20 Haziran 2011 Pazartesi

ANNEYE MEKTUP

Canım annem, öncelikle ben, Vasfiye ve torunların ellerinden öperiz. Taşınma derdimizden beri seni arayamadık. Yeni tayin yerimize geldik. Vasfiye emniyet müdürlüğünde, ben de polis merkezinde göreve başladık.
Arkadaşların bulduğu kiralık evi biz de merak ediyorduk. Fena değilmiş. Eşyaları fazlaca dağıtmadan badana boya işlerini bitirdik. İnşallah ileriye doğru memlekette lojman sorunu kalmaz da bizler de rahat ederiz. Kamyon parası, boya parası, depozit, kira derken bayağı borçlandık. Bereket, işçilik parası vermedik. Hafta sonu Vasfiye’yle boyadık. Boyadık ama Japonların “Üç taşınma, bir yangına bedeldir” lafını da boşuna demediklerini daha iyi anladık.
On iki yılda bizim de taşınmamız üçü buldu canım annem. Yangın başladı yani. Dünya kadar yol geliyoruz. Buradan izne çıkmamız da zor olacak. Ne var sanki bizi böyle diyar diyar dolaştırmasalar. Hasan öğretmen anlatırdı ortaokulda, Türkler göçebe millettir, diye. Eskiden öyleymiş canım annem, ama bizimkiler hâlâ bu geleneği sürdürüyorlar. Kendi memleketimizde görev yaparsak tanıdıklarımıza taraf çekermişiz. Sanki ben bizim şehirde herkesi tanıyormuşum gibi.. Tanısam bile suç işleyenin suçuna göz mü yumacağım? Fatih anlatmadı mı köyde? Emirdağlı biri Belçika’da polis olmuş da ona sormuşlar: Oradaki Türklerin bazı suçlarına müsamahakâr davranıyor musun, diye. O da cevap vermiş: “Asla.” “Olur mu öyle şey” demiş.
Biz de taraf çekmeyiz. Demek ki bizim büyüklerimiz bize güvenemiyorlar. Bizi bu huyunu suyunu bilmediğimiz uzaklara gönderiyorlar. Bu insanların güvenliğini sağlayalım diye.. Ama ben daha işlerimi yoluna koyamadım ki.. Bebelerin güvenliğini, trafik durumunu, servis durumunu ayarlayamadım ki.. Kaan ikinci sınıfa başlayacak. Şimdi buraya uyum sağlayacağım derken arkadaşlarından geri kalacak. Elif’i vereceğimiz kreş çok uzak. Zaten bir tane kreş varmış. Hafta sonu kapalı oluyormuş. Vasfiye’ye her hafta sonu ek görev çıkıyor. Gidemem demek yok canım annem. Üç kuruş fazla mesai ile başımızı bağlıyorlar. Kreşin servisi de pahalı. Ne yapacağız, bilemiyorum. Bütün bunları düşünürken ben nasıl buradaki insanların güvenliğini sağlama konusunda tam randımanlı çalışabilirim? Hâlbuki memlekette çalışsaydım, sen torunlarına bakar, biz de kendimizi işimize verirdik. Memleketimize, milletimize daha çok faydalı olurduk. Hem de göçebelikten kurtulurduk.
Annem, sen hep söylerdin.. Oralarda da valiler var, müdürler var diye. Geldiğim yerde valinin iki katlı büsbüyük bir evi vardı. Burada da kocaman bir konak.. Geniş bir bahçe içerisinde yapılmış. Aynı Maslak ormanındaki gibi. Hani, Ayhan amcalar İstanbul’a gittiğimizde bizi gezdirmişlerdi ya.. Sen de vardın. Padişaha av yapması için yapılmış. Hatırladın mı, padişahların Ihlamur’da, Küçüksu’da, Göztepe’de de böyle köşkleri vardı. Valinin konutu da aynen onlar gibi..
Bize de lojmanlar yapılacakmış. O zaman lojman sırası bize de gelecekmiş. Burada gelmese bile bundan sonraki tayin yerimizde gelir diyorlar.
Vali deyince canım annem, buraya gelecekken bizi adliyeye çağırdılar. Senin anlayacağın mahkemelik olduk. Geldiğimiz yerde inşaat işleri yapan bir müteahhit vardı. Tutturmuş tabanca vesikası alacağım diye. Adı kötü işlere karışmış canım annem. Alması mümkün değil.. Vali, hatırdan geçememiş, bizim müdürü aramış. O şahsın dosyasını hazırlayıp getirin, demiş. Devletin valisi böyle deyince biz de o müteahhidin silah ruhsatı alamayacağını belirten bilgileri de koyarak dosyayı gönderdik. Vali, silah ruhsatı verilsin, demiş. Emir, demiri keser. Biz de ruhsatı tanzim edip verdik. Müteahhitten kurtulduk diye de sevindik.
Hiç de öyle olmadı canım annem. Biz görev yaparken kötü niyetli davranmışız. Hâkim demiş ki, o dosyada imzaları bulunanlar gelsinler.
Hepimiz sıralandık hâkimin karşısına.
Önce müdüre sordu hakim: “Neden ruhsat verdiniz, diye..
Müdür, dosyayı valinin istediğini söyledi.
“Siz gidin, vali gelsin” diyecek sandık ama öyle olmadı.
“Siz bu dosyayı neden valiye gönderiyorsunuz? Sorumluluğu neden valiye atıyorsunuz? Valiyi yanıltma girişiminde bulunmuşsunuz.”
Müdür, valinin dosyayı istediğini tekrarlayacak gibi oldu.
“Olumsuz görüş belirtmişseniz o dosyayı artık valiye göndermeyecektiniz” dedi hâkim.
Sonra bize de sordu. Biz de müdürün dediği gibi söyledik
“Vali her şeyi inceleyemez ki”, dedi.
Allahtan o sıralar af çıktı da biz cezadan kurtulduk. Ama her zaman bu kadar şanslı olamayabiliriz.
Sonra bizimkiler bu işin kritiğini yaptılar. Birçok konuda yüzeysel bilgi sahibi olduklarını itiraf ettiler. Biz hep yanlış yapıyormuşuz, dediler.
Ama canım annem, bizim ülkede büyükler, fazla mesai adı altında sınırlı bir para verip sınırsız süre ile adam çalıştırmayı o kadar iyi biliyorlar ki.. Birilerine yaranmak için cumartesi pazar demeden, bayram seyran demeden habire bizi çalıştırıyorlar. Biraz da mevzuatı bilseler de mahkeme kapılarında dolaşmasak diyesimiz geliyor içimizden..
Ankara’da da durum aynıymış meğer canım annem. Vasfiye’nin tayini için genel müdürlüğe gitmiştim. Tüm Türkiye’deki polislerin başı orası. Her şey orada planlanıyor. Yani bizim beynimiz gibi. Yerini nasıl tarif etsem? Hani benim polisliğe gireceğim sene Anıtkabir’i ziyaret etmiştik ya.. Hatırladın mı canım annem, bizi gezdiren rehber ağlamaklı bir sesle Kınalı Ali’nin mektubundan söz ettiydi de sen de çok ağlamıştın. O sene kardeşim askere, ben de polisliğe gidiyordum da bizlere “Benim kınalı kuzularım” demiştin ve gözündeki yaşlar seni dinlememiş, akıvermişti. Bizim genel müdürlük oraya yakın bir yerde. İşlerimi takip ederken öndeki caddede iki günde birkaç kere fren cayırtıları koptu. Arkadaşlara baktım. Şöyle bir göz ucuyla pencereden bakıverdiler. Ama benim içim bir tuhaf gene oldu. Babamı trafik canavarına verdiğimizde de böyle cayırtılar göğü delmişti. Canım annem, Türkiye’nin trafiğinin beyni de o binanın beşinci katında ama maalesef bir çözüm bulalım diyen olmamış. O zaman düşündüm, genel müdürlüğümüz sıkıntılar karşısında çözümler üretmedikçe biz mahkeme kapılarında çok dolaşırız diye.
Bizim kendi ilimizde görev yapabilmemiz için konuyu meclise götürecek olanlar da o binada bulunuyorlar. Geçen sene bizim mebus, seçim öncesi köye geldiğinde, ben demiştim de bize bu konuları getirirlerse hallederiz dediydi. Genel müdürlüktekiler, meclisle sürekli irtibat halinde bulunsalar bu dertlerimizi çözebilirler. Korkarım, mecliste bu işleri takip edecek devamlı bir çalışma grubumuz bile yoktur. İki yüz bini aşan bir teşkilatız. Yakınlarımızla birlikte bayağı bir oy potansiyelimiz var. Bunu bile kullanmayı bilemiyoruz.
Ama sonra düşündüm de, kendi caddesindeki trafik problemini çözemeyenler, teşkilat mensuplarının sorunlarını nasıl çözebilir ki..
Canım annem, başını ağrıttım. Bizde herkes bir ürkek oldu. Çekingen oldu. Kimse elini taşın altına sokmak istemiyor. Dik duruş sergilemiyor.
Biz, senin öğrettiğin gibi Kaan’ımızı ve Elif’imizi, güzel Türkiye’mizin mutlu geleceği için yetiştiriyoruz. Onların, geleceğe umut olmalarını istiyoruz.
İstemek lazım diye düşünüyoruz.
Ellerinden öperiz canım annem.. (2010)

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder