Yıl 2007 oldu. Genel idari hizmetli sınıfı personelinin sıkıntılarına hâlâ bir çözüm getirilemedi.
2001 yılında Polis Dergisi’nin 26’ncı sayısında bu konuya değinmiş ve teşkilatımızda çalışan genel idari hizmetli sınıfı personelin sayılarının hızla azaldığına dikkat çekmiştik.
Onların polis teşkilatı birimlerinde çalıştırılmasına 1992’lerde karar verilmişti. 1993 yılında göreve başladıklarında sayıları 5896’yı bulmuştu. 1999’a gelindiğinde ne yazık ki yüzde 29 azalarak 4203’e düşmüşlerdi.
2007’de mi?
Şimdi iyice azaldılar.
Kimi teknik personel ile birlikte sayıları 3400 kadar.
Normal büro memuru olarak ise sadece 2600 civarında…
Yani kaçış oranı biraz daha artmış bulunuyor.
Aslında önceki yıllarda genel idari hizmetli sınıfından personele çokça gereksinim duyulmamıştı. Çünkü ülkemizde iç güvenlikle ilgili konular pek karmaşık bir yapı oluşturmuyordu. Suçlar, günümüzdeki kadar çeşitlilik arz etmiyordu. Güvenlik hizmetleri az sayıda personel ile yerine getirilebilmekteydi. Daha 1970’lerde tüm ülkedeki polis sayımız 30 binlerle ifade ediliyordu.
Ama ne var ki 1970’ler, kırsal alandan kente göçün yoğun yaşandığı yıllardı. Üstelik hızlı nüfus artışı hâlâ sorun olarak devam ediyordu. İstikrarlı bir hükümet kurulamıyordu. 1970’lerdeki on yılda tam 13 hükümet göreve gelmişti. İşçiler ve üniversite gençliği sokaklara dökülmüştü. Toplumsal olaylar her geçen yıl biraz daha artıyordu. Hükümetler ise polis sayısını artırmayı çözüm olarak görüyorlardı.
İşte o yıllarda hızla polis alımları gerçekleştirildi. Hem alınanların tahkikatları aceleye geldi, hem de 30 günde, 45 günde bitirilen kurslar sonucunda personel iyi eğitilemedi.
Sonuç ortadaydı. 1980 yılında ülke 12 Eylül Askeri Müdahalesiyle tanıştı.
Dört yıl sonra bölücü terör faaliyetleri başladı. İç güvenlik yine sancılıydı. Bu defa eğitim biraz daha önemsendi. Ama polis alımları hızla devam ettirildi.
Emniyet Teşkilatı Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 1937 yılından itibaren bugün tam 70 yıl geçti. İlk 35 yılda 30 bin civarında meslek mensubumuz çalışıyorken bugün ikinci 35 yılda tam 6 kat fazla sayıya ulaşmış bulunmaktayız. Yani 180 binlerdeyiz.
Görev artmıştı. Karmaşık hâl almış olan suçlar geniş yelpazeye yayılmıştı. Hem kendi özlük işlerimiz, hem de av belgesi, tescil belgesi, tebligat gibi birçok idari iş, güvenlik hizmeti sunacak bizlerin üzerindeydi.
1970’lerde, illerde bir ya da birkaç polisin yaptığı idari işler için sonraki yıllarda koca koca şube müdürlükleri kuruldu. Sosyal Hizmetler Şube Müdürlüğü gibi, Ruhsat İşleri Şube Müdürlüğü gibi..
Sokakta güvenliği sağlayacak polis yavaş yavaş bina içine girdi. Üstelik 12 Eylül’den sonra binalar kaloriferli ve daha konforluydu.
Asıl işimiz olan devriye hizmetlerinde aksamalar yaşadık. Oysa devriye hizmeti, polis teşkilatının olmazsa olmazlarından biridir. Bazen devriye görevlilerinin nerede olduğu sorulduğunda, polis merkezi yetkililerinin cevabı “Personel yetersizliği nedeniyle devriye çıkaramadık” şeklinde olmaktadır.
Oysa biz öncelikle devriye görevlilerimiz ile sorumluluk alanlarımızın güvenliğini sağlayıp sonra öteki hizmetleri üstlenmeliyiz. “Personel yetersizliği” lafı ancak öteki hizmetler için geçerli olabilmelidir.
Bu durum ilk kez 1992’lerde fark edildi. Zira polis eğitim merkezlerinde yatılı olarak eğitim gören polisimize yapılan yatırımın faturası azımsanmayacak kadar çoktu.
O halde idari işler için idari personel alımına gidilmeliydi.
Öyle yapıldı ve 1992 yılında beş bin idari personel alınması kararlaştırıldı. Bu şekilde idari personel alımı ihtiyaca göre her yıl tekrarlanacaktı.
Ancak ne devam eden yıllarda idari personel alındı, ne de o yıllarda göreve başlayanları o günden bugüne teşkilatımızda tutabildik.
Hatta o yıllarda şöyle laflar da dolaşıyordu: “İdari personel yerine biz yine polis alımı yapalım. İdari işleri de onlara yaptırırız. Ne de olsa memur memurdur.”
Ama hiç de öyle olmuyordu. Önceleri bir yıl, şimdilerde iki yıl süreyle sıkı bir polis eğitimi aldırdığımız personelimizi, atandığı bir kadroda kantin ya da ruhsat işleri gibi idari bir hizmette çalıştırıyoruz. Aradan epey bir süre geçince aynı personeli başka bir ilin hareketli bir semtinde ekip personeli olarak görevlendiriyoruz. Aslında polis eğitim birimlerinden sonra polisiye bir yerde çalışsaydı ısınma hareketlerini yapmış biri olarak sakatlanma riski olmayacaktı. Ama idari birimde çalışırken vücut ısısı soğuyacağından polisiye bir hizmette verimi az olacaktır.
Bu itibarla idari işler için alınan sivil memur uygulaması isabetliydi. Ama yukarıda da değindiğimiz gibi teşkilatımızda tutamadık.
Onların teşkilatımızdan kaçış nedenleri olarak 2001 yılında Polis Dergisi’nde şu hususlara değinmiştik:
Bazı kuruluşlarda çalışan sivil memurlar özel hizmet tazminatından belli oranlarda yararlanmakta iken emniyet teşkilatı bünyesinde çalışan sivil personelin de emniyet hizmetleri tazminatından yararlandırılmaları düşünülmelidir. Emniyet hizmetleri sınıfı için ödenen tayin bedelinin sivil personele ödendiği gibi emniyet hizmetleri tazminatı da onlara verilebilmelidir.
Polislerin emekli olduktan sonra devam eden sosyal hakları sivil memurlar için de geçerli olabilmelidir.
Bazı giyim eşyaları öteki kamu kuruluşlarında olduğu gibi emniyet teşkilatında çalışan idari personele de verilmelidir.
Polis teşkilatı çalışanlarının fazla mesaili, stresli ve yıpratıcı yapısı sivil memurlara da yansıdığından onların da fazla mesai parası almaları gerekmektedir.
TRT, RTÜK, Türk Telekom gibi kuruluşlarda çalışan sözleşmeli personelin maaşları, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa tabii olarak çalışanlara göre daha iyi düzeydedir. Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde çalışan sivil personel için de sözleşmeli personel statüsü uygulanmalıdır.
Lojmanlardan, servislerden daha çok yararlandırılmalı ve ikinci sınıf olarak görülme duygusundan uzaklaştırılabilmelidir.
Bugün aradan 7 yıl geçti. Geriye dönüp baktığımızda hiçbirinin gerçekleşmediğini görüyoruz. Aksine kaçış devam ediyor.
Yakın bir geçmişte polis sınıfına, hatta yardımcı hizmetler sınıfından sayılmasına rağmen çarşı ve mahalle bekçilerine denge tazminatı adı altında 100 lira ek ödeme yapıldı. Ne var ki aynı ödeme, emniyet teşkilatında çalışan genel idari hizmetli personeline yapılmadı.
Öte yanda Emniyet Örgütü Disiplin Tüzüğüne bakıyoruz. İlk maddesi, emniyet örgütünde çalışan her sınıftan memura bu tüzük hükümlerince ceza verilir, diyor. Yani genel idari hizmetliler de polis gibi aynı cezai hükümlere tabi.
Örnek olarak bu tüzükteki “Yetkili olmadığı halde basına, haber ajanslarına veya radyo ve televizyon kurumlarına bilgi veya demeç vermek” eyleminin karşılığına bakıyoruz. 10 ay kısa süreli durdurma cezası. Yani memurun bulunduğu kademede 10 ay için durdurulması.
Aynı suçun tam karşılığı olarak 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 125’inci maddesine baktığımızda öngörülen ceza ise sadece kınama. Yani memura, görevinde ve davranışlarında kusurlu olduğunun bir yazı ile bildirilmesi.
Aynı genel idari hizmetli personeli polis teşkilatında çalıştığı halde 100 lira denge tazminatını alamıyor, ama KINAMA ile cezalandırılacağı bir eylem için sırf polis teşkilatında çalıştığı için 10 AY KISA SÜRELİ DURDURMA cezasına çarptırılabiliyor.
Bu durum, ek ödeme yapılırken “Sen benden değilsin ki alasın” diye yorumlanıyor.
Ceza verirken ise “Bizdensin” mantığı..
Bu da “havuç” ve “sopa” kriterlerinde farklı uygulamaların olduğu yönünde bir kanaatin oluşmasına yol açıyor.
En kötüsü de personel oyundan düşüyor ve hizmette istenilen verim elde edilemiyor.
Bugün onlar hâlâ ülke genelindeki en düşük maaşı alanlar statüsündedirler. Polis gibi nöbet tuttukları olmaktadır. Fazla mesai ücreti almamalarına rağmen çoğu kere polisle aynı mesaiyi paylaşmaktadırlar.
Hâlâ uzmanlık kadrolarından faydalanamamaktadırlar. Uzman, şef gibi unvanları alamamaktadırlar. Polis sınıfından olanlar; polis memuru, komiser, şube müdürü gibi unvanlarla anılırken onlar için şef, uzman, bilgisayar işletmeni, veri hazırlama kontrol işletmeni, mühendis gibi unvanlar kullanılmamaktadır. Kısaca “gih memuru” denilerek uzun süre eğitim sonucu elde ettikleri değerler kendilerinden esirgenmiş olmaktadır.
NLP, çocuk psikolojisi, internet, yabancı dil gibi çok da polisiye olmayan konularda kurslara çağrılmamakta ya da çok az oranda bu imkânlardan faydalanabilmektedirler.
Yardımcı hizmetler sınıfı ile sağlık hizmetleri sınıfı personeli giyecek yardımından yararlanırken onlar mahrum bırakılmaktadırlar.
Kendilerine verilen zati demirbaş silahlara ait harçlar emekli olduklarında vergiden muaf tutulmamaktadır.
Beşinci dereceden emekli olmak zorunda kalmaktadırlar. Bu durum yeşil pasaport almalarına, hastanelerde özel odalarda kalmalarına engel olmaktadır.
Ödüllendirmelerde emniyet hizmetleri sınıfı personeli iki maaş katı tutarı ile ödüllendirilirken genel idari hizmetli personeli bir maaş katı tutarı ile yetinmek durumunda bırakılmaktadır.
Bu itibarla teşkilatımızda, bir an önce, TTÖ/ÇS diye formüle ettiğimiz Tayin Terfi Özlük/ Çalışma Saatleri konusundaki sıkıntıların sıkı bir biçimde gözden geçirilmesi ve tüm personelin yeniden motive edilmesi gerekmektedir.
Zira içeride bu iç huzur ve verimli hizmet anlayışı sağlanamazsa, dışarıda güvenliği sağlama konusunda çok inandırıcı olamayız.
Bizde eksik olan bu gibi hususların başka kurumlarda yer yer tamamlanmış olduğunu görüyoruz.
Yarı yolda kalan yürüyen merdivenden aslında birkaç adımla yukarı çıkabilmek mümkün. Elektriğin gelmesini niye bekliyorsak… (2007)
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder