20 Haziran 2011 Pazartesi

İSMAİL HAKKI DEMİREL İLE SÖYLEŞİ

12/24 SİSTEMİNİN İLK UYGULAYICISI


Çağın Polisi dergisi, Türkiye Emekli Emniyet Müdürleri Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneğinin yayın organıdır. Dergiye kan ve can veren emekli büyüklerimizi, yine kendilerine ait Derginin sayfalarında tanımak, tanıtmak bütün mensupların hakkı olsa gerektir.
Bu gerçekten hareketle, bugün önemli bir büyüğümüzü sayfalarımıza taşımayı uygun bulduk. Daha doğrusu bir borç bildik.
Konuğumuz İsmail Hakkı Demirel idi. O, polis kolejinin dördüncü devresindeki 32 öğrenciden biriydi.
Polis enstitüsüne başladığında, hukuk fakültesine seçildi.
İl emniyet müdürlüğüne henüz 28 yaşında vekil olarak Çankırı’da başladı.
Başta başkent Ankara olmak üzere birçok ilde emniyet müdürlüğü yaptı.
Polis enstitüsü müdürlüğü ve Ankara il emniyet müdürlüğü görevlerinde boykot olayları yaşadı.
Bursa’da görevli iken iki kez İstanbul il emniyet müdürlüğüne gönderilmek istendi. Kendisi için İstanbul ya da Bursa hiç fark etmiyordu. İkisinde de gitmedi.
Mesleğimizde ilk kez 12/24 çalışma sistemini uygulamakla “marka” oldu. Birçok il, onun uygulamalarından örnekler aldı.
27 Mayıs ihtilâlinde ve 12 Mart muhtırasında görevi başında oldu.
Polis kolejine girdiği 1941 yılından, emekli olduğu 1978 yılına kadar geçen 37 yılı hizmet aşkıyla yaşadı.
Sonra avukatlık yapmak istedi. Hatta staja bile başladı.
Bu defa kendisine Danışma Meclisi üyeliği teklif edildi. Bu yüce görevi kabul etti ve başarıyla tamamladı.
O, bizim teşkilatımızın duayenlerindendi. Bu söyleşi ile bizi 1950 öncelerine götürdü. Dün gibi hatırladığı olaylar karşısında hayretimizi ve hayranlığımızı saklayamadık. Karşımızda 81 yaşında dev bir çınar vardı. Koleje başladığı 1941 yılından beri 64 koca yıl geçmişti. Kendisinden, birçoğumuza nostaljik anılar yaşatacak anlamlı mesajlar aldık. Geçmişle günümüz arasında karşılaştırma yapma imkânı bulduk.
O ve onun gibi kaç duayenimiz kalmıştı ki?
Oysa onlar çeşitli illerimizde ve aramızda mütevazı yaşamlarını sürdürüyorlar.
Onları aradığımızda kolayca bulabiliyoruz.
Hepsi kendilerini kanıtlamış ve çok şeyleri aşmış insanlar.
Bağlılıklarımızı bildirdiğimizde mutluluklarının daha da artacağı bir gerçektir.
Eli kalem tutan her meslektaşımızın, irtibat kurabildiği dev çınarlarımızı ziyaret ederek gelecek kuşaklara tanıtması bir görev olarak telakki edilmelidir. Onların yaşadıklarını kâğıt üzerine dökmek, onlara saygının bir ifadesidir. Hem de gelecekte sentez yapılabilmesi için kaynak birikimidir.
Sayın İsmail Hakkı Demirel, telefonla talep ettiğimiz randevuya olumlu yanıt verdiler. Ankara’dan hareketle Bursa polisevinde kendilerini dinleme şansı bulduk. Bundan sonraki aktardıklarımız, onun muhteşem hafızasının ürünleriydi. Şimdiden şükranlarımızı sunuyor ve uzun ömürler diliyoruz.
Erol ÖZDEMİR: Sayın müdürüm, İsmail Hakkı Demirel kimdir? Nerelidir?
1924 yılında Gümüşhane’de doğdum.
Babam Ali Demirel polisti. 27 yaşında iken 1927 yılında Trabzon’da 6 ay polis eğitimi gördü. Okul sonrası Trabzon’da polisliğe başladı. Bir yıl sonra memleketimiz olan Gümüşhane’ye tayin oldu ve orada da bir yıl çalıştı. O zaman ilçe olan Bayburt’ta 4 yıl çalıştı. Namlı ve cesur bir polisti. Rüştiye mezunu idi. Polis memuru iken komiserliğe bile vekalet etti. Sınavlara girdi. 9 yıllıkken komiser yardımcısı oldu. 1936’da Kars’a tayin oldu. Şimdi Ardahan iline bağlı Çıldır ilçesinde emniyet komiserliği yaptı. Ben o zaman ilkokul beşinci sınıfa gidiyordum.
Dedelerimiz, Oğuz Türklerinin Çepni boyundan gelmedir. Karadeniz bölgesine gelen Çepnilerin, en çok Giresun, Trabzon ve Gümüşhane illerine geldiği bilinmektedir.
En büyük dedemiz Çepni Salih’in 150 yıl kadar önce Vakfıkebir’den Gümüşhane’ye geldiği bilinmektedir. Onun oğlu ve benim büyük dedem olan İsmail, Gümüşhane’de doğmuştur. Babamın babasının adı İbrahim, babamın adı ise Ali’dir.
Babam, İstiklâl Savaşı gazisidir. Doğu cephesinde muharebelere katılmıştır. Erzurum, Kars ve Kafkaslarda, Kazım Karabekir kumandasında savaşmıştır. Sakarya muhaberesine katılmış ve Balıkesir cephesinden denize inmiştir. 1922 yılında İstiklâl Savaşının sona ermesiyle İstanbul’da terhis olmuştur.
Şimdi büyük oğul olduğum için istiklâl madalyasını ben taşımaktayım. Cumhuriyet bayramlarında gururla, şerefle göğsüme takıyorum.
Babam emniyet teşkilatından 1950 yılında kendi isteğiyle emekliye ayrıldı. Emekli olurken komiser rütbesindeydi. 1979 yılında da rahmetli oldu. Başarılı ve dürüst bir emniyetçiydi. Görevde kaldığı 23 yıl içerisinde sırasıyla Trabzon, Gümüşhane, Bayburt, Çıldır, Kars, Sivas, Mersin, Anamur, Tarsus, Adana, Kayseri ve son olarak yine Trabzon’da çalıştı. Böylece göreve başladığı ilde emekli olarak göreve son vermiş oldu. Askerlik hizmeti ve yıpranma ile birlikte 33 yıl üzerinden kendi isteğiyle emekliye ayrıldı.
Babam Kars’a tayin olduğunda Aşkale’den Erzurum’a kadar trenle gitmiştik. Vagonun içinde soba kurulduğunu hatırlıyorum. Hatta boru yerinden çıkmış ve çıkan boru, şimdi rahmetli olan kız kardeşim Neriman’ın alnında yara yapmıştı.
Bir kızım var. İş bankasında çalıştı. Şimdi emeklidir. Ailede en yakın polis olarak halamın oğlu Şinasi Şener bulunmaktadır. Kendisi Nevşehir il emniyet müdürlüğü yapmıştır.
EÖ: Babanız polis olduğuna göre ilk ve ortaokulu değişik illerde okudunuz…
İlkokulu Çıldır’da, ortaokulu ise Gümüşhane’de bitirdim. 1940 yılında babam Anamur’da komiserdi. O yıllarda Anamur’da ve Mersin’de lise yoktu. Mersin’in nüfusu 30 bin idi. Pansiyoner öğrenci olarak, Adana, Kayseri veya Trabzon’a gidecektim. Babamın maddi durumu buna imkân vermedi. “Ankara’da polis koleji var, oraya göndereceğim” dedi.
1941 yılında girdiğim polis kolejinden 1944 yılında mezun oldum. Biz kolejin dördüncü dönemiydik. İlk dönemlerde 50’şer öğrenci alınmıştı. Bize tahsis edilen sınıfta 16 sıra vardı ve ikişerli oturabildiğimiz için o yıl ancak 32 öğrenci alınabilmişti.
Koleji bitirir bitirmez 3 ay staj yaptık. Babam Tarsus’ta olduğu için staj için Mersin’i seçtim. Mersin emniyet müdürü Tacettin Ortaç idi. Her gün trenle Tarsus’tan Mersin’e gidip geliyordum.
EÖ: Artık öğrenci polis memuruydunuz. Bir sicil numaranız vardı. Ve sonra polis enstitüsünde öğrenime başladınız…
Kolej sonrası aldığım sicil numaram 4656 idi. Bu, Emniyet Teşkilatı Kanununun 1937 yılında yürürlüğe girmesinden itibaren teşkilata, 4656 polis alındığı anlamına geliyordu.
Staj sonrası okullar açılınca polis enstitüsünde eğitime başladım. Okurken üniforma giydiğimi ve maaş aldığımı hatırlıyorum. O zaman iki tür polis oluyordu: Sivil polis ve üniformalı polis. 5-6 arkadaş olarak bizi sivil gruba ayırdılar. Mezun olunca sivil alanda görev yapacaktık.
Ben bu arada olgunluk sınavına girmiştim. Öğretmenler kurulunda, bu sınavda dereceye girenler arasından seçildik ve hukuk fakültesine gönderildik. Sermet Senan, Kenan Aktekin, Şadan Ferit Kansu, Hüseyin Kemiksiz, Nihat Rüştü Kırcalı, Kemal Koç ve benimle birlikte 7 kişiydik.
Hukuk fakültesine geçiş yapınca polis enstitüsünden aldığımız maaşımız kesildi. Hukuk fakültesini, emniyet genel müdürlüğü adına burslu öğrenci olarak okuduk. İlk yıl 45 lira burs verildi. Bu paradan enstitüde yattığımız için her ay üç lira yatak parası, ayrıca yemek parası olarak da aylık Ankara’da çıkan bedele göre yemek parası kesiliyordu. Elimize 10-15 lira para kalıyordu. Daha sonra kurs ücreti 75 lira olmuştu.
EÖ: Polis enstitüsü diye başladınız, ama hukuk fakültesini bitirdiniz. Bu durumda ne zaman komiser yardımcısı oldunuz?
Polis kolejinden devre arkadaşlarım 2 yıl okuyup polis enstitüsünü bitirdikten sonra 1946 yılında komiser yardımcısı olarak göreve başladılar. Ben hukuk fakültesine devam ettiğim için, ancak 1948 yılı Ekim ayında komiser yardımcısı olabildim. Hukuk fakültesini bitirenler için herhangi bir kurs şartı yoktu. Aynı yıl doğrudan göreve başladım. Enstitüyü bitirenler geç terfi ettikleri halde ben hukuk fakültesi mezunu olarak 6 ay sonra komiser, 2 yıl sonra da başkomiser oldum.
EÖ: O yıllarda polis kolejinde üst sınıf öğrencileri ile alt sınıf öğrencilerinin ilişkileri nasıldı?
Alt sınıf öğrencileri üst sınıf öğrencilerine “ağabey” derlerdi. Onlara karşı saygılı olurlardı. Üst sınıfta bulunanlar da alt sınıftakileri korur, şefkat gösterirlerdi.
EÖ: Sonra polis kolejinin kapatıldığını görüyoruz.
Evet, polis koleji 1950 yılında kapatıldı. Kolejden mezun olanlar daha bilinçli, daha bilgili, daha şuurlu oluyordu. Dünya görüşleri değişikti. Yanlarına gittiği öteki amirler ise ilkokul mezunuydular. Bu nedenle rahatsızlıklar ve şikâyetler başladı. Polis koleji mezunları için “serkeş” ifadeleri kullanıldı. Bu kötülemeler yukarıya da aksettirildi ve kolej kapatıldı. O dönemde Demokrat Parti iktidara başlamıştı.
İlerleyen yıllarda polis kolejinin eksikliği ve önemi yeniden fark edildi. 1958 yılında eğitime yeniden açıldı.
1958 yılında yeni bir gelişme daha oldu. O ana kadar iki yıllık eğitimin sürdüğü polis enstitüsünden mezun olanlar en fazla emniyet amiri olabiliyorlardı. İstisnai olarak emniyet müdürlüğüne vekâlet edebiliyorlardı. 3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanununa göre emniyet müdürü olmak için hukuk veya siyasal bilgiler fakültesi mezunu olmak gerekirdi. Daha sonra dil tarih coğrafya fakülteliler de bu haktan yararlandırıldılar.
1958 yılında polis enstitüsü mezunlarının emniyet müdürü rütbesine yükselebileceğine karar verildi. İki yıllık mezunlar, üçer aylık kurslara tabi tutuldular ve ondan sonra asaleten emniyet müdürü rütbesine yükselmiş oldular.
Daha sonra 1962 yılında yapılan yasal bir düzenleme ile polis enstitüsünde öğrenim süresi üç yıla çıkarıldı. Artık bütün mezunlar emniyet müdürü rütbesine yükselebileceklerdi. 1962 yılından önce mezun olanlar, 1967 ve 1968 yıllarında fark sınavlarına girerek üç yıllık mezun sayıldılar.
EÖ: Komiser yardımcısı olduktan sonra nerede göreve başladınız?
Ankara emniyet müdürlüğünde göreve başladım. Personel şube müdürü hukuk fakültesi mezunu Şükrü Akyor idi. Sicil şefi beni müdüre takdim etti. Müdür bana “Hoş geldin, tebrik ederim” deyip meslek hakkında takınacağım tavır hakkında telkin ve tavsiyede bulunacak yerde ilk sözü “Resmi elbise giyeceksin” oldu. Ben de “Kumaş verildiğinde diktirip giyeceğim” dedim. Şube müdürünün mesleğe yeni giren mensubuna karşı ne kadar bilgisiz ve duyarsız olduğunu gördüm ve üzüldüm. Bu hatıramı unutamıyorum.
Sicil şefi beni Doğanbey polis merkezine verdiklerini bildirdi. Doğanbey, şimdi Opera Meydanı denilen ve Bitpazarı diye de adlandırılan, Kızılcahamamlı eski elbise alıp satanlarının ve bazı 3. sınıf lokantaların bulunduğu bir semtti. Merkez karakolu üç katlı betonarme yapılı bir binada idi. Karakol binasında “kalem” denilen yazı işlerinin yapıldığı odada soba ile ısınma yapılıyordu. Benim yattığım üçüncü kattaki odada bir lavabo üstünde sarı bir musluk vardı. Contası bozuk olduğundan musluktan sızan su donuyordu. Su, sıfırın altında bir derecede donduğuna göre benim istirahat anında yattığım odanın sıcaklık derecesini tahmin etmek kolay olacaktır. Kimseye şikayet etmedik. Gece gündüz Doğanbey karakolunun yoğun işleri ile haşır neşir olduk. Günlük suç adedi 10-15 civarında. Hazırlık soruşturmalarını ben yazıyordum. Yazdığım fezlekeler yani soruşturma özetleri savcılıkça çok beğenilmiş olacak ki, 8 ay sonra beni siyasi şube diye anılan birinci şubeye atadılar. Üç ay çalıştıktan sonra yedek subay okuluna gittim. Askerlik görevinden sonra genel müdürlüğe müracaat ederek göreve atanmamı istedim. Kocaeli kadrosunda görev yapmam öngörüldü. Polis enstitüsü müdürü emekli albay Şeref Süral’ın, enstitüde sınıf amirleri olarak kültürlü komiserler talep etmesi üzerine, bir yıl çalıştığım Kocaeli’nden polis enstitüsü kadrosuna atandım. Aynı dönemde Nihat Rüştü Kırcalı da Bursa’dan polis enstitüsü kadrosuna atandı.
EÖ: İlk emniyet müdürlüğünüzden söz eder misiniz?
Polis enstitüsünde başkomiser olarak bir yıl çalıştıktan sonra 1952 yılında 4.sınıf emniyet müdür vekili olarak Çankırı il emniyet müdürü oldum. Henüz 28 yaşındaydım. Aynı dönemde Nihat Rüştü Kırcalı da Van emniyet müdür vekili olmuştu. O günkü barem kanununa göre müktesep maaşımız 35 liralık başkomiser kadrosu idi. Ama biz 50 lira kadrolu dördüncü sınıf emniyet müdürü maaşı alıyorduk. Aradaki fark, Bakanlar Kurulu kararıyla tazminat olarak veriliyordu. Daha sonra da asaleten 50’lik kadrolu 4. sınıf emniyet müdürü olduk.
EÖ: Öteki müdürlüklerinizi de anlatır mısınız?
1954 yılı genel seçimleri sonunda 3. sınıf emniyet müdürlüğüne terfi ederek Aydın il emniyet müdürlüğüne atandım.
İl emniyet müdürlüğü yaptığım üçüncü il, Kastamonu idi. Kastamonu’ya 1958 yılında geldim. Daha önce Aydın’da birlikte çalıştığım vali Enver Saatçigil Manisa’ya atanmıştı. 1959 yılında beni Manisa’ya il emniyet müdürü olarak talep etti. 27 Mayıs ihtilâlinde Manisa’da idim.
27 Mayıs’tan sonra en büyük rütbeli subaya valilik görevi veriliyordu. İlimizdeki Paşa tarafından ihtilâlin üçüncü günü askeri emniyet müdürü olarak atanmam uygun görülmüştü. Askeri emniyet müdürü olduğumu hoparlörden öğrendim. Yazı, sonradan geldi. Çünkü ben tarafsızdım ve de hiçbir partiye mensup değildim.
Bir hafta kadar beraber çalıştık. Bir hafta sonra ilimizdeki Paşa beni çağırdı. Cumhuriyet Halk Partililer, İzmir’de yurtiçi bölge komutanı Canip İskilipli’ye, bizim Paşanın valilik görevini, garnizondan idare ettiğini, beni de değiştirmediğini söylemişler. Bunun üzerine bizim Paşa, “Senin yanına bir binbaşı veriyorum. Ama emniyet müdürlüğü görevini sen sürdüreceksin” dedi.
15 gün kadar binbaşıyla birlikte çalıştık. Binbaşı, “Ben bu işleri bilmem. Sen işleri yürüt” dedi. Yanımda oturdu. Ben işleri devam ettirdim.
Bir gün Paşa beni çağırdı. “Nezaret altına alınacak kimler var” diye sordu. O zaman yeraltı faaliyetlerde bulunanlar Milli Birlik Komitesi kararıyla, göz altına alınıyordu. İdari tedbir olarak hapse atılıyorlardı. Kimsenin yanlış hareket yapmayacağına inandığım için kimseyi nezaret altına almadık.
Paşaya, “İl başkanını, ilçe başkanını çağırırız, nasihat ederiz, dedim. “Söyleriz onlara herhangi bir toplantıya falan katılmazlar. Herhangi bir yanlış hareket yapma şansları yoktur zaten.”
Manisa’da kimseyi nezaret altına almadık.
İki ay kadar sonra idari bir tedbir olarak bütün il emniyet müdürlerinin yerlerini değiştirdiler. Beni Manisa’dan Balıkesir’e verdiler.
EÖ: Balıkesir’de de gözaltına alınmalar var mıydı?
Balıkesir’de vali Ahmet Koçak idi. Onu merkeze aldılar. Zahit Kırağlı adında bir amiral atadılar. Bir gün üs kumandanı hava kurmay albay Ahmet Dural telefonla aradı. Ahmet Dural Gemlik’liydi. Sonra korgeneralliğe kadar yükseldi. “Askeri cezaevinde 150 adam var. Bu kişiler hakkında yapılması gereken işlemleri yapalım” dedi.
O sıralarda vilayetlerde tahkikat komisyonları kurulmuştu. Bu komisyonlar; hukuk işleri müdürü, emniyet müdürü, savcı yardımcısı, vali yardımcısı ve yine bir üye olmak üzere 5 kişiden oluşuyordu. Geçmişteki particilerin yasal olmayan davranışlarını inceliyorlardı. Kanun dışı kalmış işleri varsa tahkikat konusu yapılıyordu.
Nezaret altına alınacak insan olup olmadığını Manisa’da Paşa bana sormuştu. Ama ben ihtiyaç duymadığımı söylemiştim. İl başkanı çiftçi Cemal Bey, ilçe başkanı dişçi Fevzi Bey vardı. Hiç birini nezaret altına alma gereği duymadığımı söylemiştim.
Balıkesir’de DP il başkanı Dr. Ahmet İhsan Kırımlı içerdeydi. İlçe başkanı İsmail İlşekerci içerdeydi. Milli Birlik Komitesi üyesi Mucip Ataklı’nın amcası oğlu Celil Ataklı içerdeydi. Toplam 150 civarında kişi gözaltında tutuluyordu.
Siyasi şubeye bakan Artvin’li bir başkomiserimiz vardı. Adı Mustafa Akalın idi. Onu çağırdım ve bu 150 kişiyi sordum.
“Dosyaları bize havale ettiler” dedi.
Oysa dosyaları tahkikat komisyonu neticelendirmeliydi. Neticelendirmemişler. İlçelerin birinde adam berberde traş olurken “Menderes bizim Allahımızdı “ demiş. İhbar üzerine merkeze, oradan da askeri cezaevine alınmış. Diğer dosyalarda da buna benzer ihbar ve şikâyetler var.
Dosyaları istedim. 3-4 tanesini inceledim. Çoğunda şahit yoktu, delil yoktu. Ama ihbarlar vardı.
Ne yapacağımı soracağım kimse de yoktu.
Öte yanda ceza ve usul kanunları geçerli idi. Savcılar, hâkimler görevleri başında idi.
İlk iş olarak ilçelerden alınanları birer yazıyla kaymakamlıklara gönderdim. Dosyaları kaymakamlıklarca incelenecekti.
İl merkezinde alınanların dosyalarını da tahkikat komisyonlarıyla birlikte inceleyip bıraktık.
EÖ: Ard arda yaptığınız il emniyet müdürlükleri görevlerinizden sonra bir süre emniyet genel müdürlüğünde görev aldığınızı biliyoruz.
O dönemde emniyet genel müdürlüğünde personel şube müdürü Mehmet Şahin idi. Beni telefonla aradı. “Balıkesir’e yeni geldin. Ama biz seni emniyet genel müdürlüğü personel şube müdürlüğüne almak istiyoruz” dedi.
O sıralar Yozgat’tan asayiş şube müdürlüğü için Ankara’ya gelen kayınbiraderim Nihat Rüştü Kırcalı da bu haberi duymuş ve beni aramıştı: “Personel şube müdürü yapacaklarmış. Milli Birlik Komitesi öyle uygun görmüş” dedi.
Bir süre personel şubede çalıştım. Bu şubede hatır gönül işi çok oluyordu. Bir defasında bir personelin ataması konusunda bir binbaşı ile münakaşaya bile girmiştik. O dönemde emniyet genel müdürlüğü görevini yürüten İhsan Aras Paşa, “Benim yanımda münakaşa etmeyin” demişti. Ben hukuksuz iş yapmayacağım konusunda kararlıydım. Hiçbir zaman da bu ilkemden ayrılmadım.
Baktım olacak gibi değil. Hukuk işleri müdürlüğüne geçmek istedim. O zaman hukuk işleri müdürü olan Feriha Sanerk, Bakanlıkta başka bir göreve getirilmişti. Ben onun yerine talip oldum. (Feriha Sanerk, Türkiye’nin ilk bayan emniyet müdürüdür. 1945 yılında istihbarat hizmetlerinde göreve başlamıştır. Bugün 82 yaşında olan Sanerk, 30 yıl görev yaptıktan sonra emekli olmuştur. Modacı Cemil İpekçi’nin yengesi olan Feriha Hanım, yine bir emniyetçi olan Adnan Sanerk ile evlidir. Yalova eski emniyet müdürü Nurdan Canca ve viyolonsel sanatçısı Rezzan Canca’nın annesi olan Feriha Hanım halen resim yaparak zaman geçirmektedir. EÖ)
Paşa, personel şubede bana alıştığını söylese de, hukuk işleri şubesine geçmek için kararlı olduğumu söyledim. “Personel şube için Mehmet Akzambak var” dedim. Çünkü Akzambak bunu çok istiyordu. Hemen bir kararname hazırladım. Kendimi hukuk işlerine, Akzambak’ı personel şubeye, Nevzat Ayaz’ı da pasaport şubesine yazdım. Kararname bu şekilde çıktı. 1961 yılında başladığım hukuk işleri şubesindeki görevimi iki buçuk yıl sürdürdüm.
İhsan Aras Paşa, emekli hava generali idi. İki yıl kadar genel müdürlük yaptıktan sonra valiliğe nakledildi. Ondan sonra emniyet genel müdürlüğüne Ahmet Demir getirildi. Ahmet Demir 60 yaşlarındaydı. Tek parti döneminde İstanbul emniyet müdürlüğü yapmıştı. İnönü’nün tuttuğu biriydi. Adını, öğrencilik yıllarımda duyuyordum. Astığı astık, kestiği kestik türden ve namlı biriydi.
Hukuk işlerinde çalışırken beni çağırdı. İstanbul birinci şube müdürlüğüne vereceğini söyledi. O yıllarda siyasi şubeler, birinci şube diye anılıyordu.
Ben, gidemeyeceğimi, İstanbul’da geçinemeyeceğimi söyledim. Yüzüme hayretle baktı. Herkesin koşarak gitmek istediği yere, ben hayır deyince, yüzündeki hayret ifadesi daha da belirginleşmişti.
Yine İhsan Aras Paşa döneminde Ankara il emniyet müdürü olan Ali Ulvi Sulukioğlu, asayiş şube müdürlüğüne almak istemişti. O zaman genel müdürlük şube müdürlüğü kadrosu 70 iken, Ankara şube müdürlüğü kadrosu 60 idi. Bu yüzden kabul etmemiş ve gitmemiştim.
EÖ: Sonra Ankara emniyet müdür yardımcılığı…
Emniyet genel müdürü Ahmet Demir’in, benim çalışmalarımı ve görev anlayışımı beğendiğini biliyordum. 2-3 ay geçtikten sonra, “Seni Ankara’ya müdür yardımcısı yapacağım” dedi. Ankara müdür yardımcılığı kadrosu 80 idi.
Emniyet genel müdür yardımcısı Ahmet Paftalı bir gün beni arayarak, “Ahmet Demir seni seviyor. Bu senin için büyük payedir. Hiç sesini çıkarmadan kabul et ve göreve başla” dedi.
Göreve başlamıştım. Sarı Semih diye anılan Semih Beşkardeş ile Sabri Meriç Ankara emniyet müdür yardımcıları idi. Benimle birlikte üç kişi olacaktık. Ankara emniyet müdürlüğü İsmetpaşa mahallesindeydi. Zaten 4-5 odadan ibaret bir yerdi. Üçüncü yardımcı olarak gittiğimde emniyet müdürü Ali Ulvi Sulukioğlu kuşkulandı. Vali Enver Kuray idi. Emniyet genel müdürü ile valinin de arası iyi değildi.
1964 yılıydı. Ankara emniyet müdür yardımcılığı görevine başlamak üzere genel müdürlük hukuk işlerinden ayrılıyordum. Ayrılışım sırasında emniyet genel müdürü Ahmet Demir, “Seni göreyim İsmail Hakkı” dedi.
“Ben müdür yardımcılığına gidiyorum, müdür ne görev verirse onu yaparım” dedim.
Biraz bozuldu.
Emniyet müdürü Ulvi Bey bana karşı soğuktu.
Bir gün girdim odasına ve “Zannetme ki ben Ahmet Demir’in adamıyım. Ben vazifemin adamıyım. İlle birinin adamı olmam gerekirse senin adamın olurum. Çünkü biz aynı kuşaktanız” dedim. Malatyalıydı ve de kendisini seviyordum. Neticede anlaştık ve birlikte çalıştık.
Daha sonra Ankara il emniyet müdürlüğüne, o zaman ilçe olan Kırıkkale kaymakamı getirildi. Mülkiyeliydi. Gelir gelmez randevuevlerini basacağını, umuma açık yerleri kapatacağını söyledi. Zannediyordu ki polisin işi sadece umuma açık yerler. Hâlbuki polisin bin türlü işi vardı.
Çok durmadı. 1965 yılı genel seçimler sonrasında Adalet Partisinin iktidara gelmesiyle görevden ayrıldı. Bu defa Ankara emniyet müdürlüğüne Muzaffer Çağlar getirildi. Bir süre bu görevde kalan Çağlar, sonra İstanbul emniyet müdürü olarak atandı.
Ankara emniyet müdürlüğünün boşalmasıyla bu göreve vali yardımcısı Lami Gözen getirildi. Lami Gözen Kilisliydi. Çok muhterem biriydi. Ben ve Ali Akman ona yardımcı olduk. Mesleği pek bilmiyordu. Yol gösterdik. Hulusi kalple yardımcı olduk. Ben mitinglerde, nümayişlerde, operasyonlarda tedbirleri almada hep ön plandaydım. Sonra mülkiyeli İbrahim Ural birinci şubeye, yine mülkiyeli Erdoğan Alıveren toplum zabıtasına müdür oldu. Muharrem Bartın’da, daha sonra birinci şube müdürlüğü yapanlardandır.
Ankara valisi Celalettin Coşkun idi. Emniyet müdürlüğüne vekâlet ettiğim dönemlerde valiye dirençli hareket ediyordum. Vali, bazen yeni kapatılan bir yerin hemen açılmasını istiyor, ben de “Yeni kapattık, hemen niye açalım ki” diyordum.
EÖ: Ve sonra polis enstitüsü müdürlüğü…
Faruk Sükan içişleri bakanıydı. Benim Ankara emniyet müdürü olmamı istemiş. Ama vali Celalettin Coşkun, bakanın bu isteğine sıcak bakmamış. Bunu daha sonra öğrendim.
O günlerde Faruk Sükan, vali Celalettin Coşkun’a, “Onu polis enstitüsü müdürü yapacağım” demiş. Vali bunu bana müjdeledi. Aslında Ankara için il emniyet müdürü olarak onay vermediği için, biraz da telafi etmek istiyordu. Böylece 80’lik kadrodan 100’lük kadroya geçerek Akzambak’tan sonra 1967 yılında Polis Enstitüsü müdürü oldum.
EÖ: Sayın müdürüm, bir fikir vermesi açısından, o günkü Barem Kanununa göre hangi kadroda kimlerin çalıştırıldığını öğrenebilir miyiz?
Komiser yardımcısından emniyet genel müdürüne kadar kadrolar şu şekildeydi:
25 : Komiser yardımcısı
30 : Komiser, maiyet memuru
35 : Başkomiser
40 : Kaymakam
50 : Dördüncü sınıf emniyet müdürü
60 : Üçüncü sınıf emniyet müdürü
70 : İkinci sınıf emniyet müdürü
80 : Birinci sınıf emniyet müdürü
90 : İzmir, Adana, Zonguldak il emniyet müdürleri
100 : Ankara, İstanbul il emniyet müdürleri ve polis akademisi müdürü
125 : Emniyet genel müdürü

EÖ: Sonra polis enstitüsü yılları. Hukuk fakültesine seçildiğiniz için polis enstitüsünde okuyamamıştınız. Ama müdürü oldunuz.
Aslında koleji bitirince polis enstitüsünde eğitime devam ediyordum. Enstitüde öğrenciliği tatmış biriyim. Ama daha önce söylediğim gibi hukuk fakültesine gittim ve orayı bitirdim.
İki buçuk yıl süreyle enstitü müdürlüğü yaptım. Öğretmenlerimizle birlikte, enstitünün dört yıllık akademi olması için çalışmalar hazırladık. Proje olarak Bakanlığa arz ettik. Ama yürümedi. Kadük oldu.
EÖ: Sizin döneminizde bir boykot hadisesi de oldu…
Polis enstitüsünde boykot 1969 yılında yapıldı. O sıralarda genel müdürün, “Mesleğe dışarıdan 40 mülkiyeli daha alacağım” diye bir açıklaması olmuştu. Öğrenci bunu duymuştu. Önünün tıkanmasını istemiyordu. Hiç nöbet tutmadan, gece görevi yapmadan doğrudan şube müdürlüğüne ya da daire başkanlığına tepeden inme alınmalar, öğrenciler arasında huzursuzluklar yaratıyordu.
Ben bu sıkıntıları yıllar öncesinden biliyordum. Hukuk işleri müdürü olduğum dönemde, emniyet genel müdürü Fevzi Arsın’ın, bir konu üzerine, “Ben polis okulu müdürünü değiştiremez miyim” sorusuna, “Değil bir okul müdürünü, bir polis memurunu bile değiştirebilmeniz için, bakanın onayı gerekmektedir. Siz ancak öneride bulunabilirsiniz” cevabını vermiştim. Genel müdür oldukça kızmış ve “Derhal bu kanunu değiştirin” demişti.
Aldığımız talimat üzerine trafik daire başkanı Talât Ergun, Feriha Sanerk, Kasım Buharalı ve ben bir komisyon kurarak çalışmaya başladık. Emniyet müdürü olabilmek için enstitü mezunu olma şartını getirmek istedik. Aksi takdirde birlik olmuyordu. Bir menşeye bağlamak gerektiğine inanıyorduk. Başta komisyon üyesi Talât Ergun alınganlık gösterdi. Kendisi de dışarıdan bizim mesleğimize girmişti. “O zaman bize burada yer yok” dedi.
Bu durumda kanun çalışması yürümedi. Yarım kaldı.
Enstitü müdürlüğü görevim devam ederken İzmit’te emniyet mensuplarının 70 daireli kooperatifinin kongresine davet edildim. Avni Müftüoğlu o yıllarda Kocaeli emniyet müdürüydü. Kooperatif başkanlığını Sinan Aşçıoğlu adında bir başkomiser yapıyordu. Ben enstitü müdürlüğü yaparken aynı zamanda polis bakım yardım sandığının yönetim kurulunda ikinci müdürdüm. Bizden mesken kredisi istemişlerdi. Beni de kooperatife dâhil ettiler. Davet edilince gittim. Kooperatif kongrelerini idare etmek üzere beni başkan seçtiler.
Bu sırada mesleğe dışarıdan 40 kişi alınacağı sözleri öğrenciler üzerinde derin tesir bırakmış ve hocalarına sormuşlar.
“Biz de yürüyüş yapalım” demişler.
Onlar da “Tabii ki yapabilirisiniz” demişler. “Bu sizin hakkınız” demişler. Bir dilekçe yazmışlar.
Ankara emniyet müdürü İbrahim Ural, onları teskin etse, “Ben zaten üniversite öğrencileri ile zor baş ediyorum, bir de siz sorun çıkarmayın, sakin olun” dese belki de sorun çözülecek. Böyle yapmıyor ve hemen içişleri bakanı Haldun Menteşeoğlu’na gidiyor. Öğrencilerin derse girmediğini haber veriyor. Haldun Menteşeoğlu, Muğla milletvekili olarak parlamentoya girmişti. İsmail Dokuzoğlu ise genel müdürü vekiliydi.
Boykot kararı alınınca öğrenciler bahçeye çıkmışlar. Necatibey caddesine boya ile (3201’E HAYIR) diye yazmışlar. Çünkü 3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanunu mülkiyelilerin girişine imkân veriyor. “Kaymakamlar, emniyet müdürü ile muadildir” diyor. “Emniyete 40 kaymakam alınacak” lafı da ortada dolaşınca haklı olarak isyan ediyorlar ve derse girmiyorlar.
Genel müdür vekili gelmiş. Yuhalamışlar. Yardımcıları gelmiş, onları da yuhalamışlar. Benim yardımcılarım da telaş içine düşmüşler.
EÖ: Siz de yoksunuz…
Evet. Olanları duyunca İzmit’ten hareket ederek okula geldim. Talebelere rica ettim. “Yapmayın” dedim. Tabii ki yapılanlar bana karşı değildi. Soruşturma yaptım. Talebe derneğini çağırdım. “Ben bu problemi halledeceğim” dedim. O sırada bir proje hazırlıyorduk. 4 yıllık akademi olsun, diye.
Neticede rapor yazdım. “Talebeler isteklerinde yerden göğe kadar haklıdırlar. Yalnız metotları yanlıştır” dedim.
Ne yaptılar?
Enstitü öğrencilerinin tümünü vilayetlere sürdüler.
Enstitü öğrencilerinin iki vasfı vardı. Bir yandan okul öğrencisi idiler. Üç yıllık eğitim görüyorlardı. Yiyecek-giyecek ihtiyaçları okuldan karşılanıyordu. Öte yandan polis memuruydular. Maaş alıyorlardı.
Hemen emniyet genel müdürlüğüne koştum. “Yapılanlar doğru değil. Öğrencileri illere göndermeyin. Çocuklar derse girecek. Ben bu durumu temin ettim. Ancak suç işleyen talebe cemiyetidir. Cezalandıracaksanız onları cezalandırın” dedim.
Genel müdür yardımcıları bir şey diyemedi. Daire başkanları bir şey diyemedi. Genel müdür vekilinin zaten bir şey yapacağı yok.
Bunun üzerine müsteşar Osman Meriç’e gittim. O da “Vallahi yapacak bir şey yok” dedi.
Şaşırmıştım. O zaman “Bakan’a bari gideyim” dedim. Tesadüf ki, Bakan da soğuk algınlığından evde yatıyormuş. Ona gidemedim.
Dilekçe yazdım. “Polis enstitüsü hakkında Bakanlığın aldığı karara karşıyım. Bu şartlar altında burada müdürlük yapamam. Beni merkeze alın” dedim.
Ve 1969 yazında merkeze alındım.
EÖ: Biraz da Merkez günlerinizden söz eder misiniz?
Bir süre ek görevle polis enstitüsünde emniyet teşkilatı hukuku derslerine girdim. Nihat Rüştü Kırcalı da polis taktiği derslerine giriyordu.
Bir yıl derslere girdim. O sırada 1971 yılında 12 Mart muhtırası olmuştu. Emniyet genel müdürlüğüne emekli general Sedat Kirtetepe getirildi. Kırşehir’de görevli iken tanıdığı Fikret Tim’e, emniyet genel müdür yardımcılarının üstünde bir görev olarak genel sekreterlik görevi verdi. Yine valilik yaptığı Kırşehir’den tanıdığı Kamuran Korkmaz’ı da emniyet genel müdür yardımcılığına getirmek istedi. O ise Bursa’yı talep etti ve Bursa emniyet müdürü oldu.
Bir önceki emniyet genel müdürü Orhan Erbuğ, Emniyet Teşkilatı Kanunu yapalım diye emir vermişti. Benimle birlikte, Ahmet Eren ve Nazmi İyibil’inde onayı alındı ve polis enstitüsünde bir çalışma ortamı hazırlayıp çalışmalara başladık. 30 kadar anket sorusu hazırladım. Bütün kadroya gönderdim. Bir ay geçmeden Sedat Kirtetepe çağırdı ve kanun hazırlığı konusunda bilgi istedi. Çalıştığımızı söyledim. Kanun hazırlamak o kadar kolay değildi. Özellikle teşkilat kanunu çok önemliydi. Henüz anket sorularının cevapları bile gelmemişti. Bunları anlattım.
“Evrakları topla, genel sekretere ver” dedi.
Ben o ana kadar yaptığımız çalışmaları Fikret Tim’e verdim. Tabii ki Fikret Tim’in yapabileceği bir şey yoktu. Çalışmalar yarıda kaldı.
EÖ: Sonra Ankara emniyet müdürü olduğunuzu biliyoruz…
Deniz Gezmiş ve arkadaşı o yıllarda yakalanmıştı.
Bir bekçi kaleşnikoflu iki kişiyi görünce tabancasını çeker ve bu iki kişiyi karakola götürür. Kimlikleri karakolda anlaşılır.
Şahıslar Ankara’ya getirilince içişleri bakanı Haldun Menteşeoğlu, biraz da merakından olacak ki “Getirin şu adamları göreyim” demiş. Makamda Deniz Gezmiş, hakaret içeren davranışlarda bulunmuş.
O dönemde Ankara emniyet müdürü olan Rüştü Ünsal İzmir’e verildi. Kendisi İzmir’i çok seviyordu.
Boşalan Ankara emniyet müdürlüğü için Semih Beşkardeş istekliydi. Bundan da ümitliydi. Zira Ankara valisi Şerif Tüten’in mülkiyeden sınıf arkadaşıydı. Ayrıca teftiş kurulu başkanı Adnan Çakmak da Ankara emniyet müdürlüğüne istekliydi. Üstelik Kirtetepe de Adnan Çakmak’ı tutuyordu. Ancak Bakanlık, Adnan Çakmak’ın Ankara emniyet müdürü olmasını istemiyordu.
Şerif Tüten; sınıf arkadaşı olmasına rağmen, çok geniş ve rahat bir yapıya sahip olması nedeniyle Semih Beşkardeş’i emniyet müdürü olarak düşünmüyordu.
O zaman, “Kim var” diye sormuşlar.
Merkezde olanlar arasında, “Polis enstitüsünde hocalık yapan İsmail Hakkı Demirel var” demişler.
Semih Sancar sıkıyönetim komutanıydı. Recai Paşa da yardımcısıydı. Recai Paşa’yı tanıyordum. Emniyet genel müdür yardımcısı olan kayınbiraderim Nihat Rüştü Kırcalı ile komşu olarak oturmuşlardı. Nihat Rüştü Kırcalı ile ziyarete gittik. Bir süre sohbet ettikten sonra, ona “Ankara’ya hazır ol” dedi. Nihat Rüştü Kırcalı, “Ben arzu etmiyorum” dedi. O zaman bana döndü. “Sen hazır ol” dedi. Ben de “Pekiyi” dedim. 1971 yılında Ankara emniyet müdürlüğü görevine başladım ve 3.5 yıl bu görevi yaptım.
EÖ: Ankara emniyet müdürlüğü görevinizde operasyonlarda, toplumsal olaylarda, mitinglerde başarılı bir dönem geçirdiniz. Ancak siz müdürken bir boykot olayı da toplum polisinde yaşandı…
1974 yılı ortalarına doğru bir gün, toplum zabıtası müdürü Ferdi Erzaim, bana telefon ederek, toplum polisinin göreve çıkmak istemediğini, boykot yaptıklarını bildirdi. Bu olacak iş değildi. Ben bu bilgiyi alınca, Ferdi Erzaim’e “Derhal birlik mensuplarını toplantı salonuna toplayın, ben oraya geliyorum” dedim.
Birlik kışlasına geldiğimde, 700-800 mevcutlu amir ve memur olması gerekirken, toplantıda 200-250 kadar personelin hazır olduğunu gördüm. Bu, 12 saat gececi, 12 saat gündüzcü çalışma sisteminin sonucuydu.
Hazır bulunanlara hitaben bir konuşma yaptım: “Göreve çıkmama gibi yanlış bir yola girdiğinizi, üzüntü içerisinde öğrendim. Siz aklınızı mı kaçırdınız? Yaptığınız iş disipline aykırı ve kanunlarımıza göre suçtur. Ankara’da sıkıyönetim var. Merkez komutanlığında 2000 inzibat eri mevcut. Komutan yetkilidir. İsterse hepinizi köyünüze, kasabanıza gönderir, yerinize 2000 inzibat erini konuşlandırır. Ne istiyorsunuz? Bana söyleyin”
Bunun üzerine her kafadan bir ses çıktı. “Bu böyle olmaz, ne istiyorsanız, her arkadaşım ayrı ayrı isteklerini bir dilekçe ile bana bildirsin” dedim.
Bu sözlerim üzerine, boykot kaldırılmış, toplum polisi göreve başlamıştır.
Bu toplantıyı müteakip, toplum müdürü Ferdi Erzaim’e talimat vererek, görev çizelgesini 12 saat çalıştırıp 24 saat dinlendirme yapacak şekilde tanzim etmesini istedim. Bu sisteme göre; toplum polisi, amir ve memur olarak, üç gruba ayrılacaktır.
Buna göre sabah 08 akşam 20, akşam 20 sabah 08 olacak şekilde görev çizelgesi yapılacak, bir grup görevde iken diğer iki grup izinli olacaktır. Bu görev şekli ile, bir amir veya memur 12 saat çalıştıktan sonra, aralıksız bir gündüz ve bir gece yani 24 saat izinli olacaktır. Bu suretle, sosyal yaşantısını eşi ve çocukları ile sürdürecek, göreve geldiği zaman zinde ve huzurlu olacaktır. Eski sistemde amir veya memur 15 gün gündüzcü veya 15 gün gececi olarak görev yapıyor, sosyal yaşantısını huzursuz ve sıkıntılı geçiriyordu. Gececi ve gündüzcü sistemde memur, özel ihtiyaçlarını karşılamak için, gece veya gündüz, görevli olduğu halde izin istiyor, rapor alıyor veya görevini izinsiz terk ediyordu. Böylece görevde bulunması gereken amir veya memur sayısı, arzu edilen seviyede olamıyordu. Özellikle 500 kişilik gececi veya gündüzcü grupta, hafta izinliler ve kaytaranlar çıkarılınca geriye 200-250 görevli kalıyordu.
Toplum müdürü Ferdi Erzaim, talimatı aldıktan sonra, bana sözlü olarak, toplum amir ve memurlarını üç gruba ayırabilmek için mevcuda ilaveten 500 elemana ihtiyaç olduğunu bildirdi. Bu sebeple de üç gruplu sisteme göre görev çizelgesi yapamayacağını belirtti.
Aslında bu düşünceye katılmıyordum. Toplum zabıtasının yakın yöneticisi olan arkadaşımı kırmak istemediğimden, emniyet müdür yardımcım Ahmet Eren’le beraber, toplum polisindeki huzursuzluğu gidermek, sıkıntıları hafifletmek için, üç gruplu sistemi uygulamak amacıyla Bakanlıktan 500 kişilik bir takviye yapılmasını içeren bir rapor hazırlayarak Kişiye Özel şerhli olarak Bakanlığa gönderdim. Ayrıca toplum polisine verilen yan ödemenin de bir kat arttırılmasını istedim.
Aradan bir ay geçti. Bakanlıktan bir cevap alamayınca, ilk yazımızdaki önerilerimizin yerine getirilmesi için Bakanlığa “Kişiye Özel” yeni bir yazı gönderdim. Toplum zabıtasındaki homurtuların ve şikâyetlerin durmadığını hatırlattım.
Emniyet genel müdürlüğünde, personel işlerine bakan değerli arkadaşım, mülkiyeli Dündar Karaşar, beni çağırıp da, “Bu sistem nasıl işleyecek” diye sormadı. Ayrıca personel verip veremeyeceği hakkında beni aydınlatan bir düşünceye girmedi. Gönderdiğim iki rapor sümen altında kaldı.
1974 yılının sonlarına geliniyordu. Kasım veya Aralık ayıydı Biz Bakanlıktan gelecek cevabı beklerken İstanbul’da Tura Turizmden Sabahattin Akalp adında arkadaşım aradı. Doğu Akdenizde vapurla bir tur olduğunu ve davetiye göndereceğini söyledi. Tur; Beyrut, Kahire, İskenderiye güzergâhında yapılacaktı.
Ben, kayınbiraderim Nihat Rüştü Kırcalı’nında gitmesini istiyordum. O da, ben de gezi amaçlı yurt dışına gitmiş insanlar değildik.
Sonunda pasaportlarımızı hazırladık. Bakanlığa müracaat ettik. Yurt dışı izin onaylarımızı aldık.
İstanbul’a hareket etmeden önce nezaketen valimiz Şerif Tüten beyi ziyaret ettim. “Allahaısmarladık” dedim.
Aynı şekilde sıkıyönetim komutanını ziyaret ettim.
Mutat olmadığı halde emniyet genel müdürü Celalettin Tüfekçi'ye gittim. Yurt dışından bir isteklerinin olup olmadığını sordum.
Yine müsteşar Hayrettin Ersöz’e uğradım. Sivas’tan sınıf arkadaşımdı. “Gitmek var, dönmek yok” dedim.
Bakanımızla ülfetim olmadığı için ona gitmedim.
Nihat Rüştü Kırcalı ile birlikte İstanbul’a hareket ettik. Baltalimanı polisevine yerleştik. Ertesi gün için biletlerimizi hazır ettik.
Akşam yemeği için Boğaza gittik. İstanbul kadrosunda görevli Orhan Erdem ve Salih Bora da bizimleydi.
Ertesi sabah ilginç bir durumla karşılaştık. Kayınbiraderim Nihat Rüştü Kırcalı’nın midesi kanamıştı. Önceden de mide kanaması geçirmişti. Bu durumda geziye katılması mümkün değildi.
İkinci bir sürpriz daha vardı. O da çok önemliydi. Ankara’da karışıklıklar vardı ve toplum polisi boykota başlamıştı.
İçişleri bakanı Mukadder Öztekin’di. Öztekin, Niğde’liydi. Önceleri Adana valiliği yapmış, daha sonra da CHP’den senatör olmuştu.
Toplum polisindeki boykotu duyar duymaz, “Emniyet müdürü nerde” diye sormuş. Herkes kem küm etmiş. Oysa ben izne çıktığımı hepsine bildirmiştim. “Emniyet müdürü izne gitti, haberimiz yok demesinler” diye.
Vali demiyor ki, “Emniyet müdürü 15 gün izin aldı. Emniyet müdür vekili olarak Nazmi İyibil var. Onunla gerekli tedbirleri alırız.”
Oysa Nazmi İyibil’i daha sonra vali yaptılar.
Ondan önce, TODAİE’nin delaletiyle Almanya’nın Berlin kentinde yapılan bir seminere katılmak için ayrıldığımda başka bir emniyet müdür yardımcısını vekaleten bırakmıştım. Bu arkadaşımız; trafik şube müdürü ve şoförler derneği başkanıyla kumpas kurmuşlar. Bir sürü kötü işler çevirmişler. Konuyla ilgili bir yığın ihbar var.
Yardımcımın alınması konusunda yazı yazdım. Almadılar. Boykottan altı ay önce toplum polis müdürü ile yardımcısını alın, diye yazdım. Onları da almadılar. Sadece trafik şube müdürünü aldılar.
Çalışma sistemini değiştirelim, dedim. Yapmadılar.
Ben ne yapabilirdim ki…
EÖ: Sonuçta geziye katılamadınız…
Tabii ki geziye katılamadık. Nihat Rüştü Kırcalı ile birlikte uçağa atlayıp Ankara’ya döndük.
Konuyla ilgili 2 müfettiş görevlendirilmişti. Boykot olayını soruşturuyorlardı. “Ben bu olayı bekliyordum” dedim. “İşte tekliflerim, işte raporum” dedim.
Toplum müdürünü ve yardımcısını değiştirin, dedim. Değiştirmediler. Görev sistemini şu şekilde uygulayalım, dedim. Uygulamadılar. İlginçtir, bundan beş yıl önce müfettişlerden birini Erdek’te gördüm. “Seni o olayda suçlu bulmadık. Sana niye izin verdi diye valiyi kusurlu gördük” dedi.
Aslında valinin de suçu yoktu. Öncelikle izni, sıkıyönetim onaylıyordu.
Ankara emniyet müdürü olduğum dönemde polise hiç laf getirmedim. Nice operasyonlara ve çok sayıda bombalı olaylara müdahale ettik. 3.5 yıl süresince basında olumsuz olarak hiç adımız geçmedi. Çünkü öylesine dikkatli ve mesafeli çalışıyordum.
Sonuçta Bakan, emniyet genel müdürü Celalettin Tüfekçi'yi aramış ve “Değiştirin bu müdürü” demiş. Bunu, Tüfekçi beni çağırdığında anlamıştım. Emniyet genel müdür yardımcısı Nevzat Ayaz ve polis enstitüsü müdürü Nihat Rüştü Kırcalı’nın da bulunduğu bir sırada Tüfekçi ellerini ovuşturuyordu. Beni sevdiğini de biliyordum. Bana yapılanın haksızlık olduğunu biliyordu. Ama Bakan’a direnemiyordu.
“Bakan beni değiştirmek mi istiyor?” dedim.
Cevap vermedi.
“Tamam, anlaşıldı” dedim. Zaten yorulmuştum. “Artık bağlasanız da durmam. Beni merkez valisi yapın” dedim. Zaten hakkımdı. Daha önce de valilik teklifi yapılmıştı. Namık Kemal Ersun Paşa bırakmamıştı.
Bu arada emniyet genel müdürü Celalettin Tüfekçi, bana iki mülkiye müfettişinin yaptığı bir raporu gösterdi. Müfettişler; Ankara, İstanbul, Bursa ve Trabzon illeri emniyet müdürlüklerini incelemişler.
Ankara’da hırsızların başı falandır, yardımcıları falandır şeklinde ifadelerde bulunmuşlar. Ama benim için, “Emniyet müdürü dürüst adam. Ama bu adamların hırsızlığını nasıl duymamış” demişler. İhbar ve şikâyetler üzerine şaibeli olanları Bakanlığa arz etmiş ve Ankara’dan uzaklaştırmıştım. Müfettişler bu icraattan habersiz rapor yazmışlar.
Bursa’da emniyet müdürü olarak Kamuran Korkmaz vardı.
Trabzon emniyet müdürü ise Kemal Serhatlı idi.
“Faydalı değiller, şaibelidirler, alınmaları gerekir” diye öneride bulunmuşlar.
Mübarek adamlar…
Mademki benim dürüst olduğumu öğrendiniz. O zaman bana soramaz mıydınız? “Madem dürüst adamsın. Gel bakalım, şu adamın hırsızlığını duymadın mı, niye bunlara göz yumdun diye.”
Oysa ben raporumda hepsini yazmıştım. Trafikten şube müdürünü ve 5-6 komiseri atmıştım. Ama emniyet müdür yardımcısını almadılar. Çünkü o, bir üst düzey yetkilinin yakınıydı.
EÖ: Ve son durak Bursa…
Emniyet genel müdürü Celalettin Tüfekçi’ye, “Beni vali yapmazsanız, Bursa’yı birinci derece yapın ve oraya emniyet müdürü olarak verin” dedim.
1975 yılıydı. Bursa’daki Kamuran Korkmaz’ı Kayseri’ye aldılar. Ben de Bursa’ya geldim.
EÖ: Yeni çalışma sisteminizi Bursa’da da uyguladınız mı?
Ankara’da ağzım yandığı için Bursa’da ilk işim, toplum polisinin çalışma sistemini 12/24 esasına geçirmek oldu. Mevcudu 150 kişiydi. Başlarında bir emniyet amiri vardı. Bu konuda çalışma yapmasını istedim.
“Olmuyor” dedi.
Belli ki hiç kafa yormamış, uğraşmamıştı. Emir verince sadece “Siz bilirsiniz” demek olmaz. Personel, fikrini de açıkça söyleyebilmelidir.
Emniyet amirini, faydalı olamayacağını anlayınca bir yazıyla il dışına gönderdim. 12/24 düzenlemesini bizzat kendim yaptım. Memurları, komiserleri üç gruba paylaştırdım. Böylece her grupta 50 kişi olacaktı. Oysa 12/12 düzeninde 7’de biri hafta izinlisi oluyordu. Bu arada çok yoruldukları için gereksiz yere istirahat alanlar ve de kaytaranlar oluyordu.
EÖ: Bu durumda 12/24 sistemini ilk siz başlattınız…
Evet. Hizmetten ben sorumluydum. Uygulama ve yönetme konusunda karar verebilmem gerektiğini de biliyordum. İyi ki uygulamışım. Çok da iyi oldu. İzmit’ten, Balıkesir’den sordular. Nasıl olduğunu onlara da anlattım. Böylece ülke düzeyinde yayıldı.
EÖ: Bursa’da görevli iken İstanbul emniyet müdürlüğü görevine atanmanız teklif edilmiş.
Hem de iki kez.
Bursa’da; Emniyet Teşkilatı Kanunu ile Polis Vazife ve Salahiyet Kanununun yenileştirilmesi hakkında 25 ilin valisi, emniyet müdürü ve jandarma komutanlarının katıldığı bir toplantı yapılmıştı. Toplantıya Ankara’dan İçişleri bakanı Oğuzhan Asiltürk, müsteşar Hayrettin Ersöz, emniyet genel müdürü Metin Dirimtekin ile çok sayıda üst düzey yetkili ve üst düzey komutanlar da katılmıştı.
Biz ev sahibiydik. Ben bir nevi sözcüydüm. Toplantıya katılanlara, dilimin döndüğünce Emniyet Teşkilatı Kanunu ile Polis Vazife ve Selahiyet Kanununu anlattım. Özetle polis teşkilatının kuruluş amacının da, polisin görevinin de suçu önlemek olduğunu, suç olduktan sonraki görevinin ise tali olduğunu anlattım. Zira adli görev, polisin ek görevidir.
O sırada Gaziantep’te olaylar olmuştu. Düztepe’de iki polisimiz şehit edilmişti. Emniyet genel müdürü Dirimtekin bir gün önce ayrıldı. Çelik Palasta onu uğurladım. Giderken “İsmail Hakkı, seni tanıyordum. Ama şimdi daha iyi tanıdım” dedi.
Bu bir teveccüh idi. “Teveccühlerinize teşekkür ederim” dedim.
O sıralarda emekliye ayrılacak olan İstanbul emniyet müdürü Mehmet Akzambak da Bursa’daki toplantıdaydı. Dirimtekin beni seviyordu. “Korkarım İstanbul’a atayacak” dedim.
Korktuğum başıma geldi.
Şimdi Bursa’da mesleğin sonuna gelmiştim. Bir daire almış, borcumu ödüyordum. Ayrıca emekli ikramiyemi de borç ödemesinde kullanacaktım.
Tekrar başka bir yere gitmeyi düşünmüyorum. “Artık yeter” dedim. İstanbul bana ne verecek? Maaşım artmayacak, rütbem artmayacak, makam arabam değişmeyecek, lojman değişmeyecek. İstanbul’un iyi bir kadrosu olmadığını da biliyorum. Orada başarılı olmak mümkün değil. Kaldı ki, başbakan Süleyman Demirel, içişleri bakanı Oğuzhan Asiltürk’ün götürdüğü kararnameleri imzalamıyor. Koalisyon hükümetinde bir birlik yok. İstanbul gibi dağdağalı bir yerde emniyet müdürünü kim koruyacak. Başarılı olmanın şartları var. Beni hükümetin desteklemesi lazım.
Bir gün öğle yemeği için evde bulunduğum sırada PTT’deki görevli bayan aradı. O yıllarda otomatik telefon yoktu. Bağlantıları PTT görevlileri yapıyordu.
“Sizi Bakan arıyor” dedi.
İçişleri bakanının aradığını sandım. Oysa arayan adalet bakanı İsmail Müftüoğlu idi. Kendisi birkaç ay önce Bursa’ya gelmişti. Basın yayında çalışan bir arkadaşımın delaletiyle Kapalıçarşıyı gezmiştik. Kendisi Adapazarlı ve MSP milletvekiliydi. Bu geziden dolayı bir merhabamız vardı.
“Hayırlı olsun. İstanbul’a tayininiz takarrür etti” dedi. Bu, İstanbul’a tayinime karar kılındığı anlamına geliyordu.
“Yandık” dedim içimden.
“Ben istemiyorum beyefendi” dedim.
Öyle deyince şaşırdı ve telefonu kapattı.
Eski valilerden Mustafa Karaer Bursa’da oturuyordu. Sönmez Holding genel müdürü idi. Holding sahibi Ali Osman Sönmez ise Çiller hükümeti döneminde milletvekili idi. Ben onu ‘Bursa’nın Koç’u’ diye anarım. Karaer, bir yemek sırasında bana, emekli olduğumda iş teklifi yapmıştı. Emekli olursam bana hangi görevi verebileceklerini sorduğumda da benim yardımcım olacaksın, demişti.
İstanbul emniyet müdürlüğüne tayinimin çıktığını öğrendiğimde kendisine gittim. “İstanbul’a gitmek istemiyorum” dedim.
Karaer, “Ben durdururum” dedi. Emniyet genel müdürü Dirimtekin’in vali oluşunda katkıları olmuş. Hatta Karaer vali iken Dirimtekin aynı ilde kaymakamlık yapmış. Belli ki araları iyiydi. Aradı. Ama bulamadı.
Bu arada ben kendi valimiz Mehmet Karasarlıoğlu’nu aradım. Erdek’te tatildeydi. “Kuvvetli bir yerden öğrendim. İstanbul’a tayinim çıktı” dedim. Bakanın adını vermedim.
“Haberim yok” dedi.
“İstanbul olursa emekliye ayrılacağım” dedim.
O da “Ben Ankara ile görüşürüm” dedi.
Ertesi gün genel müdürü aramış. Benim İstanbul’a gitmek istemediğimi söylemiş.
Genel müdür, “Onun için terfidir” demiş.
Oysa İstanbul benim için terfi değildi. Bana sorulsaydı, gitmeyeceğimi bildirirdim. İstanbul’un kadrosu hiç de iç açıcı değildi.
Ardından Karaer de telefon açmış. Genel müdür ona, Karasarlıoğlu’nun da bu konuyla ilgili telefon açtığını ve canını sıktığını söylemiş.
Karaer, “Canını hiç sıkma, İsmail Hakkı’yı bize bırak. Biz kendisinden memnunuz” demiş.
Dirimtekin, “Ben onu Bakana zorla kabul ettirdim. Başka adayım yok” demiş. Bakanın beni kerhen kabul ettiğini de iletmiş.
Sonra da “Bırakırım ama” demiş. “Bakana yüzüm olup ta başka kimseyi İstanbul emniyet müdürlüğüne teklif edemem.”
EÖ: Bu, İstanbul’a tayininizin durduğu anlamına mı geliyordu?
Evet, böylece tayinim durdurulmuştu. İstanbul emniyet müdür yardımcısı Nihat Kaner idi. Ona telefon açtım. Gazeteler tayinimden söz etmişti. Gelmeyeceğimi bildirdim. “Çalış, asaleten kalacaksın” dedim. 8 ay kadar vekâleten İstanbul emniyet müdürlüğünü yürüttü. Daha sonra Bursa’ya da geldi ve emniyet müdürlüğü yaptı.
EÖ: İkinci kez nasıl durdurmuştunuz?
Daha sonra emniyet genel müdürlüğüne İbrahim Önen geldi. Mülkiye müfettişiydi. Balıkesir valiliği yapmıştı. 15 gün kadar emniyet genel müdürlüğü yapmıştı. Kendisi içişleri bakanlığı özel kalem müdürü olarak çalışırken, ben de orada şube müdürü idim. Çok iyi bir dostluğumuz vardı. Şimdi beni İstanbul emniyet müdürlüğüne düşünür, dedim. İstanbul’a gitmek istemiyorum. Boşuna kararname yazmasınlar, dedim. Kendilerine tebrik amacıyla mektup gönderdim. Ayrıca yorulduğumu ve emekli olacağımı belirttim. Yeni ev aldığımı, borcumu ödeyeceğimi, bu nedenle başka bir yere vermemelerini yazdım. Başka yere gitmeyeceğim, dedim.
Bu sefer 1977 yılında Ecevit hükümeti kuruldu. Emniyet genel müdürlüğüne Gürbüz Atabek getirildi. Kendisi Ecevit’in gözdesiydi. Mülkiyeliydi. Sol tandanslı bir havası vardı. İzmir emniyet müdürlüğü ve polis okulu müdürlükleri yapmıştı. O da beni İstanbul emniyet müdürlüğüne düşünür, diye aklımdan geçirdim. Bu arada İzmir’de bulunan Nazım Gürtekin’i aradım. Gürtekin, Artvin’liydi. İyi arkadaşımdı. Tebrik mi yazayım, telefon mu edeyim, dedim. “Aç bir telefon” dedi. Ben tebrik için açtım. Ama o “Yahu sen emekliliği falan bırak, kalk gel buraya” dedi.
Selam verdik, borçlu çıktık.
Meğer önceki emniyet genel müdürü İbrahim Önen için gönderdiğim tebrik yazısı sicile verilmiş, bir şekilde Gürbüz Atabek’in bundan haberi olmuş.
Ankara’ya gittim.
“Gel sen, şu İstanbul’u kabul et. Hiç değilse 6 ay otur masaya” dedi.
“Beyefendi” dedim. “Ben Demirel hükümeti döneminde reddettim. Şimdi CHP geldi. Gidersem olmaz. Hem ben yorgunum, emekli olacağım. Başarılı olamam. Gittiğim yerde iş yapmak isterim. Laf olsun diye niye gideyim?”
“Pekiyi, sen bilirsin” dedi.
Böylece İstanbul’a gitmemiş oldum.
Aradan bir ay geçti. Bursa’ya vali olarak atanan Ziya Çoker, bir gün Ankara’ya gittiğinde CHP’liler, kendilerine, benim için “O, Adalet Partilidir” demişler.
Bana soğuk davranmaya başladı. Hâlbuki hiç ilgisi yoktu. Ben hiç taraf tutmam.
Bir gün kendisine çıktım. “Bana soğuk davranıyorsunuz, ama ben yakında emekli olacağım. Ben sizi takdir ediyor ve beğeniyorum. Eli kalem tutan birkaç valimizden birisiniz” dedim.
Neticede işi düzelttik.
EÖ: Valilik için adınızın geçtiğini duyduk…
Gümüşhaneli hemşerilerim ve beni sevenler, benim vali olmam için uğraşmışlar. CHP’liler, özgeçmişimle ilgili bilgi istediler. Yazıp gönderdim. Sancar Paşa döneminde Ankara emniyet müdürlüğü yaptığım ve gençleri ezdiğim yönünde şerh düşmüşler. Yekta Güngör Özden, çok iyi dostumdur. Beni çok sever, ben de onu severim. Benim vali olmam için onun da girişimleri olduğunu bilirim.
1978 yılında emniyet genel müdürlüğünde solun ağırlığı hissedilmeye başlandı. Bir şube müdürü bile doğrudan Bakanla görüşebiliyordu. Emniyet genel müdürü Haydar Özkın kontripiyede kalıyordu. Onu da değiştirmek ve Bursa’ya vali yapmak istiyorlardı. Olmadı.
EÖ: Sonra emekliliğiniz gündeme geldi…
Valimiz Ziya Çoker Ankara’ya gidince, “Emniyet müdürü ne zaman emekli olacak” diye sormuşlar. İzne ayrılmamı istemişler.
Önceki yıllarda benim yardımcılığımı da yapan ve o an emniyet genel müdür yardımcısı olan Ahmet Eren telefon etti. “Ne zaman emekli olacak diye soruyorlar” dedi.
“Zamanı gelince emekli olacağım. Dava etmem, korkmayın” dedim.
Bir ay sonra Ahmet Eren’den yine telefon geldi. 1978 yılının Eylül aylarıydı.
“Dilekçe istiyorsanız dilekçe göndereyim. Aralık ayında emekli olacağım” dedim.
5 Aralıkta emekli olmam kaydıyla bir dilekçe yazıp Ahmet Bülbül adındaki güvendiğim bir memurla gönderdim. Arşive ve personel şubeye kaydını yaptırmasını söyledim. 5 Aralık’ta emekli etmezlerse kendimin ayrılacağını bildirdim. Zira 5 Aralık’ta emekli olursam Ocak maaşına hak kazanıyordum.
4 Aralık akşamı emekli onayım gelmişti. Bu benim için bayramdı. Ertesi gün, yardımcımı müdür vekili yaparak ayrıldım.
EÖ: 1941 yılında polis kolejine başlamıştınız. 37 yıl sonra emekliliğe adım atarken neler hissettiniz? Neler yaptınız?
Emekli olduktan sonra Bursa’da oturmaya devam ettim. Bir süre, ev satın aldığım müteahhit İbrahim Yazıcı ile çalıştım. Emekli maaşı olarak 3000 lira alamıyorken, orada 10 bin lira aylık alıyordum. Onunla çalışırken evimin borcu da bitmişti.
Uludağ’da bir otel yaptırıyordu. Otel bitince de genel müdür olarak çalışacaktım. 20 ay geçti. Otel hâlâ bitmedi. Ben de ayrıldım.
EÖ: O zaman ne yaptınız?
Avukatlık yapmaya karar verdim ve staja başladım. Staj devam ederken 1981 yılında Danışma Meclisi Kanunu çıktı. Eşraftan beni seven partili partisiz Bursalılar, “Sen müracaat et” dediler.
Oradan parlamenter emekli maaşı alabilecektim. Kabul ettim.
Valilik makamına 100 kadar müracaat yapıldı. O anda Zekai Gümüşdiş Bursa valisi idi. Önceki valilerden Mustafa Karaer, Mehmet Karasarlıoğlu’da müracaat edenler arasındaydı. Ayrıca Yakup Yücel, Koç’un damadı Alaattin Yıldız, emekli generaller de müracaat etti. Ben, vali tarafından önerilen 9 kişiden, konsey tarafından belirlenen 3 kişi arasına girmiştim.
O dönemde İçişleri bakanı Selahattin Çetiner idi. Çetiner’in ilginç bir hikayesi vardır. İsmet İnönü’nün Kayseri'ye gitmek için seyahat ettiği tren Himmetdede’de durdurulur. Kayseri’den bu amaçla vali yardımcısı ve jandarma komutanı Himmetdede'ye gönderilmiştir. Önü kesilen ve treni durdurulan İnönü kızar ve yürüyerek gitmek ister. Çetiner, o dönemde yüzbaşıdır. Emrindeki takımla birlikte yolu açar ve tasallutu önler. Ancak Demokrat Partililer Çetiner’i emekliye sevkederler. Çetiner, 1960 ihtilâli sonrasında tekrar askerliğe döner ve korgeneralliğe yükselir. 1981 yılında da içişleri bakanıdır.
Danışma meclisine seçilecek adaylar, başta Sayın Kenan Evren olmak üzere, yetkililerce sıkı bir şekilde inceleniyorlardı. Benim özellikle, Ankara’dan Bursa’ya neden gönderildiğim gündeme gelmiş. Bu amaçla içişleri bakanı Selahattin Çetiner, müsteşar yardımcısını görevlendirmiş. Tesadüf ki, müsteşar yardımcısı, Saraçoğlu mahallesinde kayınbiraderim Nihat Rüştü Kırcalı’nın oturduğu D blokta oturmaktaydı. Ona sormuş.
“İsmail Hakkı Demirel adında emekli bir emniyet müdürü var” demiş. “Çok güzel bir sicile sahip. Ben böyle sicil görmedim. Kendisini tanıyor musun?”
O da “Eniştem” diye cevap vermiş.
Beni Bursa’ya verirken sıkıyönetim komutanından müsaade istemişler. Komutan da, benim hakkımda iki sayfalık methiye yazmış. Dosyamdaki bu methiye yazısını da görmüşler.
Komutan, bu methiye de, benim için, “Olayların müsebbibi o değil” demiş.
O zamanlar toplum zabıtasının yeniçeri ocağı gibi olduğunu belirtmiş.
Ayrıca, onu alacaksanız, onore ederek alın, diye görüş belirtmiş.
Zaten ben Bursa emniyet müdürlüğü için Ankara’dan ayrılırken içişleri bakanı Mukadder Öztekin’e Allahaısmarladık demeye gitmiştim. Gerçi başkası kızıp gitmezdi. Ama ben veda için gittiğimde, “İsmail Hakkı senden özür dilerim. Seni ilk fırsatta onore edeceğim demişti.”
EÖ: Sayın Müdürüm, şimdiki günleriniz nasıl geçiyor?
Bursa’da bazen polis emeklileri derneği lokaline, bazen de Parlamenterler Birliğinin Bursa şubesindeki lokaline gidiyorum. Eski meslektaşlarımla buluşarak günlük olayları izliyor, mesleki sohbetler yapıyoruz. Emekli valiler, emekli belediye başkanları ve eski yeni parlamenterlerle güzel vakit geçiriyoruz. Ailevi durumum iç açıcı değil. 55 yıllık eşim alzheimer hastasıdır. 3 yıldır evde bir bakıcı hanımla beraberdir. Alzheimer, tedavisi olmayan, tıbbın aciz kaldığı bir hastalık!
EÖ: Bugünkü polis teşkilatının durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bizim zamanımıza göre teknik bakımdan yani araç gereç yönünden durum çok iyi. Ancak eğitimi yeterli göremiyorum. Polis okullarının 2 yıllık yüksek okul statüsüne çıkarılması çok yerinde olmuştur. Üniversite mezunlarının, iyi seçilerek 6 aylık kurstan sonra polis memuru olarak atanmalarını da yerinde buluyorum.
Polisin silah kullanması konusunda söyleyeceklerim var. Askerler hem savunmada, hem de taarruzda silah kullanır. Polis de silahlı kuvvettir. Ancak askerde olduğu gibi silah kullanmaz. Askerin karşısında düşman vardır. Polisin karşısında vatandaş vardır. Kardeş vardır. Arkadaş vardır. Çocuk vardır. Kadın vardır. Genç, ihtiyar vardır. Bu sebeple silah kullanmak, çok incelik isteyen bir husustur.
Polise silah, savunmada kullanması için verilmiştir. Taarruz amaçlı silah kullanma yetkisi verilmemiştir. Polisin, önünden kaçan sanıklara, çok istisnai haller dışında, silah kullanması suç teşkil eder.
Toplantı veya yürüyüşlerde kaçmakta olan kişilere, copla arkadan vurulması caiz değildir. Sanıkların saldırısını defetmek için cop kullanılması normaldir. Ancak copun, kişilerin başına, boyunlarından yukarı kısma vurulması yanlıştır. Birçok vakada ölüme sebebiyet verilmiş, bazı meslektaşlarımız bu yanlış hareketlerinden ötürü mahkûm olmuşlardır.
EÖ: Bugün emniyet teşkilatının en üst yetkilisi olsaydınız öncelikle hangi konuları ele alırdınız?
Her amir ve memura lojman verilmesini sağlardım. Bu mümkün olmadığı takdirde, her ilde kooperatifler kurdurarak, bankalardan uzun vadeli taksitli krediler sağlar, her memurun ev sahibi olmasını isterdim.
Her şeyden önce eğitime öncelik verir, öğretmen kadrosunu ihtiyaca göre yetiştirerek mesleğin icaplarına göre öğretim ve eğitim sağlanmasını isterdim. Polis meslek yüksek okullarında öğretmenlik yapan elemanların daha iyi seviyeye çıkarılmaları için çalışırdım.
EÖ: Bize çok önemli açıklamalarda bulundunuz. O günlerin koşullarıyla günümüzün farkını görme şansı verdiniz. Size müteşekkiriz. Şükranlarımızı sunuyor ve sağlıklı ömürler diliyoruz.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder