13 Haziran 2011 Pazartesi

ŞU BİZİM DEVRE TOPLANTILARIMIZ

Polis koleji, 1938 yılında açılmış ve ilk mezunlarını 1941 yılında vermiştir.
1950 yılına kadar on dönem öğrenci mezun etmiştir.
Sonra polis kolejinin kapatıldığını görüyoruz. 2005 yılında, Çağın Polisi dergisinin 41’inci sayısında, dördüncü dönem mezunumuz emekli emniyet müdürü İsmail Hakkı Demirel’in açıkladığı üzere polis kolejinden mezun olanlar; daha bilinçli, daha bilgili, daha şuurlu olmaktadır. Dünya görüşleri değişiktir. Yanlarına gittiği öteki amirler ise ilkokul mezunudurlar. Bu nedenle rahatsızlıklar ve şikâyetler başlamıştır. Bu kötülemeler dönemin hükümetine aksettirilmiş ve kolej kapatılmıştır.
İlerleyen yıllarda polis kolejinin eksikliği ve önemi yeniden fark edilmiş ve 1958 yılında yeniden eğitime açılmasına karar verilmiştir.
Tarih, 23 Haziran 2007’yi gösterdiğinde yolumuz İstanbul’da Baltalimanı Polis Moral Eğitim Merkezine düşmüştü.
Girişte dikkatimizi çeken bir yazı vardı: “ONBİRİNCİ DÖNEM POLİS KOLEJİ MEZUNLARI YEMEĞİ”
İşte bu yemeği düzenleyenler, 1958 yılında ikinci kez açılan koleje yeni başlayan devreydi.
Aslında bu devre buluşmasından haberim vardı. 18’inci dönem kolej mezunu emekli emniyet müdürü Yusuf Vehbi DALDA, bu toplantıdan söz etmişti. Hatta 1970 yılından beri Fransa’da yaşayan ağabeyi İbrahim Yıldız’ın da 11’inci dönem mezunu olduğunu ve bu etkinlikte bulunacağını belirtmişti.
Onlar polis kolejine adım atalı tam 49 yıl olmuştu.
Zaman su gibi akıp gidiyordu.
Sanatçı, o meşhur şarkısında; “Geri döndüren gördün mü geçmişi/ Boşa soldurdun o nazlı gençliği/ Bir avuç toprak için yor kendini/ Dünyada ölümden başkası yalan” diye özetliyordu geçen yılları.
Bu nedenle hayat, bir gün dahi ertelemeye gelmiyordu.
Birlikte polis kolejine girdikleri yedi arkadaşları bugün hayatta değildi.
Yoklama çizelgesinde; 439 Asaf Çalışkan, 445 İbrahim Şensoy, 447 Ümit Erdal, 456 Ömer İleri, 458 Recep Ordulu, 460 Çetin Silahşör ve 472 Tamer Yalım için konulan not “Bayrak durumu: Tamam” şeklindeydi.
49’uncu yılda buluşma toplantısına Sami Durmaz, İlhan Lostar, Hikmet Yalnız, Hüseyin Kaplan, Nuri Esirgen, Necati Karaoğlu, Erol İnce, Metin Aksoy, Erdal Tağtekin, Yahya Soy, İbrahim Yıldız, Turan Genç, Sabri Kanlıkavak, Mümtaz Baykal, Fahrettin Sökmener ve Yurdakul Kırtıloğlu müdürlerimiz katıldılar. Eşleri, her zaman ki gibi yine yanlarındaydı.
2008’de ellincisini düzenlemeyi planladılar.
50 yıllık dostluk..
Tek başına kitaplar yazılabilecek bir tarih..
2009 yılı, onların polis kolejindeki birinci sınıf arkadaşlığının 50’nci yılı olacak. Onlar yine hep beraber o heyecanı yaşamayı planladılar.
2011 yılı, polis kolejinden mezuniyetlerinin 50’nci yılı, 2014 yılı polis akademisinden mezuniyetlerinin 50’nci yılı…
Kısaca onlar bu coşkuyu her yıl yeniden yaşamayı planladılar.
Bir süre İbrahim Yıldız ağabeyimizle görüştüm. 1969 yılında trafikle ilgili bir araştırma yapmak amacıyla Fransa’ya gittiğini, bir yıl sonra Emniyet Amiri rütbesinde iken evlilik nedeni ile meslekten istifa ederek Fransa’nın şarabı ile meşhur Bordeaux şehrine yerleştiğini anlattı.
Polis kolejinin kendilerine mükemmel bir eğitim verdiğini, polis akademisinde Uğur Alacakaptan, İlhan Arsel gibi hocalardan feyiz aldıklarını dile getirdi.
Bugün Türkiye’de, özellikle ilk gençlik yıllarının geçtiği Fatih’te insanların garip giysiler içerisinde dolaşmalarına bir anlam veremediğini ifade etti.
Yurt dışında yaşamış olmanın verdiği hasret duyguları da tetikleyici rol oynayınca devre toplantısı için hemen harekete geçtiğini ve Yahya Soy, Fahrettin Sökmener, Nuri Esirgen, İlhan Lostar ve Necdet Adıbelli müdürlerimizin gayretleri ile bu toplantıyı gerçekleştirdiklerini belirtti.
Şimdi gülen gözler, geçmişte 40 yılı aşkın meslek yaşamında az mı hüzünlenmişti?
Riskli meslek, yarattığı stres unsurlarıyla gün be gün saçları az mı ağartmıştı?
Beklenmedik tayinlerle aile bağları az mı incinmişti?
Çocuklara duyulan özlem, yürekleri sızlatmamış mıydı?
Şimdi yüzler gülüyordu ama görev sırasında da an’ı güzel yaşayabilmişler miydi?
O yoğun iş temposunda ülkemiz insanlarının huzur ve güven içerisinde yaşamaları uğruna kendilerinin ve ailelerinin mutluluğunu zaman zaman ikinci plana atmamışlar mıydı?
Onlar ülkenin geçirdiği üç askeri müdahale dönemini baştan sona yaşadılar. Meslek yaşamları terörün yoğun yaşandığı yıllara denk geldi. İl emniyet müdürlükleri, eğitim birimleri müdürlükleri, daire başkanlıkları görevlerinde bulundular.
İkinci kez açılan kolej mezunu sıfatıyla ilk il emniyet müdürü kapısını aynı devreden Hakkı Kaplan müdürümüz ile araladılar.
Nuri Esirgen ve Tuncer Meriç müdürlerimiz Teftiş Kurulu Başkanlığımızı yaptı.
Fahrettin Sökmener, Sabri Kanlıkavak, Halit Karabulut, Ümit Erdal, Necdet Adıbelli müdürlerimiz emniyet genel müdür yardımcılığı mevkilerinde hizmetler gerçekleştirdiler.
Turan Genç müdürümüz, emniyet genel müdürlüğümüzü yaptı.
Ünal Erkan bakanımız, vali ve emniyet genel müdürlüğü göreviyle birlikte olağanüstü hal bölge valiliği görevinde bulundu. 20’nci dönem milletvekili seçildi. 53’üncü hükümette devlet bakanı oldu.
Hepsinin ortak amacı; Büyük Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bekasını ve yüce Türk milletinin refahını sağlamaktı.
49 yıl önce Ankara’da başlayan birliktelik şimdi İstanbul’da Boğaz’ın serin suları karşısında devam ediyordu.
Onların yanından ayrıldığımda Sarıyer Belediyesinin bir yazısı dikkatimi çekti. Reklâm panosundaki yazı, “Dün geçti, bugünü yaşa, yarın olmayabilir” şeklindeydi.
Yaşamımız boyunca “Dün” ve “Yarın’lar hep oldu. Yadsımıyoruz.
Ama duvar yazısının haklılığına da itiraz etmiyoruz.
Bugünü yaşamak..
Bu an’ı yaşamak..
An’ı güzel yaşamak..
Gün ağır ağır kararıyordu. Fatih köprüsü ışıl ışıldı ve bir gerdanlık gibi Boğazı süslüyordu.
Polisevi önündeki deniz feneri yeşil yeşil yanıyordu.
Balık tutan yüzlerce insanın tek düşüncesi oltalarının ucundaydı. Sınıfını geçen çocuğuna vaat ettiği bisikleti alamamış olmayı şimdi düşünmek istemiyorlardı.
Gençler, yalılar önünde cıstaslı müziklerle boğaz gezintisi yapıyorlardı.
Kollarını ve başlarını arabanın camından çıkararak boğaz manzaralı fotoğraflar çekiyorlardı.
Ve bir kısmı “Ben de bu yalıda doğsaydım” hayalleri içerisindeydiler.
Boğazın gezinti gemileri de bir hoş olurlar. Baştan sona renk renk ışıklarla bir gelin gibi süslenirler. Bazen arabesk bir müzik, bazen bir oyun havası eşliğinde Boğazın armonisini tamamlarlar. Mini bir boğaz köprüsü gibidirler. Kıyıya çok yakın seyrederler.
Hemen onların arkasında süzülen devasa gemileri görmek mümkün. Gecenin karanlığında bir silueti andırsalar da, biz onların büyüklüklerini, yaktıkları iki silyon fenerinden anlarız.
Bazen küçük tekneler için beş kısa düdük çalarlar. Tehlikeli hareket yapıyorsun diye.
Bazen de uzun tek bir düdük: Küçüklere uyarı niteliğinde..
1964 yılındaki mezuniyet töreninde 43 yıllık bir ayrılığa yelken açılmıştı. Bugün 65 yıllık çınar gibiler. Emeklilik ile ikinci silyon fenerlerini yaktılar. Şimdi daha çok aydınlatıyorlar. Daha çok fark ediliyorlar.
Birçoğu anılarını kaleme almaya başlamışlardı bile..
Gençlerin, onların kısa ve uzun düdüklerine çok ihtiyacı var..
Polisevi önündeki deniz feneri yeşil yeşil yanıyordu. (2007)

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder