Emniyet Genel Müdürlüğü Türk Sanat Müziği korosu, teşkilatımızın 162’nci kuruluş yıldönümü etkinlikleri çerçevesinde Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası (CSO) salonunda bir konser verdi.
TRT keman sanatçısı Murat Kadir Gök yönetimindeki konserin saz sanatçıları da yine TRT’nin usta müzisyenleriydi.
Koromuz, geçen beş yıl içerisinde repertuarını epeyce ilerletmişti. Amatör bir ruhla başlayan bu oluşumun kahramanları şimdi artık birer profesyonel gibiydiler. Ünleri Ankara dışına da taşmıştı. Önce Adana’da bir konser verdiler. Ardından teşkilatımızı Pakistan’da temsil ettiler. Bu durum, amatör bir topluluk için önemli bir olaydır.
İşte böylesine önemli bir topluluğun konserini izlerken dikkatimizi çeken bazı noktalar oldu. İlk bakışta şarkılar hep bahardan, çiçekten bahsediyordu.
Çoban Kızı bunlardan biriydi: “Bahar geldi gül açıldı, aşka geldi bülbül şimdi” diye başlıyor ve “Yeşillendi bütün dağlar, çiçeklendi bağlar şimdi” diye devam ediyordu.
Sonra sıradaki şarkıya kulak kesildik. Yine aynı teraneler bütün güzelliğiyle gönlümüzde esmeye devam etti:
“Baharım çiçeğim güzelim sevgilim/ Sar beni kollarında canım diyeyim”
İlk anda koro şefimizin, içinde bulunduğumuz bahar ayına uygun bir repertuar hazırladığını düşündük.
Bu nedenle şarkı sözlerine biraz daha kulak kabarttık.
Bir de ne görelim!
Devam eden şarkı sözleri ile teşkilatımızın yapısı arasında birçok ilintinin bulunduğunu fark ettik.
Mesela şarkılardan birinde sıkça “Söyleyemem” sözcüğü yer alıyordu.
“Sorma bana nafile neler düşündüğümü/ Söylemem tek söz bile çözemem o düğümü”
Merak ettik. Tekrar kulak kabarttık: “Gerçekten doya doya söylemek isterim de/ Söyleyemem söyleyemem söyleyemem”
Allah Allah…
Doya doya söylemek isteyip de söyleyemedikleri ne olabilirdi acaba?
Hepsi şarkı söylemek için oradaydılar. Bir de resmi üniforma giymişlerdi.
Teşkilatın üst düzey yöneticileri de oradaydı.
Acaba bir şeyler mi söylenmek isteniyordu?
Ama duyduklarınıza bakıyorsunuz: “Söyleyemem de söyleyemem”
İnanır mısınız, insanların kafaları karıştı.
Biz bu merak içindeyken bir kanun taksimi geçildi.
Açıkçası biraz rahatladık. Çünkü biz oraya müzik dinlemeye gitmiştik. Sonra kanun sanatçımıza ötekiler de eşlik etti.
Her şey yeniden normale döndü derken Ufuk Şen adında bir polis memuru çıktı ve “feryat”, “imdat” gibi laflar etmeye başladı:
“Bakmıyor çeşm-i siyah feryade/ Yetiş ey gamze yetiş imdade”
Kafamız iyice karıştı.
Neydi bu polislerimizi feryat ettiren şey?
Kimden imdat bekliyorlardı?
Yetkili yetkisiz herkes birbirine bakıyordu. Koca salon buz kesilmişti adeta.
Bütün bunlar yetmezmiş gibi aynı polis memuru benzer nidaları söylemeye devam ediyordu.
Neymiş efendim: “Kurtar Allah aşkına dünyayı derdimden… vs”
İşin bu şekilde icra edilişine Türk Sanat Musikisinde “gazel” diyorlarmış.
Önce “feryat, imdat” çağrıları.
Ardından “Kurtar Bizi” edebiyatı…
Bir yandan şarkıları dinliyor, bir yandan da sessiz düşünüyorduk.
Kırk kadar arkadaş müzik aracılığı ile bir mesaj mı vermek istiyorlardı acaba?
Öyle ya!
Sanat, toplum içindi ve iyi bir iletişim aracıydı.
Evet evet, şimdi her şey daha iyi anlaşılıyordu. Herhalde sözler özellikle seçilmişti.
Sonra sıradaki şarkıya yoğunlaştık. Belli ki hepsi önceden çalışılmış. Kulak verelim dedik:
“Ben de çile çektim gözyaşı döktüm/ Canana yalvardım nice diz çöktüm/ Şifasız yaramı dağlayıp söktüm/ Ağlayanlar bir gün olur gülermiş”
Çile..
Gözyaşı..
Yalvarış..
Diz çöküş..
Aslında teşkilat mensuplarımızın çoğu, özellikle tayin ve terfilerde gözyaşı dökecek kadar çok acı çekmişlerdi.
Diz çöküp yetkililere hep yalvarmışlardı.
Tayin nedeniyle 10-15 kez ev taşıyan vardı. Göçer ailelere dönmüşlerdi.
Kimse beklediği dönemde terfi edemez olmuştu. Hangi rütbeye ne zaman ulaşabileceklerini bilemiyorlardı. Bazı sınavlar yapılıyordu. Ama içinde performansa dayalı sorulardan eser yoktu.
Öte yandan özlük hakları konusunda yapılacağı söylenen iyileştirmelerden hâlâ ses seda çıkmamıştı.
“Yalvardım, gözyaşı döktüm” derken acaba bu mesajı mı vermek istiyorlardı?
Biz izleyiciler olarak kafamız karışık bir vaziyette onları dinlerken içlerinden biri baygınlık geçirmez mi?
Bir an için “Vermek istedikleri mesajın bir parçası” diye düşündük. Ama polislerimiz gerçekten çok çalıştırılıyorlardı. Elalem haftada 40 saat çalışırken onlar 60 ile 72 saat görev başındaydılar. Hele de tatil günlerinde, hafta sonlarında yaptıkları ek görevler onları ailelerinden ve sosyal yaşantıdan iyice uzaklaştırmaktaydı. Onlar bayılmayacak da kim bayılacaktı?
Arkadaşlarının fenalaştığını görünce anında yeniden organize oldular ve hep bir ağızdan şikâyetlerini dile getirdiler. Şimdi her şey daha iyi anlaşılıyordu. Derslerine iyi çalıştıkları belliydi.
Neymiş efendim: “Gündüzüm seninle gecem seninle/ Beyhude geçti bu ömrüm derdinle”
Hani neredeyse iki katı kadar fazladan çalışıyorlar ya..
Haftada 72 saate kadar falan..
Bayram seyran demeden..
“Gecem, gündüzüm, ömrüm” diyerek fırsat bilip hemen buraya sıkıştırmışlar.
Ama gerçekçi bakılacak olursa bu arkadaşların ne bir dernekleri var, ne de sendikaları. Sanatı iyi kullanmışlar. Yorgunluklarını, özlük hakları konusundaki yetersizliklerini, tayin ve terfideki sıkıntılarını bu şekilde ifade etmişler.
Bütün bunlar yetmiyormuş gibi sen yine hep bir ağızdan salona dön ve ‘aldatma’dan, ‘günah’tan söz et. İnsan kavga sırasında bile bu lafları söylemez. Güya şarkı böyle söylüyormuş. Sunucu da ordan “Zeki Müren’in parçası” diye tasdik etmez mi?
Şu laflara bak: “Aldattın beni seviyorum diye kalbimi yaktın/ Günahımı sen çek mihrabımı elinle yıktın”
Ben bu sözlere hayatta yorum yapmam diyeceğim ama acaba özlük hakları düzeltilecek diye kendilerine söz verilmişti de bu gerçekleşmeyince aldatıldıklarını mı sanıyorlardı?
Yoksa tayin ve terfi konusunda mahkemelerde hep haklı çıkıyorlardı da onun için mi günahtan falan söz ediyorlardı?
Açıkçası bu konuyu değerlendiremedim.
Sevgili meslektaşım, şaka bir yana koromuz mükemmeldi. Elbette koro şefinin ve her biri ünlü TRT saz sanatçılarının bu mükemmeliyette büyük rolleri bulunmaktaysa da koro elemanlarımızın özverili çalışmaları, keyif alınarak izlenen bir topluluğun oluşmasına olanak vermişti.
Kıyafetler uyumluydu. Yüzler beklendiği gibi hep gülüyordu. Şarkılar içtenlikle söyleniyordu.
Koristler, en iyiyi yapmak adına tüm performanslarını sergiliyorlardı. Hem de bayılma pahasına..
Solo program yapan arkadaşlar da eserlerini büyük bir güven içinde tamamladılar. Solistler; Ercan Yılmaz, Ersoy Özkaldı, Yılmaz Bilgin, Göksenin Baş, İlknur Doğan, Tülay Çelik, Semra ve Seyfi Usluoğlu. Hepsi iyiydiler.
Birçok kere olduğu gibi Haluk Öğüt müdürümüz yine okuduğu şarkı ile bütünlük içindeydi. Emekliye ayrıldıktan sonra “Gençliğe Veda” şarkısını seçmesi bundan olsa gerek. Bazı futbolcular için “Top ayağına yakışıyor” denilir ya Sayın Öğüt’e de müzik yakışıyor. Sesi, duruşu, papyonu ile iyi bir amatör olduğunu gösteriyor.
Polis memuru Ufuk Şen, “Bakmıyor Çeşm-i Siyah’ı gazelli okudu. Hem de mükemmel okudu. Çünkü gazel okumak her yiğidin harcı değildir.
Sema Daşçı, “Sarmaşık Gülleri” ile salonda romantik bir hava estirdi. Ses rengi şarkı ile o kadar uyumlu idi ki kendimizi 1970’li yılların salon filmlerinde zannettik. Bir an için, yonca yaprağı diye anılan Filiz Akın’ların, Fatma Girik’lerin, Türkan Şoray ve Hülya Koçyiğit’lerin nostaljisini yaşadık.
Sanat icrası, bir konsantrasyon işidir. Sanatçı kendini iyi konsantre eder de söylerse ortaya iyi bir konser çıkar. Aynı durum izleyici için de geçerlidir. Dikkati dağılmadan sahnedekileri dinleyebiliyorsa duyacağı haz mükemmel seviyede olur. Bu konser sırasında sunucunun, yerini hiç terk etmeyerek, sanatçı ile seyirci arasında konsantrasyonu bozucu davranışta bulunmadığı görülmüştür. Yine aynı şekilde kameraman ve fotoğrafçıların da sabit bir şekilde görevlerini yerine getirmeleri takdire şayan olarak değerlendirilmiştir.
Polisimizin, suçla mücadele sırasında zaman zaman insanlara kaba davrandığı iddiasıyla eleştirildiği bilinmektedir. Bu konser izleyenlere, polisimizin ne denli sanatsal ruhlu bir yapıda olduğunu göstermesi açısından da anlamlıdır.
Kutlama telgrafları, sanatçılar yerini aldıktan sonra uzun uzadıya okundu. Bu sırada hareketsiz duruş, topluluk elemanlarını biraz yordu. Ama onlar büyük bir özveriyle, yüzlerinden gülümsemeyi eksik etmeden eserlerini tamamladılar.
Kendileri de, şarkıları da, mesajları da güzeldi.
Yüreğinize sağlık, diyoruz.. (2007)
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder