20 Haziran 2011 Pazartesi

İYİ BİLGİSAYARLAŞABİLİYOR MUYUZ

Tarım toplumu dönemi..
Sanayi toplumu dönemi..
Bilgi toplumu dönemi..
Tarım toplumunda toprak; hayvan gücüyle ve kölelerle işlenmiş, şenlenmiş..
Sanayi toplumunda makineler; buharın itici gücüyle parıldamış..
Bilgi toplumunda beyinler; bilgisayarla sınırları zorlamaya başlamış..
Miladın başlangıcını baz alırsak dünya 1800 yıl süreyle toprakla haşır neşir olmuş..
Sonra buhar icat edilmiş ve 180 yıl süreyle sanayi dönemi yaşanmış.
Şimdi ise neredeyse 18 yıldır bilgisayarın telefonla dansını izliyoruz.
Acaba son 18 ayda neler oluyor dersiniz?
Cep telefonları için güneş enerjili şarj cihazı geliştiriliyor.
Meyveyle çalışan saatler icat ediliyor.
Cep telefonları, sahibi uzaklaşınca kendini kapatıyor.
Su altında çalışabilen MP3 müzik çalar yapılıyor.
Belki de son 18 saatte "Beni kapat" diye mesaj gönderen klima icat edilecek..
Son 18 dakikada mı?
Biz bugün bu ayrıntılara girmeden sadece bilgisayarı konuşmak istiyoruz. Öyle ki bu bilgisayar, telefonla irtibatlandırılınca bizi “internet” kavramıyla tanıştırmış oldu. Bu da bize bilgi çağının tastamam ortasında olduğumuzu göstermektedir.
Şimdi biraz geriye gidelim:
1990 yılında komşu ilimiz Samsun’da maaş bordrolarının yapımında kullanılmak için bir bilgisayar satın alındığını ve bordroların uzun şaryolu daktilo yerine bu cihazla yapıldığını duymuştuk. Dâhili hat bağlantılı telefonumuzla irtibat kurduk. Maaş bordrosunu hazırlayan meslektaşlarımızın ağzını aradık.
Bu cihazdan memnun musunuz?
Hizmette verim artmış mıdır?
Çok pahalı mıdır?
Bize de tavsiye ediyor musunuz?
Telefonun öbür ucundaki meslektaşımızı daha önceden tanımıyorduk.
Polis memuru olduğunu söyledi.
İlk sorumuza verdiği yanıt bir tekerleme gibiydi. Bir şey anlamamıştık. Ama tekerleme cinsinden olduğu için aklımızda kalmıştı:
“Beş kişinin beş günde yaptığını bir kişi bir saatte yapıyor.”
Biz daha da emin olmak için bordro yapımında personelimize ne ölçüde kolaylık sağlayıp sağlayamayacağını öğrenmek istedik.
Yine aynı yanıt: “Beş kişinin beş günde yaptığını bir kişi bir saatte yapıyor.”
Fiyatını soruyoruz. “Beş kişinin beş günde yaptığını bir kişi bir saatte yapıyor.”
Tavsiye ediyor musunuz, diyoruz. O da sorulur mu diye duraklıyor ve yine aynı şeyi tekrarlıyor: “Beş kişinin beş günde yaptığını bir kişi bir saatte yapıyor.”
Bir süre bu lafı düşündük. Devlet memurları ayın ilk gününde maaşlarını almalıdırlar. Bizde de maaş bürosunda beş kişi çalışıyordu. Bu arkadaşlarımız bir ay boyunca tüm kadronun ve göreve yeni başlayanların maaşlarını, tayini başka illere çıkanların yolluk tutarlarını, kademe ilerlemelerini, bazı kesintileri hesap ederler, bordroya son şeklini vererek maliye birimine elden teslim ederlerdi. Bu nedenle “Beş kişinin beş günde yaptığını bir kişi bir saatte yapıyor” lafı bizi iyiden iyiye düşünmeye zorlamıştı.
Muhatabımız acaba beş kişi, beş günde yapıyor mu demek istemişti?
Beş günde olmadığı gibi bir günde de demiyordu.
“Bir saatte” diyordu.
Bu duruma göre bir ay uğraşılan bordroyu bir saatte mi bitirebilecektik?
Akıl işi değil gibi geliyordu.
Bilgi çağı ile amaçlanan şey bu muydu acaba?
Sıra emniyet müdürünü ikna etmeye ve parasal kaynağı bulmaya gelmişti.
Ciddi bir personel tasarrufu olacağını söylediğimizde emniyet müdürü “hayır” diyemedi.
O günün parasıyla yirmi milyon dediğimizde ağzından çıkan lafın yazım şekli ise “ı-ıh” şeklindeydi.
Yardım amaçlı kurulmuş bir derneğimizin yüz milyon parası vardı ama bu parayla bir polisevi yapımı planlanmıştı. Bu parayı bölmek olmazdı.
Bilgisayarın faydalarını anlatmayı sürdürdük. “Kaynak temin edilirse alınabilir” yanıtını aldık.
Dernek hesabındaki yüz milyonun on yedi milyon faiz geliri vardı. Faizli bu paranın polisevi yapımında kullanılması yerine bilgisayar alımında kullanılabileceğinin, kalan miktarın ise personelin rıza göstermesi durumunda maaşlarından kesilerek tamamlanmasının kararlaştırılması ile alım ihalesine başlanmış oldu.
Bilgisayar satın alındı ve bordronun bir saatte bitirildiğini görünce şaşkınlığımızı üzerimizden attık.
1990 yılında bu ilde tek bilgisayar vardı ve tek amaçla tek bir memur tarafından kullanılabiliyordu. Maaş bordrosu dışında işlem yapılmıyordu.
Sonraki günlerde o memur ve yedek ikinci bir memur halk eğitim merkezindeki bilgisayar kullanımı kurslarına gönderildi.
Şimdi iki memur bilgisayar kullanabiliyordu. Üstelik bazı yazışmalar da daktilo yerine bilgisayarla yapılabilmekteydi.
Büyük bir kolaylıktı. Öteki memurlar bu kolaylığı tanıyınca kendileri için de bilgisayar talep ettiler. Hatta ısrarcı olmaya başladılar. Genel bütçe ödeneğiyle satın almak mümkün değildi. Çünkü böyle bir ödenek henüz tahsis edilmiyordu.
Yöneticiler bu defa şartları zorladılar. Yardım dernekleri ya da iş ocakları gelirleriyle bilgisayar alımına başladılar. Yakınen tanıdığım emniyet müdürleri Yahya Bal, Bahattin Zengin, Feyzullah Arslan bu gayretin içindeki birkaç isimdi.
Ardından genel bütçe gelirleriyle de bilgisayarlar alınmaya ve kadrolara dağıtılmaya başlandı.
Aradan on yıl geçti.
2000’lere girilirken neredeyse her emniyet biriminde az ya da çok bilgisayar temin edilmişti.
Bu defa bilgisayarı kullanacak memurların yetiştirilmesine gereksinim duyuldu. Sıkça kurslar açıldı. Memurlar bu kurslara çok rağbet ettiler.
Biri hariç..
İl emniyet müdürlüğünde soruşturma raporları sonucunda disiplin kurulu kararlarını yazan bu memur, rütbeli bir meslektaşımızın kız kardeşiydi. Üniversite tarafından bir ay süreyle verilecek bilgisayar kullanımı kursuna katılmayı istemediğini ağabeyini devreye sokarak bildiriyordu.
Talebi kabul edildi ve yazılarını eskiden olduğu gibi daktilo ile yazmaya devam etti. Bilgisayarla yazılan yazılar çok düzgün oluyordu. Daktilo ile yazılanlar ne kadar dikkat edilse de yanlış tuşa basılma sonucu silinti ve karalamaya yol açıyordu. Düzgün olmadığı için yeniden yazılması isteniyordu. Daha az hata yapılsa da ikinci, üçüncü yazımlarda da yanlışlıklar olabiliyordu. Oysa yan taraftaki masada görevli memurlar bilgisayarda yanlış yazsalar da tek tuşla hatalarını giderebiliyorlardı. Hatta evrakı yeni baştan yazmaları icap etse bu defa eskisi üzerinden birkaç cümle değiştirerek sonlandırabiliyorlardı.
Kurs almayı reddeden memurumuz bir ay kadar daktilo ile yazmaya devam etti. Çoğu kere yazılarını ikinci hatta üçüncü kez yazmak zorunda kaldı. Aynı yazı için yeniden daktilo başına geçtiğinde hayıflandı. Daktiloya yeniden birkaç kâğıt takmak, kâğıtların arasına karbon kâğıdı koymak, yanlış vurulan tuşlar için her bir kâğıda ulaşarak tek tek silmek ya da daksillemek, daksilin kurumasını beklemek hiç de kolay olmuyordu. Bu süre içerisinde bilgisayarın kolaylığını, faydasını daha iyi kavradı ve gizli arabeskçilerin yaptığı gibi gizlice bilgisayar öğrenmeye başladı.
Bugün kimisi kurslarda, kimisi kendi olanaklarıyla bilgisayarı kullanabilen personel sayımız çok iyi düzeylerdedir diyebiliriz.
Fakat bunlar bilgi çağı toplumu için yeterli değildir. Bilgisayarı kullanmak demek ondan daktilo gibi yararlanmak demek değildir. Bilgisayar bir insanın eli, kolu gibidir. Hatta aklı gibidir. Akıl düzenleyicisi gibidir. Yaşamının planlayıcısıdır.
Yaşı ne olursa olsun herkes bu nimetten mutlaka yararlanmalıdır. Gençlerin döneminde ülkemize geldiği için onlarla özdeşleştirilmektedir. Oysa bilgisayar yetişkinler için bir fırsat aracı olarak düşünülmelidir. Gençlerin önünde uzun bir dönem vardır. Onlar doya doya bu teknoloji harikasından yararlanacaklardır. Önemli olan yetişkinlerin geri kalan yaşam sürelerini bu güzelliklerle bezemeleridir.
Bugün ülkemizde çocukların ders çalışmasına engel teşkil ettiği bahane edilerek bilgisayarların okul döneminde tavan arasına kaldırıldığı bilinmektedir. Bu durum çok büyük bir gericiliğe yol açabilecektir. Geçmişte nasıl matbaanın üç yüz yıl kadar geç alınmasıyla (Avrupa’da 1440, Osmanlı’da 1728) Türk toplumu olarak büyük sıkıntılar yaşanmışsa şimdi bilgisayarların gençlerden uzaklaştırılmasıyla aynı sonucu hazırlayan kuşaklar olma riskini taşımaktayız. Her yaş grubunun günde kaç saat bilgisayarla ilgilenebileceği akademisyenlerimiz aracılığıyla televizyonlardan, gazetelerden öğrenilebilmektedir. İnternetten de öğrenebilme imkânı bulunabilir. Çocuğa söz geçirememek, insanlarımızı yasakçı bir tutuma sürüklememelidir. “Yasak” kavramıyla bu yaşlarda tanışan çocuklarımızın gelecekte özgür düşünceler üretemeyeceği bilinmelidir.
İyi lisan bilmeyen bir öğrencinin yabancı dilden eğitim alması mükemmel bir sonuç doğurmayacaktır. Bunun gibi iyi bilgisayar kullanıcıları yetiştirilememiş bir toplumda da bu teknoloji harikasından ülkenin gelişmesi adına faydalı sonuçlar üretilemeyeceği bilinmelidir.
Ve yine bilinmelidir ki duraklamak; geri kalmak demektir.
Bilgi çağının içindeki yolculuğumuzun iyi düzeyde devam edebilmesi için her yaştaki insanımızın bu mükemmel aygıtla barışık yaşamalarının sağlanması onurlu bir görev olarak kabul edilmelidir. (2009)

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder