20 Haziran 2011 Pazartesi

ERDOĞAN ALIVEREN İLE SÖYLEŞİ

HER BİRİMDE BİR MEMUR BIRAKIN
DİĞERLERİ OLAY YERİNE GELSİN


Çağın Polisi dergisinin bu ay ki konuğu Erdoğan Alıveren. O, çalışma hayatına kaymakam olarak başladı. Ata’mızın naaşının Anıtkabir’e nakli sırasında, katafalk önünde ilk saygı nöbetini tuttu. Sonra belediyelerde görev yaparak yerel yönetime hizmet verdi. Fransız hükümetinden aldığı bursla yerel yönetimlerin yanı sıra Paris polisini ve trafiğini inceledi. Türkiye’de “Her karakolda bir memur bırakın, diğerleri olay yerine gelsin” denilen dönemin ardından, yeni kurulan toplum polis biriminin Ankara müdürü oldu. Emniyet genel müdür yardımcılığına yükseldi. Teşkilatımızda altı yıl çalıştı. Çalışma hayatına ulaştırma bakanlığında devam etti. Haberleşme genel müdürlüğü, bakanlık genel sekreterliği ve bakan müşavirliği görevlerinde bulundu.
Erol ÖZDEMİR: Sizi biraz daha yakından tanıyabilir miyiz?
Ben 1930 yılında Manisa’da doğdum. Ama Safranboluluyum. 1402 yılında Timurlenk, Çubuk ovasında Yıldırım Bayezit’in ordularını bozguna uğratınca, civardaki dört ayrı yerde ordugâh kurup her birinin başına torunlarından birini kumandan tayin etmiştir.
Timurlenk ve ordusu bu bölgede 20 yıl kalmıştır. 20 yıl sonunda Moğolistan’a dönmeye karar verdiklerinde yaşlanan askerlerden bir kısmı o uzun yolculuğu göze alamayacaklarını belirterek gitmek istememişlerdir.
Bir kısmı oturduğu yerde mahalli halkla evlilik yapmış, çocukları olmuştur. Hatta kurulan köylere dört ordu komutanının adı verilmiştir: Alveren, Akveren, Oğulveren ve Pelitveren köyleri. Ben Alveren köyündenim. Soyadı olarak bu köyün adını aldığımız sırada nüfus memuru tarafından yanlışlıkla Alıveren diye yazılmıştır.
Toplum polisliğini kurma aşamasında gazetelerde Erdoğan Alıveren ismi sıkça geçmekteydi. Alveren köyü muhtarı beni buldu. Köye davet etti. Ben de ilk defa bu vesile ile köyüme gittim ve muhtarın oğlunun nikâh şahitliğini yaptım.
EÖ: Çocukluk döneminiz ikinci dünya savaşı yıllarına rastlıyor. Biraz da bu yıllardan ve okul yıllarınızdan söz eder misiniz?
Babam, kurmay subay olarak Türkiye’nin birçok yerinde görev yaptı. Balkan, Çanakkale ve İstiklal savaşlarına katıldı. Kubilay vakası sonrasında asayişi sağlamakla görevlendirildi.
Padişah tarafından Çanakkale ve Gümüş İmtiyaz Madalyaları, TBMM tarafından 864 no’lu Takdirname ve İstiklal Madalyası ile ödüllendirildi.
Babamın görevi nedeniyle birinci sınıfı Bursa Hisar ilkokulunda, ikinci sınıfı İstanbul Kırkikinci ilkokulda, üçüncü sınıfı Kırıkkale’de, dördüncü sınıfı İstanbul Altıncı ilkokulda bitirdim. Beşinci sınıfı okurken 1941 yılı Nisan ayında İstanbul, ikinci dünya savaşı nedeniyle boşaltıldı. Almanlar Edirne’ye kadar gelmişlerdi. Babamın birliği, gerekirse, Uzunköprü’yü tahrip etmekle görevlendirilmişti. Bu arada Pehlivanköy ilkokulunda bir süre okuduktan sonra Konya’ya gidip Necatibey ilkokulunda bitirdim. Ortaokula ise Akşehir’de başladığımı belirtmeliyim.
Bütün bunları o dönemdeki Türkiye’nin durumunu anlatabilmek adına dile getirdim. Şunu da belirtmeliyim ki, iller arası yolculukların çoğunu trenle yapardık. Ama babamın Erzincan’dan Bursa’ya tayin olduğunda bir kamyonla yola çıktık. 1936 kışıydı. Eşkıyaya karşı muhafız olarak iki de jandarma vardı. Bir kadın öğretmenin de bizimle aynı kamyonu paylaştığını hatırlıyorum. Kamyona soba kurmuştuk. Arıza nedeniyle dört gün yolda kaldığımızı da sayarsak, komşu il Sivas’a ancak 12 günde ulaşabildik.
EÖ: Sonra siyasal bilgiler fakültesi?
1948 yılında Ankara siyasal bilgiler fakültesine girdim. Öğrencilik yıllarında TMTF’de (Türkiye Milli Talebe Federasyonunda) görev aldım. Hatta federasyon genel başkanlığını vekaleten yürüttüm. Yekta Güngör Özden o yıllarda hukuk fakültesinde okuyordu. O da cemiyete geliyordu. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın torunu Demirtaş Bayar da, 1950’li yıllarda çok etkin olan bu federasyonda idi. Birlikte 11 Kasım 1953 tarihinde, “Gençliğin Atatürk’e Bağlılığı Mitingi” yaptık. Bildiriyi ben kaleme aldım. Cumhurbaşkanı Celal Bayar da bu mitingde konuşma yaptı.
1952 yılında fakülteyi bitirince İstanbul’da kaymakam adayı olarak göreve başladım. Bir yıl sonra Ata’mızın Etnografya müzesindeki naaşı Anıtkabir’e nakledilecekti. 1953 yılıydı ve ben 23 yaşındaydım. Bir hafta izin alarak Ankara’ya geldim. 6 Kasım’da katafalkın etrafında gençlik adına ilk nöbeti tutan dört kişiden biriydim. Yekta Güngör Özden de nöbetçileri TMTF adına tertipliyordu. Biz görevi harbiye öğrencilerine devrettik. Son olarak da subaylar ve en son gün de generaller nöbet tutu.
EÖ: O nöbette hissettiklerinizi bizimle paylaşır mısınız?
Nöbet tutarken duyulan his bambaşka bir şey. O anda sessiz düşünüyorsunuz. Dışarıda yağmurun yağdığı hissedilebiliyordu. Bazı sesler duyulabiliyordu. Ama siz sessiz düşünmeye devam ediyorsunuz.
Birkaç saat önce, Büyük Atatürk’ün tahnit edilmiş yani bozulmaması için ilaçlanmış naaşını görmüş olmak, katafalkın hazırlanmasına katılmış olmak en çok 15-20 kişiye nasip olmuş büyük bir mutluluktur. Bugün hatırladığımda, bu anların hayatımda yaşadığım en büyük övünç olduğunu düşünüyorum.
O gün çoğaltılarak yakalarımıza taktığımız Ata’mızın fotoğrafının orijinalini ve o fotoğraftan TMTF’nin yaptırdığı rozeti iftiharla muhafaza ediyor ve ceketimin sol yakasında taşıyorum.
EÖ: Sonra İstanbul’da bir dizi mülkiye ve belediye görevi…
1955 yılına kadar maiyet memuru yani kaymakam adayı olarak çalıştım. Valimiz Ord. Prof. Dr. Fahrettin Kerim Gökay’dı. 1955 yılında asaleten kaymakam oldum. 1956 yılına kadar Balıkesir Sındırgı kaymakamlığı yaptım.
Bu arada bir ay izin alarak Ankara’ya geldim ve hukuk fakültesinde; Roma Hukuku, Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi, Adli Tıp, Toprak Hukuku vb. 8 dersten imtihan vererek hukuk mezunu da oldum. Zira bu dersler, siyasal bilgiler fakültesinde okutulmuyordu.
Babamın Ekim 1955’de vefatından sonra annemin rahatsızlığı nedeniyle İstanbul’a gelmem gerekiyordu. Bu yönde müracaatımı yaptım. Fahrettin Kerim Gökay beni Üsküdar’a belediye şube müdürü yaptı. Devam eden yıllarda Beykoz ve Şişli belediye şube müdürlükleri de yaptım.
Şubat 1961’de belediye müdürlükleri lağvedilip kaymakamların uhdesine verildi. Mevcut müdürler eski pozisyonlarına, yani kaymakamlığa geri gönderildi. Bana da Lapseki kaymakamlığı görevi çıktı. Annem hasta olduğu için gidemezdim. Ankara’ya geldim. Derdimi anlattım. Bir dilekçe ver, dediler. Mazeretimi dile getirdiğim dilekçeyi verdikten 15 dakika sonra müstafi addedildiğimi söylediler. Yapacak bir şey yoktu. İstanbul’a döndüm.
İstanbul’da meslektaşım İbrahim Ural’a rastladım. “Fransız konsolosluğuna gidiyorum, burs için müracaat edeceğim” dedi. Ben de yağmurdan korunmak için içeri girdim. Kendisi müracaatını yaptı. Bana da, “Sen de müracaat et” dedi. Benim hiç aklımda yoktu. Ama tesadüfen müracaat etmiş oldum. Nitekim burs çıktı. Üstelik İbrahim Ural’dan daha önce.
Fransa’ya gittim. Fransız polis teşkilatını, emniyet genel müdürlüğünü, Paris valiliğini ve Paris trafiğini tetkik ettim. Sendikaları inceledim. Toplumsal olaylara karşı nasıl görev yapıldığı konularıyla ilgilendim. Orada sokak hareketlerini, mitingleri, grevleri denetleyen CRS (Cumhuriyet Muhafız Kıtaları) adlı birimi yakından takip ettim.
Ben oradayken Türkiye’den 8 kişilik bir heyet Fransa’ya geldi. Bu heyetin içinde içişleri bakanlığı tetkik kurulu başkanı sıfatıyla Hayrettin Nakiboğlu da bulunuyordu.
EÖ: Hayrettin Nakiboğlu emniyet genel müdürlüğü görevinde de bulundu. Bize ondan söz eder misiniz?
Benim hayatımın birçok döneminde Hayrettin Nakiboğlu hep var olmuştur. Kaymakam adayı olduğum yıllarda Beyoğlu kaymakamı olan Hayrettin Nakiboğlu’nun rahatsızlığında 45 gün süreyle yerine vekalet ettim.
Yukarıda belirttiğim gibi heyet olarak Fransa’ya geldiklerinde, ilgilendiğim konular onun da dikkatini çekmişti.
Kendisi İstanbul’da yaşanan 6-7 Eylül olaylarının hemen sonunda emniyet müdürlüğü görevine getirildi ve büyük yararlıklar gösterdi. 6 Eylül 1955’de bir gazetenin akşam nüshasında, Atatürk’ün Selanik’teki evine Oktay Engin adlı bir genç tarafından bomba konduğu şeklinde bir haber yayımlandı. Aynı Oktay Engin Yunanistan’da 9 ay tutuklu kaldı. Daha sonra Türkiye’ye dönünce hukuk fakültesini bitirdi ve emniyet teşkilatının çeşitli birimlerinde çalıştı.
Bomba konulması olayına Türkiye’de ciddi tepkiler geldi. Gençlik Babıali’ye yürüdü. Daha sonra İstiklal caddesine çıktılar ve Rumca yazılı tabelaları indirdiler. Büyük tahribat yaptılar. Kadıköy’de de olaylar oldu. Hatta Ankara ve İzmir’e de sirayet etti.
O yıllarda, “Her karakolda bir memur bırakın, diğerleri olay yerine gelsin” denilerek kuvvet toplanıyordu. Olaylar bu kuvvetlerle bastırılmak isteniyordu. Fener’deki Rum Patrikhanesi ile Beyoğlu’ndaki Yunan Başkonsolosluğu’na yapılacak saldırılara karşı iyi önlemler alınabilmişti. Fakat bunun dışındaki bazı kiliselere, mezarlıklara ve binalara verilen zararlara mani olunamadı. Büyük kaos yaşandı. Hükümet sıkıyönetim ilan etti. Olaya sebebiyet verenlerden ve olay sonrası talan yapanlardan yakalananlar oldu ve tevkif edildi.
ESKİ EMNİYETÇİNİN İFADESİ
1960 ihtilali olunca, 6-7 Eylül olayları yeniden gündeme geldi. Olayla ilgili yargılamalar yapıldı. Sonraki yıllarda içişleri bakanlığı da yapan zamanın İstanbul emniyet müdür yardımcısı Necdet Uğur mahkemeye bir ifade verdi. İfadesinde, “Bu milli bir galeyandır, polis kuvveti maalesef yetişemedi, tam vaktinde önleyemedi, ama en az zararla geçmesini sağladı” dedi. Bunun sonucu olarak Yassıada mahkemesi sanıklarına beraat kararı çıktı. Öte yandan Devlet, İzmir’deki Yunan konsolosluğuna çekilecek bayrak töreni için bir bakan göndererek ilişkilerin düzelmesini sağladı.
Hayrettin Nakiboğlu daha sonra Sinop ve Trabzon valilikleri yaptı. Demokrat Parti iktidarına yakın olduğu için, 1960 ihtilalinden sonra onu içişleri bakanlığı tetkik kurulu başkanı yaptılar. Bu görev, müşavir kadar olmamakla birlikte pasif bir görevdi. 1965 yılında emniyet genel müdürü, 1969 seçimleri sonunda imar ve iskân bakanı oldu. 12 Mart 1971’de ise siyasetten ayrıldı.
SOKAK HAREKETLERİ BAŞLADI
1961 Anayasası ile geniş özgürlükler getirilmişti. Aradan geçen birkaç yıl sonunda Türkiye’de sokak hareketleri başlamıştı. Özellikle Ankara’da, Sakarya caddesinde gençler arasında sağ sol çatışmaları yaşanıyordu.
Devrin başbakanı İsmet İnönü, içişleri bakanı Orhan Öztrak’a “Bu durumda Avrupa’da ne yapılıyor” diye sorar. “İhtilal olmasına ve özgürlüklerin artırılmasına rağmen ne istiyor bu gençler, bir tetkik edin” der.
Orhan Öztrak; batıda, polis içinde ‘hazır kuvvet polisi’ diye özel bir teşkilat kurulduğunu, miting hareketlerinde bu genç kadronun görev aldığını, olaylara topluca müdahale edildiğini anlatır. Ona göre, “Her karakolda bir memur kalsın, diğerleri olay yerine gelsin” felsefesiyle hareket edildiğinde gelenler birbirini tanımaz. Personelin kimisi genç, kimisi yaşlıdır. Oysa olaylara müdahale etmenin bazı taktikleri vardır, psikolojik tarafı vardır. Bunlardan yoksun kadro gelince başarılı olunamaz.
OLAYLARA KARŞI YENİ YAPILANMA
O halde ne yapılmalıydı? Toplum polisi diye bir teşkilat kuralım deniliyor. Önce 654 sayılı kanun çıkıyor. Beş ilde toplum polis müdürlükleri kuruluyor. Her birimden 10 memurun bu yeni toplum polisliği birimine gönderilmesi isteniyor. Takdir edersiniz ki birimlerden gönderilenler kaliteli olmuyor. Ankara’da ilk 120 kişilik birimin müdürlüğüne Altan Ünal getiriliyor. Görev yerleri ise Keçiören’deki süvari birliğinin bulunduğu yer oluyor.
İçişleri bakanı Faruk Sükan ile emniyet genel müdürü Hayrettin Nakiboğlu birlikte toplum polis merkezini ziyaret ediyorlar. Akşam 17 sıralarında kimseyi bulamıyorlar. Herkesin evlerine gittiklerini öğreniyorlar. Bakan, Hayrettin Nakiboğlu’na “Buraya bu işi bilen, bu işten anlayan birini bulup getirin” diye emir veriyor. Onunda aklına ben geliyorum.
İstanbul’daydım. Emniyet nöbetçi müdürü telefonla aradı. Beni emniyet genel müdürü Hayrettin Nakiboğlu’na bağladı.
Hayrettin Nakiboğlu, “Seni Ankara toplum polisi müdürü yapacağım” dedi. Ben, içişleri bakanlığı ile ilişkim kalmadığını, İstanbul belediyesinde memur olduğumu belirttim. Ama o ısrarlıydı. Aynı gece hareket eden bir kamyonla Ankara’ya geldim.
Gelişimi bildirdiğimde, Hayrettin Nakiboğlu, “Bunu yapmaya mecburuz” dedi. Bazılarının Demokrat Parti’nin devamı olan Adalet Partisi’nin başarılı olmasını istemediklerini, olaylar çıkararak hükümeti yıpratmak istediklerini söyledi. “Gel bu teşkilatı kur, Haziran’dan itibaren istediğin yerde değerlendiririz” dedi. Kendimi mecbur hissettim ve 27 Ocak 1966 tarihinde göreve başladım.
EÖ: Her birimden rastgele alınan 10 memurdan oluşan kadroyu yönetmek nasıldı?
120 memurum ve ara rütbedeki arkadaşlarım birimlerden rasgele alınan personeldi. Mütecanis yani homojen değildiler. Bazı gazeteler toplum polis müdürlüğüne amaçlı getirildiğimi, taraflı davranacağımı beyan ediyorlardı.
Emniyet amiri rütbesinde 4 yardımcım vardı.
Binek olarak 1952 model bir arabamız vardı. Sonra 1968 model bir Ford otomuz oldu. O yıllarda, çoğu doğuda olmak üzere ülkenin birçok yerinde mitingler yapılıyordu. Bunların hemen hemen hepsine Ankara’dan bu arabayla gidiyordum.
120 toplum polisi yetmez olmuştu. 5000 polis kadrosu alındı. Sonra 5000 kadro daha alındı. Ben polis okullarına giderek toplumsal olaylar karşısında alınması gereken tedbirler hakkında dersler veriyordum. Ortaokuldan, liseden yeni mezun olmuş genç polis adaylarımızın morallerini yükseltici ve motive edici konuşmalar yapıyordum. Hem eski kadroya tekâmül eğitimi, hem de yeni kadroya ilk eğitimini veriyordum. İzmir, Kayseri ve İstanbul polis okullarına sıkça gittim. Bilgisiyle, sordukları sorularıyla benim dikkatimi çekenleri toplum polisi kadrosuna alıyordum.
TOPLUM POLİSİNDEKİ ÖTEKİ ARAÇLAR
20’şer kişilik iki gaz otomuz vardı. Gaz bombası ekibi bu arabalarla taşındığı için bu ad verilmişti.
Ekonomik olsun diye 6 tane fargo şasesi alarak üzerine kasa yaptırdık. Bunlar, otobüse benzeyen kamyonlardı. Etrafı açıktı. Beyaz miğferli memurlarımızı bu otolarla taşıyorduk. Çetin Altan, bir yazısında bu arabalar için “fruko” yakıştırması yapmıştı.
O yıllarda yeni gördüğümüz molotof kokteylini tanımazdık. Yine dönemin Akşam gazetesinde nasıl yapıldığı yazılınca biz de öğrenmiş olduk.
Toplum polisi Ankara, İstanbul, İzmir, Adana illerinde kuruluşunu tamamlayıp, Ankara’daki çekirdek kadroyu yani genç kadroyu yetiştirince, ben de, genel müdür yardımcılığına yükseltildim. Böylece, Türkiye’de toplum polisini yaygınlaştırmayı sağlamış olduk. 12 ilde, 50’şer kişilik toplum polis amirlikleri kurduk.
EÖ: Daha sonra Emniyet Sarayına taşındınız…
İskitlerdeki Emniyet Sarayının açılışı, 1967 yılının 10 Nisan kuruluş yıldönümü kutlamaları çerçevesinde yapıldı.
Bu binanın başlangıcı 1955 yıllarına dayanıyordu. O yıllarda emniyet birimleri bölük pörçük ve dağınık yerlerdeydi. Tek bir yerde toplamak gerekiyordu. Emniyet teşkilatına büyük hizmetler veren, 1950 yılında İstanbul emniyet müdürlüğüne getirilen ve 1951 yılında Ankara valiliği göreviyle birlikte emniyet genel müdürlüğü görevini de birlikte yürüten Kemal Aygün döneminde, bayındırlık bakanlığına bir proje yaptırılıp temel atılmıştı. Ancak araya ihtilal girmiş ve takip edilememişti.
Hayrettin Nakiboğlu, emniyet genel müdürü olunca, bayındırlık bakanlığında çalışan kardeşinin de katkılarıyla kısa sürede binanın tamamlanmasını ve hizmete açılmasını sağladı. Biz de toplum polisi olarak Keçiören’deki süvari birliğinin olduğu yerden bu binaya geldik.
EÖ: Sizce emniyet teşkilatında süvari birlikleri gerekli mi?
İyi bir süvari, kalabalık içerisinde atını iki ayağı üstüne kaldırarak şahlandırırsa en az 50 kişiyi etkisiz duruma getirebilir. Nedense sonra kaldırıldı. Demek ki lazımmış ki şimdi yeniden kuruldu.
EÖ: Toplum polis müdürlüğü görevinden ne zaman ayrıldınız?
Ben Ankara toplum polis müdürlüğü görevi için 1966 yılında, İstanbul’dan gelmiştim. Ocak ayından Haziran ayına kadar bu görevde kalacaktım. Hatta evimi bile nakletmemiştim. Ancak 1968 Kasım’ına kadar ayrılamadım. O tarihte de emniyet genel müdür yardımcısı oldum.
Emniyet genel müdür yardımcısı olarak sayımız dörttü. Sonra altıya çıktık. 12 Mart 1971 muhtırasından sonra emniyet genel müdürü olan Sedat Kirtetepe döneminde ise sayı ikiye indirildi. Sayının ikiye inmesiyle bana da Trabzon il emniyet müdürlüğü yolu göründü.
Trabzon’a gitmeyi düşünmüyordum. Çocuğum doğmak üzere idi. Polis okulunda, polis enstitüsünde öğretmen olarak görev verilseydi bile kabul edebilecektim.
Öğrencilik yıllarından tanıdığım avukat Yekta Güngör Özden’le Danıştay’a dava açtım. Emniyet genel müdürü muavini sıfatımla teftiş ettiğim bir ile atanmamın uygun olmadığı yönünde 6 sayfalık dilekçeyi Danıştay’a sunduk. Yürütmeyi durdurma kararı verilmesini talep ettik. Hatta maaşımı bile vermediler. Yekta Güngör Özden, ‘maaşsız memur olmaz’ diye bir dilekçe yazdı. Bir iki saat içinde maaşım bir ciple evime getirildi.
O yıllarda birinci şube müdürü olan Oktay Engin, nöbetçi müdürü olduğu bir gün beni telefonla arayarak “Tebrik ederim, Danıştay yürütmeyi durdurma kararı verdi” diye bildirdi.
Ancak ne var ki, içişleri bakanlığı benim kararımı yürürlüğe koymadı.
EÖ: Böylece emniyet teşkilatından ayrılmış oldunuz…
Evet. 24 Aralık 1971 tarihinde emniyet teşkilatından ayrılmış oldum.
EÖ: Sonra hangi görevlerde bulundunuz?
Yekta Güngör Özden, o günlerde de popüler biriydi. Başbakan Nihat Erim’e telgraf çekerek, bu kararın içişleri bakanı tarafından yürürlüğe konulmadığını bildirdi. Konu gazetelere yansımıştı. Kabinede de yankı uyandırdı. Bu esnada beni önceden tanıyan köyişleri bakanı Cevdet Aykan, “Seni müşavir olarak alayım” dedi.
1971 sonlarıydı. Nihat Erim hükümeti düştü. Dolayısıyla bakan Cevdet Aykan da ayrıldı. Bana iş verecek kişi de yoktu. Orada tek kaymakam olduğum için beni benimseyemediler.
Daha sonra 1977 yılında Süleyman Demirel tarafından ikinci MC hükümeti kuruldu. Okul arkadaşım olan Yılmaz Ergenekon ulaştırma bakanı olmuştu. Benim haberleşme genel müdürü olmamı istedi. Görevi kabul ettim. 18 yıl genel müdürlük yaptım. Bakanlık genel sekreterliği ve bakan müşavirliği görevlerinde de bulunduktan sonra emekli oldum.
EÖ: Türkiye Emekli Emniyet Müdürleri Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneğinin, 36 aydır aralıksız çıkardığı Çağın Polisi dergisini nasıl buluyorsunuz?
Dergiyi çok iyi buluyorum. Oraya kendim de yazılar yazıyorum. Avrupa’da emekli polislere görev veriliyor. Bizde de emekli polisler trafik nizamı sağlama konusunda görevlendirilebilirler. Özellikle büyük şehirlerde otoların park sorunlarıyla ilgilenenler arasında cinayet sanıklarının oluşu, sorunun ciddiyetini daha da vurgulamaktadır.
Emekli polisler ayrıca istihbarat faaliyetlerinde de bulunabilirler. Vaktiyle bize ve bazı il emniyet müdürlerimize 10 lira para gönderilir, bu para memurlarımıza verilerek haftanın değişik gün ve saatlerinde sokakta, otobüste, çarşıda, lokantada neler konuşulduğu değerlendirilerek gündem tespit edilir ve ona göre önlemler alınırdı.

EÖ: Böylece bir döneme ışık tutarak bizi aydınlattınız. Çağın Polisi dergisi okurlarımız, mensuplarımız ve emeklilerimiz adına size şükranlarımızı sunar, sağlıklı günler dilerim.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder