Adı Ertan Çelikbilek’ti. Biz onu askerlik hizmetini tamamlayıp dönünce tanıdık. Romandı. Hayatı da roman gibiydi. Askerlik öncesi Edirne sanayi merkezinde oto elektrikçisi olarak çalışmıştı. Esmer, zayıf ve uzun boyluydu. Çok cana yakın olduğu söylenemezdi. Ama itici de değildi. Oto elektrik işlerinde eline su dökülemezdi. İşindeki başarısı; patronu ve çevresi tarafından takdirle karşılanıyordu.
Amasya’daki askerlik günleri sona erdiğinde Ertan’ın, kepini havaya atıp atmadığını bilemiyoruz. Arkadaşları ile hangi duygularla ayrıldığını da bilmiyoruz. Bildiğimiz şey, Ertan’ın ilk otobüse atlayıp Edirne’ye gelmediğidir. O bir otomobille gelmeyi yeğlemiştir. Ama bu çalıntı bir otomobildir. Ertan’ın bizimle tanışıklığı da buradan gelmektedir. Genç ve düzgün giyimli bu delikanlı, olanca masumluğu ile karşımızda, yaptıklarını anlatıyorsa da bütün bunlar onu Amasya Emniyet Müdürlüğü yetkililerine teslim etmemize engel değildi.
Ertan, terhis edildiği günün gece yarısına kadar Amasya’dan ayrılmamıştı. Hiç parası yoktu. Bir eve girecek, çaldığı parayla Edirne’ye dönecekti.
Çok soğukkanlıydı. Ev sahiplerinin uyuduğu bir sırada pantolon cebinden aldığı bir miktar para onu sevindirmişti. Çıkarken masa üstünde gördüğü anahtarları da alarak girdiği kapıdan evi terketti. Sokak karanlıktı. Park edilmiş otoların yanına geldiğinde anahtar üzerindeki düğmeye bastı. Bip sesini duyduğunda sinyal lambalarının bir kez yanıp söndüğü arabayı tespit etmesi zor olmadı. Bu, son model mazda bir otomobildi.
Ertan, para için eve girdiğinde araba çalmayı düşünmüş müydü? Sadece para ile yetinecek miydi?
Bize düşünmediğini söyledi.
Ertan’ı anlamak çok zordu.
O gece otobüse tercih ettiği otomobil seyahati onun için iyi geçmişti. Oto için aldığı benzini, yine oto sahibinin cebinden aldığı parayla ödüyordu.
Ertan’ın oto ile keyif yapması fazla uzun sürmedi. Amasya emniyet müdürlüğünün çalıntı otoya ilişkin genel arama yazısı Edirne’ye de ulaşmıştı. Meslektaşlarımızın dikkatli görev anlayışı Ertan’ın ve otonun ele geçirilmesini geciktirmedi. Amasya’ya bilgi verildi. Ertan ve oto, gelen görevlilere teslim edildi.
Askerlikten sonra bir daha Amasya’ya gelmek varmış Ertan’ın kaderinde.
Ertan, işlediği suçtan dolayı Amasya’ya gelince adliyeye çıkarılacaktır. Nezarethaneye konulur. Bir yandan da yazışmalar sürdürülmektedir. Ama Ertan bu. Bir yolunu bulur ve nezarethaneden kaçmayı başarır.
Yine Edirne’ye dönecektir. Zaten kaçak biridir. Bir araba daha çalsa ne yazardı ki... Bu defa kartal oto tercih edecektir. Bildiği yöntemle düz kontak yaparak arabayı çalıştırmak onun için hiç de zor olmamıştır.
Kartal ile yolculuk, son model mazdanın keyfini vermiyordu. Ama bu, nezarethanede ya da cezaevinde yatmaktan iyiydi.
Artık yeniden Edirne’deydi. Özlemini duyduğu iki arkadaşıyla buluşmaya karar verdi. Nasıl olsa araba vardı. Hava çok güzeldi. Birlikte piknik yapacaklardı. Ama piknik için malzeme gerekiyordu. Bu, Ertan için pek problem değildi. Gizlice girdiği bir marketten peynir, domates, salatalık, sucuk, biraz da meyve aldı. İçecek türünden bir şeyler almayı da ihmal etmedi.
Amasya’daki çalıntı oto yine bir genelge ile tüm illere bildirilmişti. Ekiplerimizin, belirtilen plaka numaralı beyaz renkli kartal otoyu farketmeleri uzun sürmedi. Takip ettikleri oto, orduevi kavşağında trafik ışıklarında zorunlu olarak durunca, yakalanacağını anlayan Ertan otoyu terkederek kaçtı. Araç, en güvenli yer olarak emniyet müdürlüğü bahçesine park edildi.
İki arkadaşı hakkında yapılan resmi işlemler sürdürülürken Ertan, bulunabileceği yerlerde aranmaya devam ediliyordu.
Bu arada ilginç bir durum oldu. Sabaha karşı saat altı sıralarında komşu ilçemiz Babaeski polisi, haber merkezimizi arayarak Amasya plakalı kartal bir otonun sorumluluk sahalarında kazaya karışmış olduğunu, araçta kimsenin bulunmadığını anons ediyordu. Edirne’de bulunan Trakya Üniversitesi tıp fakültesi hastanesine yaralı gelip gelmediğini soruyordu.
Haber merkezindeki görevli arkadaşımız kendisinden emin şekilde, dün ekiplerce ele geçirilen otonun kendi emniyet müdürlükleri bahçesinde park halinde olduğunu söylüyordu. Otonun ele geçirilme sırasında yapılan telsiz konuşmaları önündeki defterde kayıtlıydı. Ertan’ın yakalanması için ekipleri yönlendiren de kendisiydi.
Ama Babaeski polisi kaza yerinden anons ediyordu. Yol kenarında devrilmiş kartal oto beyaz renkliydi ve hem ön, hem de arka plaka numaraları anonslarda geçen plaka ile aynıydı. Hatta bu plakaya göre aracın sahibi Amasya’dan temin edilmiş ve arabasını alması için Edirne’ye çağrılmıştı bile.
Bu iş nasıl olmuştu? Tek bir bahçe kapısı vardı. Orada da nöbetçiler bulunuyordu.
Öncelikle aracı park eden ekibin personeli emniyet müdürlüğüne çağrıldı. Personel şaşkındı. Çevre koruma nöbetçilerine soruldu. Onların da bilgileri yoktu. Oto, bu nöbetçilere teslim edilmemişti. Güvenli olduğuna inanılan emniyet müdürlüğü bahçesi için böyle bir devir teslime gerek olmadığını düşünmüşlerdi.
Nöbetçilerden birisi saat beş sıralarında beyaz kartal otonun çıktığını söylüyordu. Akşam saatlerinde neden içeri alındığını bilmiyordu ki, şimdi çıkarken müdahale etsindi. Herhalde soruşturmayı yürüten personelce çıkarılmıştı.
Ertan farkı işte. Yapacağını yine yapmıştı. Aynı otoyu ikinci kez çalmıştı. Nöbetçiye görünmeden bahçe duvarından içeri atlamış ve düz kontak yaparak çalıştırdığı otoyu İstanbul istikametine yöneltmişti bile. Edirne onun için uygun bir yer değildi. Her yerde aranıyor olmalıydı. Her an ele geçebilirdi.
Yorgun ve uykusuzdu. Usta bir sürücü olmasına karşın aracın yoldan çıkmasına engel olamamış ve arabayı devirmişti.
Yaralanmamıştı.
Kimse görmeden oradan uzaklaşmalıydı.
İlçe merkezine kadar yürümeli ve İstanbul’a hareket etmeliydi.
İstanbul, kendisini kamufle edebilecek tek yerdi. Ama uzun süre burada kalamazdı. Macera onun yaşamının bir parçasıydı. Akşamın ilerleyen saatlerinde uzmanı olduğu başka bir kartal otomobili yine düz kontak yaptırarak çalıştırdı. Bu defa istikameti, memleketi Edirne’ydi.
Gecenin ikisinde geldiği yer sanayi merkeziydi. Evine gidemezdi. Orada hemen yakalanacağını biliyordu. Uyumalıydı. Otosuyla birlikte, eskiden çalıştığı elektrikçi dükkânının içine girebilseydi kendisini güvende hissedecekti. Saçtan yapılmış büyük ve çift kanatlı kapı kilitliydi. Arabanın ön tamponunu kapıya dayadı ve yavaşça ilerleyerek açılmasını denedi. Bu, olumlu sonuç veriyordu. Fakat gecenin sessizliğinde büyük bir gürültü çıkarıyordu. Nitekim sanayi çarşısının bekçisi gürültüyü duyunca derhal sesin geldiği yere yöneldi ve dükkâna bu şekilde girmeye çalışan otonun plaka numarasını polise bildirdi.
Bu olsa olsa yine Ertan olabilir diye düşündü polisler. Ekiplerin sanayi çarşısına gelmesiyle müthiş bir kovalamaca başladı. O kadar ekibin arasında Ertan’ın şansı kalmamış gibiydi. Önceden sanayide çalıştığı için bölgeyi iyi tanıyordu. Üstelik kartal, onun komutasında sanki yarış otomobili gibiydi.
İlk yoğun kovalamaca ardından duyduğumuz anons, Ertan’ın, sanayi çarşısından çıktığı ve mahalle arasına girdiği yönündeydi.
Ekiplerin işi biraz daha zorlaşıyordu. Takip ettikleri kişinin Ertan Çelikbilek olduğunu biliyorlardı. Mala karşı işlediği suçlarından dolayı silah kullanılmıyordu. Ciddi bir kazaya yol açılabileceği için de riskli manevralardan kaçınılıyordu.
Bu arada şehrin çıkış yolları da kontrol altına alınmış, daha çok ekiple takip devam ettirilmiştir.
Tüm bu çalışmalara karşın Ertan, gecenin karanlığından da yararlanarak polisleri atlatmayı başarmış ve kayıplara karışmıştı.
Onun Edirne’deki serüveni burada bitmiş sayılamazdı. Ertan’ı gündemlerinden eksik etmeyen polis ekipleri birkaç ay sonra Tayakadın mıntıkasında onu tekrar görüp yakalama girişiminde bulunmuşlardır. Daha sıkı bir takiple, hatta havaya ateş ederek ele geçirmek istemişlerdir. Ertan bu. Yine paçayı polislerin elinden kurtarmayı bilmiştir.
Ertan artık Türkiye’nin her yerinde aranmaktadır. O, polis için sadece aranan bir sanıktır. Ama toplum için psikososyal bir vakadır.
Onu bu denli suç üstüne suç işlemeye yönelten nedenler nelerdi? O ve onun gibiler neden suç makinesiydiler?
Salt polisiye tedbirlerle suç ve suçlularla mücadelenin yeterli olmayacağı, bu sorulara yanıt bulununca daha iyi anlaşılabilecektir.
O, sonuçta, Lüleburgaz polisimizce yakalanmış, bir daha kaçmaması için ellerine kelepçe vurularak nezaret altına alınmış ve kelepçeli olarak çıkarıldığı adliye sonrasında cezaevine konulmuştur.
Ertan’ın yaşam felsefesi buydu sanki. Yakalanacak, cezaevine girecek, çıkacak, tekrar yakalanacaktı. Yine öyle oldu. Lüleburgaz cezaevinden çıktıktan sonra Edirne’de, Binevler mahallesinde yeniden yakalandı ve yine cezaevi.
Onun kollarına kelepçe vurmak, polisiye önlem olarak belki yanlış bir hareket değildir. Ama toplumumuzun öteki katmanları, beyinleri kelepçelenmemiş yeni bireyler yetiştirme de geç mi kalıyorlardı acaba?
Ertan’ın yetiştiği çevrede, zorunlu olmasına rağmen hâlâ ilköğretim okullarına gönderilmeyen çocukların sayıları ne kadardı? Bu aşamada onlar için neler yapılabilirdi?
Suçla, çocuk oyuncağı gibi oynarcasına hareket edenlerin polis ve adliye işlemlerinden sonra rehabilite edilmeleri yeni faydaların başlangıcı olamaz mıydı?
Suçlularla mücadeleye konsantre edilmiş polis örgütünün içinde ya da yanında, suçlulukla mücadele edecek somut bir birim düşünülemez miydi?
Zira biz polislerin suçlu ile mücadele ettiği kadar, suçlulukla da mücadele edilmesi gerekir. (Şubat 2004)
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder