20 Haziran 2011 Pazartesi

VAHDET ERDAL İLE SÖYLEŞİ

12 İLDE 21 YIL İL EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜ
ve
AYNI ÖZEL SEKTÖRDE 26 YILDIR DEVAM EDEN İŞ HAYATI




Yazımızın başlığı, Sayın Müdürümüz Vahdet Erdal’ı tanıtmak adına, tarafımızdan özellikle kurgulandı. Kütahya, Uşak, Rize, Çanakkale, Kahramanmaraş, Bursa, Eskişehir, Giresun, Muğla, Antalya, Diyarbakır, Kocaeli.
Tam 12 il.
Özel bir araştırma yapmadık. Ama polis koleji ve polis akademisinin açıldığı tarihten beri bu kadar ilde, il emniyet müdürlüğü yapan başka bir meslektaşımızın olabileceğini düşünemiyorum.
Bir yazının başlığı bu kadar uzun olmalı mıydı?
Evet. Kolaycı bir yöntem seçtiğimizin farkındayım.
Ama nasıl birini anlattığımızı, sizlerle, baştan paylaşmalıydık diye düşündüm.
O, gerçek bir istikrar abidesiydi.
80’li yaşlarındaydı. Giyimiyle ve onu tamamlayan papyonuyla, hâlâ bir görev adamı portresi çiziyordu.
Özel sektördeki sürekliliği dikkatimizi çekti.
Sanki “12 ildeki emniyet müdürlüklerim rastlantısal değil” dercesine.
Söylenecek fazlaca bir şey yoktu.
Bu denli saygın bir istikrar abidesini biraz daha yakından tanımak ve 1938’lerden berisinin Türkiye’sini onunla yaşamak bizim için bir şanstı. Hemen sorularımıza geçtik.
Erol ÖZDEMİR: Sayın Müdürüm, bize kendinizi tanıtır mısınız?
Nüfusta 1921 yazılı ama Cumhuriyetin ilan edildiği yıl doğdum. Yani Cumhuriyet’le yaşıtım. İlk ve ortaokulu Gaziantep’te bitirdim. Babam Yakup Nazmi, hukukçuydu. Bir çok ilde hakimlik ve savcılık yaptı. Kardeşlerim ve ben hep ayrı illerde doğduk. Babam, Elazığ’da çalışırken emekli oldu ve Gaziantep’e yerleşti. Gaziantep’te bir süre avukatlık yaptı.
Sülalemiz kadılıktan gelmektedir. Babam gibi ağabeyim de hâkimlik ve savcılık yapmıştır. Ağabeyim, Ümit Erdal’ın babasıdır. Ümit Erdal, 1958 yılında koleje girmiş ve 1964 yılında polis enstitüsünü bitirmiştir. Onun koleje girdiğinde, ben Kütahya il emniyet müdürü idim.
EÖ: Ailenizde hukukçular varken, sizin polislik mesleğini seçtiğinizi görüyoruz.
Gaziantep, kültürel yönden gelişmiş bir kentti. Ortaokulda iken halk eğitim etkinliklerinden yararlanırdık. Sinemaya gider, futbol oynardık. Kütüphaneden kira ile aldığım Cingöz Recai, Arsen Lüpen ve Fantoma gibi polisiye romanlar, polisliği sevmeme ve polis kolejine girmeme yol açmıştır diyebilirim.
Polislik mesleğini seçmemin bir nedeni de Gaziantep il emniyet müdürü Sebati Ataman idi. O, çarşıda yürürken 7-8 metre ardından polisi de yürürdü. Esnaf, Sebati Ataman geçerken ayağa kalkardı. Çok hürmet edilen biriydi. Ona özendiğimi söyleyebilirim.
Polislik şerefli bir meslek olduğu gibi, emniyet müdürlüğü de ulvi bir makamdı. Yıllarca bu görevi yerine getirdim. Yeniden okumam ve meslek tercihi yapmam gerekse polis kolejini ve polis enstitüsünü seçer ve emniyet müdürü olurdum.
EÖ: Polis koleji açılıyor ve siz o yıl koleje başlıyorsunuz. Bize o yıllardan söz eder misiniz?
Ben polis kolejinin ilk dönem öğrencisiyim. İlk açıldığı 1938 yılında başladım ve 1942 yılında mezun oldum. Bizim dönemimizde 50 kişi alınıyordu. Bu sayı sonraki yıllarda ihtiyaca göre bazen azaldı, bazen de çoğaldı.
O dönemde emniyet genel müdürü Şükrü Sökmensüer idi. Hatay’ın alınmasıyla Hatay valiliği görevine getirildi. Daha sonra da içişleri bakanı oldu. Sökmensüer, asker kökenliydi.
Okulun müdürü Doktor Salih Adil Başer idi. İki lisan biliyordu. Çağdaş polisliğin ülkemize yaygınlaştırılması için çok gayret gösteriyordu. Ama ne var ki çantadan yetişme ve çarıklı takımı diye anılan eski kafalıların karalamaları da hiç bitmiyordu. Nitekim mektepte Nazi propagandası yapıyor, denildi. Daha sonra da Bombay Ataşeliğine gönderildi.
Polis koleji popüler ve örnek bir okuldu. Yabancı bir heyet geldiğinde bizim okulumuz gezdirilirdi.
Okul müdürü Doktor Salih Adil Başer, bizim için bir baba gibiydi. Ben bir hakim çocuğu olmama rağmen evimde yemediğimi giymediğimi polis kolejinde yedim, giydim.
Tatile giderken doktor kontrolünden geçerdik ve tartılırdık. Dönüşte yeniden tartılır, eğer kilo vermişsek revirde aynı kiloya gelinceye kadar kontrol altında tutulurduk. Bize çok değer verilirdi.
Hocalarımız seçme idi. Fizik hocamız Turgut Bey bizden çıkar, köşkte İsmet İnönü’nün çocuklarına ders verirdi. Bombacı Vedat Akman matematik hocamızdı. Ercüment Talu, edebiyat hocamızdı. Vasfi Raşit Sevük hocamız Atatürk’ten bahsedildikçe ağlar, bizi de ağlatırdı.
Ata’mızı koleje geldiğimiz ilk yıl kaybetmiştik. Onun yeni açtırdığı koleji şimdi biz onsuz okuyorduk. Eğer hasta olmayıp o yıl ki Cumhuriyet Bayramı kutlamalarına katılabilseydi görme şansımız olacaktı. Onu kaybedince hüngür hüngür ağladığımızı biliyorum. Hocalarımız bizi teskin etmek istiyorlardı. Ama onlar da ağlıyorlardı.
Biz polis kolejini okurken, polis enstitüsü de eğitim faaliyetinde bulunuyordu. Bu dönemde kadrodaki başarılı polisler eğitime tabi tutularak komiser yardımcısı oluyorlardı.
Ayrıca başarılı başkomiserler de polis enstitüsüne çağrılıp bir yıl okutularak emniyet amiri olarak mezun oluyorlardı. Çünkü o yıllarda polis enstitüsü mezunları sadece emniyet amirliğine kadar yükselebiliyorlardı.
Daha sonra koleji bitirince polis enstitüsüne devam ettim.
İki yıl eğitim gördüğüm polis enstitüsünü 1944 yılında bitirdim. Polis enstitüsü öğrenciliği sırasında polis memuru maaşı aldık. Öğleden sonraları onar kişilik gruplar halinde biri Avrupa lisanı, diğeri ekalliyet olmak üzere iki lisan öğreniyorduk. Ben İtalyanca ve Ermenice grubundaydım. Her şey, ideal yetişmek içindi.
EÖ: Mezuniyet sonrası ilk görev yeriniz neresiydi?
Polis enstitüsünü bitirince komiser yardımcısı olarak Ankara emniyet müdürlüğünde göreve başladım.
İlk görev yerim şimdiki asayiş şube olarak anılan ikinci şube müdürlüğü idi. Polis enstitüsünde okurken sivil gruba seçilmiştim. O yıllarda öğrenciler; sivil ve üniformalı polis diye ikiye ayrılıyor ve mezuniyette ayrıldığı branşta görev yapıyordu. Bu nedenle ben hep sivil görev yaptım. Hatırladığım kadarıyla öğrencilik yıllarında gri ve lacivert dahili ve harici elbiselerimiz vardı.
Komiser yardımcılığı rütbesinde 7 yıl görev yaptım. Kadro olmadığı için terfi edemiyorduk. Personel şube müdürü Orhan Erdem’di. Kolejlilerin terfi etmesini istemezdi.
Komiser yardımcılığı ve komiserlik rütbelerimde ikinci şube hizmetleriyle birlikte, şimdi istihbarat hizmetleri olarak anılan “Önemli İşler’de çalıştım. Bu dönemde Pakistan devlet başkanı ve İran şahının yakın korumalarında bulundum. 1953 yılında ABD devlet başkanı Eisenhower’in ülkemizi ziyaretlerinde de aynı görevi yerine getirdim.
1955 yılında 6-7 Eylül olayları oldu. Bu dönemde çok sayıda başkomiserin ihraç edilmesi üzerine kadro açıldı ve aynı yıl başkomiserliğe yükseldim. (6 Eylül 1955 tarihinde bir gazetenin akşam nüshasında, Atatürk’ün Selanik’teki evine bomba konduğu şeklinde bir haber yayımlandı. Bomba konulması olayına Türkiye’de ciddi tepkiler geldi. Gençlik, Babıali’ye yürüdü. Daha sonra İstiklal caddesine çıktılar ve Rumca yazılı tabelaları indirdiler. Büyük tahribat yaptılar. Olaylar, Ankara ve İzmir’e de sirayet etti. EÖ)
EÖ: Daha sonra emniyet amirliği ve ilk emniyet müdürlüğünüz…
Önemli işlerde çalışırken, 1957 yılında emniyet amirliğine terfi ettim. Bu terfiimle birlikte Kütahya il emniyet müdürlüğüne vekaleten atamam yapıldı.
O dönemde polis enstitüsü mezunları ancak emniyet amirliğine kadar yükselebiliyorlardı. Emniyet müdürleri, sadece hukuk ve mülkiye mezunlarından oluyordu. Daha sonra dil tarih ve coğrafya fakültesi mezunlarından da emniyet müdürü atamaları yapıldı.
Ben polis enstitüsü mezunlarının emniyet müdürü olması için ilk mücadele edenlerden biriyim. Yani öncülerdenim. Danıştay’a ilk davayı biz açmıştık. Okuldan hocamız Bülent Nuri Esen, avukatımızdı.
Nitekim 1957 yılında bu kapıyı ben açtım. Polis enstitüsü mezunu ilk emniyet müdür vekili oldum.
Daha sonra 1958 yılında alınan bir kararla, üçer aylık kurslara tabi tutulmak suretiyle emniyet müdürü rütbesine yükselmemiz uygun görüldü. Çoğu İstanbul’dan gelen 15 emniyet amiri olarak kurs sonucu asaleten emniyet müdürü rütbesine yükseldik.
1961 yılında kabul edilen bir yasayla polis enstitüsünde öğretim süresi üç yıla çıkarıldı. Biz, 1967 yılında fark imtihanlarına girerek üç yıllık mezun sayıldık. Böylece bütün mezunlar “emniyet müdürü” rütbesine yükselmeye hak kazanmış oldular.
EÖ: Sayın Müdürüm, 34 yaşında başladığınız Kütahya emniyet müdürlüğü görevinizle ilgili hatırladığınız ve bize aktaracağınız hususlar var mıdır?
Kütahya emniyet müdürü iken 3 gün süreyle Uşak emniyet müdürlüğü görevim oldu. İsmet Paşa’nın taşlanması olayı üzerine Uşak emniyet müdürü Adnan Çakmak’ı görevden aldılar. Uşak’ta hava gergindi. CHP’lilerle DP’liler arasında olay çıkması muhtemel olduğu için beni hemen oraya atadılar. Kütahya emniyet müdürlüğüne bir başkomiser vekalet etti. Bir otobüs dolusu polisle apar topar Uşak’a ulaştım ve asayişi temin ettim. Üç gün sonra yine Kütahya’ya döndüm.
27 Mayıs ihtilâlini de Kütahya’da yaşadım. Uçakla Ankara’ya getirildim ve dört buçuk gün harp okulunda tutuklu kaldım. Arkadaşlardan birçoğu Yassıada’ya gönderildiler ve uzun süre kaldılar. Ben Kütahyalıların çok özel girişimleri ve ilgileriyle 5 gün sonra harp okulundan ayrıldım.
Daha sonra Ankara’da mecburi ikamete tabi tutuldum. 15 gün süreyle “Bir yere ayrılmayın” dediler.
Bu durum, sonraki yıllarda, arkadaşlar arasında bazı esprilere de konu oldu:
“Ben polis paşasıyım. Dört buçuk gün harp okulunda okudum.”
Bu espri, zaman zaman gazetelere de yansıdı.
İlginç olayların, ilginç dedikoduların dilden dile dolaştığı yıllardı.
Üniversite talebeleri yakalanıp Konya’da kıyma makinelerine konuluyormuş…
Başbakan merkez bankasını soymuş ve 12 bavul para ile kaçmış, gibi…
EÖ: Sonra Rize emniyet müdürlüğü…
Bu süreçten sonra Rize il emniyet müdürlüğüne atandım. Bu, bir nevi sürgündü. 1961 seçimleri yapıldığında Rize’deydim. Ardından askeri yönetim tarafından Çanakkale il emniyet müdürlüğüne tayinim yapıldı.
EÖ: Çanakkale emniyet müdürlüğünüzün de hareketli geçtiğini biliyoruz.
Çanakkale’de görev yaptığım dönemde, 22 Şubat 1962’de Talât Aydemir olayı yaşandı. Kara harp okulu komutanı Aydemir ve arkadaşları hükümet darbesi girişiminde bulundular. Darbe başarısızlıkla sonuçlandı. Talat Aydemir affedilirken, diğer katılanlar emekli edildi.
Talat Aydemir ikinci defa darbe teşebbüsünde bulundu. Bu defa 21 Mayıs 1963 tarihinde idama mahkûm oldu.
Çanakkale’de 3 yıl görev yaptım.
EÖ: Çanakkale il emniyet müdürüyken Ankara’ya tayin olarak ikinci şube müdürlüğü görevinde bulundunuz…
1964 yılıydı. Yetişmiş olduğum Ankara ikinci şubeye terfian şube müdürü olarak atandım.
1965 yılında genel seçimler yapıldı. Seçimlerin ardından yapılan atamalarda Kahramanmaraş emniyet müdürlüğüne atandım. Ancak bu arada, bir yanlışlık oldu, dediler. İyi ki Ankara’dayım dedim. Yanlışlık varsa burada iken düzeltilir ve doğru olan yere giderim diye düşündüm. Ancak Kahramanmaraş’a gittim ve altı ay çalıştım.
EÖ: Sonraki müdürlüklerinizden de söz eder misiniz?
Ardından Bursa’ya tayinim çıktı. Bursa’da görevli iken iki terfiyi birden aldım.
Bu defa politik nedenlerle Eskişehir emniyet müdürlüğüne atandım. 12 Mart muhtırasını Eskişehir’de yaşadım.
12 Mart muhtırasından 8 ay sonra Giresun emniyet müdürü oldum. Emniyet müdürlüğü hizmetleri özel idare binasında yerine getiriliyordu ve bina çok kötüydü. Limanda bulunan ve Ata’mızın muhafız alayı komutanı Topal Osman’ın torunu Ali Efendioğlu’na ait binayı restore edip emniyet müdürlüğü yaptık.
Giresun’da görev yaparken vilayetlerin derecelendirilmesiyle ilgili yasal bir düzenleme yapıldı. Buna göre Giresun dördüncü sınıf il idi. Ben, maaş ve rütbem itibarıyla en az üçüncü sınıf ilde çalışabilirdim. Bu nedenle Giresun’da ancak bir yıl kalabildim ve Muğla emniyet müdürlüğüne tayin edildim.
Bu atamalarda Tekirdağ emniyet müdürü Hüseyin Talu ile ben, maaşlarımıza ve rütbelerimize göre daha küçük illere atanan emniyet müdürleri olduk.
Muğla’da bir yıl kaldıktan sonra 1972’de Antalya il emniyet müdürlüğüne atandım. Antalya’da 4 yıl çalıştım.
O dönemde Metin Dirimtekin emniyet genel müdürü idi. Bursa emniyet müdürlüğüm sırasında kendileri Bilecik valisiydiler. Oradan tanışıklığımız vardır. Beni aradı ve “Diyarbakır’da devlet otoritesi kalmamış. Benim elimde fazlaca bir şey yok. Hükümet seni ismen seçti” dedi.
Ben, Diyarbakır’ın, durumuma uygun olmadığını söyledim.
“Birinci sınıf yapıyoruz” dedi.
Görevden kaçamazdım. Gittim ve düzeni temin ettim.
Başbakan, ben Diyarbakır müdürü iken kente geldi ve yüzüme söyledi.
“Seni buraya bilgi ve becerine güvendiğim için ben gönderdim” dedi.
İtimat ve teveccühleri için şükranlarımı bildirdim.
Bu sıralar hafif yollu valilik görevine atanacağım yönünde laflar edildi. Ancak gerçekleşmedi.
Sonraki yıllarda içişleri bakanlığı yapan İrfan Özaydınlı Paşa, ben Eskişehir emniyet müdürü iken orada sıkıyönetim komutanıydı. Onunla görüşmelerimiz hep devam etmiştir. Kocaeli emniyet müdürüyken telefonla aradı ve “Seni merkez valisi yapacağım” dedi. Emniyet genel müdürü Gürbüz Atabek’e de aynısını söylemiş. Ancak Atabek bana, “Sen vali olamazsın” dedi. Anladım ki, ben mülkiyeli olmadığım için böyle diyordu.
EÖ: Ve emeklilik düşünceniz…?
1977 yılında yapılan genel seçimlerin ardından Diyarbakır’dan Kocaeli emniyet müdürlüğüne tayinim çıktı. Artık kafaya koymuştum. Bu işe bir nokta koymalıydım. 2 yıl çalıştıktan sonra Kocaeli’nde emekli oldum.
Bursa’da kiralık bir ev tutmuştum. Oraya yerleştim.
Ticaretle uğraşan bir arkadaşım vardı. Oto sanayide çalışıyordu. Onun yanında müşavir olarak çalışmaya karar verdim. Maaşlı olarak halen aynı sektörde çalışıyorum. 26 yıl oldu.
EÖ: 21 yılda 12 il emniyet müdürlüğü nasıl bir duygu idi?
Polis kolejini bitirince sicil numaram 3053 idi. Bu, teşkilat yasasının yürürlüğe girdiği 1937’den itibaren toplam 3053 polis olduğunu gösteriyordu. Tabii ki, önceki dönemden başka sicil numaralarıyla çalışan mensuplarımız da vardı. Ben sicil numarası alarak memur olduğum 1942 yılından, emekli olduğum 1979 yılına kadar 37 yıl çalıştım. Bu sürenin 21 yılında fiilen il emniyet müdürlüğü yaptım. Polis koleji ve polis enstitüsü mezunları arasında bu kadar uzun süre bu görevi yapan ilk emniyet müdürü olduğumu düşünüyorum.
EÖ: Tabii ki birçok anınız vardır?
İl emniyet müdürlüklerim sırasında unutamadığım iki anıyı Kütahya ve Bursa’da yaşadım.
Kütahya’da iken 27 Mayıs ihtilâli sonrasında harp okulunda gözetim altına alınmıştım. Bu durumda Kütahyalıların gösterdiği gayreti ve ilgiyi unutamam. Harp okulundan Yassıada’ya gönderilseydim daha uzun süre gözetim altında kalabilirdim. Benim durumumu İsmail Rüştü Aksal’a, hatta İsmet Paşa’ya kadar aksettirdiler. Kütahyalıların bana gösterdiği ilgi karşısında Tekin Arıburun Paşa bile duygulanmıştı.
Bursa’da ise halk, iktidarın en önemli ismine bile göstermediği uğurlamayı bana yaptı. Bir defasında belediye başkanlığını bağımsız aday kazanmıştı. İktidar, faturayı bana yüklemek istedi. Bunu anlayan halk büyük bir uğurlama ile üzüntümün hafiflemesi için benim yanımda yer aldı.
EÖ: Halkla ilişkileri, nasıl böylesine sıcak tutabiliyordunuz?
Her gün onların içinde olmak, onların sorunlarıyla ilgilenmek, dertlerini paylaşmak, sevinçlerinde beraber olmak bu bütünlüğü sağlıyordu.
Emniyet genel müdürlüğünde çalışsam halkla iç içe olamayacağım için, emniyet müdürlüğünde alacağım hazzı yaşamam mümkün olamayacaktı. Çünkü emniyet müdürlüğünde tüm il ve ilçelerde yaşayan halkla iç içe olmak vardır. Valilik ise çoğu kere protokoldür.
Bir keresinde Bursa’da, vali ve jandarma komutanıyla birlikte Kestel’e gitmiştik. Nisan ayıydı. Herkes beni tanıdığı için öncelikle bana geldi. Benimle konuşmak istedi. Aynı durum Karacabey ziyaretinde de olunca vali bey, şakayla “Müdür bey, kusura bakma, ama ben seni daha yanıma almam” demiş ve gülmüştük.
EÖ: Sosyal ilişkilerde adınız hep ön planda anılmaktadır. Bunun için takip ettiğiniz yöntemi, genç meslektaşlarımızla paylaşır mısınız?
Babam hukukçu olduğu için adliye teşkilatıyla ahengim iyi olmuştur. Ankara’da asayiş şubede komiser yardımcısı olarak çalışırken ağır ceza reisleriyle, savcılarla Atatürk Orman Çiftliğinde ve Çubuk’ta iki ayda bir yemekli toplantılar düzenlerdik. Bu toplantılarda görüş alışverişinde bulunur, mesleki tecrübelerimizi geliştirirdik. Meslektaşlarımızın başlarının ağrımayacağı ortam sağlardık.
Emniyet müdürlüğü yaptığım illerde de adliye teşkilatıyla olsun, öteki dairelerle olsun, ilişkilerim hep iyi olmuştur. Memurlarımızın eşlerinin tayini konusunda, ilgililerle değerlendirme yapar, aile birliğinin korunması yönünde azami hassasiyeti gösterirdim.
Yine hibe ya da bağış yoluyla edindiğimiz kırtasiye malzemelerini, adliye teşkilatıyla birlikte kullandığımız olurdu.
Bu nedenle Merkezde görev almak istemiyordum. Öte yandan, İstanbul’da çalışmak mizacıma uygun değildi. Muğla emniyet müdürlüğüm sırasında ikinci şube müdürü ve emniyet müdür yardımcısı olarak iki defa İstanbul’a tayinim yapılmak istendi. Ben kabul etmedim. Lojman yoktu. İstanbul’da geçinemeyeceğimi bildirdim. “Sen gel, kirasını düşünme” dedilerse de gitmedim.
Aynı şekilde personelimle de iç içeydim. 1966’larda Mudanya henüz hareketlilik kazanmamışken, ben bir liraya Kızılay’dan çadır kiralar ve personelimin kamp yapmasını sağlardım. Kampta, gazinolardaki sanatkârlara konser verdirirdim. Personel; bara pavyona gitmesin, diye. Eş ve çocuklarıyla birlikte eğlensin, diye…
Hiçbir memuruma kimsenin olduğu yerde ağır bir laf etmedim. Yanlış bir şey yapmışsa ve bu yanlış hareket yüz kızartıcı türden değilse onu yeniden kazanmayı yeğledim.
Giresun il emniyet müdürlüğüm sırasında personelin, dairede kırık sandalyelerde oturduklarını gördüm. Emniyet müdürlüğünün hizmet verdiği yer hiç iç açıcı değildi. Fabrika yetkililerini karakola davet edip onların tefriş konusunda yardımcı olmalarını sağladım.
EÖ: O yıllarda hizmet binası ve lojman durumu nasıldı?
İlk emniyet müdürlüğü yaptığım Kütahya’da kirada oturdum. Onun dışında ben lojmanda oturabilmiştim. Ama personelimiz için lojman olduğunu söyleyememem. Ancak 70’li yılların ortalarında Antalya’da 12 daireli lojmanın ve il emniyet müdürlüğü hizmet binasının yapımına ön olmuştum.
Çanakkale ve bazı ilçelerinde polis hizmet binaları yapılmasını sağladım.
Çanakkale emniyet müdürüyken dönemin emniyet genel müdürü hava tümgeneral İhsan Aras Paşa lojmanı gezmiş ve buzdolabı gibi bazı eşyaların olmadığını görünce “Hemen alınsın” demişti. Ancak onun görevden ayrılışıyla bu mümkün olamamıştı.
EÖ: Bir ara hukuk fakültesine kaydınızı yaptırdığınızı duyduk. Neden davam etmediniz? Üstelik o yıllarda sadece hukuk ve siyasal bilgiler fakültesi mezunları müdür olabiliyorlardı.
Babam hukukçu olmasına rağmen ben polis kolejine isteyerek gelmiştim. Polisliği çok seviyordum. Komiser yardımcısı olunca önemli işlerde çalışırken hukuk fakültesine de kaydımı yaptırdım. Birkaç kere gittim. Ama iş çoktu. Sevdiğim için meslekte çalışmayı uygun gördüm. Belki fırsat yaratabilir ve fakülteyi de bitirebilirdim. Ama bu defa da emniyet müdürlüğünde başarılı olabileceğim tecrübeyi yakalayamazdım. Görevde iken fakülteye devam edenler vazifeye çok zaman ayıramıyorlardı.
Öte yandan aynı fakültenin hocaları polis enstitüsünde bizim derslerimize de geldiği için aynı nosyonu aldığımıza inanıyordum.
EÖ: Emekliliğiniz sırasında meslektaşlarımızla ilişkileriniz nasıl bir seyir izlemektedir?
Emekli olup Bursa’ya yerleştikten sonra gerek çalışan meslektaşlarımla, gerekse emekli arkadaşlarımla diyaloğumu koparmadım. Bazen haftada bir onlarla toplanır birlikte yemek yeriz. Genellikle Acemler’deki polisevi bahçesi bizim buluşma yerimizdir. Bazen şirketten ben araba gönderir, emekli arkadaşları aldırırım. Bazen emniyet müdürlüğü yetkililerimiz bu konuda yardımcı olurlar.
Ayrıca emekli polislere ait bir derneğimiz var. Başkanlığını, emekli bir başkomiser yapıyor. Benim emniyet müdürlüğüm döneminde Ünlü caddede satın alınmıştı.
Bursa’da benim gibi önceki yıllarda teşkilatımızda çalışmış ve buraya yerleşmiş meslektaşlarımız var. İsmail Hakkı Demirel, Osman Atmaca ve Hayri Ceylan gibi. Hayri Ceylan benimle Bursa’da çalıştığı gibi Kars ve Kırşehir emniyet müdürlükleri de yapmıştır. Osman Atmaca aynı zamanda hukukçu olup avukatlık da yapanlardandır. Van ve Bilecik emniyet müdürlükleri yapmıştır. İsmail Hakkı Demirel, başta Ankara olmak üzere, Bursa dâhil, birçok ilde emniyet müdürlüğü yapmış, ayrıca polis enstitüsü müdürü olmuştur. Emekli olduktan sonra da danışma meclisi üyeliği yapmıştır.
EÖ: Emekliliğinizde siyaset yapmayı düşünmediğinizi görüyoruz. Bunun özel bir nedeni var mıdır?
Emekli olduktan sonra milletvekili olmam zor değildi. Ancak herkes tarafından sevildiğimi biliyordum. Eğer bir taraftan seçilseydim öteki tarafın antipatisini toplayacaktım. Buna lüzum görmedim. Üstelik Atatürk ve İnönü’den başka devlet adamının gelmemesi beni siyaset sahnesinden uzak tuttu.
EÖ: Sayın müdürüm, zaman ayırarak, polis koleji ve polis akademisinin açıldığı tarihten günümüze kadar birçok konuda bizleri aydınlattınız. Sizi dinledikten sonra, geçmişle günümüz arasında karşılaştırma yapma şansına sahip olduk. Bu nedenle şükranlarımızı sunuyor ve sağlıklı günler diliyoruz.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder