek ve görüntülemek istemişlerdir. Bu aşamada ABD devreye girerek Türkiye’deki üslerinden günde birkaç defa helikopterlerle Türk ve dünya basınının temsilcilerini, haberin olduğu yere bırakıp tekrar geri almışlardır. Bu durum o dönemde, ABD adına bir jest olarak kabul görmüştü. Böylece basın mensuplarının neredeyse tamamı başka bir vasıta ve haber kaynağı arama gereği bile duymamıştı.
Özellikle güvenlik alanında, medya mensuplarının haber kaynağı olarak resmi birimlere birinci önceliği vermeleri sağlanmalıdır. Böylece güvenlik güçlerinin, suç, şiddet ve terörle mücadelesinde basının desteği önemli ölçüde sağlanmış, diğer taraftan da eksik, yalan, yanlış bir takım haber ve yorumların da önüne geçilmiş olur. İş o noktaya getirilmelidir ki, asayişle ilgili konularda, tek ve en önemli, aynı zamanda da en doğru ve güvenilir haber merkezi ve kaynağı, ilgili birimlerin basın ve halkla ilişkiler birimleri olmalıdır. Aksi halde bu birimler istihdama katkıda bulunan, sembolik birimler olmanın ötesinde hiçbir anlam taşımazlar. Diğer taraftan bu birimlerde istihdam edilecek personelin, çok özenle seçilip, çok iyi eğitilmiş olması şarttır. Çünkü basınla ilişkiler en zor ve riskli çalışma alanlarından birini oluşturmaktadır. Basın mensubu her zaman kuşkucudur, her durumdan ve beyandan haber ve yorum çıkarma eğilimindedir. Sansasyon yaratmak isteyebilir. Haber atlatmak isteyebilir. Sürekli bilgi alma çabasındadır. Muhaliftir. Ayrıca o anda yeni ve ilginç başka bilgilere ulaşmış olması ihtimali her zaman vardır. Ve nihayet kolayca ‘atlatılmak’ istemez.
Diğer taraftan güvenlik güçlerinin de, gerekli hallerde, bilgiyi geciktirme, erteleme, saklama mecburiyeti doğabilir. Bazen başlatılmış bulunan bir operasyonun selameti açısından, bir takım bilgiler ya da operasyonun kendisi gizli tutulmalıdır. Bu nedenle bazen zorluklarla karşılaşılması kaçınılmaz olsa da, medyayla doğru dürüst bir ilişki kurulması da kaçınılmazdır. Aksi, güvensizliğe yol açar. Bu durumda, yapılan her şeyin havada kalma, yanlış anlaşılma ve yanlış yorumlanma ya da zamanında halka duyurulamama riski ortaya çıkabilir.
Medyayla çok sağlıklı ve başarılı ilişkiler geliştirilmesi, toplumun en geniş kesimine, en kısa sürede ve en doğru şekilde ulaşılması olanağını da beraberinde getirir. Medyaya sadece teröristler değil, tüm kişi ve kurumlar ulaşmak, ondan yararlanmak ister. Aslında bu alanda gizli ya da açık bir rekabet söz konusudur. Başta siyasi partiler olmak üzere bazı kişi ve kurumlar hem medyadan şikâyet ederler, hem de medyasız başarılı olamayacaklarını bilirler. İş adamları, sanayici ve tüccarlar da medyanın bu özelliğinin farkındadırlar. Reklâm ve ilan vererek ya da vermeyerek medyayı etkilemeye çalışırlar. Devletin ve özellikle güvenlik birimlerinin de bunu kavrayarak, belki de bu rekabetin içinde yer alması ve en doğru ve en güvenilir bilgi kaynağı olma özelliğini de öne çıkarıp kullanarak, toplumsal yarar adına medyayı etkilemeye çalışması doğru bir yaklaşım tarzı gibi görünmektedir.
Medyanın Özdenetimi
Medyanın, kendi özdenetimiyle ilgili yapması gerekenler de vardır. Başta basın meslek ilkelerine uyulmasını sağlamaya yönelik çabalarını artırmaları gerekmektedir. Medya mensupları, kendi içinde özeleştiri yaparak, özellikle terör ve şiddet konusunda daha hassas ve özenli bir tutum sergilemelidirler. Nasıl terörizm uluslararası bir boyuta ulaştıysa, medya organ ve mensupları da basın meslek kuruluşları aracılığıyla uluslararası bir ilişki ağı oluşturarak, terörizme, yani tüm insanlık için bir bela olan bu vahşete karşı ortak bir tavır benimsenmesi yönünde bir çalışma başlatmalıdırlar. Böyle bir çalışma sonuçlandırılıp uygulama alanına sokulabilirse, belki de terörizm hiç beklemediği ölçüde büyük bir darbe almış olur.
Aslında terörizme karşı mücadelede, hiçbir ülke tek başına tam ve kesin bir sonuç alamaz. Bu konuda bir sonuca varılması için mutlaka uluslararası bir dayanışma ve işbirliği gereklidir. Bugün sağlanamamış olsa bile böyle bir işbirliğine kesin olarak ihtiyaç vardır.
Aynı şey ulusal medya kuruluşları için de geçerlidir. Herhangi bir ülkede medya, ekranlarını ve sayfalarını terörizme ve şiddete kapatsa dahi, büyük ölçüde bir başarı sağlanamaz. Bunun uluslararası ölçekte yapılması kuşkusuz daha kesin sonuçlara götürebilir.
Tıpkı ülkeler gibi ülke medyaları için de aynı sıkıntılar geçerlidir. Nasıl devletler terörizmin tanımı konusunda anlaşamıyor, kiminin terörist dediğine, kimi sempatiyle bakabiliyorsa, ülke medyaları için de aynı şeyler geçerlidir.
Sıkça başvurulan şu örnekte olduğu gibi; ABD medyası “Irak savaşı” başlığıyla bölge olaylarını veriyor olsa da, dünya medyası olayları verirken “Irak’ın işgali” başlığını kullanmaktadır. Aynı şekilde Irak’taki mücadele, biri tarafından “Terörist eylemler” olarak verilirken, diğerleri tarafından “Direniş” olarak değerlendirilmektedir.
Bu örnekleri çoğaltmak elbette mümkündür. Kısa ve orta vadede görünen şu ki, aslında her ülke “kendi teröristine” karşı mücadele verirken, büyük ölçüde yanlı hareket etmek zorunda kalacaktır. Bütün bunların yanı sıra, medya terörle ilgili haber ve yorumlarında kullandığı terminolojiye de dikkat etmelidir. Örneğin; gerilla ya da militan yerine terörist, lider yerine terörist başı, örgüt üssü ya da kampı yerine terörist barınağı, Kürt devleti yerine Irak’ın kuzeyindeki oluşum gibi sözcükleri ya da kavramları kullanmalıdır.
Medya olgusunun, Margareth Thatcher’a, başbakanlığı döneminde “Medya, terörün oksijenidir” dedirtecek kadar etkili olduğu bilinmektedir. Ama biz, “Medya silahı, terörle mücadelede kullanılmalıdır” diyerek ısrar edenlerdeniz. (2008)
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder